Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine, davalılar adına tapuda kayıtlı 241 ada 17 parsel sayılı taşınmazın kısmen kıyı kenar çizgisi kapsamında kaldığını, kıyıda kalan yerlerin özel mülkiyete konu olamayacak devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğunu ileri sürerek, tapunun iptalini istemiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın kısmen kıyı kenar çizgisi kapsamında kaldığı gerekçesiyle bu kısmın tapusunun iptaline karar verilmiştir.
Karar, taraf vekilleri tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içerisinde kaldığı iddiasına dayalı tapu iptal ve sicilin kütükten terkini isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; çekişme konusu taşınmazın geldisini teşkil eden kadastral parselin kadastro tespitinin 19.03.1952 tarihinde yapıldığı, 25.11.1952 de kesinleştiği ve davanın 5.8.2002 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Her nekadar, nizalı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içinde kalan bölümü devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasanın 43, 3402 Sayılı kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince ) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de; 25.2..2009 tarihinde kabul edilip 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinin 3. Fıkrasına eklenen " bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır" ve 3. Maddesi ile eklenen geçici 10. Maddesinin " bu kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 25.11.1952 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12. Maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir.
Ancak, hemen belirtilmelidir ki, bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre davasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da yeni bir İnançları Birleştirme Kararı gereğince davayı kaybederse, davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerinden sorumlu tutulmaz.
Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır. (Baki Kuru, Hukuk Usulü Mahakemeleri 5. Cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21.12.1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12.09.1977, 5445/5655 dipnot 161: 10. HD 24.02.1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı Hazine, temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa değinmiştir.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmesi, ayrıca somut olayda mahkemece yapılan keşif sonucu çekişmeli taşınmazın kısmen kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve dava tarihinde davacı Hazine’nin haklı olduğu anlaşıldığına göre davalıların tüm yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle kararın açıklanan nedenlerle HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.