Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar, miras bırakanlarına ait 132 parsel sayılı taşınmaza davalıların ekip biçmek suretiyle müdahale ettiklerini ileri sürerek, elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğinde bulunmuşlardır.
Bir kısım davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar bir kısım davalılar ve dahili davalılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alında. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Asıl ve birleştirilen davalar, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, asıl ve birleştirilen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Çekişme konusu 132 parsel sayılı taşınmazın, davacıların miras bırakanı M.. P.. adına kayıtlı iken yargılama sırasında yapılan intikal işleminden sonra pay temlikleri sonucunda davacılar O.. ve R.. dışındaki davacıların kayıtla bir ilgilerinin kalmadığı gözetilmek ve el atmanın önlenmesi isteği yönünden, haklarında kabul kararı verilen davalı S.. T..mirasçıları dışındaki davalıların kayıttan ve mülkiyetten kaynaklanan bir hakları bulunmadığı halde, haklı ve geçerli bir nedenleri olmaksızın taşınmazın ayrı ayrı bölümlerini keşif sonucu elde edilen bilirkişi raporunda gösterildiği şekilde tasarruf ettikleri belirlenmek suretiyle, el atmanın önlenmesi isteği yönünden davanın kabul edilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik yoktur.
Ne var ki, 492 Sayılı Harçlar Yasasının 16.maddesinde, elatmanın önlenmesi davalarında elatmanın önlenmesiyle birlikte ecrimisil istendiği takdirde, dava değerinin her iki isteğin toplamından ibaret olacağı hükmü gözardı edilerek, dava dilekçelerinde sadece ecrimisil isteği yönünden değer bildirildiği, el atmanın önlenmesi isteği yönünden ise, dava dilekçesinde bir değer bildirilmediği gibi, dava konusu taşınmazın, keşfen el atılan bölümlerinin ayrı ayrı yüzölçümleri belirlendiği halde, değerinin belirlenmediği, elatmanın önlenmesi isteği yönünden harç alınmaksızın neticeye gidildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, elatmanın önlenmesi isteğinin taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır.Bu tür bir davada, HUMK.’ nun 413 ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 26, 27, 28, 30 ve 32 maddelerinin öngördüğü işlemin yerine getirilmesi ve gerekli olan harcın alınması zarureti vardır. Bilindiği üzere, Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 Sayılı Kanunun 32.maddesinde ise yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış 30.madde hükmünde de “…muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. HUMK.’ nun 409.maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Öyleyse; Mahkemece, değinilen ilkeler ve düzenlemeler gözetilmeksizin ayrıca öngörülen usulü işlemler gerçekleştirilmeksizin sonuca gidilerek, el atmanın önlenmesi isteği yönünden yazılı olduğu üzere verilen kararın yasal olduğu söylenemez.
Öte yandan; asıl ve birleşen davalarda ecrimisil isteğinin reddine karar verildiğine göre, asıl ve birleşen davalar ayrı ayrı değerlendirilerek, vekille temsil edilen davalılar lehine reddedilen ecrimisil tutarı üzerinden ayrı ayrı vekalet ücretine karar verilmesi gerekirken, tek vekalet ücretine karar verilmiş olması da doğru değildir.
Diğer taraftan; asıl davanın davalılarından S... T..."un dava tarihinden önce 04.02.1980 tarihinde ölmüş olduğu kayden sabittir.
Bilindiği gibi, dava ehliyeti davada taraf olma yeteneğidir. HUMK. Taraf ehliyetini tanımlamamış 38. Maddesiyle Medeni Kanuna yollamada bulunmakla yetinmiştir. Medeni Kanunumuz ise, davada taraf olma ehliyetini,medeni haklardan yararlanma ehliyetinin bir parçası saymış, 8, 28, 47 ve 48.maddeleriyle bu yönde hükümler getirerek medeni haklardan yararlanma ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin davada taraf olma yeteneğini taşıdığını, her gerçek kişinin sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan itibaren taraf ehliyetini kazanacağını ve yaşadığı sürece taraf ehliyetinin devam edeceğini belirtmiştir.Öte yandan gerçek kişinin ölümüyle medeni haklardan yararlanma ehliyeti ve buna bağlı olarak da taraf ehliyetinin sona ereceği Medeni Kanunun 28.maddesinin buyurucu nitelikteki hükmüyle açıklanmıştır.Dava tarihinden önce ölüm nedeniyle şahsiyeti son bulan kişinin taraf ehliyetini yitireceği kuşkusuzdur.Bu itibarla, gerek Medeni Kanun gerekse HUMK.nun dava açıldığı zaman hayatta bulunan kişiler yönünden düzenleyici hükümler koymuş; ölen veya mevhum kişiler hakkında açılacak davalar yasalarımızda yer almamıştır.Nitekim 4.5.l978 tarih l978/4-5 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da dava tarihinden önce ölen kişinin taraf ehliyetini yitireceği, aleyhine dava açılamayacağı,dava tarihinde şahsiyeti sona ermiş olan kimsenin mirasçılarına ardıllık (halefiyet) kuralı uygulanamayacağından tebligat yapılmak veya dava ıslah edilmek suretiyle davaya devam edilemeyeceği vurgulanmış, içtihatlar bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır.
O halde, Mahkemece, kendiliğinden (resen) gözönünde bulundurulması gereken bu usul kuralı gözardı edilerek, dava tarihinden önce öldüğü anlaşılan davalı S.. T.. hakkında açılan davanın reddi gerekirken, sonradan davaya dahil edilen mirasçıları hakkında el atmanın önlenmesi isteği yönünden davanın kabulü yönünde hüküm kurulması da isabetsizdir.
Mümeyyiz davalıların temyiz itirazları yukarıda değinilen yönler itibariyle yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.11.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
.