Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 103 ada 81 parsel sayılı taşınmazın kendisine ait olmasına rağmen kadastro çalışmaları sırasında davalı H. C. adına tespit ve tescil görmesi nedeniyle Gaziantep 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2006/216 Esas, 2006/505 Karar sayılı davayı açtığını ve bu davada taşınmazın adına tesciline karar verildiğini, ancak yargılama aşamasında davalı H. C.’ın taşınmazı mal kaçırmak amacıyla hileli olarak diğer davalı H.K.’ya sattığını ileri sürerek, iptal ve tescil isteminde bulunmuştur.
Davalı H. C., davanın reddini savunmuş, davalı H. K.davaya karşı beyanda bulunmamıştır.
Mahkemece, önceki davada taşınmaz tapu kaydına ihtiyati tedbir veya davalı şerhi konulmamış olması nedeniyle taşınmazın satıldığı, bu davada da davacının davasını bedele dönüştürmeyip sadece iptal ve tescil isteminde bulunduğu belirtilerek, kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ilamla belirlenen mülkiyet hakkına dayalı iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden çekişmeli 103 ada 81 parsel sayılı taşınmazın kadastro sırasında davalı H. adına tespit edildiği, üçüncü kişinin itirazı nedeniyle kadastro mahkemesinde görülen davanın feragattan ötürü reddedildiği, böylece davalı H.adına sicil oluştuğu, daha sonra davacı tarafından anılan davalı aleyhine 2006/216 Esas, 2006/505 sayılı iptal ve tescil davasının açıldığı, yargılama sonucu zilyetlikle mülk edinme koşullarının aslında davacı adına oluştuğu belirlenerek, davacı adına iptal ve tescil kararı verildiği ve bu kararın 09.02.2007 tarihinde kesinleştiği, bu arada yargılama devam ederken davalı H.’nın dava konusu taşınmazı eldeki davanın diğer davalısı H.’a 18.11.2005 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği görülmektedir.
Davacı lehine verilen tescil hükmü açıklayıcı nitelikte olup, baştan beri hak sahibi olduğunu göstermektedir. Olayda oluşan kesin hüküm bu hakkın davacıya ait olduğu ve davalı Hacı’nın ise mülkiyet hakkını kazanamadığı yönündedir. Bu anlamda sözkonusu hüküm davacı Hacı’yı bağlayacaktır.
O halde, eldeki davada kesin hükme değinen gerekçe yerinde değildir. Öte yandan taşınmazın davalı H.’a satışı eldeki davanın yargılaması sırasında değil, önceki dava sırasında gerçekleştiğine göre olayda HUMK’nun 186. maddesinin, diğer bir deyişle iptal ve tescil isteminin tazminata dönüştürme usulü işleminin uygulama yerinin bulunmayacağı tartışmasızdır.
Ancak eldeki davada davalı H. ikinci el konumunda olup, TMK’nun 1024. maddesi gereğince taşınmazın yolsuz olarak tescil edildiğini bilen veya bilmesi gereken kişi konumunda ise aynı yasanın 1023. maddesinde sözü edilen iyi niyet kuralına dayanamaz ve bu maddenin koruyuculuğundan yararlanamaz.
Ne var ki; bu konuda mahkemece bir araştırma yapılmış değildir.
Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3"ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet" iddiasının def"i değil "itiraz" olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.l99l tarih 1990/4 esas 1991/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda tüm delillerin değerlendirilmesi, hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere davanın reddi doğru değildir.
Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.04.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.