4. Hukuk Dairesi 2011/2315 E. , 2012/5194 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı ... ve diğeri aleyhine 12/01/2010 gününde verilen dilekçe ile tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 11/11/2010 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, basın yoluyla kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı yapmış halende ... milletvekili olan müvekkilinin, başbakan olduğu dönemde telefon dinleme gibi bir talimatı olmadığı halde, davalı şirkete ait gazetenin 04/12/2009 tarihli nüshasının 15. sayfasında, muhabir olarak görev yapan diğer davalının kaleme aldığı "Saçan, Yılmazın talimatı ile ..."ı dinlemiş "başlığı altında yayınlanan haberle, müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu beyan ederek davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.
Davalılar vekili ise, yayında saldırı bulunmadığını, haberde TBMM komisyonunda konuşulan dinleme tartışmalarına yer verildiğini, haberde davacı ile ilgili tek bir cümle geçtiğini onunda kaynağı ile birlikte aktarıldığını, yayının güncel ve kamu yararı taşıdığı için hukuka uygun olduğunu, gerçek olduğunu, haberin başka basın organlarında da yer aldığını, davacının tekzip talebinin reddedildiğini, manevi tazminatın şartlarının oluşmadığını belirterek, istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel mahkemece; Haberin gerçek olmadığı, öz ve biçim arasındaki dengenin aşıldığı, haberin normal düzeydeki okuyucu kitlesi nezdinde davacının telefon dinlemesi yapılması yönünde talimat verdiği izlenimini uyandırıcak nitelikte bulunduğu, davacı hakkında kuşku ve şüphe uyandırıcı nitelikte olduğu gerekçesiyle istem kabul edilmiştir.
Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının 1. ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda
sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.
Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.
Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.
Davaya konu olayda; davalı şirkete ait gazetenin 04.12.2009 günlü sayısında “Saçan,Yılmazın talimatı ile Vali Çakır"ı dinlemiş" başlığı altında yayınlanan yazıda, "Özdemir, "Ben Ardahan Valiliğinden İstanbul"a geldiğim zaman İstanbul kaynıyordu. İstanbul Valisi Erol Çakır "Adil Serdar Saçan beni dinliyormuş,bunu görevden alalım"talimatı verdi.Bende bunun üzerine "Mesut Yılmaz"ın emriyle yapılıyorsa yapacak bir şeyimiz yok "diyerek talebi geri çevirdim" biçimindeki anlatımlara yer verilmiştir.
Dava konusu haber, içeriği ile birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde; yazıda davacının ..."ı dinlettiği söylenilmemiştir. Bu bakımdan yukarıda belirtilen ilkelerde dikkate alındığında haber, davacının kişilik haklarına saldırı oluşturmaz.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, istemin reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda gösterilen nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 29/03/2012 gününde oybirliğiyle karar verildi.