Esas No: 2017/192
Karar No: 2018/360
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/192 Esas 2018/360 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Sayısı : 7-80
Kasten yaralama suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanık ..."ın eyleminin taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek, TCK"nın 73/4 ve CMK"nın 223/8. maddeleri uyarınca şikâyetten vazgeçme nedeniyle kamu davasının düşmesine ilişkin Çine (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesince verilen 14.07.2011 tarihli ve 429-517 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 20.11.2013 tarih ve 512-41456 sayı ile;
"1) Mağdurun soruşturma sırasında verdiği ifadesi, alınan adli raporun da mağdurun beyanını doğruladığı hâlde mağdurun şikâyetten vazgeçtikten sonraki beyanlarına itibar edilerek, sanığın atılı suçu işlediği anlaşıldığı hâlde, yazılı şekilde karar verilmesi,
2) 5271 sayılı CMK"nın 234/2. maddesine göre 18 yaşından küçük mağdur için zorunlu müdafi görevlendirilmemesi" isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çine (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesi ise 27.02.2014 tarih ve 7-80 sayı ile;
"...Sanığın mağdura kasıtlı olarak taş attığına dair mağdurun iddiası dışında somut bir delil mevcut değildir. Mağdurun doktor raporunda yer alan bulgular da sanığın mağdura kasıtlı olarak taş attığı anlamına gelmeyecektir. Zira söz konusu rapor sadece atılan taşın mağdura isabet ettiğini ortaya koymakta olup, taşın kasıtlı olarak mağdura atılıp atılmadığının adli raporla tespit edilemeyeceği şüphesizdir. Somut olayda sanık da attığı taşın mağdura isabet ettiği hususunu inkâr etmemektedir. Ancak taşı kasıtlı olarak mağdura atmadığını savunmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar da dikkate alındığında sadece taş kendisine isabet eden mağdurun beyanlarına dayanılarak sanığın taşı koyunlara değil mağdura attığının kesin olarak kanıtlandığından söz edilemeyecektir. Bu durumda ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biri, belki de en önemlisi olan "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereğince sanığın savunmasına öncelik tanınarak sanığın taşı koyunlara attığı ancak yanlışlıkla mağdura isabet ettiği kabul edilmelidir.
Bu durumda sanığın taşı attığı sırada aynı istikamette bulunan mağdura isabet edeceğini öngörüp öngörmediği hususu önem kazanmaktadır. Eğer sanık bu durumu öngörmemişse sanığın eyleminin 5237 sayılı TCK’nın 89/1. maddesinde düzenlenen taksirle yaralama suçunu oluşturacağı şüphesizdir.
Sanığın bu durumu öngördüğü kabul edilecek olursa bu durumda sanığın öngördüğü bu neticeyi istemediği, bu neticenin ortaya çıkmayacağına dair bir güven duyarak mı bu eylemini gerçekleştirdiği yoksa öngördüğü bu neticenin gerçekleşebileceğini bilmesine rağmen, bunu göze alarak mı eylemini gerçekleştirdiği önem kazanmaktadır. Zira sanığın bu neticeyi istemediği, bu neticenin ortaya çıkmasına güven duyarak eylemini gerçekleştirdiği kabul edildiği takdirde sanığın 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi gereğince bilinçli taksirle hareket ettiği kabul edilecek ve eylemi 5237 sayılı TCK’nın 89/1. maddesinde düzenlenen taksirle yaralama suçunu oluşturacaktır. Ancak eğer sanığın bu neticeyi öngörmesine rağmen, bu neticeyi göze alarak eylemini gerçekleştirdiği kabul edilecek olursa, bu durumda 5237 sayılı TCK’nın 21/2 maddesi gereğince sanığın olası kastla hareket ettiği kabul edilecek ve sanığın eylemi 5237 sayılı TCK’nın 86/2 ve 86/3-e maddelerinde düzenlenen silahtan sayılan aletle kasten basit yaralama suçunu oluşturacaktır.
Mağdurla arasında herhangi bir husumet bulunmayan sanığın attığı taşın mağdura geleceğini öngördüğü hâlde bu neticeyi kabul ederek hareket ettiğini gösterir bir verinin de dosyada mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Sadece taşın mağdura isabet etmiş olmasının bu anlama gelmeyeceği de tartışmasızdır.
Bu durumda somut olayda sanığın bu neticeyi öngörüp öngörmediği kesin olarak tespit edilebilmiş olmadığı gibi, öngördüğünün kabulü durumunda da bilinçli taksirle mi yoksa olası kastla mı hareket ettiğinin kabul edilmesi gerektiği kesin bir şekilde tespit edilebilmiş değildir. Sanığın olaydan hemen önce mağdura koyunları götürmesini söylemiş olmasının, sanığın kasıtlı olarak mağdura taş attığını göstermeyeceği gibi öngördüğü bu neticeyi göze aldığını, kabullendiğini de göstermeyeceği şüphesizdir. Bu durumda şüphenin sanık lehine yorumlanması ve sanığın eyleminin taksirle yaralama kapsamında kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir. Bu nedenle bozma ilamında yer alan sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu ve cezalandırılması gerektiği şeklindeki görüşe mahkememizce iştirak edilmemiştir.
Yargıtay tarafından 18 yaşından küçük mağdura vekil tayin edilmemiş olması diğer bir bozma sebebi olarak gösterilmiş ise de; mahkememizce mağdura vekil görevlendirmesi yapılmış olduğu, mağdur vekili olarak görevlendirilen Av. Selçuk Öner’in mahkememizin 28.03.2011 tarihli ilk oturumuna mazeret göndermiş olduğu, 14.07.2011 tarihli karar duruşmasında ise bizzat hazır bulunduğunun anlaşılması karşısında bu husustaki bozma gerekçesine de mahkememizce iştirak olunmadığı" gerekçesiyle bozma kararına direnerek önceki hükümdeki gibi düşme kararı vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcıları tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 05.10.2014 tarihli ve 141489 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 617-1793 sayı ile; 6763 sayılı Kanun"un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun"a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 01.03.2017 tarih ve 523-2142 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- 18 yaşından küçük mağdura 5271 sayılı CMK"nın 234/2. maddesi uyarınca vekil atanıp atanmadığı, atanmasının gerekip gerekmediğinin,
2- Sanığın eyleminin taksirle yaralama suçunu mu yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğunun,
3- Sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun kabulü hâlinde; sanığın 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 7. maddesindeki usule uygun olarak tayin edilmiş bekçi niteliğini taşıyıp taşımadığı araştırılarak sanık hakkında aynı Kanun"un 23. maddesi hükmü gözetilerek TCK"nın 86/3-d maddesinin de uygulanmasının gerekip gerekmediğinin,
4- Yargılama sırasında 18 yaşından küçük olan mağdurun, 5271 sayılı CMK"nın 236/3. maddesi uyarınca, mahkemede alınan beyanları sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulmaması ile CMK"nın 52/3-a maddesi uyarınca görüntü veya seslerin kayda alınmamasının, inceleme tarihi itibarıyla mağdurun 18 yaşından büyük olması nedeniyle sonuca etkili olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay tarihinde 11 yaşını ikmal etmiş olan mağdur ..."un boynuna isabet eden taş parçası ile yaralandığını belirtmesi üzerine, .... Sağlık Ocağınca düzenlenen sağlık raporunda; mağdurun boyun sağ tarafında 2X6 cm boyutlarında dikey, yüzeysel sıyrık bulunduğu, mevcut yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde hafif nitelikte olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
Mağdur çocuk ... 02.11.2010 tarihinde Çine Cumhuriyet Başsavcılığında, vekil huzurunda tespit edilen ifadesinde; ilköğretim okulu 7. sınıfa gittiğini, yaklaşık otuz adet koyunlarının bulunduğunu, olay günü bu koyunları otlatırken, sanık ... ile karşılaştığını, sanığın koyunları götürmesini istediğini, kendisinin de “Götürüyorum” diye cevap verdiğini, sanığın yerden aldığı taşı yaklaşık 4-5 metre mesafeden kendisine doğru savurduğunu, taşın boynuna isabet ettiğini, ağlamaya başladığını,
Mahkemede vekili eşliğinde tespit edilen ifadesinde; sanığın, kendisinin bulunduğu tarafa savurduğu taşın kendisine isabet ettiğini, sanığın taşı kendisini hedefleyerek atıp atmadığını bilemediğini,
...; mağdurun babası olduğunu, Aydın ili, .... ilçesi, ..... köyünde ikamet ettiğini, 28.09.2010 günü oğlu Hakan"ın hayvanları otlatmaya gittiğini, akşamüzeri oğlunun ağladığını komşusundan haber aldığını, mağdurun yanına gittiğinde, mağduru ağlarken bulduğunu, ne olduğunu sorduğunda mağdurun, koyunlarla eve dönerken sanığın kendisine koyunları niye orada gezdirdiğini sorup kendisine yumruk büyüklüğünde bir taş attığını söylediğini, sanığın attığı bu taşın mağdurun boynuna isabet etmiş olduğunu, olayın büyümemesi için sanıkla görüşmediğini, koyunların otladığı yerin köy içerisindeki boş arazi olup özel mülkiyete konu bir yer niteliği bulunmadığını, şikâyetçi olduğunu, uzlaşmayı kabul etmediğini,
Nazife Özkan; mağdur çocuğun annesi olduğunu, eşinden üç yıl kadar önce ayrıldığını, olayı görmediğini, sanıktan şikâyetçi olduğunu, uzlaşmayı kabul etmediğini,
Şikâyetçiler ... ve Nazife Özkan 14.07.2011 tarihli oturumda 21.03.2011 tarihli dilekçelerini tekrar ederek şikâyetlerinden vazgeçtiklerini,
Tanık ...; olay günü akşama doğru hayvanlarını eve götürdüğünü, mağdur ..."ın köy içerisinde koyunlarını otlattığını, sanığın mağdura hayvanları neden köy içerisinde otlattığını sorduğunu, sanıkla mağdur arasındaki bu konuşmayı duyduğunu ancak yanlarında beklemeden yoluna devam ettiğini, arkadan mağdur ..."ın ağlama sesi gelince dönüp mağdura neden ağladığını sorduğunu, mağdurun cevap vermediğini, sanığa bir şey sormadan evine gittiğini, taş atılıp atılmadığını görmediğini,
Tanık ...; ..... köyü muhtarı olduğunu, köy içerisinde hayvan otlatılmasını yasakladığını, mağdur çocuğun babası ..."un hayvanlarını sürekli köy içerisinde otlattığını, bu durumun şikâyetlere neden olduğunu, olay günü kendisine yine şikâyet edilmesi üzerine bekçi sanık ..."ı hayvanları bahçelerden uzaklaştırması için gönderdiğini, olayı görmediğini, ancak sanığın attığı taşın kaza sonucu mağdura isabet ettiğini duyduğunu,
İfade etmişlerdir.
Sanık ... kollukta; ..... köyünde yıllarca bekçilik yaptığını, mağdur çocuğun hayvanlarını sürekli köy içerisinde otlattığını, köylünün bu durumdan rahatsız olduğunu, defalarca uyarıda bulunmalarına rağmen olay günü yine mağdurun köy içerisinde hayvanlarını otlatması üzerine köy muhtarının telefonla kendisini arayarak, hayvanların bulundukları yerden çıkarılmasını istediğini, olay yerine gittiğinde mağduru, hayvanlarını köy içerisinde otlatırken görünce uyardığını, “Hayvanlarını köy içerisinden çıkar, yasak olduğunu bilmiyor musun?” dediğini, mağdurun “Çıkaracağım, kovalıyorum” diye cevap verdiğini, ancak mağdurun ağır davranması üzerine, hayvanların hızlı çıkması için yerden küçük bir taş alarak koyunlara doğru savurduğunu, mağdurun ağlamaya başladığını, “Çocuğum neden ağlıyorsun?” diye sormasına rağmen mağdurun cevap vermediğini, ağlamayı sürdürdüğünü bunun üzerine olay yerinden ayrıldığını, attığı taşın yanlışlıkla mağdura isabet etmiş olabileceğini, küçük bir çocuğa taş atmasının uygun olmayacağını,
Mahkemede; koyunları uzaklaştırmak için iki kez yerden taş alıp, koyunlara doğru attığını,
Savunmuştur.
Olay tarihinde on bir yaşını ikmal etmiş olan mağdurun 5271 sayılı CMK"nın 236/3. maddesi uyarınca, mahkemede alınan beyanları sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulmadığı, CMK"nın 52/3-a maddesi uyarınca görüntü veya seslerin kayda alınmadığı, inceleme tarihi itibarıyla mağdurun 18 yaşını ikmal ettiği,
Sanık ..."ın, 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 7. maddesindeki usule uygun olarak tayin edilmiş bekçi niteliğini taşıyıp taşımadığı yönünde mahallinde herhangi bir araştırmaya girişilmediği, bu yönde dosya içerisinde belge bulunmadığı,
Mağdur çocuk ..."a 5271 sayılı CMK"nın 234/2. maddesi uyarınca vekil tayin edildiği, Çine (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan 14.07.2011 tarihli oturumda, bu vekil huzurunda mağdurun beyanlarının tespit edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
1- 18 yaşından küçük mağdura 5271 sayılı CMK"nın 234/2. maddesi uyarınca vekil atanıp atanmadığı, atanmasının gerekip gerekmediği;
CMK’nın “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin 2. fıkrasındaki;
“Mağdur, onsekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilir.” hükmü uyarınca eğer mağdur veya katılan on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malûl olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilecektir.
Olay tarihinde on bir yaşını ikmal etmiş olan mağdur çocuk ..."a 5271 sayılı CMK"nın 234/2. maddesi uyarınca vekil tayin edildiği, Çine (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinde yapılan 14.07.2011 tarihli oturumda, bu vekil huzurunda mağdurun beyanlarının tespit edildiği anlaşıldığından, bu bozma sebebi yönünden yerel mahkeme direnme nedeninin isabetli olduğu kabul edilmelidir.
2- Sanığın eyleminin taksirle yaralama suçunu mu yoksa kasten yaralama suçunu mu oluşturduğu;
5237 sayılı TCK"nın "Kast" başlıklı 21. maddesi;
"(1) Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.
(2) Kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır. Bu halde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda müebbet hapis cezasına, müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur; diğer suçlarda ise temel ceza üçte birden yarısına kadar indirilir" şeklinde düzenlenerek, maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde doğrudan kast tanımlanmıştır.
Buna göre, doğrudan kast; öngörülen ve suç teşkil eden fiili gerçekleştirmeye yönelik irade olup, kanunda suç olarak tanımlanmış eylemin bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi ile oluşur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini bilmesi ve istemesi hâlinde doğrudan kastla hareket etmiş olacak, buna karşın işlemiş olduğu fiilin muhtemel bazı neticeleri meydana getirebileceğini öngörmesine ve bu neticelerin gerçekleşmesini mümkün ve muhtemel olarak tasavvur etmesine rağmen muhtemel neticeyi kabullenerek fiili işlemesi hâlinde olası kast söz konusu olacaktır.
Olası kast ile doğrudan kast arasındaki farkı ortaya koyan en belirgin unsur, doğrudan kasttaki bilme unsurudur. Fail hareketinin kanuni tipi gerçekleştireceğini biliyorsa doğrudan kasıtla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir. Yine failin hareketiyle hedeflediği doğrudan neticelerle birlikte, hareketin zorunlu veya kaçınılmaz olarak ortaya çıkan sonuçları da, açıkça istenmese dahi doğrudan kastın kapsamı içinde değerlendirilmelidir. Belli bir sonucun gerçekleşmesine yönelik hareketin, günlük hayat tecrübelerine göre diğer bir kısım neticeleri de doğurması muhakkak ise, failin bu sonuçlar açısından da doğrudan kastla hareket ettiği kabul edilmelidir.
Olası kastı doğrudan kasttan ayıran diğer ölçüt; suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşmesinin muhakkak olmayıp, muhtemel olmasıdır. Fail, böyle bir durumda muhakkak değil ama, büyük bir ihtimalle gerçekleşecek olan neticenin meydana gelmesini kabullenmekte ve "olursa olsun" düşüncesi ile göze almakta; neticenin gerçekleşmemesi için herhangi bir çaba göstermemektedir. Olası kastta fiilin kanunda tanımlanan bir sonucun gerçekleşmesine neden olacağı muhtemel görülmesine karşın, bu neticenin meydana gelmesi fail tarafından kabul edilmektedir.
5237 sayılı TCK"nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde "kanunda tanımlanmış haksızlık" olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. 5237 sayılı TCK"nın 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Taksirli suçlarda, gerek icrai, gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde mağdurun taksirli davranışının da etkisinin olması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum, failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. Türk Ceza Kanunu"nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanunu"nda taksir; "basit" ve "bilinçli" taksir olarak ikili bir ayrıma tabi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; "kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi" şeklinde tanımlanmış, bu hâlde taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırdedici ölçüt; taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü hâlde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü hâlde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlikelilik hâli, bunu öngörememiş olan kimsenin tehlikelilik hâli ile bir tutulamayacaktır. Neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun bu sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Türk Ceza Kanunu"nun 21. maddesinin ikinci fıkrasında; "kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi" şeklinde tanımlanıp başkaca ayırıcı unsura yer verilmeyen olası kast ile aynı Kanun"un 22. maddesinin üçüncü fıkrasında; "kişinin, öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır" biçiminde tanımlanan bilinçli taksirin karıştırılacağı hususu öğretide dile getirilmiş, kanun koyucu da madde metninde yer vermediği "kabullenme" ölçüsünü aynı maddenin gerekçesinde; "olası kast halinde suçun kanuni tanımında yer alan unsurlardan birinin somut olayda gerçekleşeceği öngörülmesine rağmen, kişi fiili işlemektedir, diğer bir deyişle, fail unsurların meydana gelmesini kabullenmektedir" şeklinde açıklamak suretiyle, olası kastı bilinçli taksirden ayıracak kıstası ortaya koymuştur.
Kast, olası kast, bilinçli taksir ve taksir arasındaki ilişkiyi kısaca özetlemek gerekirse; gerçekleşmesi muhakkak görünen neticenin failce bilinmesi ve istenmesi hâlinde doğrudan kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesine kayıtsız kalınması durumunda olası kast, öngörülen muhtemel neticenin meydana gelmesinin istenmemesine rağmen neticenin meydana gelmesinin engellenemediği ahvalde bilinçli taksir, öngörülebilir neticenin özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilmiş olması nedeniyle öngörülmediği hâllerde ise basit taksir söz konusu olacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Mağdur çocuk ..."un olay günü ailesine ait koyunları köy içerisinde otlatmasından rahatsız olan kişilerin durumu köy muhtarına bildirdikleri, köy muhtarının da köyde bekçilik yaptığını ifade eden sanık ..."dan hayvanları bulundukları yerden uzaklaştırmasını istemesi üzerine sanığın olay yerine gittiği, mağdura hayvanları bulunduğu yerden çıkarmasını söyleyen sanığın, daha sonra yerden aldığı bir taş parçasını 4-5 metre mesafeden mağdura doğru savurduğu, mağdurun boyun bölgesine isabet eden taş parçasının, 2X6 cm boyutlarında yüzeysel sıyrık oluşturarak, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte yaralanmaya neden olduğu olayda; mağdurun olaya müteakip alınan ilk beyanları, bu beyanları doğrulayan ve mağdurun boyun bölgesinde 2X6 cm boyutlarında yüzeysel sıyrık bulunduğuna ilişkin sağlık raporu, tanık ..."in sanık ve mağduru köy içerisinde koyun otlatılması nedeniyle konuşurlarken akabinde de mağduru ağlarken gördüğü yönündeki anlatımı, sanığın yerden aldığı taşı koyunlara savurduğuna ilişkin kısmi ikrar içeren savunması, sanık ile mağdurun arasında tartışma ortamının bulunması, mağdurun sanığa olan mesafesi ve taş atma sırasında sanığın mağduru görüp konuşması bir bütün hâlinde göz önüne alındığında; sanığın yerden aldığı silahtan sayılan taş parçasını mağduru görerek savurması sonucu işlediği yaralama suçunda doğrudan kastla hareket ettiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, yerel mahkemece sanığın eyleminin taksirle yaralamaya neden olma olarak nitelendirilip şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
3- Eylemin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun anlaşılması karşısında; sanığın 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 7. maddesindeki usule uygun olarak tayin edilmiş bekçi niteliğini taşıyıp taşımadığı araştırılarak sanık hakkında aynı Kanun"un 23. maddesi hükmü gözetilerek TCK"nın 86/3-d maddesinin de uygulanmasının gerekip gerekmediği;
4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 1. maddesinde;
“ Bu kanuna göre korunacak çiftçi malları aşağıda yazılıdır:
I - Ekili, dikili veya kendiliğinden yetişen bütün nebatlarla Orman Kanununun şumulüne girmeyen ağaçlar ve ağaçlıklar,
II - Ziraatte kullanılan veya ziraatle alakalı olan her nevi menkul ve gayrimenkul mallar,
III - Su arkları, set ve bentlerle hendek, çit, duvar ve emsali manialar, tarla ve bahçe yolları.”,
2. maddesinde;
“Bu kanunun hükümleri:
I - Köy sınırları içinde,
II - Şehir ve kasaba haricinde olup, belediye hududu içinde veya dışında bulunsun, zirai mahsulat istihsal edilmekte olan sahalarda tatbik olunur.”,
3. maddesinde;
“Bu kanunda yazılı işlerden köylere taallük edenleri ihtiyar meclisi, ikinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı sahalara ait olanları koruma meclisi tarafından ifa olunur. Her kaza ve vilayet merkezinde ayrıca bir murakabe heyeti de bulunur” düzenlemeleri getirilmiş,
Aynı Kanun"un; 7. maddesinin 2. fıkrasındaki;
“Koruma ve ihtiyar meclislerinin, çiftçi mallarını koruma bakımından, vazife ve salahiyetleri şunlardır:
...
II - Koruculuk için Köy Kanununda yazılı hükümlere göre bekçiliğe ehil gördüklerini seçerek tayinlerini vali veya kaymakamın tasdikına arzetmek, bekçilerin adedlerini ve çalışma müddet ve şartlarını tesbit eylemek, vazife görecekleri mıntakaları ayırmak ve bunlara para veya mal olarak verilecek aylık veya yıllığı kararlaştırmak ve vazifelerini iyi görmeleri için lüzumlu tedbirleri almak, hayvanlar için müşterek çoban tutmak,” hükmü ile bekçinin tayin şekli düzenlenmiş,
Aynı Kanun"un 12. maddesindeki; “Bekçilerin vazifeleri şunlardır:
I - Çiftçi mallarını korumak,
II - Çiftçi mallarına zarar iras edildiği hallerde 24 üncü maddede gösterilen muameleleri ve bu kanunda yazılı diğer vazifeleri ifa etmek.” ve 24. maddesindeki; “Birinci maddede yazılı çiftçi mallarına bir zarar vukuunda bekçiler fiilin devamına mani olacak tedbirleri almakla beraber husule gelen zararın tesbitine yarayacak delilleri toplayarak keyfiyeti koruma veya ihtiyar meclisine bildirmek mecburiyetindedirler. İmkan bulunan hallerde bir zabıt varakası da tutulur” şeklindeki düzenlemeler ile bekçinin görevleri sayılmış ve çiftçi mallarına yönelik zarar verilmesi durumunda nasıl hareket edecekleri düzenlenmiştir.
Kanun"un 23. maddesinde ise “Bu Kanun ile vazifedar olanların vazifeleri dolayısıyla işledikleri suçlarla ilgili olarak Türk Ceza Kanununun kamu görevlilerine ilişkin hükümleri tatbik olunur. Bu gibilerin ifa ettikleri vazifeden dolayı kendilerine karşı görevleriyle bağlantılı olarak işlenen suçlar kamu görevlileri aleyhine işlenmiş sayılır.” hükmü ile Kanun"un uygulanması ile görevli olanların görevleri dolayısıyla işledikleri suçlarda TCK"nın kamu görevlilerine ilişkin hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
Uyuşmazlık konusuyla ilgili tartışılması gereken kasten yaralama suçu ise TCK’nın 86. maddesinde;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılmış, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır.
Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp, bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle, kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
Maddenin 3. fıkrasının d bendinde düzenlenen nitelikli hâlin uygulanabilmesi için failin kamu görevi yapması, bu görevin faile bir nüfuz, güç sağlaması ve bu görevin kötüye kullanılması şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir. Kamu görevi terimi, daha çok devlete ait gücün kullanılmasını, en azından mağdurun öyle düşünmesini gerektiren işler için kullanılmıştır. Yasa koyucu kamu görevlisinden değil, kamu görevinden söz ettiği için doktrinde TCK"nın 6. maddesi anlamında failin kamu görevlisi olması hususunun tartışılmasına gerek bulunmadığı ileri sürülmüştür. (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 2965.). Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmesi durumunda uygulanacak artırım maddesinin tatbik edilebilmesi için kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuzun kötüye kullanılması da gerekmekte olup, nüfuzun varlığına karşın, bu nüfuz kullanılmadan yaralama eylemi gerçekleştirilmişse, bu artırım maddesi uygulanamayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Köy bekçisi olduğu belirtilen ve olay günü mağdurun hayvanlarını köy içerisinde otlatması nedeniyle, muhtar tarafından hayvanları köy içerisinden uzaklaştırılması için görevlendirilmesi üzerine olay yerine gelen sanığın, yerden aldığı taş parçasını mağdura savurarak yaralaması olayında, sanığın 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 7. maddesindeki usule uygun olarak tayin edilmiş bekçi niteliğini taşıyıp taşımadığı araştırılıp, aynı Kanun"un 23. maddesindeki "Bu Kanun ile vazifedar olanların vazifeleri dolayısıyla işledikleri suçlarla ilgili olarak Türk Ceza Kanununun kamu görevlilerine ilişkin hükümleri tatbik olunur" hükmü gözetilerek sanık hakkında TCK"nın 86/3-d maddesinin de uygulanması gerekip gerekmediği yönünde hiçbir araştırma ve tartışma yapılmaksızın hüküm kurulmasında isabet bulunmamaktadır.
4- Yargılama sırasında 18 yaşından küçük olan mağdurun, 5271 sayılı CMK"nın 236/3. maddesi uyarınca, mahkemede alınan beyanları sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulmaması ile CMK"nın 52/3-a maddesi uyarınca görüntü veya seslerin kayda alınmamasının, inceleme tarihi itibarıyla mağdurun 18 yaşından büyük olması nedeniyle sonuca etkili olup olmadığı;
5271 sayılı CMK"nın 236. maddesinin 3. fıkrasında;
“Mağdur çocukların veya işlenen suçun etkisiyle psikolojisi bozulmuş olan diğer mağdurun tanık olarak dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişi bulundurulur. Bunlar hakkında bilirkişilere ilişkin hükümler uygulanır.” hükmü yer almaktadır.
Anılan fıkra, TBMM Adalet Komisyonunda eklenmiş olup, Komisyon raporunda mağduru korumaya yönelik olarak bu düzenlemenin yapıldığı belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi maddedeki düzenleme buyurucu hüküm niteliğinde olup, mağdur çocukların dinlenmesi sırasında psikoloji, psikiyatri, tıp veya eğitim alanında uzman bir kişinin bulundurulması zorunludur.
Diğer yandan, 5271 sayılı CMK"nın “Tanıkların dinlenmesi” başlıklı 52. maddesinde;
“(1) Her tanık, ayrı ayrı ve sonraki tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenir.
(2) Tanıklar, kovuşturma evresine kadar ancak gecikmesinde sakınca bulunan veya kimliğin belirlenmesine ilişkin hâllerde birbirleri ile ve şüpheli ile yüzleştirilebilirler.
(3) Tanıkların dinlenmesi sırasındaki görüntü veya sesler kayda alınabilir. Ancak;
a) Mağdur çocukların,
b) Duruşmaya getirilmesi mümkün olmayan ve tanıklığı maddî gerçeğin ortaya çıkarılması açısından zorunlu olan kişilerin,
Tanıklığında bu kayıt zorunludur.” hükmü ile suçun mağduru konumundaki çocuk ve psikolojisi bozulmuş kişileri korumak amaçlanmış, ifade alma işleminin ses ve görüntü olarak kaydının yapılması sağlanarak işlenen suç nedeniyle psikolojisi bozulmuş çocuk veya mağdurun soruşturma veya kovuşturma aşamasında birden fazla dinlenmesinin ve adli süreçten olumsuz etkilenmesinin önüne geçilmesine yönelik düzenleme getirilmiştir.
Yerel mahkemece, yargılama sırasında 18 yaşından küçük olan mağdurun dinlenmesi sırasında Kanun"da öngörülen nitelikte bir uzmanın bulundurulmaması ve beyanlarına ilişkin görüntü veya seslerin kayda geçirilmemesi yasaya aykırı ise de; Ceza Genel Kurulu inceleme tarihi itibarıyla mağdurun 18 yaşını ikmal ettiğinin anlaşılması karşısında telafisi mümkün olmayan bu husus bozma nedeni yapılmamıştır.
Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi ve sanığın 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 7. maddesindeki usule uygun olarak tayin edilmiş bekçi niteliğini taşıyıp taşımadığı araştırılıp sanık hakkında aynı Kanun"un 23. maddesi hükmü gözetilerek TCK"nın 86/3-d maddesinin de uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılmaması isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Çine (Kapatılan) Sulh Ceza Mahkemesinin 27.02.2014 tarihli ve 7-80 sayılı direnme kararına konu hükmünün;
a- Sanığın eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi,
b- Sanığın 4081 sayılı Çiftçi Mallarının Korunması Hakkında Kanun"un 7. maddesindeki usule uygun olarak tayin edilmiş bekçi niteliğini taşıyıp taşımadığı araştırılıp sanık hakkında aynı Kanun"un 23. maddesi hükmü gözetilerek TCK"nın 86/3-d maddesinin de uygulanması gerekip gerekmediğinin tartışılmaması,
İsabetsizliklerinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.09.2018 tarihinde yapılan müzakerede tüm uyuşmazlık konuları bakımından oy birliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.