Abaküs Yazılım
4. Hukuk Dairesi
Esas No: 2020/448
Karar No: 2020/3285
Karar Tarihi: 08.10.2020

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2020/448 Esas 2020/3285 Karar Sayılı İlamı

4. Hukuk Dairesi         2020/448 E.  ,  2020/3285 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

    Davacılar ... ve diğerleri vekili Avukat ...tarafından, davalı ... Televizyon Radyo ve Reklamcılık ... AŞ aleyhine 16/05/2005 gününde verilen dilekçe ile taksirle ölüme neden olma eyleminden kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın maddi tazminat yönünden kısmen kabulüne, manevi tazminat yönünden karar verilmesine yer olmadığına dair verilen 15/11/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
    Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcının davacılara yükletilmesine, peşin alınan harcın bundan mahsubuna 08/10/2020 gününde oy çokluğuyla karar verildi.
    Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı, manevi tazminat ve cenaze gideri istemlerine ilişkindir.
    Davacılar vekili; davalıların sürücü, işleten ve zorunlu mali sorumluluk
    sigortacısı oldukları aracın, müvekkillerinin desteği...’a çarparak ölümüne sebebiyet verdiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 23.100 TL destekten yoksun kalma tazminatı (650 TL’si cenaze gideri), anne, baba ve kardeş davacılar için toplam 50.000 TL manevi tazminatın olayın meydana geldiği 14/08/2004 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.
    Davacılar vekili, 24/04/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile destekten yoksun kalma tazminatı taleplerini artırarak davacı ... için 81.809 TL’sına, davacı ... için 71.484 TL’sına yükseltmiştir.
    Davalılar vekilleri davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.
    İlk derece mahkemesi 28/05/2013 tarihli kararında, davanın kısmen kabulüyle davacı ... için 81.809 TL, davacı ... için 71.484 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 650 TL cenaze giderinin davalılardan tahsiline (davalı sigorta şirketi bakımından poliçe limitiyle sınırlı olarak), anne, baba ve kardeş için toplam 25.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte sigorta şirketi dışındaki davalılardan tahsiline karar vermiştir. Hükmün davalı ... Televizyon Radyo Reklamcılık ve ... A.Ş. tarafından temyizi üzerine Yargıtay .... Hukuk Dairesinin 05/11/2015 tarihli ve 2014/2234 esas, 2015/11685 karar sayılı ilamıyla; “… kaza sonucu davacıların desteği... vefat etmiştir. Kaza tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı TCK’nın 102/1. maddesine göre zamanaşımı süresi 5 yıldır. Davaya konu trafik kazası 14/08/2004 tarihinde meydana gelmiş, ıslah ise 24/04/2013 tarihinde yapılmıştır. Bu durumda ıslah edilen kısım için zamanaşımı süresi dolduğu hâlde mahkemece davalı ... Televizyon A.Ş. vekilinin bu yöne ilişkin zamanaşımı itirazının reddi doğru değildir.” gerekçesiyle de bozulmuştur.
    Bozmaya uyan mahkemece bu kez bozma doğrultusunda davanın kısmen kabulü ile 20.212,50 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan (davalı sigorta şirketi bakımından poliçe limitiyle sınırlı olarak) tahsiline karar verilmiş, davacılar vekilince karar temyiz edilmiştir.
    Bozma sonrası söz konusu davaların temyiz incelemesi görevi verildiğinden dosya Dairemize gelmiş, Dairemiz; kararın bozmaya uygun olmasına (usuli kazanılmış hak ilkesini gözeterek), delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görmediği temyiz itirazlarını reddederek hükmü onamıştır.
    Sayın çoğunluk ile hangi gerekçelerle aynı düşüncede olmadığımı aşağıda iki başlık altında izah edeceğim:
    A) Somut olayda zamanaşımı müessesesinin (özellikle ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı süresi öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğan olaylarda) doğru uygulanıp uygulanmadığı,
    B) Kanun hükmünün, davanın sonucunu etkileyecek nitelikte açık ve bariz bir şekilde hatalı uygulanması sonucu adil yargılanma hakkının ihlal edilmesi nedeniyle bir temel hak ve özgürlüğe mi yoksa usuli kazanılmış hakkın korunması ilkesine mi üstünlük tanınması gerektiği.
    A) Zamanaşımı İlkesinin Uygulanması Yönünden Değerlendirme
    Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle tazminat istemine ilişkin olduğundan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109. maddesi uygulama alanı bulacaktır. Anılan maddenin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
    “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.
    Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zaman aşımı süresi öngörmüş bulunursa bu süre, maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.”
    Uygulamada ve doktrinde benimsendiği üzere söz konusu düzenlemenin amacı, tazminat sorumluluğunu gerektiren ve aynı zamanda ceza kanunlarına göre suç teşkil eden bir eylemin farklı zamanaşımı sürelerine tabi olması engellenerek adalete ve hukuksal güvenliğe aykırı sonuçların önüne geçilmesi düşüncesidir (...; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 18. Baskı, ... 2015, s.834; ... M. ..., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 18. Baskı, ... 2014, s.493-494.). Haksız fiili gerçekleştiren failin daha ağır cezaî sorumluluğu devam ederken görece daha hafif olan hukukî sorumluluğunun sona ermesi tutarlı bir çözüm olmazdı (M. ... ... - M. ... ...; Borçlar Hukuku Genel Hükümler, cilt 2, 11. Baskı, ... 2014, s. 75; ... ..., Tazminat Hukuku, 4. Baskı, ... 2014, s. 779). Yargıtay HGK’nın 18/11/1981 tarihli ve 1979/4-231 esas, 1981/744 karar sayılı ilamında bu amaç şöyle ifade edilmiştir: “Bilindiği gibi, haksız eylemlerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız eylemin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan bir ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin mantık dışı olacağı kuşkusuzdur.”
    Yukarıda yer verilen düzenlemeden ve açıklamalardan anlaşılacağı üzere ceza (uzamış) zamanaşımının amacı, haksız fiil/suç mağdurunu korumaktır. Görüldüğü üzere, ceza zamanaşımının tazminat davalarında uygulama yeri bulabilmesinin en önemli şartı, suç teşkil eden eylemle ilgili ceza zamanaşımı süresinin tazminat alacağına ilişkin zamanaşımı süresinden daha uzun olmasıdır (.../..., cilt 2, s. 75; Eren, s. 836; ..., s. 495; ... ..., s. 790.). Dolayısıyla haksız fiil/suç mağduru bakımından 6098 ve 2918 sayılı Kanunlardaki 2 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerini kısaltacak şekilde bir yorum, kanunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz.
    O hâlde, sürelerin işlemeye başlayacağı tarihin belirlenmesi ikinci aşamayı oluşturmaktadır. Öğrenmeden kasıt, zararın ve tazminat sorumlusunun öğrenilmesidir. Öğrenebilecek durumda olmak zamanaşımının işlemeye başlaması için yeterli değildir. Zarar ve sorumludan hangisi daha sonra öğrenilirse zamanaşımı son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar.
    On yıldan fazla ceza zamanaşımı süresinin gündeme geldiği bir durumda, artık 2 ve 10 yıllık zamanaşımı süreleri devre dışı kalacaktır. Bu durumda, ceza zamanaşımı süresi 2 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin yerini alacak, 15 yıl içerisinde her zaman dava açılması mümkün olabilecektir.
    Ceza zamanaşımı süresi, 2 yıllık zamanaşımı süresinden uzun, 10 yıllık zamanaşımı süresinden kısa ise ceza zamanaşımı süresinin 10 yıllık süreye bir etkisi olmayacaktır. Burada da zarar gören, zarar ve sorumlu kişiyi ne zaman öğrenmiş olursa olsun ceza zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecek, ancak on yıllık süre dolmamışsa öğrenme tarihinden itibaren 2 yıl içinde dava açma hakkı korunacaktır. Örneğin, ceza zamanaşımının 5 yıl olduğu bir olayda, zarar gören, zarar ve tazminat sorumlusunu öğrenmesinden itibaren iki yıldan fazla bir süre geçmiş olsa bile, eğer olayın üzerinden 5 yıl geçmemişse tazminat davası
    açabilecektir. Bunan yanında aynı kişi, 5 yıllık ceza zamanaşımı dolduktan sonra dahi, zarar ve tazminat sorumlusunu öğrendikten itibaren iki yıl içinde ve fakat 10 yıllık mutlak zamanaşımı süresi sonuna kadar dava açma hakkına sahip olacaktır. Örneğin, ceza zamanaşımının sekiz yıl olduğu bir olayda, zarar gören, zarar ve sorumlu kişiyi yedi yıl sonra öğrenmişse iki yıl içinde, dokuz yıl sonra öğrenmişse bir yıl içinde tazminat davası açmak zorundadır.
    Sonuç olarak; TBK’nın 72. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi ile 2918 sayılı Kanun’un 109. maddesinin ikinci fıkrasının temel amacı gözden kaçırılmamalıdır. Bu amaç ise suç veya haksız eylemden zarar görenin menfaatini korumaktır. Bu itibarla, olay tarihinden itibaren işlemeye başlayan ceza zamanaşımı süresi dolmuş olsa dahi, anılan kurallar uyarınca, zarar görenin zararı ve tazminat sorumlusunu öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan iki yıllık ve herhalde haksız fiilin meydana geldiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak on yıllık zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açılabilir.
    Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu haksız eylem, 14/08/2004 tarihinde meydana gelmiştir. Eylem, taksirle ölüm suçunu oluşturduğundan 765 sayılı TCK’nın 102. maddesinin 1. fıkrasının (4) numaralı bendi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Somut olayımızda beş yıllık ceza zamanaşımı süresi, ancak zarar ve tazminat sorumlusunun öğrenilmesinden itibaren iki yıl içinde dava açılmasıyla ilgili kuralı beş yıla kadar uzatmaya yarayabilecektir. Hâlbuki mahkemece, destekten yoksun kalma nedeniyle davacıların haksız eylem nedeniyle oluşacak zararlarının belirlenmesi amacıyla 25/05/2012 havale tarihli rapor dosyaya sunulmuş, davacılar zararı ancak bu tarihte öğrenebilmişlerdir. Bu tarihten itibaren 2 yıllık zamanaşımı süresi dolmadan, 24/04/2013 tarihinde davacılar vekili ıslah dilekçesi vermiştir. Bu durumda, tazminat sorumlusunun ve özellikle de zararın öğrenildiği 25/05/2012 tarihinden itibaren iki yıl ve herhalde olayın meydana geldiği 14/08/2004 tarihinden itibaren de 10 yıllık zamanaşımı süreleri dolmadığından ıslah talebinin süresinde yapıldığının kabulünde zorunluluk vardır. Aksi takdirde haksız eylemin ayrıca suç teşkil etmesi, davacılar aleyhine sonuç doğuracaktır ki somut davada Yargıtay .... Hukuk Dairesinin bozma ilamıyla bu gerçekleşmiştir. Diğer bir anlatımla dava konusu eylem, konusu suç teşkil eden bir fiili oluşturmasa idi, davacıların ıslah dilekçesine konu tazminat istekleri zamanaşımına uğramayacaktı. Zarar göreni korumak amacıyla getirilmiş bir ilkeyi, zarar gören aleyhine yorumlamanın kabul edilebilir bir yanı yoktur.
    Islah edilen tazminatlar yönünden zamanaşımının dolduğuna ilişkin Yargıtay .... Hukuk Dairesinin bozma ilamındaki kabulü, davanın esasına etkili bir maddi hata veya değerlendirme hatası olup davacıların adil yargılanma haklarını ihlal eder niteliktedir. Bu kabul, Yargıtay HGK’nın, Yargıtay Dairelerinin ve Dairemizin istikrar bulmuş içtihatlarına da aykırıdır. Bu nedenle ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerektiği kanaatindeyim.
    B) Usuli Kazanılmış Hak İlkesi Yönünden Değerlendirme
    a) Usuli Kazanılmış Hak İlkesinin Bağlayıcılığı
    Bilindiği üzere bir davada, mahkemenin veya tarafların yaptıkları bir usul işlemi sebebiyle taraflardan biri lehine doğan ve göz önüne alınması zorunlu olan hakka, usuli kazanılmış hak denir. Bu müessesenin kanuni bir dayanağı bulunmayıp 1960’dan günümüze Yargıtay uygulamaları ile benimsenmiş ve akademik çalışmalarla da kabul görmüş bir ilkedir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 04/02/1959 tarihli ve 1957/13 esas, 1959/5
    karar sayılı yine Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 09/05/1960 tarihli ve 1960/21 esas, 1960/9 karar sayılı içtihatları). Usuli kazanılmış hak müessesesi, Yargıtayın bozma ilamına mahkemece uyulduktan sonra bozma ilamının bağlayıcı etkisinin kapsamını belirlemek amacıyla Türk hukuk sistemine girmiştir.
    Usuli kazanılmış hak; usul ve esasa yani hukuka uygun karar verilmesinin, yargı kararlarında istikrarın, yargılamanın hızlı sonuçlandırılmasının ve kamu düzeninin sağlanması amaçlarına hizmet eden müessesedir. Yukarıda tarih ve sayıları verilen içtihadı birleştirme kararlarında bu husus şöyle açıklanmıştır:
    “Usul Kanunumuzda bu şekildeki usule ait müktesep hakka ilişkin açık bir hüküm konulmuş değilse de Temyizin bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar gayesine dahi ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait müktesep hak müessesesi; Usul Kanununun dayandığı ana esaslardandır ve amme intizamıyla da ilgilidir.”
    Ancak kamu düzeni ve hakkaniyet ilkeleri nedeniyle uygulamada bu hakka birçok istisna getirilmiş ve hakkın kapsamı epeyce genişletilmiş ve genişletilmeye de devam etmektedir. Uygulama ve doktrin tarafından geliştirilen ve sınırları çizilmeye çalışılan bu kurumu, yargılamada uyulması zorunlu bir hak olarak kabul etmek ve katı bir biçimde uygulamak, hakkaniyete aykırı sonuçlar da doğurabilmektedir.
    Usuli kazanılmış hak, esasen Yargıtayın bozma ilamı sonrası karar veren ilk derece mahkemesinin yapacağı yargılamanın sınırlarını belirlemek amacı ile gündeme gelmiştir. Böylece, Yargıtay içtihatlarında sıklıkla tekrarlandığı üzere, bozma ilamı ile davanın, usul ve kanuna uygun bir yola sokulması amaçlanmıştır. İlk derece mahkemesince artık Yargıtay tarafından gösterilen ve doğru olduğu kabul edilen usul ve esaslar dairesinde yargılama yapılması zorunlu hâle gelmiştir. İlk derece mahkemesinin bozma ilamına uyması hâlinde artık Yargıtay tarafından gösterilen yolda ilerlemesi beklenir. Böylece; hem yargılamanın, Yargıtayca bozma ilamıyla çizilen esaslar dâhilinde devam ettirilerek doğru, adil ve hızlı bir biçimde sonuçlanması amacına ulaşılır, hem de mahkemeler arasındaki hiyerarşi, uyum, kararlardaki istikrar ve dolayısıyla da kamu düzeni sağlanmış olur.
    Ancak bütün bu ihtimaller, Yargıtayın usul ve esas bakımından isabetli kararlar verdiği hâllerde geçerlidir. Yargıtay, bozulan karar tekrar önüne geldiğinde yanlış yaptığını fark etmişse yukarıda getiriliş gerekçeleri açıklanan usuli kazanılmış hak müessesesinin amaçları ortadan kalkmaktadır. Yargıtayın, yanlış kararda ısrar etmesi hâlinde yargılamanın doğru, adil ve hızlı bir biçimde sonuçlanması ve mahkemeler arasındaki hiyerarşi ve uyumun sağlanması ilkelerinden artık söz edilemez. Yargı merciince verilen hukuka aykırı bir kararın taraflardan biri lehine hak doğurması kabul edilemez ve usuli kazanılmış hak ilkesi, yanlıştan dönülmemesi için gerekçe olamaz. Tam aksine yanlıştan dönülmesi hâlinde dava doğru mecraya girmiş olur ve hakkaniyetin sağlanması, hukuki alanda istikrar, yargılamanın hızlı sonuçlandırılması ve kamu düzeni ilkeleri gözetilmiş olur.
    Bunun içindir ki usuli kazanılmış hak müessesesine sürekli istisnalar getirilmektedir (kanun değişikliği, içtihadı birleştirme kararı, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı, kamu düzenine aykırılık, mahkemenin görevi, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, talepten fazlasına karar verilmiş olması, bozma sonrası tarafların açık veya zımni iradeleri ile yargılamanın seyrinin değişmesi, harcın hesaplanmasında hata, maddi hata vb). Bu hâllerde
    de bozma sonrası taraflardan biri lehine durumlar söz konusu olabilmekte, hakkaniyete aykırı sonuçlar ortaya çıktığından usuli kazanılmış hak kuralı esnetilmeye çalışılmaktadır.
    Bu açıklamalar göstermektedir ki Yargıtayın bozma ilamına uyan mahkeme, artık bozma gereğince işlem yapmak zorundadır, ancak bozma sonrası verilen kararın kanun yolu incelemesini yapan merci, özellikle temel hak ve özgürlüklerin üstün tutulması gereken hâllerde verdiği ilk kararından dönebilmelidir.
    b) Temel Hak ve Özgürlük ile Usuli Kazanılmış Hakkın Çatışması
    Adil yargılanma hakkı, Anayasa’nın 36. ve ... İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddelerinde düzenlenmiş en önemli temel hak ve özgürlüklerdendir. Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrası ile 148. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca AİHS ve eki Protokoller Türk hukuk sisteminin bir parçası hâline gelmiştir. Ayrıca Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrasına, 5170 sayılı Kanun’un 7. maddesiyle eklenen son cümle uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda uluslararası anlaşmaların esas alınacağı açıkça belirlenmiştir. Söz konusu Anayasa değişikliği ile temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası anlaşma niteliğindeki AİHS, normlar hiyerarşisinde kanunlardan daha üstün bir konuma yükseltilmiştir.
    Usuli kazanılmış hak müessesesi ise Yargıtay uygulamalarıyla hukuk sistemimizde yer almış, kanuni dayanağı bulunmayan bir ilkedir. Kanun ile düzenlenmiş olsa bile Anayasa’nın 90. maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesi uyarınca temel hak ve özgürlük ile çatıştığında temel hak ve özgürlüğe üstünlük tanınması anayasal zorunluluk iken yargısal içtihatlarla hukuk sistemine girmiş olan bu müesseseye üstünlük tanımak mümkün değildir. Bu nedenle, bozma ilamına uyulmak suretiyle yeni bir karar verildiğinden bahisle, başka bir anlatımla usuli kazanılmış hak ilkesi gözetilerek ilk derece mahkemesi kararının onanmasının, davalının adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olduğu düşüncesinde olduğumdan ilk derece mahkemesi kararının bozulması gerektiği kanaatindeyim.
    Sonuç itibarıyla; ilk derece mahkemesi kararının yukarıda iki başlık altında açıkladığım nedenlerle bozulması gerektiği kanaatinde olduğumdan hükmün onanması yönündeki Sayın Çoğunluğun düşüncesine iştirak etmiyorum. 08/10/2020.











    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi