Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2019/732
Karar No: 2020/8
Karar Tarihi: 14.01.2020

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2019/732 Esas 2020/8 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2019/732 E.  ,  2020/8 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ : Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi


    1. Taraflar arasındaki “temerrüt nedeniyle tahliye” isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince istinaf dilekçesinin süre aşımından reddine ilişkin karar borçlu tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Özel Daire bozma kararına direnilmiştir.
    2. Direnme kararı borçlu tarafından temyiz edilmiştir.
    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

    I. İNCELEME SÜRECİ
    Alacaklı İstemi:
    4. Alacaklı vekili 15.06.2017 tarihli istem dilekçesinde; Bilecik İcra Dairesinin 2016/9415 E. sayılı dosyasında 2016 yılı Haziran ve Ekim ayları arasındaki 5 aylık kira alacağı için, Bilecik İcra Dairesinin 2017/2383 E. sayılı dosyasında ise 2016 yılı Kasım ve Aralık ayları ile 2017 yılının Ocak ve Nisan arasındaki 6 aylık kira alacakları için borçlu aleyhine icra takibi başlatmalarına rağmen kira bedellerinin ödenmediğini belirterek borçlunun taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
    Borçlu Cevabı:
    5. Borçlu 11.10.2017 tarihli duruşmadaki beyanında; Bilecik Sulh Hukuk Mahkemesinin 2017/748 E. sayılı dosyasında uyarlama davasını açtığını, bu dosyanın sonucunun beklenmesini gerektiğini savunarak istemin reddine karar verilmesini istemiştir.
    İlk Derece Mahkemesi Kararı:
    6. Bilecik İcra (Hukuk) Mahkemesinin 01.11.2017 tarihli ve 2017/48 E., 2017/51 K. sayılı kararı ile; Bilecik İcra Dairesinin 2016/9415 E. sayılı takip dosyasında icra takibinin kesinleşmiş olduğu ve ihtar süresinin bitim tarihinden itibaren 6 aylık yasal süresi içerisinde tahliye davasının açılmamış olduğu gerekçesiyle Bilecik İcra Dairesinin 2016/9415 E. sayılı icra takip dosyasına ilişkin tahliye talebinin reddine, Bilecik İcra Dairesinin 2017/2383 E. sayılı dosyası yönünden ise; borçlunun yasal süresi içerisinde borca itiraz etmediği, kira akdine bir itirazının bulunmadığı, 30 günlük yasal süresi içerisinde icra takibine konu edilen tutarda ödemede bulunmadığı ve davanın 6 aylık yasal süresi içerisinde açılmış olduğu gerekçesiyle davacının (alacaklının) Bilecik İcra Dairesinin 2017/2383 E. sayılı icra takip dosyasına dayanak talebinin kabulü ile borçlunun Bilecik ili Merkez ilçesi Cumhuriyet Mahallesi Cumhuriyet Caddesinde kain Konak isimli işyeri nitelikli mecurdan İcra ve İflas Kanunu"nun 269/a maddesi gereğince tahliyesine, mecurun boş olarak davacıya iadesine karar verilmiştir
    Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
    7. Borçlu tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
    8. İstinaf talebi üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince 08.02.2018 tarihli ve 2018/236 E., 2018/274 K. sayılı kararı ile; İİK"nın 363. maddesi gereğince gerekçeli kararın tefhim veya tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde istinaf sebeplerini belirtir dilekçenin sunulması gerektiği, 01.11.2017 tarihinde borçlunun yüzüne karşı verilen kararda yasa yoluna başvuru süresinin de tefhimine rağmen İİK"nın 363. maddesindeki düzenlemeye aykırı olarak 10 günlük istinaf başvuru süresi geçtikten sonra 28.12.2017 tarihinde istinaf dilekçesi verildiği gerekçesiyle borçlunun istinaf dilekçesinin İİK"nın 363 ve 365. maddeleri gereğince süre aşımından reddine karar verilmiştir.
    Özel Daire Bozma Kararı:
    9. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu temyiz isteminde bulunmuştur.
    10. Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 06.12.2018 tarihli ve 2018/10923 E., 2018/19861 K. sayılı kararı ile;
    "...Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2. maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar.
    2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu"nun 363 ve 364. maddelerinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının "hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal" olarak anlaşılması zorunludur.
    Bu açıklamalar doğrultusunda 10.03.2016 tarihinde hükmün tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilememesi nedeniyle, istinaf süresinin tebliğden itibaren başladığının kabulünün gerektiği, somut olayda; gerekçeli kararın davalı tarafa 18.12.2017 tarihinde tebliğ edildiği, davalının 28.12.2017 tarihinde kararı istinaf ettiği, bölge adliye mahkemesince, 10 günlük istinaf başvuru süresi geçtikten sonra istinaf dilekçesi verildiğinden bahisle istinaf başvurusunun süreden reddine karar verildiği, davalının bölge adliye mahkemesinin iş bu kararını süresi içerisinde 16.04.2018 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmıştır.
    Davalı tarafça karara karşı, kararın tebliğinden itibaren 10 günlük yasal süre içerisinde istinaf yoluna başvurulduğu açıktır. Bu durumda; Bölge Adliye Mahkemesinin karara karşı süresinde istinaf yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle başvurunun usulden reddine ilişkin kararı doğru değildir. Belirtilen sebeple; davalının istinaf başvurusunun süresinde kabul edilip, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken süre aşımı nedeni ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı bozularak ortadan kaldırılması gerekmiştir..." gerekçesi ile karar bozulmuştur.
    Direnme Kararı:
    11. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 01.04.2019 tarihli ve 2019/216 E., 2019/671 K. sayılı kararı ile; İİK"nın 363. maddesi gereğince kararın yüze karşı verilmesi hâlinde istinaf süresinin tefhimden itibaren başlamasının gerektiği, mahkeme kararında tebliğinden itibaren istinaf süresinin başlayacağı yönündeki açıklamanın yasa hükmüne aykırı olduğu, hâkim tarafından yasada belirtilen sürelerin değiştirilmesi ve uzatılmasının mümkün olmadığı, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine verdiği kararların "bireysel nitelikte" olup münferit olaylara ilişkin olduğu, bu hâliyle her olayda uygulanacak mutlak kural niteliği taşımadığı, Hukuk Genel Kurulunun 2017/23-857 E. ve 2017/1010 K. sayılı kararının da bu yönde olduğu, istinaf incelemesine konu karar, kısa karar ile açıklanan tahliyeye ilişkin olduğundan, kararın 14.11.2017 tarihinde kesinleştiği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
    12. Direnme kararı süresi içinde borçlu tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; borçlunun ilk derece mahkemesi kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurusunun süresinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

    III. ÖN SORUN
    14. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasına girilmeden önce ilk derece mahkemesinin kısa kararının borçluya 01.11.2017 tarihinde tefhim edilip, gerekçeli kararının 18.12.2017 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, borçlunun 28.12.2017 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurduğu gözetildiğinde, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)"nun 365. maddesinin son fıkrası karşısında direnme kararının temyizi kabil olup olmadığı ön sorun olarak tartışılmıştır.
    15. 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun"a paralel olarak, İİK"nın temyiz ve karar düzeltmeye ilişkin hükümlerinde değişiklik yaparak istinaf ve temyiz ile ilgili hükümleri yeniden düzenleyen 18.03.2005 tarihli ve 5311 sayılı Kanun ile İİK"ya eklenen geçici 7. maddeye göre, 5311 sayılı Kanun hükümleri Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra verilen kararlar hakkında uygulanır.
    16. İcra mahkemelerinin hukuka ilişkin kararlarına karşı kanun yolları 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK"nın 363, 364, 365 ve 366. maddelerinde özel hükümlerle düzenlenmiştir. Söz konusu yasal düzenlemeler uyarınca 20.07.2016 tarihinden itibaren verilen icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf ve temyiz kanun yolları öngörülmüş olup, karar düzeltme yolu ortadan kaldırılmıştır.
    17. İİK"nın 5311 sayılı Kanun ile değişik 363. maddesi, maddenin değişiklik öncesi hâlinin aksine icra mahkemesinin hangi kararlarına karşı istinaf yolunun kapalı olduğunu düzenlemiştir. Bu düzenlemeye göre 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK"nın 363. maddesinde gösterilmeyen icra mahkemesi kararlarına karşı istinaf yolu açıktır. İİK"nın 363. maddesinin 1. fıkrasına göre istinaf yoluna başvuru süresi tefhim veya tebliğden itibaren 10 gündür.
    18. İcra mahkemesi kararları aleyhine işlemleri uzatmak gibi kötüniyetle istinaf yoluna başvurulduğu anlaşılır ise İİK"nın 363. maddesinin 2. fıkrası göndermesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu(HMK)"nun 351. maddesi uygulanır. Bu hüküm, anılan maddenin 3. fıkrası uyarınca istinaf yolu kapalı olan karara, başka bir anlatım ile kesin karara karşı istinaf yoluna başvuranlar içinde uygulanmaktadır. Benzer şekilde İİK"nın 366. maddesinin 1. fıkrasının göndermesi ile HMK"nın 368. maddesi gereğince temyiz yolu kapalı olan Bölge Adliye Mahkemesi kararlarına karşı kötüniyetle temyiz yoluna başvurulması hâlinde Yargıtayca HMK"nın 329. maddesi hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
    19. İstinaf dilekçesinin reddi başlıklı İİK"nın 365. maddesinin 1. fıkrasında "İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir” düzenlemesine, son fıkrasında ise “Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar” hükmüne yer verilmiştir.
    20. İİK"nın 366. maddesinin 1. fıkrasına göre istinaf ve temyiz incelemeleri HMK"na göre yapılır. Bu yasal düzenleme uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi HMK"nın 352. maddesine göre yapacağı ön inceleme sonucunda İİK"nın 365. maddesinin 1. fıkrasında yazılı hususlardan olan istinaf yoluna başvurunun yasal süre geçtikten sonra yapıldığını tespit eder ise başvurunun süreden reddine kesin olarak karar verir. Başvurunun usulden reddi kararı usule ilişkin nihai karar niteliğindedir. HMK"da başvurunun reddi kararına karşı kanun yoluna başvurulamayacağı konusunda açık bir hüküm yoktur. Ancak İİK"nın 365. maddesinin son fıkrası "Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar” hükmü ile bu yönde verilen kararlara karşı temyiz kanun yolunu kapatmıştır. Şu hâle göre istinaf kanun yolu başvurusunun süresinde olup olmadığı Bölge Adliye Mahkemesince kesin olarak karara bağlanacağı açık ve yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde düzenlenmiştir. Bu nedenle Bölge Adliye Mahkemesinin bu yönde verdiği kararları İİK"nın 364. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Yargıtay"ın ilgili dairesince herhangi bir gerekçeye dayanarak temyiz incelemesine konu yapılamaz.
    21. Mahkeme kararının şekli anlamda kesin hüküm olabilmesi için o karara karşı olağan kanun yolunun bulunmaması veya açık olan kanun yollarının tüketilmesi gerekir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.04.2003 tarihli ve 2003/20-266 E., 2003/285 K. sayılı kararında "...Bir son karar, şekli anlamda kesinleşince, yanların o davada izledikleri amaç gerçekleşmiş olur..." görüşüne yer verilmiştir. Şekli anlamda kesin hükmün amacı bir davanın sona ermesine hizmet etmektir. Hükmün şekli anlamda kesinliği olağan kanun yolu süresinin geçirilmesi üzerine eski hâle getirme talebinde bulunması ve bu talebin yerinde görülmesi ile sona erer. Maddi anlamda kesinlik ise yargısal kararlara kanun tarafından tanınan gerçeklik niteliğidir. Bu niteliğinden dolayı aynı taraflar arasında aynı dava sebebine dayanarak aynı dava konusu hakkında yeni bir dava açılamaz; açılırsa bu dava dinlenmez (Arslan, R./ Yılmaz, E./Ayvaz, S.T./ Hanağası, E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2019, s. 688). Böylece kesin hükme bağlanması bir davanın açılması suretiyle taraflar arasındaki uyuşmazlığın sona erdirilerek hukuki istikrar ile yargı kararlarına güven sağlanır. Maddi anlamda kesin hükmün, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(HUMK)"nun 445 ve devamında düzenlenen yargılamanın iadesi davası ya da değişiklik davası yoluyla kaldırılmadıkça mahkemeler, yasama ile yürütme organları ve idare yönünden bağlayıcı nitelikte olduğu tartışmasızdır. Bir kanun yolu denetiminden geçmeden kesinleşen karara karşı HMK"nın 363. maddesi uyarınca kanun yararına temyize başvurulabilir. Kanun yararına temyiz sonucunda yürürlükteki açık hukuk kurallarına aykırı olarak verilip kesinleşmek suretiyle hukuka ve yargıya güveni sarsan kararların bozulması sağlanmakta ancak verilen kararın hukuki sonuçları ortadan kaldırılmamaktadır.
    22. İcra mahkemesinin takip hukukuna ilişkin kararları (özellikle itirazın kaldırılması talebi ile şikâyetin kabul veya reddine ilişkin kararları) kural olarak maddi anlamda değil sadece takip hukuku bakımından kesin hüküm teşkil ederler. Çünkü icra mahkemesi itirazın kaldırılması kararını diğer mahkemeler gibi HMK"da öngörülen her türlü delille değil, İİK"da düzenlenen belirli güçlü delillere dayalı olarak o takip bakımından bir karar vermektedir. Ancak aynı konuda verilmiş icra mahkemesi kararlarından bir önceki karar, bir sonraki karar karşısında kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğurur (Kuru, B.: İcra ve İflas Hukuku, Ankara 2013, s. 79). Maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyen icra mahkemesi kararları aleyhine yargılamanın iadesi veya kanun yararına temyiz yoluna başvurulamaz. İcra mahkemesi kararının tarafları genel mahkemeler önünde aynı alacak için yeniden dava açabilirler. İcra mahkemesi kararları ilgili olduğu icra takibi bakımından kesin hüküm oluşturduğu ve takibin devamı için gerekli olduğu göz önüne alındığında şekli anlamda kesinleşen karara karşı temyiz kanun yolunun açılması alacaklının alacağına kavuşmasını geciktireceği için hak arama özgürlüğünü zedeleyecektir.
    23. HMK"nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilke olup 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir. Usul ekonomisi ilkesi yasalarda belirlenen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler. Bu bağlamda, basitlik, hızlılık ve ucuzluk usul ekonomisini oluşturan unsurlar olarak ortaya çıkar. Usul ekonomisinin bir unsuru olan hızlılık, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde, “makul sürede yargılanma hakkı” olarak karşımıza çıkmaktadır. İcra takiplerinin en kısa sürede basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması da usul ekonomisinin bir gereğidir. İcra mahkemesinin itirazın kaldırılması istemlerini, icra takibinin gerektirdiği hızı dikkate alarak icra ve iflas hukukunda düzenlenen güçlü delillere dayalı olarak incelenip karara bağlanması usul ekonomisi ilkesinin, bu ilke de adil yargılanmanın bir gereğidir.
    24. İcra ve iflas hukuku, cebri icra takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. İcra ve iflas hukukunun temel amacı takip yapan ve takibe katılan alacaklının takip sonucunda alacaklarına kavuşmasını sağlamak için takip borçlusunun veya üçüncü kişilerin çıkarabileceği engelleri ortadan kaldırmak, bu amaca karşılık ve onunla birlikte borçlu olduğu iddia edilerek takip edilen kişinin yani takip borçlusunun kötü niyetle yapılmış hukuka aykırı bir takibe karşı kendini korumasını sağlayacak hukuki çareleri bulmaktır. Bu amaçla düzenlenen hükümler arasında İİK"nın 33, 66, 68/3, 69/2, 71 ve 72. vs. maddeler gösterilebilir (Umar, B.: İcra ve İflas Hukukunun Tarihi Gelişmesi ve Genel Teorisi, İzmir 1973, s. 40).
    25. Somut olayda Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf dilekçesinin süre aşımından reddi kararı usule ilişkin nihai karar olup, İİK"nın 365. maddesinin son fıkrası uyarınca bu karar tarihinde itirazın kaldırılması ve tahliye kararına ilişkin icra mahkemesi kararı ile birlikte Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf isteminin süre aşımından reddine ilişkin kararı şekli anlamda kesin hüküm niteliğindedir. Anılan Kanun hükmü icra mahkemesi kararının istinaf aşamasında sona ermesini amaçlamaktadır. Kesin olarak verilen karara karşı kötü niyetle temyiz yoluna başvuran aleyhinde disiplin para cezası hükmedileceği hükmü adli teşkilatın kötü niyetle meşgul edilmesini önlemek amacı ile usul ekonomisi göz önünde tutularak düzenlenmiştir.
    26. Diğer taraftan Anayasa"nın 36. maddesinin 1. fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir. Somut olayda istinaf kanun yolu açık olup, borçlunun mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmemiştir. Ayrıca icra mahkemesinin itirazın kaldırılmasına ilişkin kararı maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, borçlunun genel mahkemelerde İİK"nın 72. maddesine göre menfi tespit davası açarak takibi durdurma hakkı bulunduğundan bu bağlamda da mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez.
    27. Sonuç olarak temyiz kanun yolu kapalı olan bir kararın temyizi üzerine Özel Dairece denetlemesi ve bozulması, hukuk devletinin bir ilkesi olan hukuki güvenlik ilkesi ve usul ekonomisi ilkesine aykırıdır.
    28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Bölge Adliye Mahkemesinin kararın kesin olduğunu belirtmesine rağmen kararda temyiz yolunun açık olduğunun belirtildiği, kanun yolu için öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanmaması ya da yanlış hesaplanmaması gerektiği, aksi durumun mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkının ihlali olduğu, öngörülen sürenin kesin olması için tefhimin yasaya uygun olması gerektiği, tefhim yasaya uygun olmadığı için tefhime göre kanun yolu süresinin başlangıcından söz edilemeyeceği, kanun yolu süresinin tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerektiği, mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkının kamu düzeninden olduğu, bu ilkelerin kanun yolu olan istinaf veya temyizde re"sen dikkate alınması gerektiği, Bölge Adliye Mahkemesi direnme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
    29. Şu hâle göre ortada usulüne uygun bir Özel Daire bozma kararı ile direnme kararı bulunduğundan söz edilemez. Dolayısıyla her iki kararın ortadan kaldırılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
    30. Hâl böyle olunca, İİK"nın 365. maddesinin son fıkrasına göre Bölge Adliye Mahkemesinin kesin nitelikte olan kararı gereğince borçlu tarafından süresinde istinaf yoluna başvurulmaması nedeniyle icra mahkemesince verilen ilk karar kesinleştiğinden Özel Daire bozma kararı ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen direnme kararının ortadan kaldırılmasına, İİK"nın 364. maddesi ile 6100 sayılı HMK"nın 366. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken HMK"nın 352. maddesi gereğince borçlunun 16.04.2018 kayıt tarihli temyiz başvuru talebinin reddine karar vermek gerekmiştir.

    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1-Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 06.12.2018 tarihli ve 2018/10923 E., 2018/19861 K. sayılı bozma kararı ile bu karara karşı verilen Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 01.04.2019 tarihli ve 2019/216 E., 2019/671 K. sayılı direnme kararı usulüne uygun olmadığından ORTADAN KALDIRILMASINA,
    2- İİK"nın 365. maddesinin son fıkrasına göre kesin nitelikte olan Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesinin 08.02.2018 tarihli ve 2018/236 E., 2018/274 K. sayılı kararına yönelik borçlunun 16.04.2018 kayıt tarihli temyiz başvuru talebinin İİK"nın 364. maddesi ve 6100 sayılı HMK"nın 366. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken HMK"nın 352. maddesi gereğince REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,14.01.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.





    KARŞI OY

    1. Temel uyuşmazlık temerrüt nedeniyle kiralanın tahliyesi istemine ilişkin İcra Mahkemesinin kabul kararına karşı istinaf kanun yoluna başvurunun süresinde olup olmadığı, buna göre ön sorun olarak “ilk derece mahkemesinin kısa kararının borçluya 01.11.2017 tarihinde tefhim edilip, gerekçeli kararının 18.12.2017 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, borçlunun 28.12.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurduğu gözetildiğinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu"nun 365. maddesinin son fıkrası karşısında direnme kararının temyizi kabil olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
    2.1. İlk derece Mahkemesinin kabul kararı sonrası Bölge Adliye Mahkemesi “İİK"nın 363. maddesi gereğince gerekçeli kararın tefhim veya tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde istinaf sebeplerini belirtir dilekçenin sunulması gerektiği, 01.11.2017 tarihinde borçlunun yüzüne karşı verilen kararda yasa yoluna başvuru süresinin de tefhimine rağmen İİK"nın 363. maddesindeki düzenlemeye aykırı olarak 10 günlük istinaf başvuru süresi geçtikten sonra 28.12.2017 tarihinde istinaf dilekçesi verildiği gerekçesiyle borçlunun istinaf dilekçesinin İİK"nın 363 ve 365. maddeleri gereğince süre aşımından reddine (temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile) karar verilmiştir.
    2.2. Kararın temyizi üzerine Özel Daire “Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321. maddesinin 2. fıkrasına göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu"nun 363 ve 364. maddelerinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının "hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hâl" olarak anlaşılması zorunludur.
    Bu açıklamalar doğrultusunda 10.03.2016 (01.11.2017) tarihinde hükmün tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilememesi nedeniyle, istinaf süresinin tebliğden itibaren başladığının kabulünün gerektiği, somut olayda; gerekçeli kararın davalı tarafa 18.12.2017 tarihinde tebliğ edildiği, davalının 28.12.2017 tarihinde kararı istinaf ettiği, bölge adliye mahkemesince 10 günlük istinaf başvuru süresi geçtikten sonra istinaf dilekçesi verildiğinden bahisle istinaf başvurusunun süreden reddine karar verildiği, davalının bölge adliye mahkemesinin iş bu kararını süresi içerisinde 16.04.2018 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmıştır. Davalı tarafça karara karşı, kararın tebliğinden itibaren 10 günlük yasal süre içerisinde istinaf yoluna başvurulduğu açıktır. Bu durumda; Bölge Adliye Mahkemesinin karara karşı süresinde istinaf yoluna başvurulmadığı gerekçesiyle başvurunun usulden reddine ilişkin kararı doğru değildir. Belirtilen sebeple; davalının istinaf başvurusunun süresinde kabul edilip, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken süre aşımı nedeni ile davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı bozularak ortadan kaldırılması gerekmiştir.” gerekçesi ile Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
    2.3. Bölge Adliye Mahkemesince “İİK"nın 363. maddesi gereğince kararın yüze karşı verilmesi hâlinde istinaf süresinin tefhimden itibaren başlamasının gerektiği, mahkeme kararında tebliğinden itibaren istinaf süresinin başlayacağı yönündeki açıklamanın yasa hükmüne aykırı olduğu, hâkim tarafından yasada belirtilen sürelerin değiştirilmesi ve uzatılmasının mümkün olmadığı, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru üzerine verdiği kararların "bireysel nitelikte" olup münferit olaylara ilişkin olduğu, bu hâliyle her olayda uygulanacak mutlak kural niteliği taşımadığı (Hukuk Genel Kurulunun 2017/23-857 Esas ve 2017/1010 Kararı), bu durumda Bilecik İcra Hukuk Mahkemesinin istinaf incelemesine konu kararının (istinafa getirilen uyuşmazlık kısa karar ile açıklanan tahliyeye ilişkin olduğundan) 14.11.2017 tarihinde kesinleştiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    3. Direnme kararının temyizi üzerine çoğunluk görüşü ile ön sorun kabul edilerek, ilk derece mahkemesi kararının 01.11.2017 tarihinde tefhim edildiği, buna göre istinaf kanun yoluna başvurunun süresinde yapılmadığı; Bölge Adliye Mahkemesinin ilk derece mahkemesinin kısa kararının borçluya 01.11.2017 tarihinde tefhim edilip, gerekçeli kararının 18.12.2017 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine, borçlunun 28.12.2017 tarihinde istinaf yoluna başvurduğu gözetildiğinde 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu"nun 365. maddesinin son fıkrası karşısında tefhime göre kanun yolu süresinin geçtiğine ilişkin kararının kesin olduğu, temyize tabi olmadığı gerekçesi ile Özel Dairenin ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kaldırılarak, temyiz isteminin reddine karar verilmiştir.
    4. Çoğunluk görüşüne, aşağıda belirtilen yasal düzenlemeler ile mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkına ilişkin emsal içtihatlar uyarınca iştirak edilmemiştir.
    4.1. Yasal düzenlemeler;
    Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”. 40/2 maddesinde ise “Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu” belirtilmiştir. Kısaca bu hükümlerin adil yargılanma kapsamında mahkemeye erişim hakkına ilişkin olduğu açıktır.
    Mahkemeye erişim hakkının yansıması olarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 27. Maddesinde hukuki dinlenilme hakkı ilke olarak kabul edilmiştir. Maddeye göre “Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. Bu hak;
    a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
    b) Açıklama ve ispat hakkını,
    c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerir.
    İİK. 363/1 maddesinde, “İstinaf yoluna başvuru süresinin tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren on gün olduğu” belirtilmiştir. Aynı Kanunun 366/1 maddesine göre “İstinaf ve temyiz incelemeleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre yapılır”. Kanunun 365/1 maddesi uyarınca ise “İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir”. Aynı maddenin son fıkrasında da “Bölge adliye mahkemesinin, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlayacağı” hükme bağlanmıştır”.
    6100 sayılı HMK.’nın 321/2 maddesinde ise tefhimin ne şekilde olacağı belirtilmiştir. Maddeye göre “Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir”. Hükmün kapsamı ve özellikle sonuç kısmının neler içereceği aynı Kanunun 297/2 maddesinde belirtilmiştir. Anılan kurala göre “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir”. HMK 321.maddesinde belirtilen şekilde hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilemediği hâllerde gerekçeli kararın mutlaka taraflara tebliğ edilmesi gereklidir. Maddedeki “tefhim” kavramının "hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal" olarak anlaşılması zorunludur. Bu nedenle, yukarıda açıklanan nitelikte bir tefhim varsa kanun yolu süresi tefhim tarihinden itibaren, aksi hâlde gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlayacaktır. Usul hukukunda yer almamakla birlikte uygulamada, tefhimden sonra temyiz süre tutum dilekçesi veya kararın tebliğinden sonra gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararın temyiz edildiği hâllerde, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanılması mümkün olduğundan, gerekçeli kararın bu hallerde de taraflara tebliği gerekir. Nitekim Anayasa Mahkemesi de bu yükümlülükleri yerine getirilmeden kararın kesinleştirilmesini hak ihlali olarak kabul etmiştir. (Anayasa Mahkemesi, 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru).
    6100 sayılı HMK."nın 355/1 maddesi uyarınca “İnceleme, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, bölge adliye mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu resen gözetir”. Aynı kanunun temyize ilişkin 369/1 maddesine göre ise “Yargıtay, tarafların ileri sürdükleri temyiz sebepleriyle bağlı olmayıp, kanunun açık hükmüne aykırı gördüğü diğer hususları da inceleyebilir”. Bu düzenlemeler nedeni ile kamu düzenini ilgilendiren durumlar ile kanuna açıkça aykırılıklar var ise resen bakılacaktır.
    4.2. İçtihatlar kapsamında mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkı:
    4.2.1. Anayasa Mahkemesi:
    Alper Aldemir Kararı, B. No: 2014/4987, 09.06.2016:
    Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı ve davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Anılan maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde Anayasa"nın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013). Bu bağlamda Anayasa"nın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır. Bunun yanında Anayasa" da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"nin (Sözleşme) 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 22).
    Sözleşme"nin 6. maddesi mahkemeye başvurma hakkını açıkça düzenlenmemekle beraber Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, mahkemeye başvurma hakkının hukukun temel prensibi olduğu, mahkemeye başvurma hakkı olmaksızın hakkaniyete uygun, aleni bir yargılamadan söz edilemeyeceği ve adil yargılanma hakkının içerdiği güvencelerden yararlanmanın olanaksız hâle geleceği kabul edilmektedir (Golder/Birleşik Krallık, B. No. 4451/70, 21/2/1975, § 35).
    Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
    Mahkemeye erişim hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkanı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir (Ali Atlı, B. No: 2013/500, 20/3/2014, § 49).
    AİHM, mahkemeye etkili erişim hakkını "hukukun üstünlüğü" ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlal edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa (k.k), B. No: 51307/99, 23/1/2003).
    Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri hukuk devletinin ön koşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermeyi ifade etmektedir (AYM, E.2013/64, K.2013/142, 28/11/2013).
    Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlamaların hakkın özünü zedeleyecek şekilde hakkı kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38).
    Dava açma hakkı bir takım sınırlamalara tabi tutulabileceği gibi bu hakkın kullanımı da belli kurallara bağlanabilir. Bununla birlikte bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Edifzcaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No:28028/95, 19/2/1998, § 34; Rodriguez Valin/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
    Dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler, dava açma ya da kanun yollarına başvurma hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40)”.
    4.2.2. Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı:
    05.02.2019 gün ve 2017/4-1427 E, 2019/77 K. sayılı kararı:
    “Hukuki dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermeleri gereklidir.
    Hukuki dinlenilme hakkı olarak maddede ifade edilen ve uluslararası metinlerde de yer bulan bu hak, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
    Bu hak, yargılamanın tarafları dışında, müdahiller ve yargılama konusu ile ilgili olanları da kapsamına almaktadır. Ancak, her yargılama süjesi kendi hakkıyla bağlantılı ve orantılı olarak bu hakka sahiptir. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
    Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
    Kanunda da açıkça belirtildiği gibi, hukuki dinlenilme hakkının temel üç unsuru bulunmaktadır (6100 sayılı HMK madde 27/2).
    Bunlardan ilki “Bilgilenme Hakkı”dır.
    Buna göre, hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçekten sağlanmaya çalışılmalıdır. Özellikle tebligat kurallarının uygulanmasında özen gösterilmelidir. Usulüne uygun tebligat yapılmadan, davetiye çıkarılmadan, tefhimi mümkünse tefhim gerçekleşmeden yapılan işlemler taraflar bakımından sonuç doğurmaz. Taraflardan gizli yargılama yapılamayacağı için yargılamaya dâhil olan her işlem bakımından taraflar, dosyanın korunması ve yargılamanın sağlıklı yürütülmesi dışında bir sınırlamaya tabi olmadan tam olarak bilgilenme hakkını kullanabilirler. Bu sınırlamalar da bilgilenme hakkını ortadan kaldırıcı nitelikte olmayıp sadece kullanılmasını yargılamanın sağlıklı işlemesi için belirli kurallara bağlamak şeklinde olabilir. Tarafların bilgisine açık olmayan hiçbir husus hükme esas alınamaz.
    Hukuki dinlenilme hakkının ikinci unsuru “Açıklama ve İspat Hakkı”dır.
    Taraflar yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Buna göre de, hak sahibinin bilgilendiği hususlarda açıklama hakkı tam olmalıdır. Açıklama hakkı kapsamına, yargılamanın temelini oluşturan vakıalar, bunların ispatına ilişkin faaliyet ve hukuki sebepler girmektedir. Bununla birlikte, açıklama hakkı sınırsız bir içini dökme hakkı değildir. Bu konuda hakkın özünü zedelemeyen, yargılamanın sağlıklı işlemesine yönelik sınırlamalar getirilebilir. Ancak, hakkı anlamsız kılacak sınırlamalar kabul edilemez. Bu çerçevede örneğin, makul kabul edilebilecek, iddia ve savunmayı genişletme yasağı ile delil gösterilmesi konusunda getirilen sınırlamalar hukuki dinlenilme hakkına aykırı sayılmaz. Burada, teksif ilkesi ve usul ekonomisi ortaya çıkacak, hukuki dinlenilme hakkı ihlâli sonucunu doğurmayan, teksif ilkesine ve usul ekonomisine uygun olan sınırlamalar kabul edilebilecektir. Açıklama hakkının ne şekilde kullanılacağını ise kural olarak ilgili yargılama usulü belirler. Açıklama hakkının kullanılması için ilgiliye gerekli ortam hazırlanmasına rağmen, kişi bu hakkı kullanıp kullanmamakta serbesttir, hakkını kullanmayarak haktan feragat edebilir.
    Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru “Dikkate Alınma Hakkı”dır.
    Tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesidir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (bkz. 6100 sayılı HMK’nın Hükümet Gerekçesi madde 32).
    Taraf açıklamalarını yargı organları, tam olarak dikkate alıp değerlendirmelidir. Ancak bu şekilde ilgililer gerçek anlamda yargılamayı etkileyen bir yargılama süjesi hâline gelmiş olur. Aksi hâlde bilgilenme ve açıklama hakkı anlamsız kalacaktır. Bu sebeple, dikkate alma ve değerlendirme, yargı organı için mutlak bir yükümlülüktür (Pekcanıtez, H., Atalay, O.; Özekes, M.; Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s. 272- 278).
    Hakkaniyete uygun bir yargılanmanın gerçekleşmesini sağlayacak en önemli ilke ise “silâhların eşitliği ilkesi”dir. Silâhların eşitliği ilkesi, yine AİHM’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle silâhların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Silâhların eşitliği ilkesi, AİHS’nin 6. maddesinin 1. bendinin ilk cümlesinde geçmektedir.
    Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
    Savunma hakkının yeterince kullanılamadığı bir yargılamanın doğru sonuçlar vermesi beklenemez. Adil yargılamayı gerçekleştirmeye yönelik her hukuk kuralı savunma hakkının varlığına işaret edecektir. Hak arama özgürlüğü ve bunun somut unsurlarından biri olan savunmanın yapılabilmesinin ilk koşulu ise tebligattır. Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapılabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir (Gültekin, M.R.; s. 17 vd.).
    Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenmesi, başka kimsenin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar, yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukuki dinlenilme hakkı, doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
    Hukuki dinlenilme hakkı yargılamanın süjesi olan herkese aittir. Dava sonunda hukuki durumu etkilenecek olan kişilere, yargılamadaki durumlarına uygun şekilde bu hak tanınacaktır. Tanık ve bilirkişilerin kendileri ile ilgili bir sonuç doğması halleri dışında, hukuki dinlenilme hakları bulunmamaktadır. Davada taraflar, çekişmesiz yargı işlerinde ilgililer bu hakka sahip oldukları gibi, ferî müdahilin de kendi hakkıyla bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkı bulunmaktadır.
    Bu hak, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değil, tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukuki korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukuki uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.
    Hukuki dinlenilme hakkına aykırılık bir bozma sebebi olduğu gibi hakkın ihlalinin niteliğine göre yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi"ne başvurulabilir.
    Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 16.04.2014 tarihli ve 2013/10-1027 E., 2014/528 K. ile 27.01.2016 tarihli ve 2015/18-2560 E., 2016/96 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir”.
    5. Somut uyuşmazlık:
    Dosya içeriğine göre davacı-alacaklı kira bedellerinin ödenmemesi üzerine temerrüt nedeni ile kiralanandan tahliyesini talep ederek dava açmış, ilk derece İcra Mahkemesince 01.11.2017 tarihinde tefhim edilen karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Tefhim edilen kısa kararda da açıkça “gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 haftalık yasal süre içerisinde mahkememize ya da mahkememize gönderilmek üzere başka bir yer İcra Hukuk Mahkemesine verilecek dilekçe ile Bursa Bölge Adliyesi Mahkemesi nezdinde istinaf yasa yolunun açık olduğu” belirtilmiştir. Yukarda açıklandığı üzere icra mahkemesi kararlarında “istinaf ve temyiz incelemeleri, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa göre yapılacağından, tefhimin 6100 sayılı HMK.’nın 321/2 ve 297/2 maddelerine uygun yapılması gerekir. İcra mahkemesince 01.11.2017 tarihinde yapılan tefhimin usulüne uygun olmadığı, 6100 sayılı HMK.’nın 321 ve 297. maddelerindeki unsurları içermediği sabittir. Aslında bu husus ilk derece mahkemesinin de kabulündedir. Gerekçeli karar ise davalı borçluya 18.12.2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davalı borçlu 28.12.2017 tarihinde 10 günlük yasal süre içinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Ancak Bölge Adliye Mahkemesi, tefhim usulüne uygun olmadığı halde tefhime göre istinafın süresinde yapılmadığını belirterek, istinaf kanun yoluna başvurunun süre yönünden reddine karar vermiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, kararın kesin olduğunu belirtmesine rağmen, kararda davalıya temyiz yolunun açık olduğunu belirtmiştir.
    Kararın temyizi üzerine Özel Daire, ilk derece mahkemesinin de kabulünde olduğu gibi tefhim edilen kısa kararın 6100 sayılı HMK.’un 321/2 maddesindeki unsurları taşımaması nedeni ile kanun yolu istinafa başvurunun tebliğden başlayacağı, buna göre istinafın süresinde yapıldığı gerekçesi ile Bölge Adliye Mahkemesinin kararını bozmuş ve esası hakkında karar verilmek üzere dosyayı Bölge Adliye Mahkemesine göndermiştir.
    6. Sonuç: Yukarda açıklandığı üzere kanun yolu için öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanmaması ya da yanlış hesaplanmaması gerekir. Aksi durum, mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkının ihlalidir. İlk derece mahkemesinin kısa kararının tefhimi usule ve açıkça hukuka aykırı olarak yapılmıştır. Öngörülen sürenin kesin olması için, tefhimin yasaya uygun olması gerekir. Tefhim yasaya uygun olmadığı için tefhime göre kanun yolu süresinin başlangıcından söz edilemez. Tebliğin dikkate alınması ve tebliğ tarihinden itibaren başlaması gerekir. Mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkı kamu düzenindendir. Bu ilkelerin kanun yolu olan istinaf veya temyizde resen dikkate alınması gerekir. Özel Dairenin bozma kararı, mahkemeye erişim ve hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmesi nedeni ile isabetlidir. Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının bozulması gerekirken, bozmadan önce verilen ret kararının kesin olduğu gerekçesi ile Özel Dairenin bozma ve Bölge Adliye Mahkemesinin direnme kararının kaldırılması yönündeki sayın çoğunluk görüşüne iştirak edilmemiştir.











    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi