Esas No: 2017/1081
Karar No: 2020/28
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1081 Esas 2020/28 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 22. İş Mahkemesince verilen maddi tazminat yönünden davanın kabulüne, manevi tazminat yönünden davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü.
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 24.10.2005 harç tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı işyerinde çalışırken 02.01.2003 tarihinde iş kazası geçirdiğini, işverenin kusuru neticesinde meydana gelen kaza nedeniyle sol el baş parmağının ve kolunun sakat kaldığını, ancak işveren tarafından zararının karşılanmadığını ileri sürerek manevi ve maddi tazminata ilişkin fazlaya dair haklı saklı kalmak kaydıyla davalı işverenden şimdilik 1.000,00TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsilini talep etmiştir.
5. Davacı vekili 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile 27.01.2014 tarihli hesap bilirkişi raporunda maddi zararının 30.858.31TL olarak hesaplandığını belirtip maddi tazminat talebini 30.858.31TL olarak ıslah etmiştir.
6. Davacı vekili tarafından 28.01.2014 tarihinde davalı işveren aleyhine İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesinde açılan davada söz konusu iş kazası nedeni ile 15.000.00TL manevi tazminat talep edilmiş ve manevi tazminata ilişkin davanın, İstanbul Anadolu 10. İş Mahkemesinin 05.03.2014 tarihli ve 2014/64 E., 2014/55 K. sayılı kararı ile iş bu dosya ile birleştirmesine karar verilmiştir.
Davalı Cevabı:
7. Davalı işveren vekili 21.02.2006 tarihli cevap dilekçesinde; davacının belirttiği tarihte işyerinde herhangi bir kazanın yaşanmadığını, davacının iş arkadaşıyla kavga ederek işyerinden ayrıldığını ve hastane kayıtlarından da anlaşılacağı üzere davacının maluliyetinin bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
8. Davalı işveren vekili, 10.02.2014 tarihli dilekçesinde hesaba ilişkin bilirkişi raporunu kabul etmediklerini ve davacının ıslah dilekçesinde talep ettiği tazminatların zamanaşımına uğradığını beyan etmiştir.
9. Davalı işveren vekili iş bu dosya ile birleşen 28.01.2014 harç tarihli manevi tazminat dosyasında sunduğu cevap dilekçesinde davacının talep ettiği manevi tazminat yönünden zamanaşımı definde bulunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Kararı:
10. İstanbul Anadolu 22. İş Mahkemesinin 17.04.2014 tarihli ve 2013/39 E., 2014/283 K. sayılı kararı ile; davacının maddi tazminat isteminin kabulü ile 30.858.31TL maddi ve manevi tazminat isteminin de kısmen kabulü ile 5.500.00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline, davacının fazlaya ilişkin talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Bozma Kararı:
11. İstanbul Anadolu 22. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
12. Yargıtay 21. Hukuk Dairesince 14.04.2015 tarihli ve 2014/22426 E., 2015/8060 K. sayılı kararı ile; "1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici nedenlere göre, davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava 02.01.2003 tarihinde meydana gelen iş kazasında sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemece, 30.858,31TL maddi ve 5.500,00TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline ve davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden; SGK Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından olayın iş kazası olduğunun tespit edildiği, Maluliyet Daire Başanlığı"nın 28.12.2006 ve Yüksek Sağlık Kurulu"nun 19.01.2007 tarihli kararlarında davacının sürekli iş göremezlik oranının % 0 olduğunun tespit edildiği, davacı tarafça açılan maluliyet tespiti davasında (Kartal 1. İş Mahkemesi"nin 2007/284 esas, 2011/853 karar sayılı) Adli Tıp 3. İhtisas Dairesi"nin 30.10.2009 ve Adli Tıp Genel Kurulu"nun 28.04.2011 tarihli kararlarında sürekli iş göremezlik oranının % 9.3 olduğunun tespit edildiği, asıl davada 24.10.2005 tarihli dava dilekçesi ile 1.000,00TL maddi tazminatın tahsiline karar verilmesinin talep edildiği, 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminatın 30.858,31TL olarak artırıldığı, davalı vekilinin ıslah dilekçesine karşı 10.02.2014 tarihinde zamanaşımı defiinde bulunduğu, 28.01.2014 tarihli birleşen dava dilekçesi ile (İstanbul 10. İş Mahkemesi"nin 2014/64 esas, 2014/55 karar sayılı) 15.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesinin talep edildiği, davalı vekilinin birleşen davada esasa cevap dilekçesi ile zamanaşımı defiinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Sürekli iş göremezlik nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresi 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 125. ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddeleri gereğince 10 yıldır. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Somut olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ortadadır.
Hâl böyle olunca, davacı tarafından 28.01.2014 tarihinde açılan birleşen davadaki manevi tazminat istemi ile asıl davada maddi tazminatın ıslahen artırılması üzerine, süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def"ilerinin kabul edilerek ıslahen istenilen maddi tazminat miktarının ve birleşen davadaki manevi tazminat isteminin zamanaşımından ayrı ayrı reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde ıslahen istenilen miktarı da kapsar biçimde maddi tazminat talebinin kabulü ile birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmaksızın hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır " gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
13. İstanbul Anadolu 22. İş Mahkemesinin 03.03.2016 tarihli ve 2015/342 E., 2016/115 K sayılı kararı ile; davacının geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle maluliyetinin Kurum tarafından %0 olarak belirlendiği, itiraz üzerine yapılan incelemede Kurum ve Yüksek Sağlık Kurulu tarafından maluliyetinin tekrar %0 olarak belirlendiği, davacının maluliyet oranının tespiti amacıyla İstanbul Anadolu 1. İş Mahkemesinde yapılan yargılamada itiraz üzerine Adli Tıp Kurumundan alınan raporla davacının maluliyet oranın %9.3 olarak tespit edildiği ve davacının maluliyet oranının %9.3 olarak verilen kararın 25.02.2013 tarihinde Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, 25.02.2013 tarihinden itibaren 10 yıl içinde maddi tazminat talebinin ıslah ile arttırıldığı ve yine aynı süre içinde birleşen dava ile manevi tazminat talep edildiği, bu nedenlerle davacının taleplerinin zamanaşımına uğramadığı gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
14. Direnme kararı süresi içinde davalı işveren vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK:
15. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olay bakımından, 02.01.2003 tarihinde yaşanan iş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat isteminde bulunan davacının 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat ve 28.01.2014 harç tarihli ek dava ile talep ettiği manevi tazminat istemleri yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
16. Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle hizmet sözleşmesi ve işverenin iş kazasından kaynaklanan sorumluluğunun niteliği üzerinde durmakta yarar vardır.
17. İlk olarak belirtilmelidir ki işçi kavramının tanımında hizmet sözleşmesinden hareket edilmekteyse de yürürlükten kalkan 1475 sayılı İş Kanunu’nda bu sözleşmenin tanımına ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde, “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir.” tanımlaması yapılmıştır.
18. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 313/1. maddesinin “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeyi ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.” şeklindeki tanımında sadece hizmet ve ücret unsurları belirgin iken, 4857 sayılı İş Kanunu’nda, daha önce Anayasa Mahkemesi ve öğretinin de kabul ettiği gibi “bağımlılık” unsuruna da yer verilmiştir.
19. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 393/1. maddesinde ise hizmet sözleşmesi “işçinin işverene bağımlı olarak belirli veya belirli olmayan süreyle iş görmeyi, işverenin de ona zamana ve yapılan işe göre ücret ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır.
20. Bu hâliyle hizmet sözleşmesi bir yandan işçinin iş görme borcunu, öte yandan işverenin ücret ödeme borcunu ihtiva eden, taraflardan her birinin öteki tarafın edimine karşı borç yüklendiği iki taraflı bir sözleşme olarak tanımlanabilir.
21. Hizmet sözleşmesinden kaynaklanan iş ilişkisi ise işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve işyeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, işyeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür. İşveren gözetme borcu gereği çalıştırdığı işçileri işyerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için işyerinde teknik ve tıbbi önlemler dâhil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
22. İş kazasının vuku bulduğu tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı BK"nın 332. maddesinde;
"İş sahibi, aktin özel hâlleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icap eden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile işçi ile birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi hâlinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur." düzenlemesine yer verilmiştir.
23. 10.03.2003 tarihli 4857 sayılı İş Kanunu’nun "İşverenlerin ve İşçilerin Yükümlülükleri" kenar başlıklı 77. maddesinin birinci fıkrasında da, işverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü kılınmışlardır.
24. Mevzuatta bulunan bir kısım boşluklar bu kez kanun koyucu tarafından 30.06.2012 tarihli 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile doldurulmaya çalışılmış ve işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerinin düzenlenmesi amacıyla anılan Kanunun 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanun’un 77. ve devamı bir kısım maddeler yürürlükten kaldırılarak, iş sağlığı ve güvenliği konusunda yeni düzenlemeler getirilmiştir.
25. Bunun yanında 6331 sayılı Kanun’a paralel olarak, 818 sayılı BK"nın 332. maddesi gelişen teknoloji ve diğer veriler gözetilerek revize edilmiş ve 6098 sayılı TBK"nın 417. maddesi düzenlemiştir. İlgili madde;
“İşveren, hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini korumak ve saygı göstermek ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir düzeni sağlamakla, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize uğramamaları ve bu tür tacizlere uğramış olanların daha fazla zarar görmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür.
İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.
İşverenin yukarıdaki hükümler dâhil, kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
26. Görüldüğü üzere gerek Borçlar Kanunu ile İş Kanunu’nda ve gerekse İş Kanunu’nun ilgili hükümlerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı Kanun’da işverenin hizmet sözleşmesinden kaynaklanan işçiyi gözetme borcunun kapsamı belirlenmiştir. İş kazası meydana geldiğinde iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin mevzuata aykırı hareket eden işveren hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcunu yerine getirmemiş olacağından sözleşmeye aykırı davranmış sayılacaktır. Bu nedenle bu konuda işverenin sorumluluğu her şeyden önce akdi bir sorumluluk esasına dayanır (Süzek, S.: İş Hukuku, 15. Baskı, İstanbul 2018, s. 440). İsviçre hukukunda da yükümlülüklerini ifa etmeyen işverenin gözetim borcuna aykırılıktan doğan sorumluluğunun akitten doğan sorumluluk olduğu hem doktrin hem de içtihatlarda kabul edilmiştir (Kaplan, E. T.: İşverenin Hukuki Sorumluluğu, Ankara 1992, s. 63).
27. İşverenin gözetme borcu iş akdinden kaynaklandığından işçi, iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi ve manevi tazminat davasında sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerine (TBK m. 112 ve 417.) dayanabilecektir. Öte yandan, işverenin bu davranışı, kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici kuralların kusurlu bir davranışla ihlali niteliğinde olup, aynı zamanda haksız fiil oluşturur. Bu nedenle işçilerin iş kazasından kaynaklanan tazminat taleplerinde sözleşmeden doğan ile haksız fiilden doğan dava hakları yarışır. İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hali sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurunu da oluşturur (Oğuzman, K.: İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir. Sonuç itibariyle denilebilir ki iş kazası işverenin hizmet sözleşmesinden doğan işçiyi gözetme borcuna aykırı davranması söz konusu olduğundan iş kazasından kaynaklanan tazminat davalarında sözleşmeye aykırılığa dayalı sorumluluk hükümleri uygulanabilecektir.
28. İşverenin iş kazasında kaynaklanan sorumluluğunun sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi olduğunu belirttikten sonra zamanaşımı kavramı ve başlangıcı üzerinde durulmalıdır.
29. Zaman, doğal ve sosyal yaşamda olduğu kadar, hukukta da önemli etkilere sahip olan bir kavramdır. Gerçekten, hukukta normların yürürlüğü, hakların kazanılması ve kaybedilmesi, yaptırımların uygulanması belirli sürelere bağlanmıştır. Ancak, hukukun her dalında sürelerin türleri ve nitelikleri farklı olup, değişik sonuçlar doğurmaktadır (Tutumlu, M. A.: Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, 2. Baskı, Ankara 2001, s. 25).
30. Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir (Velidedeoğlu, H.V.: Türk Medeni Hukuku, c.1, cüz I, 6., İstanbul 1959, s. 274).
31. Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden, dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade etmektedir. Sonucu alacak hakkına son verme değil, onu eksik borç hâline getirme olarak ortaya çıkmaktadır. Zamanaşımına ilişkin düzenlemelerin temelinde iddia edilen alacağın, aradan uzun zaman geçmiş olmasına rağmen kullanılmaması karşısında borçlunun oldukça uzak geçmişte kalan bir borçtan doğabilecek ihtilaflara karşı korunması, kendi alacağına karşı uzun süre kayıtsız kalan kimsenin bu hakkının artık korunmaya layık olmadığını kabul etmiş sayılması yatmaktadır. Diğer bir ifadeyle özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
32. İş kazası sonucu işverenin sorumluluğu sözleşmeye aykırılığa dayandığından 6098 sayılı TBK"nın 146-161 (mülga 818 sayılı BK"nın 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. İlgili maddeler arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır.
33. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber artık doğal bir borç (Obligationaturalis) hâline gelmektedir.Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli olmayıp borçlunun kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def"ide bulunması gerekir
34. Yargıtayın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def"i olup, usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır
35. Nitekim, Türk-İsviçre Öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesinin, zamanaşımını maddi hukuka ilişkin bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Erdem, M.: Özel Hukukta Zamanaşımı, 1. Baskı, İstanbul 2010, s. 8, dipnot 15-16).
36. 818 sayılı BK"nın 125. maddesine göre “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde her dava on senelik müruru zamana tabidir”. Yine Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesinde benzer bir düzenleme ile “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.” hükmü yer almaktadır.
37. Kanun koyucu hem BK"nın 125. maddesi hem de TBK"nın 146. maddesi ile alacak haklarının tabi olacağı genel zamanaşımı süresini düzenlemiş olup, ancak aksine bir yasal düzenleme olmayan hâllerde on yıllık sürenin uygulanması gerektiği açıktır. İş kazası hâlinde de zamanaşımının süresine yönelik ayrı bir düzenleme bulunmadığından on yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır.
38. TBK"nın 149. (BK 128.) maddesi uyarınca ise zamanaşımı, alacağın muaccel olmasıyla işlemeye başlar. Muacceliyet, bir borç ilişkisinde, alacaklının edimi isteyebileceği ve borçlunun da bu isteme uyarak, edimi ifa etmekle yükümlü olduğu anı belirler. Bir başka deyişle, söz konusu anda borç ifa kabiliyeti kazanır ve alacaklı yine o anda edimi kabul etmekle yükümlü olur. Bir alacağın ya da borcun muaccel olması, ilke olarak edimin ifası için öngörülmüş bulunan vadenin dolmasıyla gerçekleşir.
39. Borca aykırılık hâlinde tazminat alacağının zamanaşımı ise bu alacağın doğduğu andan itibaren işlemeye başlar. İş kazası hâlinde alacağın doğduğu zaman ise alacağın yani hakkın doğduğu andır. İş kazasına dayalı tazminat davalarında zamanaşımına tabi olan hak işçinin kaza nedeniyle uğradığı zararları karşılamak için tazminat davası açabilme hakkıdır. Bu hak ise iş kazasıyla birlikte doğmaktadır (Akın, L.: İş Kazasından Doğan Maddi Tazminat, Ankara 2001, s. 283). Bu durumda iş kazası hâlinde TBK’nın 149. (BK 125.) maddesinde belirtilen “on yıllık” zamanaşımı süresinin başlangıç tarihi kural olarak iş kazasının meydana geldiği tarihtir (Akın, s. 283; Kaplan, s. 154; Kılıçoğlu, M.: Tazminat Hukuku, İstanbul 2005, s. 464; Güneren, A.: İş Kazası ve Meslek Hastalığından Kaynaklanan Maddi ve Manevi Tazminat Davaları, 3. Baskı, Ankara 2018, s. 1268; Çelik, A. Çelik: Tazminat ve Alacaklarda Sorumluluk ve Zamanaşımı, 3. Baskı, Ankara 2018, s. 584; Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2216 E.,2015/1349 K. sayılı kararı ).
40. Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, kısaca zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise, artık, “gelişen durum” ve dolayısıyla, gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde, zararın kapsamını belirleyecek husus gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olamayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
41. Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (örneğin, buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Başka bir anlatımla, gelişen durum kavramı salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder (Hukuk Genel Kurulunun 06.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 10.06.2015 tarihli ve 2014/21-282 E.,2015/1548 K.; 01.03.2017 tarihli ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararları). Nitekim tüm bu hususlar Hukuk Genel Kurulunun 05.02.2019 tarihli, 2018/21-523 E., 2019/70 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.
42. Yapılan açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde; davacı davalı şirketin işçisi olarak çalıştığı sırada 02.01.2003 tarihinde gerçekleşen iş kazası sonucu yaralanmış, davacı vekili 24.10.2005 tarihli dava dilekçesi ile vuku bulan olay nedeniyle bir kısım maddi zararlarının tazminini talep etmiştir. Uyuşmazlık 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat istemi ve 28.01.2014 tarihinde açılarak iş bu dosya ile birleşen dosyada talep edilen manevi tazminat talebi yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğine ilişkin olup, mahkemece davacıya maluliyetin belirlenmesi amacıyla dava açması için süre verilmiş ve maluliyetin tespitine dair yapılan yargılama neticesinde davacının %9.3 olarak belirlenen maluliyetine dair karar Yargıtay tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucunda 25.02.2013 tarihinde kesinleşmiştir. Ne var ki, davacının 30.01.2014 tarihli ıslahı ve manevi tazminat talep ettiği 28.01.2014 harç tarihli davasında 818 sayılı BK’nın 125. maddesinde öngörülen on yıllık zamanaşımının gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Çünkü zararın öğrenilmesi onun kapsamının değil, varlığının öğrenilmesidir. Zararın varlığı, niteliği ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya, o davayı ciddi ve objektif bir şekilde desteklemeye, gerekçelerini göstermeye elverişli yeterli hâl ve şartların öğrenilmesi, zararın öğrenilmiş sayılması için yeterlidir. Somut olayda zamanaşımı başlangıç tarihinin olay tarihi olduğundan 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep edilen maddi tazminat ve 28.01.2014 harç tarihli ek dava ile talep edilen manevi tazminat istemleri yönünden zamanaşımı dolmuştur.
43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, zamanaşımının başladığının kabul edebilmenin ancak fail ve fiilin, zararın mahiyeti ve esaslı unsurlarının, hakkında bir talepte bulunmaya yeterli şekilde öğrenilmesine bağlı olduğu, diğer bir deyişle, sigortalıya bağlanacak gelir ve hüküm altına alınacak tazminatın miktarını doğrudan etkilemesi nedeniyle işçide oluşacak meslekte kazanma güç kayıp oranının hiçbir duraksamaya yol açmayacak biçimde saptandığı tarihten itibaren zamanaşımının başlatılması gerektiği, bu nedenlerle somut olayda SGK Maluliyet Daire Başkanlığınca davacının sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak belirlendiği, iş bu davanın yargılanması sırasında mahkemece davacıya maluliyetin tespiti davası açılması için verilen izin nedeniyle açılan davada maluliyet oranının yüzde %9,3 olarak belirlendiği ve kararın 25.02.2013 tarihinde Yargıtay 10. Hukuk Dairesince onanarak kesinleştiği, artık zararın bu tarihte öğrenildiğinin kabulü gerektiği, buna göre 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep edilen maddi tazminat ve 28.01.2014 harç tarihli ek dava ile talep edilen manevi tazminat istemleri yönünden zamanaşımının dolmadığı ve yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
44. Sonuç itibariyle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
45. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı işveren vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.01.2020 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
1. Uyuşmazlık; 02.01.2003 tarihinde davalıya ait iş yerinde karıştırıcı makinesinde çalışırken iş kazası sonucu sol el ve kolundan yaralanan ve bu kaza nedeniyle açtığı maddi tazminat davasında malûliyet oranı belirlenemeyen ve bu nedenle 11.04.2007 tarihinde malûliyet oranının tespiti için dava açan davacının maluliyet oranının % 9,3 oranında olduğunun tespitine ilişkin mahkeme kararının temyiz incelemesi sonunda 25.02.2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesiyle talep ettiği maddi tazminat ile birleşen 28.01.2014 tarihli manevi tazminat istemi yönünden zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.
2.1.Yerel mahkemece verilen davanın ve birleştirilen davanın kabulüne dair kararının davalı tarafından temyizi üzerine Özel Dairece “maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresinin 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 125. ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddeleri gereğince 10 yıl olduğu, zamanaşımının failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatıldığı, bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerektiği, somut olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı, davacı tarafından 28.01.2014 tarihinde açılan birleşen davadaki manevi tazminat istemi ile asıl davada maddi tazminatın ıslahen artırılması üzerine, süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def"ilerinin kabul edilerek ıslahen istenilen maddi tazminat miktarının ve birleşen davadaki manevi tazminat isteminin zamanaşımından ayrı ayrı reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.
2.2.Yerel mahkemece bozma üzerine yapılan yargılama sonunda “davacının geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle malûliyetinin Kurum tarafından %0 olarak belirlendiği, itiraz üzerine yapılan incelemede Kurum ve Yüksek Sağlık Kurulu tarafından malûliyetinin tekrar %0 olarak belirlendiği, davacının maluliyet oranının tespiti amacıyla İstanbul Anadolu 1. İş Mahkemesinde yapılan yargılamada itiraz üzerine Adli Tıp Kurumundan alınan raporla davacının malûliyet oranın %9.3 olarak tespit edildiği ve davacının malûliyet oranının %9.3 olarak verilen kararın 25.02.2013 tarihinde Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleştiği, 25.02.2013 tarihinden itibaren 10 yıl içinde maddi tazminat talebinin ıslah ile arttırıldığı ve yine aynı süre içinde birleşen dava ile manevi tazminat talep edildiği, bu nedenlerle davacının taleplerinin zamanaşımına uğramadığı” gerekçesiyle ve önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle bozma kararına karşı direnilmiştir.
2.3.Direnme kararının temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun çoğunluk görüşü ile Özel Daire kararı benimsenerek, “taraflar arasında sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlık olduğu ve on yıllık zamanaşımı süresinin kazanın meydana geldiği tarihten itibaren başlayacağı ve ıslah tarihine göre ıslah ile arttırılan maddi tazminat miktarı ile birleşen davada istenilen manevi tazminatınbirleşen dava tarihine göre zamanaşımına uğradığı” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
3. Uyuşmazlığın çözümü için uygulanacak zamanaşımı süresinin ve bu sürenin hangi tarihte başlayacağının tespiti gerektiği kuşkusuzdur. Belirtmek gerekir ki taraflar arasında iş ilişkisi ve bu nedenle sözleşmeye aykırılık var ise de bu sözleşmeye aykırılık bedensel bütünlüğe yönelik olup aynı zamanda haksız eylem niteliğindedir. Çoğunluk görüşü bu yönde isabetli olmadığı gibi bu konuyu hak arama özgürlüğü, mahkemeye erişim ve adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Anayasa Mahkemesinin kararları gözden kaçırılmış, bu konuda daha önce verilen Hukuk Genel Kurulu kararları ile çelişki oluşturulmuştur. Açıklamak gerekirse;
3.1.Bilindiği üzere, hukuk düzenince korunan kişisel değerlerin tamamı kişilik hakkının konusunu oluşturur. Kişisel değerler, insanın insan oluşu nedeniyle sahip olduğu vücut, sağlık, yaşam gibi bedensel bütünlüğe bağlı değerler ile ruhsal bütünlük, faaliyet özgürlüğü gibi ruhsal değerleri kapsar.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun (TBK) 56. maddesinde bedensel zararlardan doğan manevi tazminat düzenlenmiş ve bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, hâkimin olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebileceği, ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde ise zarar görenin veya ölenin yakınlarının da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesini talep edebileceği hüküm altına alınmıştır.
İşverenin gözetme borcu iş akdinden kaynaklandığından, işçi iş kazasından doğan vücut bütünlüğünün zedelenmesi nedeniyle açacağı maddi tazminat davasında akdi sorumluluk hükümlerine -TBK. 112 ve 417- dayanabilecektir. Öte yandan, işverenin bu davranışı kişi varlıklarını doğrudan korumayı amaçlayan (iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin) emredici davranış kurallarının kusurlu bir davranışla ihlali aynı zamanda bir haksız fiil oluşturur. Bu nedenle, işçilerin iş kazası tazminat taleplerinde akdi sorumluluk ile haksız fiil sorumluluğundan doğan dava hakları yarışır. Borçlar Kanununun 114. maddesinin 2. fıkrası uyarınca “Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır”. Bu nedenle iş kazasından doğan ve akde aykırılığa dayandırılan davada, sorumluluğun kapsamı ve zararın tazmini açısından haksız fiil sorumluluğunu düzenleyen TBK. 49. vd. da yer alan hükümler kıyasen uygulanır (Süzek, Sarper. İş Hukuku, Yenilenmiş 18. Baskı, İstanbul, Beta, 2019, s. 408). İşçinin ölümü veya vücut bütünlüğünün zedelenmesi hâli sözleşmeye aykırılık doğuracak olmakla birlikte, bu durum aynı zamanda bir haksız fiilin unsurlarını da oluşturur (Kemal Oğuzman, “İş Kazası veya Meslek Hastalığından Doğan Zararlardan İşverenin Sorumluluğu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 34, S. 1-4, 1968, s. 339). İşçi, zararının tazmini için sözleşmeye aykırılık veya haksız fiil hükümlerine dayanmakta serbesttir. Kaldı ki işçinin burada sözleşmeye aykırılık hükümlerine dayanması, sonuç itibari ile bedensel bütünlüğe yönelik olarak maddi ve manevi tazminatı, Borçlar Kanunu’nun genel hükümler içinde yer alan haksız fiil hükümlerine göre talep ettiğinden haksız fiile ilişkin hükümlerin uygulanması kaçınılmazdır.
Muacceliyet alacağın dava ile talep edilebilir hâle geldiği zaman olduğuna göre, ilke olarak iş kazası geçiren işçi hemen ertesi gün tazminat talebinde bulunabilir. Ancak böyle bir yaklaşım bedeni zararlar bakımından gerçekçi değildir. İş kazası geçiren işçinin tazminat alacağının yasal yollardan tazminini isteyebilmesi için zararını bilmesi, zararın somut olayın koşulları itibariyle bilinebilir olması gerekir. Bu, işçinin bedeni zararının derecesi olarak maluliyet oranının belirli olmasını gerektirir. Kaza ertesinde işçi tıbbi bir değerlendirme gerektiren malûliyet durumu hakkında bilgi sahibi değildir. Dolayısıyla iş kazasından doğan bedeni zararların tazminiyle ilgili zamanaşımının başlangıcı konusunda A.Y. m. 2’deki hukuk devleti ilkesinin gereği etkili bir hukuki himaye için kaza ile malûliyetin doğduğu değil malûliyetin bilinir hale geldiği zaman esas alınmalıdır (Kabakçı, Mahmut, Yargıtay Sosyal Güvenlik Daireleri Kararlarının Değerlendirilmesi. Galatasaray Üniversitesi ve İstanbul Barosu Ortak Seminer Programı. 2019 Yayımlanmamış tebliğ).
Somut uyuşmazlıkta, taraflar arasında iş sözleşmesi ilişkisi olması ve iş görme edimi yerine getirilirken iş kazası meydana gelmesi, tazminatın sözleşme ilişkisinde doğmasına neden olacaktır. Ancak aradaki sözleşmesel ilişki eylemi, haksız fiil olmaktan çıkarmayacaktır. Zira bedensel bütünlüğe yönelik bir hukuka aykırı fiil vardır.
Henüz tedavinin tamamlanmadığı, zararın kapsam ve miktarı konusunda belirsizliğin devam ettiği bir aşamada, zarar göreni süre aşımı kaygısıyla dava açmaya zorlamak hak arama özgürlüğü ve adil yargılanma hakkına da zarar verecektir.
Tazminat ilişkisinden doğan talepler de hukuki nitelikleri itibariyle bir alacak hakkı olmakla birlikte, kanun koyucu bunları tabi oldukları zamanaşımı süresi yönünden, alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresini düzenleyen TBK"nın 146 (818 sayılı BK. Mad.125) ve devamı hükümlerinden ayırmıştır.
Kanun koyucu da bu durumu dikkate almış ve iş kazasının meydana geldiği tarihte yürürlükte olan 818 sayılı BK.’nun 98 ile sonradan yargılama sırasında yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK.’nun 114/2 maddesinde “Haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır” hükmüne yer vermiştir. Bu durumda da iş kazasında bedensel bütünlüğe yönelik işverenin sözleşmeden kaynaklanan gözetme borcuna aykırılığı, aynı zamanda haksız fiil olduğundan, zamanaşımının başlangıcına ilişkin haksız fiil hükmü kıyasen sözleşmeye aykırılık hâllerinde de uygulanmalıdır.
Uyuşmazlıkta önem taşıyan, davacının zararın varlığını öğrenmesi koşuludur.
Belirtilmek gerekir ki, zamanaşımın işlemeye başlaması için zarar görenin, zarar veren eylem veya olayı değil, zararı öğrenmesi gerekir. Zararı öğrenme de davacının bilimsel olarak değerlendirme olanağı olduğu anda gerçekleşir.
Zarar, zarar verici fiil veya olayın zarar görenin hukuki varlık ve değerleri üzerindeki olumsuz etki ve sonuçlardır. Zararın öğrenilmesinden amaç, zarar verici olayı değil, zararın varlık ve niteliğini, unsurlarını, kapsamını öğrenmektir (Eren, F.; Borçlar Hukuk Genel Hükümler, Ankara 2017, s.). Zararın varlığı ve bütün unsurları öğrenilmeden, zarar görenin dava yoluyla talep edeceği tazminat hakkında yeterli bir değerlendirme yapamayacağı açıktır. Hukuka aykırı bir eylem işlenilmesine karşın, onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için eylem tarihinden itibaren bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zamanın geçmesi gerekiyor ise zararın bütün unsurlarıyla birlikte öğrenilmesi mümkün değildir. Oysaki zarar görenin mahkeme önünde ciddi bir dava açarak tazminat isteminde bulunabilmesi ve bu istemini objektif bir şekilde destekleyen, etkili gerekçelerini ortaya koyabilmesi için oluşan zararın niteliğini, kapsamını ve bütün unsurlarını öğrenmesi gerekir. Aksi hâlde, doğal olarak zamanaşımı süresi de işlemeye başlamayacaktır.
3.2.04.06.1958 tarihli ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak yasa hükümlerini tespit etmek ve uygulamak hâkime ait bir görevdir. Bir uyuşmazlıkta hakların yarışması kapsamında birden fazla hukuk kuralının uygulanması sözkonusu olduğunda, tarafın en lehine olan hükmün uygulanması gerekir. İş kazasında işverenin gözetme borcu nedeni ile sözleşmeye aykırı davranışı, işçinin yaralanması ile sonuçlandığında bedensel bütünlüğüne yönelik aynı zamanda haksız fiil olduğundan, anılan içtihadı birleştirme kararı ve Borçlar Kanunu’nun “haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin, kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanacağı” düzenlemesi nedeni ile zamanaşımının başlamasında zararın öğrenilmesinin esas alınması gerekecektir.
3.3.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM) Kararları: Zamanaşımına ilişkin kuralların katı ve şekilci bir biçimde uygulanmasının AİHS’nin 6. maddesinde düzenlenen mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği AİHM’nin birçok kararında vurgulanmıştır.
AHİM, şahsi yaralanmayla ilgili tazminat davalarında dava açma hakkının, tarafların uğradığı zararı gerçekte değerlendirebildiğinde kullanılması gerektiğine (Eşim/Türkiye, Başvuru Numarası: 59601/09, Karar Tarihi:17.09.2013) hükmetmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ECHR 069 (2014) sayılı 11.03.2014 tarihli kararı: AİHM, işyerinde 1965-1978 yılları arasında çalışan ve 2004 yılında ölen HowaldMoor’un iş yerinde asbeste maruz kalması nedeni ile 2005 yılında mirasçıları tarafından 27 yıl sonra açılan davada İsviçre Federal Mahkemesinin on yıllık zamanaşımı süresinin zararın ortaya çıktığı andan değil, olayın oluş anından itibaren başlayacağını belirterek davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile verdiği karara karşı başvuru üzerine “kişinin belli bir hastalıktan muzdarip olduğunu bilemeyeceğinin bilimsel olarak kanıtlanmış olduğu durumlarda” bu gerçeğin zamanaşımı süresinin hesaplanmasında, kişinin zararı değerlendirebildiğinde bu hakkı kullanmasına olanak sağlamış ve bir anlamda zararın öğrenilmesini, olay tarihine göre zamanaşımını kesen bir olgu olarak kabul etmiştir. Dava açıldığında her yargısal işlemin zamanaşımını kestiğini kabul etmek gerekir. Maddi ve manevi tazminat davası devam ederken, kişinin bedensel bütünlüğüne yönelik eylemin, gerçekleştirdiği zararın öğrenilmesine yönelik, örnekte maluliyet oranının belirlenmesini zamanaşımını kesen neden olarak kabul etmek gerekir.
AİHM, olaydaki zamanaşımı kuralının yorumunu çevreleyen muhtemel belirsizlikler olduğu tartışmasının ötesinde, başvurucunun davasında bu kuralın uygulanma şeklinin oldukça şekilci olduğunu belirtmektedir... Mahkeme zamanaşımlarının kural olarak mahkemeye erişim ile ilgili meşru usul sınırlamaları olmakla birlikte onların ilgili uygulama koşullarının ihmaliyle yorumlanmalarının Sözleşme’nin ihlaliyle sonuçlanacağını yinelemektedir (bkz. Benzer yönde Neshev/Bulgaristan, B. No: 40897/98, 28/10/2004, 38). Mahkeme ayrıca tazminat davası açılmasına ilişkin bir süre sınırlamasının, başvurucunun talebinin veya talep ile ilgili olgusal temelin farkında olmadığı bir anda başlatılması durumunda Sözleşme’nin 6/1 maddesi kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edilebileceğini yinelemektedir…Mahkeme bununla birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde, yerel mahkemelerce bir usul kuralının açık ve tutarlı bir dayanağa sahip olmayacak biçimde katı olarak uygulanmasının, özellikle başvurucunun taleplerinin altında yatan olağanüstü koşullar göz önünde bulundurulduğunda, başvurucunun tazminat taleplerinin incelenmesi yönünden mahkemeye erişim hakkından mahrum bırakılması sonucuna yol açmaktadır” (Kurşun/Türkiye, 30 Ekim 2018 Başvuru No:22677/19).
3.4. Anayasa Mahkemesi Kararları:
Anayasa Mahkemesi de, itfaiye eri olarak çalışan ve yangına müdahale sırasında yaralanan bir başvurucunun, sağlık durumunda meydana gelen değişikliklerin ve buna ilişkin sağlık raporlarının dava açma süresine etkisi hakkında bir gerekçeye yer verilmeksizin, salt zararı doğuran eylemin meydana geldiği tarih baz alınarak açılan davada süre aşımı bulunduğu şeklinde yapılan değerlendirmenin, mahkemeye erişim hakkına yönelik katı bir yorum olduğu sonucuna vararak, başvurucunun mahkemeye erişim ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine (H.K. Başvurusu, Başvuru Numarası: 2013/7400, Karar Tarihi: 05.11.2015) karar vermiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.12.2017 tarihli ve 2017/3-2786 Esas ve 2017/2016 Karar sayılı ilamında da bu kararlara vurgu yapılmıştır.
Keza Anayasa Mahkemesi, idari eylemden kaynaklanan ve yaralanan asker kişinin başvurusunda yukarda belirtilen AHİM’in Eşim ve HowaldMoor ve diğerleri kararlarına atıf yaparak “idari eylemden kaynaklı tam yargı davası açılması için gerekli olan eylemin idariliği, zarar, eylem ile zarar arasında illiyet bağı koşullarının tümünün oluştuğundan sağlık raporunun kesinleştiği tarih itibariyle haberdar olduğunun kabulüne imkan bulunmadığını, tebliğinin gerektiğini, tebliğin zararın öğrenme tarihi olduğunu, aksine kabulün mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğunu belirtmiştir (A. Yıldırım Başvurusu. Başvuru Numarası: 2014/18135. Karar tarihi:20.09.2017).
3.5.Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararları:
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.11.2002 tarihli ve 2002/4-882 E., 2002/874 K.; 01.03.2017 tarihli ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. sayılı kararları:
Bazı hâllerde, gerek zararı doğuran eylem veya işlemin ne olduğu ve kim tarafından gerçekleştirildiği ve gerekse zararın kapsam ve miktarı aynı anda ve tam bir açıklıkla belirlenebilir. Böyle durumlarda, zarar görenin uğradığı zararın varlığını, zarar verenin kim olduğunu, kapsam ve miktarının neden ibaret bulunduğunu öğrendiği andan itibaren, zarar verenden bunun tazminini isteme hakkının doğacağı ve bu hakkına ilişkin yasal zamanaşımı süresinin de o tarihte başlayacağı açıktır.
Buna karşılık, ortaya çıkan zarar, kendi özel yapısı içerisinde sonradan değişme eğilimi gösteriyor, zararı doğuran eylem veya işlemin doğurduğu sonuçlarda (zararın nitelik veya kapsamında) bir değişiklik ortaya çıkıyor ise artık "gelişen durum" ve dolayısıyla gelişen bu durumun zararın nitelik ve kapsamı üzerinde ortaya çıkardığı değişiklikler (zarardaki değişme) söz konusu olacaktır. Böyle hâllerde zararın kapsamını belirleyecek husus, gelişmekte olan bu durumdur ve bu gelişme sona ermedikçe zarar henüz tamamen gerçekleşmiş olmayacağı için zamanaşımı süresi bu gelişen durumun durduğunun veya ortadan kalktığının öğrenilmesiyle birlikte işlemeye başlayacaktır.
Kararda açıkça gelişen durum kavramı “salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade ettiği” belirtilmiş ve nihai raporu öğrendiği tarihin zamanaşımına esas tarih olacağı vurgulanmıştır.
Keza, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 18.12.2002 tarihli ve 2002/21-1103 Esas, 2002/1067 sayılı kararında iş kazası sonucu yararlanan işçinin açtığı tazminat davasında, ek dava için zamanaşımının başlangıcı sürekli iş göremezlik raporunun kesinleştiği tarih olarak kabul edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2216 Esas, 2015/1349 Karar sayılı kararında da açıkça zamanaşımının sürekli iş göremezlik oranının kesin olarak saptandığı anda başlayacağını belirtmiştir.
Özellikle somut olayda olduğu gibi bedensel bütünlüğün zarar gördüğü ve malûliyet tespitinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Yukarıda anlatılan şekilde gelişen durumun bulunduğu, zararın niteliği ve kapsamının bu nedenle sonradan öğrenildiği hallerde zamanaşımının zararın kesin miktarının öğrenildiği tarihten başlayacağı Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun bir çok kararında (15.11.2000 tarihli ve 2000/21-1609 E, 2000/1699 K, 21.03.2001 tarihli ve 2001/4-258 E., 2001/276 K.; 05.06.2002 tarihli ve 2002/4-470 E., 2002/477 K.; 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K. ve 01.03.2017 tarihli ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K.) belirtilmiştir.
Borçlar Kanununun 136/1 (TBK m. 157/1) maddesine göre, bir dava veya def"i ile kesilmiş bulunan zamanaşımı, dava süresince iki tarafın yargılama ile ilgili her işleminden veya yargıcın her kararından sonra (kesilir ve) yeniden işlemeye başlar. Zamanaşımı kesilince, kesilmeden itibaren yeni bir süre işlemeye başlar (BK m. 135/1). Zamanaşımının kesilmesinden sonra işleyecek yeni zamanaşımı süresi, eski (kesilen) zamanaşımının aynıdır (Y.HGK. 18.09.2013 tarihli ve 2013/15-169 E, 2013/1365). Somut uyuşmazlıkta davacının, iş kazası nedeni ile açtığı maddi tazminat davasında maluliyet oranının tespit edilememesi neden ile 11.04.2007 tarihinde bu oranın belirlenmesi için tespit davası açtığı ve mahkemenin bekletici mesele yaptığı açıktır. O hâlde zamanaşımının 11.04.2007 tarihinde kesildiği de anlaşılmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 tarihli ve 2013/21-2035 Esas, 2015/1345 Karar sayılı kararında da malûliyetinin tespiti davasının zamanaşımını kestiği belirtilmiştir.
Manevi tazminat, duyulan elem ve ızdırabın kısmen ve imkân nispetinde iadesini amaçladığından hâkim, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 4. maddesi gereğince hak ve nesafete göre takdir hakkını kullanarak, manevi tazminat miktarını tespit etmelidir. Hâkim belirlemeyi yaparken somut olayın özelliğini, zarar görenin ve zarara yol açanın ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, ölüm ya da beden gücü kaybı nedeniyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir (Hukuk Genel Kurulunun 28.05.2003 tarihli 2003/21-368-355; 23.06.2004 tarihli 2004/13-291-370 sayılı kararları).
4.Somut uyuşmazlıkta, davacı davalı işyerinde karıştırıcı makinesinde çalışırken, 02.01.2003 tarihinde miksere kolunu kaptırarak yaralama ile sonuçlanan iş kazası geçirmiştir. Bunun üzerine haklarını saklı tutarak 24.10.2005 tarihinde iş kazası nedeni ile maddi tazminat davası açmıştır. Açılan davada malûliyet oranının saptanamaması üzerine, davacı taraf 05.04.2007 tarihli celsede malûliyet oranın tespiti için dava açacaklarını belirtmiş ve mahkemece bu nedenle süre verilmiştir. Davacı vekili tarafından malûliyet oranının tespiti için 11.04.2007 tarihinde dava açılmış ve açılan dava bu dava dosyası için bekletici mesele yapılmıştır. Malûliyetin tespiti davasında davacının iş kazasından dolayı malûliyet oranının % 9,3 olduğuna dair kabul kararı temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 25.02.2013 tarihli ve 2012/307 Esas, 2013/3190 Karar sayılı kararı ile onanıp kesinleşmiştir. Bu kararın kesinleşmesinden sonra mahkemece maddi zararın tespiti için 28.09.2013 tarihinde bilirkişi raporu alınmış ve davalı taraf rapora itiraz etmiştir. Davacı tarafça zararın belirlenmesi üzerine belirlenen maddi tazminatın bakiye miktarı 30.01.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile arttırılmış ve manevi tazminat için ise 28.01.2014 tarihinde ayrı bir dava açılmıştır. Açılan manevi tazminat davası bu dava ile birleştirilmiştir.
5.Sonuç: Somut uyuşmazlıkta iş yerinde iş kazası sonrası bedensel bütünlüğü zarar gören davacı, zararın varlığını malûliyet oranının kesinleşmesi ile öğrenmiştir. Her ne kadar taraflar arasında iş sözleşmesi ilişkisi ve işverenin gözetme borcunu ihlal etmesi nedeni ile sözleşmeye aykırılık var ise de bu aykırılık aynı zamanda bedensel bütünlüğe yönelik olması nedeni ile haksız fiildir. İş kazasının gerçekleştiği tarihte yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanununun 98, yargılama devam ederken yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK.’un 114/2 maddeleri uyarınca haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümlerin kıyasen sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanması gerektiğinden, maddi ve manevi tazminat yönünden on yıllık zamanaşımı süresinin zararın bilimsel varlığının öğrenildiği tarihten, somut olay bakımından maluliyet oranının kesinleştiğinin tebliği tarihinden, kısaca 2013 yılından başlatılması, hak arama özgürlüğü, mahkemeye erişim ve adil yargılanma hakkının gereğidir.
Kaldı ki bir an için sözleşmeye aykırılık kabul edilip, zamanaşımının haksız fiilin meydana geldiği tarihte başlayacağı kabul edilse dâhi, zamanaşımı süresi yargılama sırasında ve zamanaşımı süresi içinde 11.04.2007 tarihinde açılan ve mahkemece bekletici mesele yapılan malûliyetin tespiti davası nedeniyle 818 sayılı Borçlar Kanunu 136/1 (TBK. 157) maddesi uyarınca kesilmiş ve yeniden on yıllık süre başlamıştır.
Yukardaki açıklamalar ve kararlar nedeni ile yerel mahkemenin direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, dosyanın tazminat miktarı yönünden temyizler incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesi gerektiğini düşündüğümüzden sayın çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.