Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın kayden maliki olduğu 3 parça taşınmazı kardeşi davalı A. verdiği vekaletname ile satış suretiyle A. Ö.a, onun da diğer davalıya temlik ettiğini, murisin tasarruf ehliyetinin olmadığını, satış bedelinin ödenmediğini, mal kaçırmanın amaçlandığını ileri sürü, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, iddiaların doğru olmadığını belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmazların davalılara temlikin muvazaalı olduğu, vekalet tarihinde murisin fiil ehliyetine haiz bulunduğu, 150 parsel maliki davalı S.’nin iyiniyetli 3. kişi olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davacı, dahili davacılar ve davalı A.tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; miras bırakanın 24.04.2002 tarihinde verdiği vekaletname kullanılarak kardeşi davalı A.07.05.2002 tarihli akitle çekişme konusu 139, 147 ve 150 parsel sayılı taşınmazları satış suretiyle oğlu A. Ö.a, onun da, 23.09.2002 tarihli akitle 150 parseli davalı S.’ye, 28.08.2003 tarihli akitle 139 ve 147 parselleri babası davalı A.’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece, çekişme konusu 139 ve 147 parsel sayılı taşınmazların davalı A. temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu belirlenerek anılan davalı yönünden davanın kabul edilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalı A.temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davacı ve dahili davacıların temyiz itirazlarına gelince; bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun
kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke, M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olayda, dosya kapsamı, tanık beyanları ve davalı A.’in ifadeleri ile 150 parsel sayılı taşınmazın kayıt maliki olan davalı S.’nin ilk kayıt maliki murisin torunu olan Arman’ın arkadaşı olduğu görülmektedir. O halde, yukarıda açıklanan ilkeler ve belirlenen olgular doğrultusunda, davalı S.nin T.M.K."nun 1024.maddesi gereğince muvazaayı bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda olduğu, aynı yasanın 1023.maddesinin korumasından yararlanamayacağı kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca; davanın davalı S.yönünden de kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacı ve dahili davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle,HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.