Esas No: 2017/1881
Karar No: 2020/127
Karar Tarihi: 11.02.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1881 Esas 2020/127 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 438. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereğince direnme kararlarının temyiz incelemesinde duruşma yapılamayacağından davacı Hazine vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı Hazine vekili 20.10.1981 tarihli dava dilekçesinde; çekişme konusu Gebze ilçesi Darıca ... mevkiinde kain 2095 parsele uygulanan tapu kaydının 12.05.1955 tarihli ve 47 numaralı tapu kaydından intikal ve ifraz edildiğini, ifrazdan önce 28.05.1954 tarihli ve 86 numaralı tapu kaydı ile miktarı arttırılarak ve sekiz adet tapu kayıtlarının birleştirilmesi ile tek tapu kaydı oluşturulduğunu, tevhit ve tezyide esas teşkil eden Gebze Asliye Hukuk Mahkemesinin 1954/93 E., 192 K. sayılı kararında Hazine hasım gösterilmediğinden ve 2644 sayılı Kanun’un 31. maddesi şartlarına uymadığından geçerli olmadığını, kaldı ki taşınmazın deniz kumsalı niteliğinde olduğunun saptandığını, deniz sınırı ile taşınmazın sınırlarının Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 13.03.1972 tarihli ve 7/4 sayılı kararına göre uzman bilirkişiler aracılığıyla tespit edilmesi gerektiğini, deniz ve onun tamamlayıcısı olan kumsal alanların devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde olduğunu ileri sürerek 2095 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya tesciline, davalıların el atmalarının önlenmesi ile üzerinde bulunan tesislerin kal"ine karar verilmesini talep etmiş, yargılama aşamasında da taşınmaz üzerinde arzi irtifak hakkı sahiplerinin davaya dâhil edilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
5. Dava, ... Sahil Mahallesi İmar İdare ve Bakım İşleri A.Ş."ye husumet yöneltilerek açılmış olup, taşınmaz üzerindeki arzi irtifak hakkı sahipleri davaya dâhil edilmiştir.
5.1. Davalı ... Sahil Mahallesi İmar İdare ve Bakım İşleri A.Ş. vekili 04.12.1981 tarihli cevap dilekçesinde; taşınmazın Eylül 1927 tarihli ve 104 numaralı tapu kaydı ve tedavül kayıtlarına göre yapılan tapulama tespitinin 23.3.1962 tarihinde kesinleşerek tapuya tescil edildiğini, davacının ileriye sürdüğü hususların bu tespit tarihinden önce olan nedenlere dayandığını, davanın 766 sayılı Kanun"un 31/2 maddesinde yazılı 10 senelik hak düşürücü süre geçirildikten sonra açıldığını, tescil davasının açıldığı tarihte Hazine"ye husumet yöneltilmesi zorunluluğu içeren Kanun hükmü bulunmadığından tescil ilamının Hazine"yi bağlayacağını, taşınmaza bitişik yitik kişilere ait arazilerin bulunmadığını, kıyının birkaç metresi hariç taşınmazın tamamen kara parçası olduğunu, plajın suni olarak meydana getirildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
5.2. Davaya dâhil edilen bir kısım arzi irtifak sahipleri yargılamaya katılarak davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkeme Kararı:
6. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.04.1987 tarihli ve 1981/327 E., 1987/150 K. sayılı kararı ile; 2095 numaralı parselin 16.08.1985 tarihli bilirkişi raporu, 19.09.1985 tarihli kroki ve 14.11.1986 tarihli harita mühendisi raporu ile belirlenen A, B, C, D kısımları tutarı olan 5054 m2’ye ilişkin tapu kaydının iptaline, E harfi ile gösterilen 4000 m2 tutarındaki yere ilişkin iptal talebinin reddine, davacının tescil talebinin Medeni Kanun (MK)’un 641. madde hükmü gereğince reddine ve tescil harici bırakılan 5054 m2’lik kısmın 775 sayılı Kanun gereğince belediyeye devir edilen yerlerden sayılmasına, 19.09.1985 ve 14.11.1986 tarihli krokilerde gösterilen tesisin E harfi ile belirtilen yere ait olması nedeniyle kal talebinin reddine, davacının meni müdahaleye ilişkin talebinin ise davalıların da istifadeye hakkı olmasına ve tescil harici bırakılan yer üzerinde kamu niteliğini kaldıracak müdahalelerinin muaraza şeklinde önlenmesine karar verilmiştir.
7. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davalılar ... Sahil Mahallesi İmar İdare ve Bakım İşleri A.Ş. ile... vekilleri temyiz isteminde bulunmuşlardır.
8. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23.12.1988 tarihli ve 1988/9740 E., 14747 K. sayılı kararı ile; hasımsız olarak açılan tescil ve yüzölçümün arttırılması davalarının Hazine"yi bağlamayacağı, ne var ki Hazine"nin 7 parça temel tapuların belirlenecek kapsamlarına itiraz edemeyeceği, MK’nın 931 ve dava açıldığı tarihte yürürlükte olan 766 sayılı Kanun"un 31/2 ve 3402 sayılı Kanun’un 12. maddelerinin deniz kumsalı niteliğindeki kamu malları hakkında Hazine"nin açtığı davalarda uygulanma yerinin olmadığı, hâl böyle olunca temel tapuların kapsamlarının sağlıklı olarak belirlenmesinden sonra dava konusu parselin bu yer içinde kalıp kalmadığının kesin olarak saptanması, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
9. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından bozma kararına uyulmak suretiyle yapılan yargılama neticesinde 19.06.2001 tarihli ve 1989/472 E, 2001/381 K. sayılı kararı ile; 2095 sayılı parselin 1094.78 m2"lik kısmının kıyı kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı, devletin hüküm ve tasarrufu altında olan yerlerden olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile, dava konusu 2095 parselin bilirkişi rapor ve krokisinde kıyı kenar çizgisi ile deniz arasında kaldığı belirtilen 1094,78m2"lik kısmının davalı adına olan tapu kaydının iptali ile hazine adına tapuya kayıt ve tesciline ve bu kısıma vaki davalı tecavüzünün menine karar verilmiştir.
10. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin bu kararına karşı davacı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 03.05.2010 tarihli ve 2010/4307 E., 2010/5197 K. sayılı kararı ile; 14 Mart 2009 tarihli Resmî Gazete"de yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kanun"un 12. maddesinin 3. fıkrasına "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dâhil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" cümlesi ve aynı Kanun’un 3. maddesi ile de 3402 sayılı Kanun’a " bu kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki geçici 10. madde eklendiği, öte yandan, 3402 sayılı Kanun"un 12/3. maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup kamu düzeni ile ilgili olduğu, diğer taraftan; her davanın açıldığı tarihteki koşullara bağlı olduğu, somut olayda, kadastro tespitinin kesinleştiği 23.03.1962 tarihinden itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık sürenin geçtiğinin açık olduğu, ne var ki davalı yararına da 2644 sayılı Kanun’un 8 ve 9. maddelerinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği ve belirlenen kıyı kenar çizgisine göre taşınmazın bir kısmının tanımı 3621 sayılı Kanun’un 4. maddesinde yapılan, kıyıda kaldığı keşfen sabit olduğu, hâl böyle olunca; yukarıda değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler gözetilmek suretiyle gerek işin esası gerekse yargılama masrafları avukatlık ücreti ve harç yönünden bir değerlendirme yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
12. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından bozma kararına uyulmak suretiyle yapılan yargılama neticesinde 29.05.2012 tarihli ve 2011/73 E, 2012/233 K. sayılı kararı ile, 23.03.1962 yılında yapılan kadastro tespitinin kesinleştiği ve 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin dolduğu gerekçesiyle davalı şirket yönünden hak düşürücü süre nedeniyle davanın usulden reddine, hak düşürücü süreye bağlı kararın davanın yargılaması sırasında değişen Kanun kapsamında verilen bir karar olması da gözetilerek davalı şirket vekili yararına avukatlık ücretine hükmolunmamasına, diğer bütün davalılar yönünden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)"nun 150/5. maddesinde yer alan düzenleme çerçevesinde davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
13. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı Hazine vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
14. Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 10.12.2013 tarihli ve 2013/10428 E., 2013/18671 K. sayılı kararı ile; mahkemenin esasa ilişkin önceki kararı ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin yukarıda açıklanan bozma kararı ile temyize konu son mahkeme kararı tümüyle, 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 25.02.2009 tarihli 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un yürürlüğe girdiği 14.03.2009 tarihinden sonra verilmiş olup; bu Kanunun 2 ve 3. maddeleri ile getirilen yeni düzenlemelere dayanılarak oluşturulduğu, bu yasanın yürürlük tarihinden sonra Hazine’nin açtığı davalarda da 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaya başlandığı, ne var ki, bozma ve mahkeme kararlarından sonra, son kararın temyizi aşamasında Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararıyla; “25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.06.1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanunu"nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline” kararı verildiği ve bu iptal kararının 23.07.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlandığı, öyle ise, kesin hüküm hâlini almamış ve kazanılmış hakkın istisnasını teşkil eden bu durum karşısında 5841 sayılı Kanun hükümleri uyarınca davanın reddine ilişkin olarak kurulan hükmün verildiği tarih itibariyle doğru olduğu düşünülse ve ayrıca Anayasa"nın 153. maddesine göre iptal kararı geriye yürümez ise de, 10.03.1969 tarihli ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçe bölümünde belirtildiği üzere iptal, kesin şekilde çözüme bağlanmış uyuşmazlıkları etkilemeyeceği ve henüz anlaşmazlık hâli devam ediyorsa iptalin kapsamına gireceği, bu durumda davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi"nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğunun söylenemeyeceği, bozma ilamının dayanağını oluşturan yasa metni Anayasa Mahkemesince yukarıda değinildiği üzere iptal edilmiş olmakla artık taraflar yararına usuli kazanılmış hakkın gerçekleştiğinden söz edilemeyeceği, hâl böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni yasal durum dikkate alınarak, inceleme yapılıp sonuca ulaşılması gerektiği, somut olayda; işin esasının ve dava konusu taşınmaz bölümünün, 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla belirlenen kıyı kenar çizgisine göre değerlendirilmesi ve ayrıca 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa"nın 16. maddesiyle 3402 sayılı Kanun’un 36. maddesine bazı ilaveler getiren 36/A maddesi hükmüne göre kadastro işlemleri sebebiyle açılan davalar nedeniyle yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulamayacağı hususunun da gözetilerek ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekçesiyle gerekçesiyle bozulmuştur.
Direnme Kararı:
15. Gebze 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 28.05.2015 tarihli ve 2015/285 E., 2015/260 K. sayılı kararı ile; kesinleşen kadastro tespitine, yasada Hazine yönünden ayrık bir düzenleme olmamasına ve 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin dava tarihinden önce dolmuş olmasına nazaran bozmanın isabetli olmadığı ve önceki kararın isabetli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararı süresi içinde davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yerel mahkemece bozma kararına uyulmak suretiyle verilen kararın davalı yararına usuli kazanılmış hak oluşturup oluşturmadığı, burada varılacak sonuca göre 25.02.2009 tarihli ve 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesiyle 21.06.1987 tarihli 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümlenin ve 3. maddesiyle 3402 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararının eldeki davaya uygulanıp uygulanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
18. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın “Kıyıdan yararlanma” başlıklı 43. maddesi;
“Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.” şeklindedir.
19. 3621 sayılı Kıyı Kanun’un “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin ilgili kısmı;
“…Kıyı Kenar çizgisi: Deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturulduğu kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırını,
Kıyı: Kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alanı…” ifade eder,
Aynı Kanun’un “Genel esaslar” başlıklı 5. maddesinin ilgili kısmı;
“…Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Kıyılar, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır,
Kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur…” şeklinde düzelenmiştir.
20. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” başlıklı 12. maddesinin ilgili 3. fıkrası şöyledir :
"Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. "
21. 5841 sayılı Kanun"un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kanun"un 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle:
"Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır. "
5841 sayılı Kanun"un 3. maddesi ile 3402 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde:
"Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır. " şeklindedir.
22. Bilindiği üzere, 25.02.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 2. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesindeki hükmün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Anayasa Mahkemesince 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E, 2011/77 K sayılı karar ile anılan hükümlerin iptaline karar verilmiştir.
23. Anayasa Mahkemesinin 12.05.2011 tarihli ve 2009/31 E., 2011/77 K. sayılı kararında; iptale konu kuralların uygulanması hâlinde kıyı ya da orman niteliğinde olduğu belirlenen alanlar kadastro işlemleri sırasında özel mülk olarak tespiti yapılmış ve kadastro işlemlerinin kesinleşmesinden itibaren on yıldan daha fazla bir süre geçmiş ise bu alanlara ilişkin olarak kamu idaresi tarafından tapu iptali davası açılması olanağı ortadan kalkacağı, böylece kıyı ya da orman alanına dâhil olan bir taşınmaz üzerinde özel mülkiyet mümkün hâle geleceği, Anayasa "nın 43 ve 169. maddelerinde temel bir değer olarak çevrenin korunması ve herkesin çevreden eşit şekilde yararlanması hakkını güvence altına almak amacıyla kıyıların ve ormanların devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu belirtilerek bu alanlarda özel mülkiyet yasakladığı, bu nedenle belli bir sürenin geçmesiyle söz konusu alanlarda özel mülkiyet edinilmesi olanaklı olmadığı gerekçelerine yer verilerek anılan hükümlerin Anayasa "nın 43. ve 169. maddelerine aykırı olduğundan iptaline karar verilmiştir.
24. Anayasa"nın 153. maddesi uyarınca, Anayasa Mahkemesinin iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamamakta ve ancak Resmî Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmektedir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının yasama, yürütme ve yargı organları, idari makamlar, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı açıktır. Diğer taraftan, 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesinde “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.” şeklinde ifadesini bulan yasal ilke gözetildiğinde; Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının kesin hüküm hâlini almamış derdest dosyalar yönünden uygulanmasının zorunluluğu ortadadır.
25. Bu durumda öncelikle üzerinde durulması gereken husus, yerel mahkeme kararının Yargıtay Özel Dairesince bozulmasından sonra, bozma kararının dayanağını oluşturan yasal düzenlemelerin Anayasa Mahkemesinin iptal kararına konu olması üzerine bozma kararına uyulmakla usule ilişkin kazanılmış haktan bahsedilip bahsedilemeyeceği meselesidir.
26. “Usulü kazanılmış hak” kavramı, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.
27. Mahkemenin, Yargıtayın bozma kararına uyması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usuli kazanılmış hak doğabileceği gibi, bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usuli kazanılmış hak gerçekleşebilir. Bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.
28. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1960/5 K. ve 09.05.1960 tarihli ve 21/9 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtayca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine ilişkin bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usulü kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.
29. Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usulü kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usulü kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usulü kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir. Bu husus 28.06.1960 tarihli ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kararı (YİBK)"nda da “...Sonradan çıkan içtihadı birleştirme kararının, temyiz mahkemesinin bozma kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnası olarak, henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan işlere tatbiki gereklidir...” şeklinde ifade edilmiştir. Anayasa Mahkemesi iptal kararlarında da aynı ilke geçerlidir. Zira Anayasa Mahkemesinin iptal kararları usulü kazanılmış hakların istisnasını teşkil ederler (Hukuk Genel Kurulu’nun 20.12.2017 tarihli 2017/5-2575 E., 2017/1906 K. sayılı kararı).
30. Anayasa Mahkemesi de, usule ilişkin kazanılmış hak kavramına ilişkin olarak, Yargıtay içtihadının kararlı ve yerleşik bir biçimde uygulandığını, bu içtihadın öngörülebilir, belirli ve ulaşılabilir olduğunda ise kuşku bulunmadığını, dolayısıyla bozma kararı sebebiyle nihai anlamda sonuçlanmış bir karardan söz edilemeyeceğine göre sonradan Anayasa Mahkemesinin iptal kararı gözetilerek karar verilmesinin hukuki belirlilik ilkesi yönünden sorun teşkil etmediğini belirtmiştir (Halil Kadri Buldanlıoğlu ve Necip Buldanlıoğlu, B. No: 2015/10533, 4.4.2018, § 56-63).
31. Yapılan açıklamalar ışığı altında somut olayın incelenmesine gelince; davacı Hazine tarafından çekişmeli taşınmazların kıyıda kaldığı ileri sürülerek eldeki davanın açıldığı, yargılama sırasında 25.02.2009 tarihinde kabul edilen 5841 sayılı Kanun ile değişik 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesindeki; “...Bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra, kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır” hükmünün getirilmesi üzerine Özel Dairece 03.05.2010 tarihinde yapılan temyiz incelemesi sonucu davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddi gerektiği yönünden bozulduğu; mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda 20.05.2012 tarihinde hak düşürücü süreden davanın reddine karar verildiği; hükmün Hazine vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece, davada uygulanan kanun metninin Anayasa Mahkemesince iptal edildiği gerekçesi ile bozulduğu; mahkemece önceki kararda direnilmesi üzerine dosyanın Hukuk Genel Kuruluna geldiği anlaşılmaktadır.
32. Eldeki dava sonuçlanıp kesinleşmeden bu davaya uygulanabilecek olan kanun metni Anayasa Mahkemesince iptal edildiğine göre, iptal kararı sonucu oluşan durumun 28.06.1960 tarihli ve 21/9 sayılı YİBK’da da belirtildiği üzere maddi anlamda kesinleşmemiş ve derdest olan eldeki davaya da uygulanması zorunludur.
33. O hâlde; yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
34. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, kesinleşen kadastro tespiti gereğince 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesine göre 10 yıllık hak düşürücü sürenin dava tarihinden önce dolmuş olduğu şeklindeki yerel mahkeme gerekçesinin yerinde olduğu, bu nedenlerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
35. Diğer taraftan 10.12.2013 tarihli Özel Daire bozma kararının 5. paragrafında taraflar ve dava konusu ilgili olmadığı anlaşılan “Davacı ile davalılardan Turgay 10.11.1983 tarihinde evlenmişler, 2.5.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin kararın 2.04.2012 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK 225/son maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Bu durum karşısında evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK"nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM"nin 170.maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejimi, 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar 4722 sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince, eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden TMK"nun 202. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.” şeklindeki ibarelerin maddi hata sonucu bozma kararında yer aldığı, dolayısıyla anılan ibarelerin bozma kararından çıkarılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
36. Hâl böyle olunca; direnme kararı bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Özel Dairenin bozma kararının 5. paragrafında yer alan “Davacı ile davalılardan Turgay 10.11.1983 tarihinde evlenmişler, 2.5.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin kararın 2.04.2012 tarihinde kesinleşmesi ile boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi TMK 225/son maddesi gereğince boşanma davasının açıldığı tarihte sona ermiştir. Bu durum karşısında evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK"nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TKM"nın 170.maddesi uyarınca eşler arasında mal ayrılığı rejimi, 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı tarihe kadar 4722 sayılı Kanunun 10. maddesi gereğince, eşler başka bir mal rejimini seçtiklerini ileri sürmediklerinden TMK"nın 202. maddesine göre edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir.” ibarelerinin maddi hata sonucu yazıldığı anlaşıldığından bozma kararından çıkarılmasına ve maddi hatanın bu şekilde düzeltilmesine,
2- Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.