Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, üvey oğlu davalı A"nin kendisine hile ile vekaletname düzenlettiğini ve 11 parça taşınmazdaki paylarını üzerine geçirdiğini, vekaletnamenin kötüye kullanıldığını ileri sürerek, tapu iptali-tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, noterde resmi şekilde düzenlenen vekaletnamenin sahteliği sabit oluncaya kadar geçerliliğini sürdüreceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, vekaletnamenin hile ile alındığı ve kötüye kullanıldığı iddiasına dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, noterde resmi şekilde düzenlenen vekaletnamenin sahteliği sabit oluncaya kadar geçerliliğini sürdüreceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Gerçekten de, mahkemenin hükme esas aldığı gerekçe doğrudur. Ne varki, vekaletin hile ile alındığı iddiasının yanında vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına da yer verildiği halde mahkemece bu konuda hükme elverişli bir araştırma ve incelemenin yapıldığı söylenemez.
Bilindiği üzere, Borçlar Kanunu"nun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanunu"nda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olayda, yukarıdaki ilkelere uygun bir soruşturma yapılmış değildir.
Hal böyle olunca, değinilen ilkeler çerçevesinde tarafların tüm delillerinin toplanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir.
Davacının, temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.