Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki olduğu 7150 ada 1 parsel sayılı taşınmaza komşu parselden davalıların taşkın yapılanmak suretiyle müdahale ettiklerini, kapı ve pencerelerin komşuluk hukukuna aykırı olarak inşa edildiğini ileri sürüp elatmanın önlenmesine ve yapıların yıkımına karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, dava konusu taşınmaza müdahalenin imar uygulaması sonucu meydana geldiğini belirtip davanın reddini savunmuşlardır. Karşı davalarında ise, miras bırakanın kayden paydaşı olduğu 188 parsel sayılı taşınmaza iyi niyetle bina yaptığını, anılan binanın imar uygulaması sonucu davacı taşınmazına taşkın hale geldiğini, yapı değerinin arsa değerinden fazla olduğunu ileri sürüp taşkın kısımda irtifak hakkı tesisine, olmadığı taktirde temliken tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkemece, çekişme konusu taşınmaza davalılar yapısının müdahalesinin imar uygulaması sonucu meydana geldiği, imara aykırılığını idareyi ve idari yatırımı ilgilendirdiğinden komşuluk hukukuna aykırılık teşkil etmeyeceği, temliken tescil ve geçit hakkı tesisi koşulları gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne ve karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı ve davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, tetkik hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, imar parseline elatmanın önlenmesi, yıkım ve komşuluk hukukuna aykırılıktan dolayı elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine, karşı dava ise, irtifak hakkı tesisi, olmadığı taktirde temliken tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; davada temliken tescil koşulları oluşmadığı ve 2981 sayılı yasa uyarınca yapılan uygulamayı bozacak şekilde temliken tescile de hükmedilemeyeceği gözetilerek karşı davanın reddine karar verilmiş olması doğrudur. Davalıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Tarafların öteki temyiz itirazlarına gelince; çekişme konusu 1 parsel sayılı taşınmazın kayden davacıya ait olduğu, davalıların ise komşu 2 parselin kayıt malikinin mirasçıları bulundukları, her iki parselin de imar parseli olup öncesinin 188 sayılı kadastral parsel olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Yasal ayrıcalıkların dışında ayrılmaz parçanın (mütemmim cüz"ün) mülkiyeti ve buna bağlı olarak tasarruf hakkı üzerinde bulunduğu arza bağlıdır. Bu husus M.K.nun 684. maddesinde açıkca vurgulanmıştır. Ne varki, yürürlükten kalkmış olan 6785 sayılı yasanın l605 sayılı yasa ile değişik 42/c ve halen yürürlükte bulunan 3l94 sayılı imar yasasının l8. maddelerinde özel hükümler getirilmek suretiyle ayrılmaz parça (mütemmim cüz) olan yapı ile arz arasındaki hukuki ilişki kesilmiş bazı durumlarda yapı, üzerinde bulunduğu yerin malikinden başkasına bırakılarak imar parsellerinin oluşturulabileceği öngörülmüştür. Böylece yapıların bedelleri ilgili parsel sahiplerince yapı sahibine ödenmediği veya aralarında bu yönde bir anlaşma yapılmadığı yada ortaklığın giderilmesi davası açılmadığı sürece bu yapıların ömürlerini dolduruncaya kadar eski sahiplerine kullanma imkanı sağlanmıştır.
Öte yandan, zeminin maliki olan kişinin taşınmazı bizzat kullanma yetkisi sınırlanmış, ayrılmaz parça (mütemmim cüz) durumunda olan yapı üzerinde tasarruf etme gücü özel yasa ile kısıtlanmıştır.
298l sayılı yasanın 3290 sayılı yasa ile değişik l0/c maddesi de aynı doğrultuda hüküm getirmiştir.
Gerçekten, bir kimse kendisine veya yasanın himaye ettiği bir hakka dayanarak üçüncü bir şahsa ait bir taşınmaz üzerine ayrılmaz parça (mütemmim cüz) niteliğinde yapı inşaa etmiş imar uygulaması sonucu bu yer davacıya ait imar parseli içerisinde kalmış ise, kendi arzu ve iradesi dışında idari kararla oluşan bir durum söz konusu olduğundan kusurlu sayılamaz. İşte bu nedenle yukarıda değinildiği gibi yasa koyucu imar parseli malikine karşı yapı sahibini koruma zorunluluğunu duymuştur.
Somut olayda; yukarıda açıklanan ilkeleri kapsar biçimde bir araştırma ve uygulama yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Dava konusu alanda, 2981 sayılı yasanın 10/C maddesi uyarınca uygulama yapılmış olup, yukarıda açıklanan ilkelerin davalılar yararına olayda gözetilmesi zorunludur.
Öte yandan; davacının dava dilekçesindeki komşuluk hukukuna aykırılık iddiaları bakımından da bir araştırma yapılmamış, olumlu ya da olumsuz bir karar da verilmemiştir.
Bilindiği üzere; Çağdaş hukuk sistemlerindeki tanımıyla mülkiyet: geniş haklar, buna bağlı yetkiler ile birlikte bazı ödevlerin oluşturduğu bir hukuksal kurumdur. Başka bir söyleyişle mülkiyet, tanıdığı geniş hak ve yetkilerin yanında bazı ödevlerde yükleyen bir ayni haktır. Medeni Kanunun 683. maddesinde "Bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir." hükmü getirilmek suretiyle mülkiyet hakkının kanunla kısıtlanabileceğine işaret olunmuştur. Bu doğrultuda olmak üzere, taşınmaz malikini komşusuna zarar verebilecek her türlü taşkınlıklardan kaçınmakla yükümlü kılan aynı kanunun 737. maddesi, komşuluk ilişkilerinden doğan zorunlu çıkar çatışmalarını düzenlemiş, bir arada yaşamak durumunda olan, komşu taşınmaz maliklerinin ekonomik, sosyal çıkarlarını dengede tutabilmek için onlara katlanma ve kaçınma ödevleri yüklemiştir.
O halde, bir toplumda birlikte yaşama olanağı sağlayan insancıl, gerçekçi, zorunlu temel hukuk kuralına göre, hakim; somut olayın özelliğini, taşınmazların konumlarını, kullanma amaçlarını, niteliklerini, yöresel örf ve adetleri, toplumun doğal ihtiyaç ve gerçeklerini gözönünde bulundurarak, komşuların birbirlerine göstermekle yükümlü oldukları olağan katlanma ve hoşgörü sınırını aşan bir taşkınlığın bulunup bulunmadığını saptama, zararı giderici önlemlerden en uygununu bulma, kaçınılmaz müdahaleleri yapmak suretiyle özverileri denkleştirme durumundadır.
Bunun içinde zararın niteliği, kapsamı ve ne surette giderileceği yönünde tarafların tüm delilleri toplandıktan, gerektiğinde yerinde keşif yapıldıktan sonra uzman bilirkişilerden bilim ve tekniğe uygun gerekçeli rapor alınması zorunludur.
Hal böyle olunca; yukarıda açıklana ilke ve olguları kapsar biçimde araştırma ve uygulamanın yapılması, taraf delillerinin toplanıp değerlendirilmesi, uzman bilirkişilerden uygulamayı gösterir denetime elverişli rapor alınması, hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.
Tarafların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle, HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.