7. Hukuk Dairesi 2015/29706 E. , 2016/836 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :İş Mahkemesi
Dava Türü : Alacak
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay"ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
Davacı, davalı üniversitenin hizmet alımı yaptığı şirketler aracılığıyla üniversite hastanelerinde otomasyon sekreteri olarak çalıştığını ve Bölge Çalışma Müdürlüğünün yaptığı muvazaa tespiti nedeniyle kendisine ödenmeyen yasal ilave tediye alacağının ödetilmesini istemiştir.
Davalı, davacının kurumun işçisi olmadığı için ilave tediye alacağına hak kazanmadığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar, davalının temyizi üzerine Dairemizin 22/01/2015 tarihli ilamı ile “…Somut olayda, davalının hizmet alım ihalesinin muvazaaya dayandığı yönündeki tespit nedeniyle taşeron işçisi olan davacının da ilave tediye alacağına hak kazandığı mahkemece kabul edilmiş ise de bu kabul hatalıdır.
Davalı işverenin 2008-2010 yıllarını kapsayan hizmet alım sözleşmeleri hakkında kesinleşmiş bir muvazaa kararının varlığı tartışmasızdır. Ancak, dosyaya sunulan 2011 yılından itibaren yapılan hizmet alım sözleşmelerinin incelenmesinde, her hizmet için ayrı alım sözleşmelerinin yapıldığı ve sekreterlik ve büro hizmeti içinde yapılan sözleşmede alınan işçilerin sekreter olarak çalışacağına dair açık hükmün bulunduğu anlaşılmaktadır. Davacı da, otomasyon sekreteri olarak işe alınmıştır ve alındığı işin dışında başka bir işte görevlendirildiğini iddia etmemiştir. Bazı mahkeme kararlarında, otomasyon sekreterinin davalı hastanenin asıl işini yaptığı, bu nedenle aradaki hizmet alım ilişkisinin muvazaalı olduğu yönünde gerekçeler yazılmaktadır. Bu durum karşısında, otomasyon sekreterinin tam olarak hangi hizmeti gördüğü; yapılan işin hizmet alım sözleşmesinde belirtilen sekreterlik işinden farklı olup olmadığı detaylıca araştırılmalıdır. Eğer davacının, sözleşme kapsamında işe alındığı sekreterlik işi dışında bir iş yaptığı anlaşılırsa, muvazaa hususu üzerinde durularak buna göre; eğer hizmet alım sözleşmesindeki işi yapıyorsa, 2011 yılında işe alınmış olmasına göre, hizmet alım sözleşmesinde yapılmış bir muvazaa olmadığı, davacının ne iş için alınmışsa o işte çalıştırıldığı, usulüne uygun hizmet alım sözleşmesi doğrultusunda taşeron işçisi olarak çalıştığı, davalı kurumun işçisi sayılmasını gerektirecek bir muvazaanın bulunmadığı sabit olduğundan, buna göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi bozma nedenidir…” gerekçesi ile bozulmuştur.
Mahkeme bozma kararına uymuş, davanın reddine karar vermiştir.
Bilindiği üzere, her iki tarafın da bozmaya uyulması yönündeki beyanları ve mahkemenin de bozmaya uyma kararı, taraflar yönünden usulü kazanılmış hak doğurur. Usulü kazanılmış hakkın varlığı halinde mahkemece bunun ihlali anlamına gelecek şekilde hüküm kurulamaz.
Daha açık ifadeyle; 09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da açıklandığı üzere bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyulması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü meydana gelir. Usulü kazanılmış hak olarak tanımlayacağımız bu durum mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararındaki esas çerçevesinde işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirir. Uzun yıllardan beri Yargıtay uygulamaları ve öğretide benimsenen usulü kazanılmış hak müessesi, usul hukukunun dayandığı vazgeçilmez ana temellerinden biridir. Bu kuralın uygulanmasında bazı istisnalar öngörülmüştür. Bunlara örnek verilecek olursa, mahkemece Yargıtay Dairesi bozma kararına uyulduktan sonra görülmekte olan davaya uygulama imkanı bulunan yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı çıkması, 04.02.1959 gün 13/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında vurgulandığı üzere hükmüne uyulan bozma kararından sonra göreve ilişkin yeni bir yasal düzenlemenin getirilmiş olması, usulü kazanılmış hak gereğince uygulanması gereken bir kanun hükmünün sonradan (hüküm kesinleşmeden önce)Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi, işin kamu düzenini ilgilendirmesi ve en önemlisi ve somut olayda uygulanması gereken maddi yanılgıya dayanan bozma kararına uyulması hallerinde usulü kazanılmış hak meydana gelmez. Maddi yanılgıya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibariyle kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç, her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hataya dayanıyorsa ve onunla sıkı sıkıya bağlı ise, o takdirde usulü kazanılmış hak kuralının hukuki sonuç doğurmayacağı açıktır.
Somut olayda, Mahkemece bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmediği gibi, davacı 2009 yılında işe başladığı halde Dairemizin bozma kararında maddi hata sonucu davacının işe giriş tarihinin 2011 yılı olduğu yönünde değerlendirme yapılmıştır. Daha önceki emsal nitelikteki Yargıtay kararları da dikkate alınarak 2009 yılında işe girdiği anlaşılan davacının ilave tediye alacağının hesaplanarak hüküm altına alınması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile reddine karar verilmiş olması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 25/01/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.