
Esas No: 2017/2514
Karar No: 2020/36
Karar Tarihi: 21.01.2020
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2514 Esas 2020/36 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki "ödeme emrinin iptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 20. İş Mahkemesince verilen hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 03.10.2013 tarihli dava dilekçesinde; Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından dava dışı Nite Turizm A.Ş."nin borçlarından dolayı müvekkiline şirket müdürü sıfatı ile 2013/17950 ve 2013/17951 takip nolu ödeme emirlerinin gönderildiğini, müvekkilinin hiç bir zaman dava dışı şirketin A grubu imza yetkilisi veya müdürü olmadığını, ayrıca 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun gereğince borçların şirketten tahsil edilememesi hâlinde ikinci sırada kanuni temsilcilerin takip edileceğini, kanuni temsilcilerinin şahsi mal varlıklarından kamu alacağının kısmen ya da tamamen tahsil edilememesi durumunda bu kez şirkette mevcut olan hisse oranlarına göre ortakların şahsi mal varlıklarına gidilebileceğini belirterek ödeme emirlerinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 01.11.2013 tarihli cevap dilekçesinde; davacının, dava dışı Nite Turizm A.Ş."nin yönetim kurulu başkan yardımcısı olduğundan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu"nun 88. maddesinin 20. fıkrası ve 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesi uyarınca müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu savunarak davanın reddine ve davacı aleyhine 6183 sayılı Kanun"un 58. maddesi gereğince %10 tazminata hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. İstanbul 20. İş Mahkemesinin 04.09.2014 tarihli ve 2013/577 E., 2014/264 K. sayılı kararı ile; davanın süresinde açıldığı, ödeme emrine konu olan Kurum alacağına ilişkin dönemde davacının yönetim kurulu başkan yardımcısı ve (B) grubu imza yetkilisi olduğu, şirketin sevk ve idaresinden diğer yönetim kurulu üyeleri ile birlikte müşterek ve müteselsil sorumluluğunun bulunduğu, şirket adına yapılacak tüm işlemlerde şirket kaşesi üzerine (A) grubu yönetim kurulu üyesi ile birlikte atacağı imza ile şirketi temsil ve ilzama yetkili olduğu, müşterek müteselsil borçluluğun sonucu olarak prim borçları nedeni ile üst düzey yönetici sıfatı bulunan yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğuna gidilebilmesi için borcun kısmen veya tamamen anonim şirketin mal varlığından tahsil edilememiş veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılmış olmasına gerek bulunmadığı, Kurumun asıl borçlu anonim şirkete karşı takip yapmadan da doğrudan üst düzey yönetici sıfatı bulunan yönetim kurulu üyeleri aleyhine görevde oldukları dönemle sınırlı olarak takip yapabileceği, bilirkişi Babür Zaimoğlu"nun 20.05.2014 tarihli raporunun olaya uygun ve denetime açık olduğundan hükme esas alındığı gerekçesiyle davanın reddine, ödeme emirlerine konu alacağın %10"u oranında tazminata hükmedilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. İlk Derece Mahkemesi kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 08.12.2014 tarihli ve 2014/23209 E., 2014/26547 K. sayılı kararı ile; "... 11 Eylül 2014 gün ve 29116 (Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yayımı tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanun"un 81. maddesi ile 5510 sayılı Kanun"a geçici 60.madde eklenerek, bu maddede belirtilen ve 2014 yılı Nisan ve önceki aylara ilişkin olup bu maddenin yayımlandığı tarihten önce tahakkuk ettiği hâlde ödenmemiş Kurum alacaklarına yapılandırma imkânı getirilmiştir.
Yapılacak iş, davacının 6552 sayılı Kanun uyarınca yapılandırmadan yararlanıp yararlanmadığının davalı Kurumdan sorulması, başvurusu varsa buna ilişkin evrakların getirtilmesi, davacının henüz başvurusu yoksa başvuruda bulunup bulunmayacağının davacıya sorulması, bu madde hükümlerinden yararlanmak isteyen borçluların bu maddede belirtilen şartların yanı sıra dava açmamaları, açılmış davalardan vazgeçmeleri ve kanun yollarına başvurmamalarının şart koşulduğunun göz önünde tutulması, Kanunda yazılı sürenin sonuna kadar beklenilmesi, davacının davadan vazgeçmesi hâlinde davanın bu nedenle reddine karar verilmesi, aksi hâlde işin esasına girilerek bir karar verilmesinden ibarettir..." gerekçesiyle karar bozulmuş ve bozma nedenine göre taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
9. İstanbul 20. İş Mahkemesinin 16.06.2015 tarihli ve 2014/768 E., 2015/284 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin 08.12.2014 tarihli bozma kararına uyularak, davacı vekilinin 26.05.2015 tarihli duruşmada müvekkilinin 6552 sayılı Kanun"dan faydalanmadığını, bu konuda Kuruma başvurmadığını, davadan vazgeçmediklerini beyan ettiği, Beyoğlu Sosyal Güvenlik Merkezinin 26.01.2015 tarihli müzekkere cevabında NİTE Turizm A.Ş."nin 6552 sayılı Kanun kapsamında yapılmış yapılandırma başvurusunun bulunmadığının bildirildiği, somut olayda davacı adına tebliğ edilen ödeme emirlerine ilişkin tebligat üzerinde davacının adı yazılı ise de davaya konu ödeme emirlerinin dava dışı şirket adına çıkarıldığı, bu nedenle davacı adına usulüne uygun olarak çıkarılmış ve infazı kabil bir ödeme emrinden söz edilemeyeceğinden davacının iş bu davayı açmakta hukukî yararının bulunmadığı gerekçesiyle hukukî yarar yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
10. İstanbul 20. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 10.11.2015 tarihli ve 2015/17356 E., 2015/19916 K. sayılı kararı ile; "... Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davaya konu ödeme emri üzerinde dava dışı Nite Rurizm A. Ş. unvanının yazıldığı, ayrıca yanına da el yazısıyla davacının adının müdür sıfatıyla yazıldığı, ödeme emri tebliğ belgesine de davacının adının yazıldığı ve tebliğ belgesinin 01/10/2013 tarihinde yetkili işçiye tebliğ edildiği, davanın 7 günlük hak düşürücü süre içerisinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık; davacının dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.02.2012 gün ve 21011/10-642 Esas, 2012/38 Karar sayılı ilamında da açıkça belirtildiği üzere, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.
Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.
Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).
Hukuk Genel Kurulu’nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.
Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir (Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır.
Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu"nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.
Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.
Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)"nin 6. maddesi ve 1982 Anayasası"nın 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü” nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.
Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan sözedilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297).
Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:
Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.
Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.
Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir.
Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır.
Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki ararının) bulunması gerekir.
Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.
İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.
Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.
Yukarıda açıklanan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde, öncelikle, ödeme emirlerinde dava dışı şirket ünvanının yanında davacının adının da el yazısıyla yazılması, ödeme emrini başlı başına usulsüz düzenlenmiş bir ödeme emri haline getirmez. Ayrıca düzenlenen ödeme emirlerinin bizzat davacı adına tebliğe çıkartıldığı ortadadır. Davalı Kurum tarafından takip yapılmak suretiyle davacının bir borç ödeme yükü altında sokulduğu, davacının da yapılan takibin iptalini talep etmek ve bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının diğer bir deyişle hukuki yararının bulunduğu açıktır.
Mahkemece yapılacak iş, davacının dava açmakta hukuki yararının bulunduğu anlaşılmakla, davanın esası hakkında bir karar vermekten ibarettir..." gerekçesiyle karar bozulmuş ve bozma nedenine göre taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
12. İstanbul 20. İş Mahkemesinin 15.03.2016 tarihli ve 2015/666 E., 2016/245 K. sayılı kararı ile; ödeme emrinin hukukî sonuç doğurabilmesi için, 6183 sayılı Kanun"un 55. maddesinde belirtilen usule göre düzenlenmesinin zorunlu olduğu, ödeme emri düzenlenirken borçlunun adı, adresi, sıfatı, borcun asıl ve ferilerinin mahiyet ve miktarının tam olarak yazılması ve ayrıca borcun asıl ve ferileri ile bunların nitelikleri, nereye ödeneceği, süresinde ödenmediği taktirde borcun zorla tahsil edileceği ve mal bildiriminde bulununcaya kadar hapis ile cezalandırılacağı hususlarına yer verilmesi gerektiği, ödeme emrinin gönderilmesi borçluya borcunun ödemesi gerektiğini hatırlatan basit bir uyarı yazısı olmaktan çok borçla ve ödemeyle ilgili bütün ayrıntıları içeren ve kamu borçlusu açısından son derece önemli hukukî sonuçlara yol açabilen bir idari işlem olduğu, davacı ..."nin dava dışı Nite Turizm A.Ş."nin müdürü olmayıp B grubu imza yetkisi olan yönetim kurulu başkan yardımcısı olduğu, 2013/17950 sayılı takip dosyasında işsizlik sigortası primi alacağına yönelik olarak çıkartılan ödeme emirlerinde dava dışı şirket unvanının yanında Özel Dairenin bozma kararında belirtildiğinin aksine davacının el yazısıyla yazılmış adının yer almadığı, Özel Dairenin 20.02.2014 tarihli ve 2013/2050 E., 2776 K. sayılı kararında bu yönde olduğu, davaya konu 2013/017951 sayılı takip dosyasında prim alacağına yönelik olarak çıkartılan ödeme emrinde Özel Dairenin bozma kararında belirtildiği gibi dava dışı şirket unvanının yanında davacının el yazısıyla yazılmış adının yer aldığı, ancak birden fazla borçlu bulunması durumunda borçluların ne sıfatla borçlu olduklarının (örneğin üst düzey yönetici, şirket ortağı, asıl veya alt işveren gibi...) belirtilmesi gerektiği, 2013/17951 sayılı takip dosyasında çıkartılan ödeme emrinde dava dışı Nıte Turizm A.Ş."nin B grubu imza yetkisi olan yönetim kurulu başkan yardımcısı olan davacı ..."nin şirketin müdürü olarak gösterildiği, dava dışı Nite Turizm A.Ş."nin ise ne sıfatla borçlu olduğunun gösterilmediği, taraf vekillerinin bozma ilamına uyulmasını talep etmelerine rağmen hukukî yarar konusunun kamu düzeni ilişkin olduğu gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu 2013/17950 nolu ödeme emrinin sadece dava dışı Nite Turizm A.Ş. adına düzenlenmesi, dava konusu 2013/17951 nolu ödeme emrinin ise dava dışı Nite Turizm A.Ş. adına düzenlenerek şirket unvanının yanında davacının adının da el yazısıyla yazılması ve her iki ödeme emrinin de davacıya tebliğ edilmesi karşısında, davacının ödeme emirlerinin iptali istemli eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. ÖN SORUN
15. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; ödeme emirlerinin iptali istemine ilişkin olan eldeki davada, taraf vekillerinin Özel Dairenin 10.11.2015 tarihli bozma kararına uyulmasını istemiş olması karşısında, mahkemece hukuki yarar konusunun kamu düzenine ilişkin olduğu gerekçesi ile direnme kararı verilip verilemeyeceği ön sorun olarak görüşülüp tartışılmıştır.
16. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) "geçici 3. maddesi" uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesine göre Yargıtayın bozma kararı üzerine hâkim tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra, bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir. Görülüyor ki hâkim kural olarak, Yargıtayın bozma kararına uyup uymamak konusunda tarafların düşünce ve istekleri ile bağlı olmayıp, bu yönden serbest davranmak; uyma ya da direnme kararı vermek yetkisine sahiptir.
17. Ancak, Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre bozma nedenleri kamu düzenine ilişkin ve dolayısıyla hâkimin kendiliğinden göz önünde bulundurması gereken nedenlere dayalı değilse ve her iki taraf ya da vekilleri bozmaya uyulmasını istemişlerse artık mahkemece önceki kararda direnilemez. Bu durumda bozma kararına uyulması gerekir (HGK"nın 25.05.1983 tarihli ve 377 E., 580 K.; 27.06.1990 tarihli ve 1990/293 E., 400 K.; 25.06.1997 tarihli ve 313 E., 569 K; 19.02.1992 tarihli ve 635 E., 82 K.; 23.02.1994 tarihli ve 936 E., 94 K; 27.01.1999 tarihli ve 26 E., 4 K; 22.01.2014 tarihli ve 2013/19-556 E., 2014/40 K.; 21.02.2019 tarihli ve 2017/2-2293E.; 2019/190 K. sayılı kararları).
18. Kamu düzeni; kamunun (toplumun) her bakımdan genel çıkarlarını koruyucu hükümlerin tümü; bir ülkede kamu hizmetlerinin iyi yapılmasını, devletin güvenliğini ve düzenini ve bireyler arasındaki ilişkilerde hukuku, huzuru ve ahlâk kurallarına uygunluğu sağlamaya yarayan kurum ve kuralların tümü; devletin ve devlet yapısının korunmasını hedef tutan, toplumun her alanındaki düzenin temelini oluşturan bütün kuralları ifade eder (Yılmaz, E.: Hukuk Sözlüğü, Türk Hukuk Lügati, Büyük Larousse).
19. 6100 sayılı HMK"nın 114. maddesinde düzenlenen dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
20. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
21. Hâl böyle olunca, somut olayda Özel Daire ve yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık konusu olan HMK"nın 114. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen "davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmasına" ilişkin dava şartı kamu düzenine ilişkin olduğundan, her iki taraf bozma kararına uyulmasını talep etse bile yerel mahkemece kamu düzenine ilişkin konularda taraf iradelerinden bağımsız şekilde direnme kararı verilmesinin mümkün olduğu ve bu nedenle somut olayda ön sorunun bulunmadığı oy birliğiyle kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
IV. GEREKÇE
22. Sosyal güvenlik “sosyal risk” olarak adlandırılan bazı durumların bireyler üzerinde yarattığı etkileri giderme düşüncesi üzerine kuruludur (Güzel, A./ Okur,A.R./ Caniklioğlu, N.: Sosyal Güvenlik Hukuku, 16. Baskı, İstanbul, 2016, s. 3). Sosyal riskleri gidermeye çalışan sosyal güvenlik kavramı sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin gelişim ve genişlemesine etken olmuş, bu gelişme ve genişleme sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanının düzenli ve güvenceli gelir kaynaklarından giderilmesini gerekli kılmıştır (Balcı, M./ Yılmaz, H.: Sosyal Sigorta Prim Alacaklarının Takip ve Tahsili, Ankara, 2014, s. 19).
23. Türk sosyal sigortalar sistemi, sosyal güvenlik politikalarının ve sistemlerinin finansmanını ağırlıklı olarak prim rejimine dayandırmaktadır. Bu nedenledir ki Kurumun sosyal güvenlik politikalarını oluşturabilmesi, sosyal güvenlik sistemlerinin işlerliğini devam ettirebilmesi ve oluşan sosyal riskler yönünden gerekli sosyal sigorta yardımlarının sağlanması en önemli gelir kaynağı olan sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Kanun koyucu 5510 sayılı Kanun’nun 79. maddesinde “kısa ve uzun vadeli sigortalar ile genel sağlık sigortası için, bu Kanunda öngörülen her türlü ödemeler ile yönetim giderlerini karşılamak üzere Kurum prim almak, ilgililer de prim ödemek zorundadır.” hükmüne yer vererek sosyal güvenlik içerisinde prim ödemenin önemine vurgu yapmıştır.
24. Sosyal sigortalara yönelik harcamalar yönünden önemli bir gelir kaynağı olan primlerin ödeme yükümlüsü ise mülga 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu"nun 73 ve 5510 sayılı Kanun"un 87. maddesinde düzenlenmiştir. Mülga 506 sayılı Kanun"un 73. maddesine göre prim ödeme yükümlüsü işverenlerdir. Keza, 5510 sayılı Kanun"un 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 87. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilmiş ve Kanun"un 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) ve (c) bentlerine ve 5. maddenin (a) bendine tabi olanlar için bunların işverenlerinin prim ödeme yükümlüsü olduğu belirtilmiştir.
25. Öncesinde de üzerinde durulduğu üzere Kurumun sosyal sigortalar yardımlarını devam ettirebilmesi öncelikle sigorta primlerinin zamanında ve eksiksiz olarak ödenmesine bağlıdır. Bu nedenle Kanun prim ödemeleri bakımından işverenin sorumlu olması ile yetinmemiş, primlerin tahsil edilebilmesi amacıyla tüzel kişilik içerisinde bazı kişilerin de işveren ile birlikte sorumlu olmalarını öngörmüştür (Balcı, Yılmaz, s. 74). Buradaki temel amaç alacaklı olan Kurumun en önemli gelir kaynaklarından olan primlerinin tahsilini güvence altına almasından ibarettir.
26. Primlerin zamanında ve düzenli olarak tahsilini sağlamak amacıyla işveren ile birlikte sorumlu olanlar yönünden kanun koyucu tarafından mülga 506 sayılı Kanun"da, 5510 sayılı Kanun"da ve aynı zamanda 6183 sayılı Kanun"da bir kısım düzenlemeler getirilmiştir.
27. 506 sayılı Kanun"un 80. maddesine göre işveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden 506 sayılı Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur. Süresinde ödenmeyen prim ve diğer kamu alacakları 6183 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Kurumca tahsil edilecektir.
28. Öte yandan 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinde tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu da düzenlenmiş ve “Sigorta primlerini haklı sebepleri olmaksızın, birinci fıkrada belirtilen süre içerisinde tahakkuk ve tediye etmeyen kamu kurum ve kuruluşların tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri mesul muhasip, sayman ile tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri kuruma karşı, işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne yer verilmiştir.
29. 5510 sayılı Kanun"un 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 88. maddesinde ise "Kurumun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunun 51 inci, 102 nci ve 106 ncı maddeleri hariç, diğer maddeleri uygulanır. Kurum, 6183 sayılı Kanunun uygulanmasında Maliye Bakanlığı ile diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanır. Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur. Kurum, kamu idarelerinde işyerinin özelliği nedeniyle primlerin farklı zamanlarda ödeme süresini belirlemeye yetkilidir. Prim alacaklarının tahsili için muacceliyet tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde icra yoluna başvurmayan Kurum yetkili personeli hakkında genel hükümlere göre kovuşturma yapılır (Ek fıkra: 10/9/2014-6552/52 md.). Sigortalılar ile tüzel kişilerin kasıt, kusur, hata veya yanıltıcı beyanından kaynaklanmaması şartıyla, sigortalılarca ödenen prim ve prime ilişkin borcun noksan tahakkuk ettirildiğinin Kurumca sonradan tespit edilmesi hâlinde tespit edilen fark prime ilişkin borç aslına, tebliğ tarihinden itibaren 89 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre gecikme cezası ve gecikme zammı uygulanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usûl ve esaslar Kurum tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
30. Görüldüğü üzere 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinde olduğu gibi 5510 sayılı Kanun"un 88. maddesinde de tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğuna ilişkin bir düzenlemeye gidilmiş ve tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu kabul edilerek, primlerin tahsilinin güvence altına alınması ve prim ödeme işinin özendirilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.
31. Diğer yandan tüzel kişi işverenlerin ortak ve yetkililerinin kamu alacaklarından sorumluluğu mülga 506 sayılı Kanun"un 80, 5510 sayılı Kanun"un 88. maddelerinin yanı sıra 6183 sayılı Kanun"un 35 ve mükerrer 35. maddesinde de düzenlenmiştir.
32. 6183 sayılı Kanun"un 35. maddesine göre limited şirket ortakları, şirketten tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağından sermaye hisseleri oranında doğrudan doğruya sorumlu olurlar ve 6183 sayılı Kanun hükümleri gereğince takibe tabi tutulurlar.
33. 6183 sayılı Kanun"un mükerrer 35. maddesinde ise, “Tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edilir” hükmü yer almaktadır.
34. Sonuç itibariyle kanun koyucu belirtilen yasal düzenlemeler ile Kurumun prim alacağını tahsilinde Kurum lehine düzenlemeler getirmiş ve işverenler ile birlikte özel hukuk tüzel kişilerinin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumluluğu esasını benimsemiştir.
35. Ayrıca mülga 506 sayılı Kanun"un 80. maddesinin ilk şeklinde prim alacağının tahsili İcra ve İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmakta iken, 01.12.1993 tarihli ve 3917 sayılı Kanun"un 1. maddesi uyarınca yapılan değişiklik ile 6183 sayılı Kanun hükümlerine tabi kılınmış; 5510 sayılı Kanun"un 01.07.2008 tarihinde yürürlüğe giren 88. maddesinde de Kurumun prim ve diğer alacaklarını 6183 sayılı Kanun uyarınca takip ve tahsil edeceği düzenlemesine yer verilmiştir. 6183 sayılı Kanun"a göre Kurum tarafından yapılan takip idari icra takip yöntemidir ve Kurum icra dairesine gerek kalmadan önce ödeme emri düzenleyerek tebligat çıkaracak ve sonrasında icra takibine başlayacaktır. Kurum alacağı için 6183 sayılı Kanun"un 55. maddesi uyarınca düzenlenip, tebliğ edilen ödeme emrine karşı borçlu, anılan Kanun"un 58. maddesi uyarınca yedi gün içinde iş mahkemesine itiraz davası açabilir. Hukuk Genel Kurulunun 19.03.2019 tarihli ve 2015/21-3047 E., 2019/311K. sayılı kararında da belirtildiği üzere anılan maddeye dayanılarak açılacak dava “menfi tespit” niteliğinde olup, ”böyle bir borcu olmadığı” veya “kısmen ödendiği” veya “zamanaşımına uğradığı” iddiaları dışında başka bir itiraz nedeni ileri sürülemeyecektir. Önemle vurgulamak gerekir ki, kanunda da menfi tespit davası açılmasını yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır (Özdemir H: Sosyal Güvenlik Kurumunun 6183 Sayılı Yasaya Göre Ödeme Emri Ve İptali Davaları, Sicil İş Hukuku Dergisi, S: 31, Yıl 2014, s. 101-102).
36. Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı ..."nin dava dışı Nite Turizm A.Ş."nin yönetim kurulu başkan yardımcısı olduğu, dava konusu 2013/17950 takip nolu ödeme emrinin dava dışı Nite Turizm A.Ş. adına düzenlendiği, dava konusu 2013/17951 nolu ödeme emrinin ise dava dışı Nite Turizm A.Ş. adına düzenlenerek şirket unvanının yanında davacının adının el yazısıyla yazıldığı, her iki ödeme emrinin de davacının adının yazılı olduğu tebligat parçası ile davacının adresine gönderildiği gözetildiğinde davacının hukuki durumunun güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmesine sebep olduğu, öte yandan Kurum tarafından mahkemeye verilen cevap dilekçesi ile davacının şirketin yönetim kurulu başkan yardımcısı olduğundan 5510 sayılı Kanun"un 88. maddesinin 20. fıkrası gereğince sorumlu olduğuna vurgu yapıldığı, bu hâliyle davacının hukuki durumu tereddüt içinde olup kendisine ödeme emri gönderilmesinin davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunduğu anlaşılmaktadır.
37. Hâl böyle olunca davacının borçlu olmadığının tespitine yönelik dava açmasında hukuki yararı olduğunun kabulü gerekir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.01.2018 tarihli ve 2015/10-1619 E., 2018/97 K. sayılı kararı ile 22.10.2019 tarihli ve 2016/10-1364 E., 2019/1100 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
38. Diğer taraftan, 6183 sayılı Kanun, İcra ve İflas Kanunu"ndaki (İİK) belli özellik ve teknikleri bünyesinde toplamış ise de; bir hukuk dalı olarak kamu hukuku ve mali hukuk kapsamında olup, kamu hukuku ve mali hukukunun temel ilkelerine ve dolayısıyla “kıyas yasağı” na tabi bulunmaktadır.
39. 6183 sayılı Kanun"da boşluk bulunması durumunda İİK hükümleri kendiliğinden uygulanmaz; açık atıf yapılması hâlinde İİK hükümlerine gidilebilir. Açık atıf yoksa, 6183 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanmasını içtihat geliştirecektir (Öncel, M./Kumrulu, A./ Çağan, N.: Vergi Hukuku, Ankara 2019, 19. Baskı, s. 159). Bu nedenle; açıkça atıf yapılan durumlar dışında (Örneğin; 6183 SK. m; 21, 100) İcra ve İflas Kanunu hükümleri uygulanamaz.
40. 6183 sayılı Kanun"da, İcra ve İflas Kanunu"nun icra müdürlüğünün işlemlerine karşı şikâyeti düzenleyen 16. maddesi gibi herhangi bir düzenleme bulunmadığından, menfi tespit davası olarak nitelendirilen uyuşmazlık konusu davanın, Kurumun ödeme emri tebliği işlemine karşı şikâyet olarak nitelendirilerek ödeme emri tebligatının iptali olarak incelenmesi de mümkün değildir. Bu nedenle de davacının borçlu olmadığının tespitine yönelik dava açmasında hukuki yararı vardır. Mahkemece işin esası hakkında bir karar verilmelidir.
41. Ayrıca, Özel Dairenin 10.11.2015 tarihli bozma kararının yirmi beşinci paragrafında “ödeme emirlerinde dava dışı şirket unvanının yanında davacının adının da el yazısıyla yazılması” şeklinde bir açıklama yer almış ise de, 2013/17950 takip nolu ödeme emrinin dava dışı şirket adına düzenlendiği ve davacının adının el yazısıyla yazılmadığı, dava konusu 2013/17951 nolu ödeme emrinin ise dava dışı şirket adına düzenlenerek şirket unvanının yanında davacının adının el yazısıyla yazıldığı görüldüğünden Özel Dairenin bozma kararındaki anılan açıklamanın maddi hataya dayalı olduğu ve bu durumun uyuşmazlığın çözümünde etkili olmadığı kabul edilmiştir.
42. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, açılan davanın menfi tespit davası değil de ödeme emri tebligatının iptali olarak nitelendirilmesi gerektiği, davacının ödeme emri tebligatını iptal ettirmekte hukuki yararının bulunduğu ve davacı adına çıkarılan ödeme emri tebligatının iptaline karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
43. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
44. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
V. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire Bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.01.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.