![Abaküs Yazılım](/3.png)
Esas No: 2017/1325
Karar No: 2020/70
Karar Tarihi: 04.02.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1325 Esas 2020/70 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen kararın onanmasına ilişkin karara karşı davacı vekilince karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine yapılan inceleme sonunda Yargıtay 4. Hukuk Dairesince karar bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 02.08.2010 tarihli dava dilekçesinde; davalı şirket tarafından çıkarılan Star Gazetesi’nin 31.07.2009 tarihli sayısının 1 ve 12. sayfalarında davalı ... imzasıyla yayımlanan "TUZ KOKTU" ve "... bu kez hukukta Ergenekon açılımı yaptı" başlıklı haberde "Bir Ergenekon operasyonuydu" alt başlığı altında davalı ..."nun söylediklerini içeren bölümün müvekkili hakkında ağır isnat ve suçlamalar içerdiğini, müvekkilinin hâkim ve savcıların atamalarına ilişkin 2009 yılı yaz kararnamesinin görüşmeleri sırasında şahsına yönelik sistemli olarak yürütülen karalama kampanyasında kendisine isnat edilen iddia ve suçlamalara cevap vermek üzere 30 Temmuz 2009 tarihinde basın toplantısı düzenlediğini, basın toplantısında söylediklerinin diğer basın organlarında olduğu gibi Star Gazetesi’nin 31 Temmuz 2009 tarihli nüshasında da yer aldığını, haberi yapan davalı ...’ın, diğer davalı ..."nun görüşlerinin aktarıldığı yazısında müvekkilinin kişilik haklarına ağır saldırıda bulunulduğunu, verilen demeçte adı da açıkça verilen müvekkilinin derin devletin adamı ve Ergenekon adı verilen terör örgütünün üyesi olarak gösterildiğini, “Hayata Dönüş” operasyonunun bir Ergenekon operasyonu olduğunun, müvekkilinin devlet denilince farklı şeyleri anladığının belirtildiğini, ...’nun müvekkiline karşı duyduğu kin ve nefreti aşağılayıcı ifadelerle açıkça ortaya koyduğunu, dava konusu haberin doğrudan müvekkilini hedef alan, kişilik hakları ile meslekî saygınlık ve itibarını rencide eden nitelikte olduğunu, halk nezdinde müvekkilinin onur ve şerefinin aşağılanması kastı ile yazıldığını, hukukî yönden sorumluluğu gerektirdiğini, Anayasa’nın basına tanıdığı haber verme, düşünce açıklama, gerçeklik, kamu yararı, güncellik, konu ile ifade arasındaki düşünsel bağ ölçütleri ve eleştiri sınırlarının aşıldığını, davalıların istenen tazminatı ödeyebilecek güçte ve dava konusu yayın nedeniyle verdikleri zarardan 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 13. maddesi gereğince müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını ileri sürerek, müvekkilinin geçmişi, kişiliği ve konumu dikkate alınarak, kişilik haklarının yasa hükümlerine aykırı bir şekilde ihlâline yönelik 31 Temmuz 2009 tarihli Star Gazetesi’nde yayımlanan yazının, müvekkilinde yarattığı manevî zararın kısmen de olsa giderimini teminen, eylemin niteliği ve işleniş şekli de dikkate alınarak, 15.000,00TL manevî tazminatın, 31.07.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı cevabı:
5. Davacı, davalılar ..., Star Medya Yayıncılık A.Ş. (Star Gazetesi) adına ..., ...’na husumet yönelterek dava açmıştır.
5.1. Davalı ... ve ... vekili 08.11.2010 tarihli cevap dilekçesinde; Prof. Dr. ...’nun müvekkili kuruluş ve muhabir ile bir ilgisinin olmaması, sadece davaya konu habere demeç vermesi nedeniyle davaların tefrikinin gerektiğini, 31.07.2009 tarihinde yapılan haber nedeniyle bir yıllık dava açma süresinin 31.07.2010 tarihi itibariyle aşıldığını, davanın öncelikle zamanaşımından reddi gerektiğini, Cumhurbaşkanı...tarafından 5 Mayıs 2008 tarihinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) asıl üyeliğine atanan Yargıtay Üyesi davacı asil ..."un adının ilk olarak, Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü yaptığı dönemde duyulduğunu, ...’un cezaevlerinin F tipine geçişi sırasında meydana gelen direniş ve olayları "Hayata Dönüş Operasyonu" ile bastırdığını ve bu başarısından dolayı kendisine Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildiğini, haberin yapıldığı dönemde ise davacı asilin adının hâkim ve savcı atamalarının yapıldığı yaz kararnamesine verdiği öneriler ve Ergenekon sanıklarından... ile görüntüleriyle de bir müddet ülke gündeminde yer aldığını, davaya konu haberin de gündemde yer alan bu gelişmelerin halka aktarımından ibaret olduğunu, dava konusu yayının davacı asilin 30.07.2009 tarihli basın açıklamasına, diğer davalı ...’nun beyanlarına ve dava dışı Ak Parti grup başkan vekili ... Bozdağ’ın değerlendirmelerine istinaden hazırlandığını, bu nedenle davacı asilin ve müvekkili dışındaki kişilerin açıklamalarından oluşan haberin yayınlanması nedeni ile müvekkillerine kusur atfedilemeyeceğinin açık olduğunu, davacı asilin kendi istek ve iradesi ile basın toplantısı düzenlediğini, davacının basın toplantısı yapmasındaki maksadın zaten açıklamalarının basın yayın organlarında yer almasını sağlamak olduğunu, müvekkilinin hiçbir yorumunu katmadığı bir haberden dolayı kişilik haklarına saldırıldığı iddiasıyla işbu davayı ikame eden davacının iddialarının hiçbir hukuki dayanağının bulunmadığını, dava konusu haberin hukuka uygunluk kriterlerine haiz olduğunu, haberin sadece görünen gerçekliğe değil somut gerçekliğe de uygun olduğunu, dava konusu yazıda kullanılan ifadelerin davacının kişilik haklarına saldırı oluşturacak nitelikte olmadığını, nitekim bu ifadelerin davacı asile ait olduğunu, basın açıklaması yapan davacının ismi kullanılmadan dava konusu haberin yapılmasının ise mümkün olmadığını, davacının iyi niyetli olmadığını, manevi tazminat şartları oluşmadığı gibi talep edilen tazminat miktarının da fahiş olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
5.2. Davalı ... vekili 24.11.2010 tarihli cevap dilekçesinde; 31.07.2009 tarihinde yapılan haber nedeniyle bir yıllık dava açma süresinin 31.07.2010 tarihi itibariyle aşıldığını, davanın öncelikle zaman aşımından reddi gerektiğini, davacının kamuoyu tarafından yakından takip edilen, tanınan ve eleştirilen bir kimse olduğunu, otuz iki insanın ölümünden sorumlu olması gerektiğinin kamuoyunda tartışıldığını, ayrıca davacının kendisinin de sürekli basın yayın organlarına demeç veren, basın toplantıları yapan ve sürekli medyada görünen, kendisini basın yayın organlarının ve kamuoyunun ilgisine açmış bir kimse olduğunu, müvekkilinin, kendisini seçerek görevlendiren halk adına ve bağlı bulunduğu siyaset kurumu ve TBMM adına bürokrasinin bu katı tutumunu eleştirdiğini, yoksa davacının şahsına yönelik bir hakaret kastı içerisinde hareket etmediğini, davacının şahsı ve kişiliğine yönelik bir söz ve düşüncesi, bir husumeti bulunmadığını, davacının hukuka ve insan haklarına aykırı bulduğu eylem ve işlemlerini kamu adına eleştirdiğini, nitekim haberde görüleceği gibi “... gibi bürokratlar hakkında inceleme yapılmalı” şeklinde geçen söz ve cümlelerde davacının bizzat kendisine değil, hükümeti ve siyasi iradeyi dinlemeyen ve kendi bildiklerini yapan “bürokratlar”a ve “asker-sivil bürokratik” yapıya yönelik bir eleştiri olduğunu, davacının kişiliğine matuf olmadığını, hakaret etme ve küçük düşürme amacının bulunmadığını, davacınında görevi nedeniyle ihmali ya da icrai eylem ve işlemleriyle müdahil olduğu bu vahim sonuçlar karşısında, konumu gereği bu eleştirilere katlanmak zorunda olduğunu, sonuçta öldürülen mahkûmların devletin ve devlet adına da en başta kendisinin hüküm ve tasarrufu altında, kendisine zimmetlenmiş ve emanet edilmiş olduğunu, bu nedenlerle kendisi hakkında yapılan eleştirilerin haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğini, kullanılan sözcüklerin amaca uygun ve düşünsel bağ içerdiğini, bu hâliyle eleştiri sınırlarının aşılmadığını, sonuç olarak dava konusu haberde tahkir edici, davacının şeref ve haysiyetine saldırı teşkil edecek hiçbir ifadenin bulunmadığını, manevi tazminatın istenme koşulları oluşmadığı gibi istemin de fahiş olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 31.01.2012 tarihli ve 2010/346 E., 2012/21 K. sayılı kararı ile; davaya konu haberde, davacının 30.07.2009 tarihinde yaptığı basın toplantısında söylediği sözlerin ve bununla ilgili davalı ..."nun görüşlerinin yer aldığı davaya konu yazı bir bütün olarak değerlendirildiğinde haber verme, eleştirme ve kamuoyunu bilgilendirme hakkına binaen hazırlanmış güncel bir haber olduğu, haberin yayınlanmasında kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunduğu, davalı ..."nun eleştirel düşüncelerini ifade ettiği, haber başlığının çarpıcı olmasının gazetecilik mesleğinin bir gereği olduğu, haberde davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Yerel Mahkemenin yukarıda belirtilen kararı,davacı vekilinin temyiz istemi reddedilerek Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 27.03.2013 tarihli ve 2012/6721 E., 2013/5648 K. sayılı kararı ile onanmış; onama kararına karşı davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise 28.11.2013 tarihli ve 2013/12214 E., 2013/18750 K. sayılı kararı ile;
“…1-Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan karar düzeltme istemleri reddedilmelidir.
2- Davacının diğer itirazına gelince; dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece istemin reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine karar Dairemizce onanmış, davacının karar düzeltme istemi üzerine dosya yeniden ele alınıp incelenmiştir.
Davacı, davalı şirket tarafından çıkarılan Star Gazetesi"nin 31/07/2009 günlü sayısının 1 ve 12.sayfalarında davalı ... imzasıyla yayımlanan "Tuz Koktu" ve "... bu kez hukukta Ergenekon açılımı yaptı" başlıklı haberde "Bir Ergenekon operasyonuydu" alt başlığı altında davalı ..."nun beyanlarına yer verilen bölümün hakkında ağır isnat ve suçlamalar içerdiğini ve kişilik haklarına saldırı niteliğinde olduğunu belirterek manevi zararının davalılardan müteselsilen tazminini istemiştir.
Davalılar davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece, davaya konu yazının haber verme, eleştirme ve kamuoyunu bilgilendirme hakkına binaen hazırlanmış güncel bir haber olduğu, haberin yayınlanmasında kamu yararı ve toplumsal ilginin bulunduğu, davalı ..."nun eleştirel düşüncelerini ifade ettiği, haber başlığının çarpıcı olmasının gazetecilik mesleğinin bir gereği olduğu, haberde davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davaya konu Star Gazetesi"nin 31/07/2009 günlü nüshasının 1. sayfasında yayımlanan "Tuz Koktu" başlıklı haberin davacının yaptığı açıklamalara yer verilmesinden ibaret olduğu, davacının kişilik haklarını ihlal eden herhangi bir yönünün bulunmadığı; aynı nüshanın 12. sayfasında yayımlanan "... bu kez hukukta Ergenekon açılımı yaptı" başlıklı haberde ise "Bir Ergenekon Operasyonuydu" alt başlığı altındaki yazıda "...... operasyonla ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. "...Sayın ..."un devlet dediği şey, Anayasa"daki Cumhurbaşkanı"yla, Meclisiyle, Başbakanı, Bakanlar Kurulu"yla bir yapı değil. O kendinden menkul sivil-asker bürokratlardır." diyen Bekaroğlu "Hayata Dönüş Operasyonu, iddia ediyorum, bir Ergenekon operasyonudur. Bu operasyonla ilgili ... gibi bürokratlar hakkında inceleme yapılmalı, hesap vermeliler" dedi..." şeklinde; somut bir delil olmaksızın davacının derin devlet olarak tabir edilen yasa dışı yapının güdümünde olduğu ve bu yapının istek ve talimatları doğrultusunda görev yaptığı belirtilmek suretiyle davacının kişilik haklarına saldırıldığı anlaşılmıştır. Bu nedenlerle yerel mahkemece davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. Kararın bu nedenle bozulması gerekirken onandığı anlaşıldığından, davacının karar düzeltme istemi HUMK’nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli ve Dairemizin onama kararı kaldırılmalıdır.” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
8. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 11.03.2014 tarihli ve 2014/56 E., 2014/120 K. sayılı kararı ile önceki karar gerekçeleri tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
9. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
10. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık;davalı ... tarafından yazılan ve Star Gazetesi’nin 31.07.2009 tarihli sayısının 12. sayfasında "... bu kez hukukta Ergenekon açılımı yaptı" başlıklı haberde "Bir Ergenekon operasyonuydu" alt başlığı altında davalı ..."nun söylediklerini içeren bölümdeki haberin davacının kişilik haklarına saldırı teşkil edip etmediği, buradan varılacak sonuca göre davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulup tutulamayacağı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
11. Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır.
12. Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
13. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi (Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24), isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma (818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56) durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
14. TMK’nın 24. maddesi ile 818 sayılı BK’nın 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
15. TMK’nın 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” düzenlemesi mevcuttur.
16. Dava konusu yayımın yapıldığı ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK’nın 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükümleri yer almaktadır.
17. TMK’nın 24 ve BK’nın 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
18. Görüldüğü üzere BK"nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
19. Bu genel açıklamalardan sonra uluslararası metinlerde ifade özgürlüğünün nasıl yer aldığının da incelenmesinde yarar bulunmaktadır:
20. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) 90. maddesinin son fıkrası; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmünü içermektedir. Bu durumda, mahkemelerce önlerine gelen uyuşmazlıklarda usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar ile iç hukukun birlikte yorumlanması ve uygulanması gerekmektedir.
21. Hâl böyle olunca, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nde (AİHS/Sözleşme) konunun nasıl düzenlendiğinin ve Sözleşme"nin uygulanmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM/Mahkeme) kararlarının incelenmesi yerinde olacaktır.
22. AİHS’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin 1. fıkrası; “Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsar. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel değildir.” hükmünü içermekte olup hangi hâllerde ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği de aynı maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiştir.
23. İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun en önemli temellerinden birisi olup, toplumsal ilerlemenin ve her bireyin gelişiminin başlıca koşullarından birini teşkil etmektedir. AİHS"nin 10. maddesinin ikinci fıkrası saklı kalmak koşuluyla, ifade özgürlüğü yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olup, bunlar olmaksızın "demokratik toplum" olmaz (Handyside/Birleşik Krallık/Başvuru No: 5493/72, 07.12.1976/parag. 49).
24. AİHS"nin 10. maddesinde benimsenen ifade özgürlüğü bu şekilde olmakla birlikte, yine de dar bir yorum gerektiren istisnalar içermektedir ve bu hakkı kısıtlama ihtiyacının ikna edici bir biçimde ortaya konması gerekmektedir (Pakdemirli/Türkiye kararı, Başvuru No: 35839/97, 22.02.2005).
25. İfade özgürlüğü geniş bir şekilde yorumlanmakta ise de, sınırsız olmadığı da Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Burada çözülmesi gereken temel sorun ifade özgürlüğü ile kişilik haklarına yönelik saldırı arasındaki sınırın hangi ölçütlere göre saptanacağıdır.
26. AİHM önüne gelen uyuşmazlıklarda yapılan müdahalenin ifade özgürlüğünü ihlâl edip etmediğini aşağıdaki kriterleri uygulayarak tespit etmektedir:
i. Müdahalelerin yasayla öngörülmesi:
AİHM Sözleşme’nin 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yasayla öngörülme” ifadesinin, ilk olarak, itiraz konusunun iç hukukta bir dayanağı olması gerektiğini hatırlatır. Ancak söz konusu ifade hukuki normların ilgili kişinin erişiminde olmasını, sonuçlarının öngörülebilmesini ve hukukun üstünlüğü ilkesine uygun olmasını gerektiren kanun niteliğine de atıfta bulunmaktadır (Association Ekin/Fransa, Başvuru No: 39288/98; Ürper ve diğerleri/ Türkiye kararı, Başvuru No: 14526/07, 14747/07, 15022/07, 15737/07, 36137/07, 47245/07, 50371/07, 50372/07 ve 54637/07, 20.10.2009).
ii. Müdahalelerin meşru bir amaç izleyip izlemediği:
Sözleşme’nin 10/2. maddesine göre, “… bu özgürlüklerin kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi veya yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması için gerekli olan bazı formaliteler, koşullar, sınırlamalar veya yaptırımlara tabi tutulabilir.”
Görüldüğü üzere yasayla düzenlemek şartıyla ve “başkalarının şöhret ve haklarının korunması” amacıyla ifade özgürlüğünün sınırlandırılabileceği kabul edilmekte olup sınırlama haklı olsa bile, bu kez sınırlamanın orantılılığı gündeme gelecektir (bkz. sınırlamanın orantısızlığı konusunda Pakdemirli/Türkiye kararı). Kişilik hakkının korunması ile ifade özgürlüğü arasındaki dengeyi iyi sağlamak gerekmektedir. Özellikle siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları ve şöhretleri söz konusu olduğunda bu dengede ifade özgürlüğünün ağır bastığı konusunda kuşku bulunmamaktadır. Diğer bir deyişle, terazide bir yanda siyasetçilerin ve devlet görevlilerinin kişilik hakları, diğer yanda ifade özgürlüğü bulunduğu durumlarda, tercihin daha çok ifade özgürlüğünden yana kullanıldığı söylenebilir (Doğru, O./ Nalbant, A.: İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, C. 2, Ankara 2013, s. 232).
iii. Müdahalelerin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığı:
AİHM ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin temel koşullarından biri olduğunu hatırlatır (Lingens/Avusturya, Başvuru No: 9815/82, 08.07.1986). İfade özgürlüğü istisnalara tabi olsa da, bu istisnalar dar bir biçimde yorumlanmalı ve sınırlama nedeni ikna edici bir biçimde ortaya konmalıdır (Observer ve Guardian/Birleşik Krallık, A Serisi no: 216, Başvuru No: 13585/88, 26.11.1991).
27. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.04.2018 tarihli ve 2017/4-1320 E., 2018/986 K.; 30.05.2018 tarihli ve 2017/4-1470 E., 2018/1144 K.; 16.04.2019 tarihli ve 2017/4-1414 E., 2019/464 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
28. Basın özgürlüğü ise ifade özgürlüğünün en önemli unsurlarından birisidir. AİHM’nin basın ile ilgili kararlarında ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birisini oluşturduğuna değinildikten sonra basına tanınması gereken güvencelerin özel bir öneme sahip bulunduğu belirtilmektedir. Basın ve diğer medya organlarının ifade özgürlüğü, kamuoyuna yöneticilerin görüş ve davranışlarını tanıtmak ve yargılamak için en iyi araçlardan birisini sunmaktadır. Basına siyasal arenada ve kamunun ilgilendiği diğer alanlarda tartışma konusu olan bilgi ve görüşleri iletme görevi düşer. Basının bu görevi, kamuoyunun da bilgi ve görüşleri alma hakkı ile tanımlanır (Handyside, parag. 49, Centro Europa 7 S.R.L. And Dı Stefano/İtalya, Başvuru No: 38433/09, 131).
29. O hâlde basın özgürlüğü bir yönüyle halkı ilgilendiren haber ve görüşleri iletme özgürlüğü, diğer yönüyle de halkın bu bilgi ve görüşleri alma hakkıdır. Mahkeme’ye göre basın ancak bu şekilde, kamuoyunun bilgi edinme hakkı bakımından yaşamsal önemi bulunan “halkın gözcülüğü” ya da “bekçisi” görevi yapabilir. Basın özgürlüğü söz konusu olduğunda, ulusal makamlara tanınan takdir yetkisi demokratik bir toplumun yararı dikkate alınarak sınırlandırılır (Édıtıons Plon/Fransa, Başvuru No: 58148/00, 44; Bladet Tromsø And Stensaas/Norveç, Başvuru No: 21980/93, 59).
30. Burada şu hususun da ifade edilmesi gerekir ki, Sözleşme’nin 10. maddesi sadece ifade edilen haber ve fikirlerin içeriğini değil, aynı zamanda bunların nakledilme biçimlerini de korur (Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 20834/92, 57). AİHM’nin yerleşik içtihadına göre; gazetecilik özgürlüğü ve mesleği, belirli ölçüde abartma, hatta kışkırtma unsurunu da içerir (Prager And Oberschlick/Avusturya, Başvuru No: 15974/90, 38).
31. Basının başkalarının itibarını korumak gibi çizilmiş sınırları aşmaması gerekmekle birlikte kamunun menfaatinin bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi siyasi meselelerde de haber ve fikirleri iletmek yine basına düşen bir görevdir. Sadece basının bu tür haber ve fikirleri iletme görevi yoktur, halkın da bunları edinme hakkı da vardır (Sunday Times/Birleşik Krallık, parag. 30, başvuru no: 6538/74, 26.04.1979).
32. Basın özgürlüğünün iç hukukumuzda nasıl yer aldığı konusuna gelince;
Anayasa’nın “Basın hürriyeti” başlıklı 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 3. maddesi basın özgürlüğünü düzenlemiş ve bunun sınırlarını göstermiştir.
33. 5187 sayılı Kanun’un 3. maddesinde;
“Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir.
Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlâkının, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.” hükmü yer almaktadır.
34. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere; basın özgürlüğü, kişinin dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren olay ve olgular hakkında bilgi sahibi olmasını sağlamayı amaçlar.
35. Bunun gereği olarak basın; haber toplamak, fikir ve kanaatleri izleyerek bunları çözümlemek, yorumlamak, eleştirmek ve sonuçta kamuoyunu ilgilendiren konularda doğru ve gerçeğe uygun haber vermek hakkına sahip ve bununla görevlidir. Eş söyleyişle denetim, uyarma, eleştiri ve gerçekleri açıklama, basının doğal görevleridir.
36. Basın özgürlüğü ile bağlantılı kavramlar olarak; Anayasa’da düşünce ve kanaat (m. 25), düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti (m. 26) ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Demokratik yaşamın gelişmesinde, ulusal birliğin sağlanmasında, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasında, sosyal ve siyasal ilerlemede basının çok önemli bir fonksiyonunun bulunduğu açık ve kuşkudan uzaktır.
37. Doğaldır ki basının bu ayrıcalıklı konumu ve hukuk düzeninin kendisine tanıdığı özgürlük, tüm özgürlükler gibi yine hukuk düzenince çizilen sınırlara tabidir. Basın, yaptığı yayımlarda gerek Anayasa’nın “Temel Haklar ve Ödevler” bölümünde yer alan ve gerekse de TMK"nın 24 ve 25. maddelerinde ve ayrıca özel yasalarda güvence altına alınmış olan, kişilik haklarına saygı göstermek, bunlara saldırı niteliği taşıyabilecek tutum ve davranışlardan kaçınmak zorundadır.
38. Bu cümleden olarak basın, belirli bir kişinin fikrini tartışmak zorunda kaldığı durumlarda bile, objektif bilgi vermekle ve eleştirmekle yetinmeli, olayları tahrif etmek veya kuşkuları yaymak gibi hukukun izin vermeyeceği yollara başvurmamalıdır. Özellikle de hakaret niteliğinde ya da yersiz, onur kırıcı söz ve deyimlerin kullanılmasından kaçınmalıdır.
39. Basının kamu görevi yapmasında göz önünde tutulan amaç ile kişilik haklarına verilen zarar arasında açık bir oransızlık varsa, yayımın hukuka aykırı olduğu kabul edilmelidir. Objektiflikten ayrılmak, haber sınırını aşmak, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunmak, gerçek dışı haber vermek, yersiz şekilde onur kırıcı sözler kullanmak, dürüstlük kurallarına aykırı davranmak, kişisel nedenlerle salt sansasyon için yayım yapmak hukuka aykırıdır.
40. Bu açıklamalardan sonra, denilebilir ki; basın özgürlüğünün kişilik haklarına üstün tutulabilmesi için haberin gerçeğe uygun olması, gerçeğe uygun yayımın haber niteliği taşıması, gerçeğe uygun haberlerin verilmesinde nesnel (objektif) ölçütlere uyulması, haberin veriliş biçimi yönünden özle biçim arasında ölçülülük bulunması gerekir. Bir yayımın hukuka uygun olduğunun kabul edilebilmesi ancak açıklanan bütün bu koşulların birlikte varlığı hâlinde mümkündür. Yapılan bir yayım bu temel ilkelerden herhangi birine ters düşüyorsa hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiş olacaktır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 05.06.2015 tarihli ve 2014/4-33 E., 2015/1504 K. ile 08.05.2013 tarihli ve 2012/4-1162 E., 2013/631 K. sayılı kararları).
41. Önemle vurgulanmalıdır ki yayımlanmasında kamu yararı bulunan, gerçek ve güncel bir haberin veya eleştirinin, özle biçim arasında denge kurulmak suretiyle verildiği durumlarda manevi tazminat sorumluluğunun temel öğesi olan hukuka aykırılık gerçekleşmeyeceğinden basının sorumluluğu da söz konusu olamaz.
42. Basın objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle olay ve konu ile ilgili olan, görünen, bilinen her şeyi araştırma, inceleme ve olayları o anda belirlenen biçimi ile değerlendirme, yayma ve yayımlama yetki ve sorumluluğuna sahip olmakla birlikte, haberin verilişi sırasında özle biçim arasındaki dengenin bozulmaması gerekir.
43. Haberde gerekli, yararlı ve ilgili olmayan nitelemeler ve yorumlar yapıldığı, haberin içeriğine uygun düşmeyen, tahrik edici, kamuoyunda husumet ve kuşku yaratıcı, güveni zedeleyici bir üslubun kullanıldığı durumlarda, özle biçim arasındaki denge bozulmuş sayılır. Bu da hukuka aykırılığın varlığını kabule imkân sağlar.
44. Diğer bir anlatımla basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma, yönlendirme yetki ve sorumluluğuna sahiptir. Bunun içindir ki, basının yaptığı yayımdan dolayı hukuka aykırılık teşkil edecek olan eylemi, genel olaylardaki hukuka aykırı olan eylemden farklılıklar taşır. İşte bu farklılık ve ayrık durum gözetilerek yapılan yayımın hukuka aykırılık veya uygunluk sınırı belirlenmelidir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayımdaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır.
45. Yine, basının manevi tazminat sorumluluğunun doğması BK’nın 49. (TBK’nın m.58) maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olmasına bağlıdır.
46. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davalı ... tarafından yazılan ve Star Gazetesi’nin 31.07.2009 tarihli sayısında yayımlanan "... bu kez hukukta Ergenekon açılımı yaptı" başlıklı haberde"...... operasyonla ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. "...Sayın ..."un devlet dediği şey, Anayasa"daki Cumhurbaşkanıyla, Meclisiyle, Başbakanı, Bakanlar Kuruluyla bir yapı değil. O kendinden menkul sivil-asker bürokratlardır." diyen Bekaroğlu "Hayata Dönüş Operasyonu, iddia ediyorum, bir Ergenekon operasyonudur. Bu operasyonla ilgili ... gibi bürokratlar hakkında inceleme yapılmalı, hesap vermeliler" dedi..." şeklinde ifadeler kullanıldığı anlaşılmaktadır.
47. Dava konusu haberin bir bütün olarak değerlendirilmesinde; haberde kullanılan ifadelerle somut bir delil olmaksızın davacının, derin devlet olarak tabir edilen yasa dışı yapının ve o tarihlerde yürütülen soruşturmalarda terör örgütü olduğu belirtilen ‘Ergenekon’ olarak adlandırılan yapının güdümünde olduğu ve bu yapının istek ve talimatları doğrultusunda görev yaptığı ima edilmek suretiyle terör örgütü ile özdeşleştirildiği, bu suretle davacının kişilik haklarına saldırıldığı anlaşılmaktadır.
48. Bu nedenle dava konusu haberin kamu görevlilerinin katlanması gereken kabul edilebilir eleştiri sınırlarını aştığı, basın özgürlüğü kapsamında kalmadığı, içeriğindeki ifadelerin davacının doğrudan kişilik değerlerine yöneldiği anlaşıldığından hukuka aykırılık unsuru gerçekleşmiştir.
49. Hâl böyle olunca, yayımda yer alan ifadeler amacı ne olursa olsun başlı başına kişilik haklarına haksız bir saldırı oluşturduğundan davalıların manevi tazminatla sorumlu tutulması gerektiğine işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
50. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
HUMK’nin 440/III-1. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.02.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.