Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar, miras bırakanı A.ın adına kayıtlı taşınmazlarını mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak davalı oğluna temlik ettiğini, murisin ehliyetsiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . ...raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
-KARAR-
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; davacılar M. M.ve M.F...29.1.2003 tarihli dilekçe ile miras bırakanları A.."ın 601, 602, 110 ve 113 parsel sayılı taşınmazlarını oğlu olan davalıya satış suretiyle devrettiğini, murisin yaşlı ve hasta olduğunu, davalının bu durumdan yararlanarak taşınmazların devrini sağladığını ileri sürerek, pay oranında iptal ve tescil istemişler; birleşen dava ile M., M. F., F.ve M.M. ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı olarak 204 ve 414 parsel sayılı taşınmazların temliklerinin ve tasarrufun iptalini istemişlerdir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990 (1-152 - 1990/236) sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Mahkemece, önem derecesine ve sırasına göre bu nedenlerin irdelenmesi zorunludur.
Somut olaya gelince; tarafların miras bırakanı A."ın maliki olduğu çekişme konusu 601, 602, 110 ve 113 parsel sayılı taşınmazları davalıya satış suretiyle temlik ettiği kayden sabittir. Birleşen davada dava konusu edilen 204 ve 414 parsel sayılı taşınmazları ise yargılamaya sonradan dahil edilen dahili davalılar Z. ve İ.e satış biçiminde intikalini sağladığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, yargılama aşamasında davacılardan F.., asıl ve birleşen davalarından feragat ettiğini beyan etmiştir.
Öyle ise, 204 ve 414 parsel sayılı taşınmaz malikleri hakkında usulünce açılmış bir davanın bulunmadığı, dava aşamasında davaya dahil edildikleri, bir kimseye dahili dava yoluyla taraf sıfatı verilmesine ve hakkında hüküm kurulmasına yasal olanarak bulunmadığı gözetilerek, birleşen davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur.
Davacıların, bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, reddine.
Davacıların, diğer temyiz itirazlarına gelince; davada davacılar çekişmeli diğer taşınmazlar yönünden muris muvazaası yanında miras bırakanın ehliyetsizliğine de dayanmışlardır.
Ne varki; mahkemece bu konuda hükme yeterli bir araştırma yapıldığından söz edilemez.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü, HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.3.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.