Esas No: 2017/1503
Karar No: 2020/116
Karar Tarihi: 11.02.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1503 Esas 2020/116 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Karlıova Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar Yargıtay 4. Hukuk Dairesinde yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 20.12.2011 tarihli dava dilekçesinde; davalıların Kuzeyin Sesi Karlıova Gazetesinin sorumlu yazı işleri-haber müdürü-söz konusu haberi yapan gazeteci ile gazete sahipleri olduklarını, gazetenin 20.12.2010 tarihli sayısında “...; çürümüş patatesleri fakirlere dağıttık” şeklinde ve 13.12.2010 tarihli sayısının birinci sayfasında müvekkilinin isminin de verildiği haberde “Kaymakamdan Kaymakama fark var","... artık devir değişti, Karlıova"da yüzü ak şerefi ve onuruyla ihale satmayan ve ihalelere fesat karıştırmayan bir kaymakam var" şeklinde müvekkili aleyhine ağır ithamlarda bulunulduğunu, gerçeği yansıtmayan bu asılsız iftira ve hakaret içerikli yayınların müvekkilini son derece üzdüğünü, müvekkili Tomarza ilçesine tayin edildiği hâlde davalı ...’ün karalama kampanyasına devam ettiğini ve bu tür haberleri içeren gazetelerini Tomarza’nın tüm kurumlarına gönderdiğini, bundan da anlaşılacağı üzere davalı şahsın tamamen kin, husumet ve garezle hareket edip yayın yaptığını, davalının bu tür gazeteleri Bingöl Valiliğine, Bingöl Cumhuriyet Başsavcılığına göndererek müvekkilinin haksız yere soruşturmalar geçirmesine neden olduğunu, tüm bu soruşturmalardan aklandığını, davalının ise açılan davalar dolayısıyla hüküm giydiğini ileri sürerek asılsız ve gerçeğe aykırı haber yayımlamak suretiyle kişilik haklarına ağır saldırılarda bulunan davalılardan 5.000,00TL manevi tazminatın yayım tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davalılar vekili 25.01.2012 tarihli cevap dilekçesinde; görev ve zamanaşımına ilişkin savunmalarının yanında söz konusu yorumların yayınlandığı tarih itibari ile güncel-kamu yararı bulunan gerçek bir habere dayandığını, eleştirilerin de aynı çerçevede, olayların özü ile veriliş biçimi arasında bir dengede olduğunu, kimseyi karalamak ya da zan altında bırakmak gibi bir amaçlarının olmadığını, İçişleri Bakanlığı Teftiş Kurulu raporunda "görevi kötüye kullanması" nedeniyle davacı ..."un yargılanmasının istenildiğini, haberlerin nesnel gerçekliğe dayandığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Karlıova Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.07.2012 tarihli ve 2012/1 E., 2012/96 K. sayılı kararı ile; Kuzeyin Sesi Karlıova Gazetesinde yer alan, davalılar tarafından kaleme alınıp yayınlanan 20.12.2010 tarihli sayıdaki “...; çürümüş patatesleri fakirlere dağıttık” ifadesinin kişilik haklarına saldırı olarak kabul edilmediği; 13.12.2010 tarihli sayıdaki “Artık devir değişti, Karlıova"nın yüzü ak şerefi ve onuruyla ihale satmayan ve ihalelere fesat karıştırmayan bir kaymakamı var” ifadesinden ise tersi anlamıyla, önceki kaymakam olan davacının yüzünün ak olmadığı, ihalelere fesat karıştırdığı anlamının çıktığı, bu ifadelerin kamu yararı için yapıldığının, objektif olduğunun ve hakaret içermediğinin düşünülemeyeceği, yapılan bu yayımın hukuka aykırı olduğu, davacının onuruna, kişilik haklarına saldırı niteliğinde görüldüğü gerekçesiyle 5.000,00TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 31.10.2013 tarihli ve 2012/17427 E., 2013/16725 K. sayılı kararı ile;
“…Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Dosya kapsamından, davacının Karlıova İlçesi kaymakamı olarak görev yaptığı dönemde doğal olarak başkanı olduğu köylere hizmet götürme birliğince yapılan ihalelerin birlik encümeninin öz yeğenine verildiği, kamu ihale kanununa aykırılık teşkil eden bu durum nedeni ile davacı hakkında soruşturma açıldığı, yapılan incelemede soruşturma izni verilmesi önerildiği, İçişleri Bakanlığının ise davacının ihaleyi alanın birlik encümeninin yeğeni olduğunu bilemeyeceği gerekçesi ile soruşturma izni vermediği anlaşılmaktadır. Dava konusu haber-yazı esasen Karlıova İlçesine yeni kaymakam tayin edilmesi ile ilgili olup güncel bir konu hakkında yazılmıştır. Yerel düzeyde çıkartılan gazetede ilçe halkının ilgisini çekecek nitelikte bulunan bu konuyu davalılar, kişisel değer yargıları ve görüşleri ile birlikte dile getirmişlerdir. Bir yayında eleştiri sınırlarının aşılıp aşılmadığının değerlendirilmesi için yazının bütünü ele alınıp incelenmelidir. Davacının Karlıova Kaymakamlığı yapmış bulunmasından dolayı kendisine görevi ile ilgili eleştirilerde bulunulmuştur. Kamu görevlilerinin görevlerinden dolayı yapılan eleştirilere karşı daha esnek davranmaları, ağır eleştirilere açık olmaları gerekir.
Şu durumda, dava konusu yazı bir bütün olarak ele alındığında demokratik toplum tarafından meşru sayılabilecek nitelikte olduğu ve sivil denetim içerdiği, bu durumda ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı ve müdahale gerekmediği hâlde davacının kişilik hakkına saldırının varlığının kabulü doğru olmamıştır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Karlıova Asliye Hukuk Mahkemesinin 16.04.2014 tarihli ve 2014/24 E., 2014/37 K. sayılı kararı ile; önceki karar gerekçelerinin yanında, 13.12.2010 tarihli Kuzeyin Sesi Karlıova Gazetesinin ikinci sayfasında "Kaymakam’dan Kaymakam’a Fark Var" başlıklı yazı içeriği incelendiğinde yeni kaymakamın göreve başladığı belirtilmesine ve yapılmakta olan bir ihale sürecinden bahsedilmesine rağmen, dava konusu yazının yazıldığı tarihten çok önce ilçeden ayrılmış davacı kaymakamın adı da zikredilerek, kamuoyunda davacı kaymakamın sürekli ihalelere fesat karıştıran, onursuz ve ihale satan yapıda olduğu algısı oluşturulacak şekilde, "Kaymakamdan Kaymakama fark var bir tarafta Kaymakam ..., öte yandan ihaleleri basına kapalı yapan bir yönetim artık devir değişti, Karlıova"da yüzü ak, şerefi ve onuru ile ihale satmayan ve ihalelere fesat karıştırmayan bir kaymakam var..." denilmiş olmasının esasen haberin güncellik şartlarını taşımadığı, yazı başlığı ve içeriği genel olarak ilçeye yeni atanan kaymakamdan bahsediyor olmasına karşılık, özle biçim arasındaki dengeyi bozacak ve davacı hakkında toplumsal algıda hakaret yaratacak şekilde haber yapılmasının yanlış olduğu, Yargıtay bozma kararında her ne kadar "Dava konusu haber-yazı esasen Karlıova İlçesine yeni kaymakam tayin edilmesi ile ilgili olup güncel bir konu hakkında yazılmıştır " denilmiş ise de, yazı içeriğinde yeni kaymakamın tayin edilmesi ve yeni kaymakamın uygulamaları anlatılırken algı yönetimi yapılarak, kelimelerin ters anlamları empoze edilmek suretiyle davacı kaymakam hakkında yayımlanan sözlerin haberin özü ile biçimi arasındaki dengeyi bozucu nitelikte olduğunun anlaşıldığı, nitekim Hukuk Genel Kurulunun 16.02.2005 tarihli ve 2005/4-28 E., 2005/71 K. sayılı kararında da aynı ilkelerin benimsendiği gerekçesiyle direnme kararı vermiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalılar tarafından kaleme alınıp yayımlanan ve Kuzeyin Sesi Karlıova Gazetesinin 13.12.2010 günlü sayısındaki “Kaymakam’dan Kaymakam’a Fark Var" başlığı altındaki haberin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. TMK’nın 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
17. Dava konusu yayımın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.
18. TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
21. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
22. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
23. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
24. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
25. AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
26. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
27. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlal edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
28. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
29. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
30. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
31. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur. (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
32. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
33. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince; Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
34. 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” hükmü yer almaktadır.
35. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
36. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
37. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
38. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
39. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
40. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayım yapmak hukuka aykırıdır.
41. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K.; 10.12.2019 tarihli ve 2017/4-1833 E., 2019/1333 K., sayılı kararları).
42. Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
43. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayımlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
44. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
45. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki, basının yaptığı yayımdan dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayımın hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayımdaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
46. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması BK’nın 49. (TBK’nın m.58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
47. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalılar tarafından kaleme alınıp yayımlanan Kuzeyin Sesi Karlıova Gazetesinin 13.12.2010 günlü sayısında “Kaymakam’dan Kaymakama Fark Var" başlıklı haberde “…Yakın geçmişte görev yapmış ...’un ihaleleri basına ve halka kapattığı tutumu ile M.Ali Öztürk’ün şeffaf ve açık ihalelerine bakarak şimdi aynı başlığı biz atıyoruz “Kaymakamdan Kaymakama fark var”. Bir tarafta Kaymakam M.Ali Öztürk, öte yandan ihaleleri basına kapalı yapan bir yönetim. Artık devir değişti, Karlıova"da yüzü ak şerefi ve onuruyla ihale satmayan ve ihalelere fesat karıştırmayan bir kaymakam var…" ifadelerinin kullanıldığı anlaşılmaktadır.
48. Dava konusu haberin bir bütün olarak değerlendirilmesinde; her ne kadar Özel Daire bozma kararında davacının Karlıova İlçesi Kaymakamı olarak görev yaptığı dönemde doğal olarak başkanı olduğu köylere hizmet götürme birliğince yapılan ihalelerin birlik encümeninin öz yeğenine verilmesi nedeniyle davacı hakkında soruşturma açıldığından bahsedilmişse de, söz konusu haberden önce davacı hakkında herhangi bir soruşturma olmadığı, esasen Özel Daire bozma kararının devamında da yapılan inceleme sonunda soruşturma izni verilmediğinin belirtildiği göz önünde bulundurulduğunda, haberin Karlıoava İlçesine yeni kaymakam tayin edilmesi ile ilgili olduğu, dolayısıyla güncelliğinin mevcut olduğu kabul edilebilirse de yazı içeriği incelendiğinde yeni kaymakamın göreve başladığı belirtilmesine ve yapılmakta olan bir ihale sürecinden bahsedilmesine rağmen, dava konusu yazının yazıldığı tarihten çok önce ilçeden ayrılmış davacı kaymakamın adı da zikredilerek, kamuoyunda davacı kaymakamın sürekli ihalelere fesat karıştıran, onursuz ve ihale satan yapıda olduğu algısı oluşturulacak şekilde yapılan söz konusu haberin gerçeklik, kamu yararı ile öz ve biçim arasındaki denge unsurlarını haiz olmadığından basın özgürlüğü sınırları içerisinde kalmadığı açıktır.
49. Bu nedenle dava konusu haberin kamu görevlilerinin katlanması gereken kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aştığı, basın özgürlüğü kapsamında kalmadığı, içeriğindeki ifadelerin davacının doğrudan kişilik değerlerine yöneldiği anlaşıldığından hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiştir. Yayımda yer alan ifadeler amacı ne olursa olsun başlı başına kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğundan davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulması gereklidir.
50. Hâl böyle olunca; dava konusu haberde özle ifade arasındaki dengenin bozulduğunu, bu nedenle haberin hukuka uygunluğunun ortadan kalktığını, eleştiri sınırının aşıldığını, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu kabul eden direnme kararı yerindedir.
51. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, direnme kararının başlık kısmında dava tarihinin 23.12.2011 olması gerekirken hatalı olarak 24.02.2014 yazıldığı tespit olunmuş ise de, bu husus mahallinde düzeltilebilir bir hata olarak kabul edilmiş, bozma nedeni yapılmamıştır.
52. Ne var ki, bozma nedenine göre, davalılar vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazları incelenmediğinden bu konuda inceleme yapılmak üzere dosya Özel Daireye gönderilmelidir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Direnme uygun olup davalılar vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 4. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 11.02.2020 tarihinde oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.