8. Hukuk Dairesi 2013/19871 E. , 2014/11693 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 28/02/2013
NUMARASI : 2010/573-2013/103
O.. K.. ile K.. K.. aralarındaki tapu iptali, tescil ve muhdesatın aidiyetinin tespiti davasının kısmen kabulüne ve kısmen reddine dair İstanbul Anadolu 14. Asliye Hukuk Mahkemesi"nden verilen 28.02.2013 gün ve 573/103 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacı, 1101 ada parsel sayılı taşınmazı satın alarak üzerine bina yaptığını, satış bedelini davalıya ödediğini, davalı oğlunun masraf olmaması için taşınmazı adına tescil ettirdiğini, daha sonra tarafların ölünceye kadar bakma akdi yapacakları konusunda anlaştıklarını, geçen zaman içinde taşınmazın tapusunun devredilmediği gibi ölünceye kadar bakma akdi de yapılmadığını ileri sürerek davalı adına olan tapu kaydının iptali ile adına tesciline, olmadığı takdirde taşınmaz üzerinde yapılmış olan iki katlı 4 dairelik binanın kendisi tarafından yapıldığının, mülkiyetinin tarafına aidiyetinin tespiti ile tapu kütüğüne bu yönde şerh verilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davacının iddialarının doğru olmadığını, dava konusu taşınmazın satın alınmasının ve üzerindeki binanın yapımının davalı tarafından karşılandığını açıklayarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 1101 ada parsel sayılı taşınmaz üzerindeki bilirkişi V.. G.. tarafından düzenlenen 27.09.2012 tarihli krokili raporda "dava konusu yer" olarak gösterilen binanın davacı tarafından yapıldığının tespitine, sair isteklerin reddine karar verilmiştir.
Hüküm, süresi içerisinde davalı vekili tarafından, Mahkemece kabul edilen kısım ile yargılama gideri ve vekalet üceti yönlerinden temyiz edilmiştir.
Davanın temyiz itirazına konu olan bölümü, muhdesatın aidiyetinin tespiti isteğine ilişkindir. Aidiyet tespiti davaları kendine özgü davalardan olup ilamın icra uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere ve kural olarak; tespit davalarında tespit davası açanın hukuki yararının varlığı gerekir. 6100 sayılı HMK"nun 106. maddesinin 2. fıkrasında “tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı olması bulunmalıdır.” denilmektedir. Bu nedenle taşınmaz üzerinde bulunan muhdesat yönünden derdest ortaklığın giderilmesi davası ya da kamulaştırma işlemi bulunmadığı takdirde bu dava görülemez. Kural olarak, öğretide ve yerleşik Yargıtay uygulamasında eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki bir yararın bulunmadığı kabul edilmiştir. Bu hukuksal olguların ışığı altında duraksamasız belirtmek gerekirse hukuki yarar dava koşuludur.
Hal böyle olunca; dava konusu taşınmaz hakkında yapılan bir kamulaştırma işlemi veya açılmış bir ortaklığın giderilmesi davası bulunmadığı, tespit davası açılabilmesine imkan tanıyan HUMK"nun 567 ve Kamulaştırma Kanunu"nun 19.maddesi hükmünün somut olayda uygulanmasına imkan olmadığı gözetildiğinde, davacının tespit davası açmakta hukuki yararının olmadığı kuşkusuzdur. Bu durumda Mahkemece, muhdesatın aidiyetinin tespiti talebine ilişkin olarak hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, işin esası incelenerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
Davalı vekilinin temyiz itirazları açıklanan bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK"nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, davalı vekilinin yargılama gideri ile vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazlarının bozma nedenine göre şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK"nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK"nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 154,00 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davalıya iadesine, 06.06.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, taşınmaz üzerinde bulunan binanın kimin tarafından yapıldığının tespiti isteğine ilişikindir.
Yerel mahkemece taşınmaz üzerinde bulunan binanın davacı tarafından yapıldığının tespitine, sair isteklerin reddine ilişkin hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yüksek Daire çoğunluğunca; davacının bu tür tespit için, taşınmazla ilgili olarak açılmış bir ortaklığın giderilmesi davası bulunmadığı gibi yapılmış bir kamulaştırma işleminin de olmadığı bu nedenlerle davacının binanın kendisi tarafından yapıldığının tespiti davasını açmakta hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi yönünde bozma sevk edilmiştir.
Değerli çoğunluğun bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır.
HUMK’da yer almamakla birlikte Yargıtay uygulaması gereğince “hukuki yarar ilkesi” davanın açılması bakımından dava şartı olarak kabul edilmekte ve uygulanmakta idi. 6100 sayılı HMK’nun hazırlanınca, uygulamadan esinlenerek bu hukuki yarar ilkesi kanun hükmü haline getirildi. HMK’nun dava şartları başlığını taşıyan 114/1-h bendinde, “davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması", ilkesinin dava şartları arasında sayıldığı görülmektedir. Hukuki yarar ilkesinin bulunduğu durumlarda mutlaka önce bir mahkemede davanın açılması, ondan sonra bu mahkemeden muhdesata ilişkin veya herhangi bir işin yapılması bakımından yetki alınmasına gerek olmadığı gibi önce bir şeyin icra takibine konulması belirli aşamalardan sonra icra müdüründen yetki alınması suretiyle herhangi bir davanın açılmasına da gerek bulunmamaktadır. Aksi halde hak arama yollarının kapatılması ya da sınırlandırılması söz konusu olacaktır.
Nitekim Anayasa"nın hak arama hürriyeti başlıklı 36. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip” olduğunu vurgulamaktadır. Hak arama yollarının açık tutulması esas olup, bunun kısıtlanması ya da tamamen kapatılması kişilerin, kurum ve kuruluşların takdirine bırakılamaz. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde de; hak arama hürriyetine ve adil yargılanma hakkına vurgu yapılmıştır. Anayasa Mahkemesi"nin kararları ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da bu doğrultudadır.
Bu konuda Anayasa’nın 90. maddesinin de göz ardı edilmesi olanaksızdır. Anayasa"nın 90/5. fıkrasına göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi"ne başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” Görülüyor ki temel hak ve özgürlüklere ilişkin hususlar konusunda çıkabilecek farklı hükümler olduğunda Milletlerarası andlaşma hükümlerine üstünlük tanınmaktadır. Söz konusu bu hüküm ile de hak arama yollarının sınırlandırılması veya kapatılması anılan Anayasa"nın 90. maddesine aykırılık oluşturur.
Bundan ayrı hiç kimse; bir diğerini önce şu veya bu şekilde dava açmaya, takip yapmaya veya herhangi bir biçimde haraket etmeye ya da yol göstermeye zorlayamaz.
Bu bakımdan muhdesatın aidiyetinin tespitine karar verilmesi için, çoğunluğun gerekçesinde açıkladığı gibi iki veya üç sebeple sınırlandırmak mümkün değildir. Kaldı ki, bu sınırlandırmanın yasal dayanağı bulunmamaktadır. Önemli olan hak ve özgürlüklerin önünün açık tutulmasıdır. Bu açıkça kişi ya da kurum ve kuruluşların hak arama özgürlüğünü sınırlamak anlamına gelir. Bu nedenle bu görüşe katılmak mümkün değildir.
8. Hukuk Dairesi, 15.10.2007 tarih ve 2007/4224 Esas, 2007/5537 Karar sayılı kararı ile; “...davacının taşınmazda paydaş olmadığı, paydaşlardan birisinden HARİCEN ve Geçersiz ADİ SENETLE taşınmazın bir bölümünü satın alarak üzerine davaya konu muhtesat nitelikli binayı yaptığı, davacının üçüncü kişi konumunda bulunduğu, bu konuda uyuşmazlık bulunmadığı, kayıt malikleri (paydaşlar) arasında ortaklığın giderilmesi davasının açıldığı, ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verildiği takdirde parsel üzerinde bulunan muhtesatın taşınmazla (zeminle) birlikte satılacağı hususunda duraksama olmadığı, bu hale göre taşınmaz üzerinde bulunan evin değerinin ve kime ait olduğunun belirlenmesinde davacının (harici satış senedi sahibinin) hukuki yararı bulunduğu, bu bakımdan mahkemenin muhtesatın tespitine yönelik davacı talebinin reddine karar vermiş olmasında isabet görülmediği...” gerekçesiyle BOZMA sevk edilmiştir. Yerel Mahkemenin DİRENME kararı; daha geniş bir gerekçeyle HGK"nun 11.03.2009 tarih ve 2009/8-75 Esas, 2009/116 Karar sayılı kararı ile BOZULMUŞTUR.
Görüldüğü gibi, 8. HD. geçersiz harici satış sözleşmesi ile TAPULU taşınmazı satın alan ve tapu kaydı ile bir ilgisi dahi bulunmayan davacıya dahi muhtesatın kendisi tarafından meydana getirildiğinin (yapıldığının) tespiti davasında, davacının HUKUKİ YARARININ olduğunu kabul etmekte, Yüksek HUKUK GENEL KURULU"nca da davacının hukuki yararının olduğuna vurgu yapılmakta ve direnme kararının bozulmasına karar verilmektedir.
Yine Yüksek 7. HD"nin “...taşınmazla ilgili ortaklığın giderilmesi davasının açılmadığı, herhangi bir kamulaştırma işlemininde olmadığı, bu bakımdan davacının muhtesatın aidiyetinin tespiti davasının açmakta hukuki yararının kabul edilemeyeceği ve davanın reddi gerektiği yönündeki bozma ilamları, HGK"nun 05.10.2012 tarih ve 2012/7-334 E, 2012/650; 28.03.2014 tarih ve 2013/7-670 E, 2014/423 ( bu karara konu muhtesatla ilgili dava açıldıktan sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılmıştır. Halbuki hukuki yarar dava şartı olup davanın açıldığı tarihte aranır ve ilke bu olduğu halde, HGK böyle bir durumdaki davacının hukuki yararının olduğunu kabul etmiştir.) ve 31.07.2007 tarih ve 2007/7-830 Esas, 2007/801 ( bu karara konu muhtesat aidiyetinin tespiti davasına ait yerel mahkeme kararının BOZULMASINDAN sonra paydaşlar arasında ortaklığın giderilmesi davası açılıştır. HGK"nun ikinci kararı ile parantez içerisinde gösterilen bilgi bu karar içinde geçerlidir.) Karar sayılı kararları ile davacının hukuki yararınının bulunduğu kabul edilmiş, Özel Daire"nin bozma ilamındaki iki gerekçeyle sınırlı görüşünü benimsememiştir.
HMK"nun 106/2. bendi uyarınca davacının bu tür davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının bulunmadığı da söylenemez.
Saptanan bu somut ve hukuki olgular karşısında davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle yerel mahkemenin kabulü ilişkin hükmünün ONANMASINA karar verilmesi gerekirken BOZULMASI şeklinde gerçekleşen sayın çoğunluğun görüşlerine açıklanan nedenlerle katılmıyorum. 06.06.2014