Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakan S.."in 428 parsel sayılı taşınmazdaki payını torunu olan davalı E.."e satış suretiyle temlik ettiğini, murisin işlem tarihinde ehliyetinin bulunmadığını, temlikin bedelsiz olduğunu, aldatılarak işlemin yapıldığını ileri sürerek, davalı adına kaydın iptali ile mirasçılar adına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılardan, bir kısmı davanın reddini savunmuş, davalı H.. tapunun iptaline karar verilmesini istemiş, davalı A.. ise cevap vermemiştir.
Mahkemece, işlemin muvazaalı olduğu, davacının ehliyetsizlik iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle pay oranında iptal ve tescile karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; tarafların miras bırakanı S.."in çekişme konusu 428 sayılı parseldeki payını 25.5.2006 tarihinde torunu davalıya satış suretiyle temlik ettiği ve davalı adına sicil kaydının oluştuğu anlaşılmaktadır.
Davacılar, miras bırakanları S..."in işlem tarihinde ehliyetsiz olduğunu ve yapılan işlemin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.
Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.
O halde, davada muaraza yanında ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayanıldığına göre, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle mahkemece kendiliğinden gözetilerek önemine binaen öncelikle inceleme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.
Ne varki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil
ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca öncelikle miras bırakana ait doktor raporları, varsa hastane müşahade kayıtları getirtilerek Adli Tıp Kurumu"ndan alınacak raporla murisin akit tarihinde ehliyetli olup-olmadığının belirlenmesi ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı yapılıp-yapılmadığının açıklığı kavuşturulması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.
Davalının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.