Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;
Davacılar, şirket adına kayıtlı 3 parsel sayılı taşınmazdaki 6 adet bağımsız bölümün imza yetkisi olan ancak fiilen şirketten ayrılan O.D. tarafından davalı eşine satış suretiyle muvazaalı devredildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalı Meral, davanın reddini savunmuştur.
Birleşen dava davacıları, şirket ortağı ve imzaya yetkili A. A.şirkete ait 3 parseldeki 1 bağımsız bölümü davalı kayın pederine 1 bağımsız bölümün 32/300 payını da yakın arkadaşı davalı H. muvazaalı olarak satış suretiyle devrettiğini , ayrıca şirkete ait iken kendi adına tescil ettirdiği bağımsız bölüm bulunduğunu ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Birleşen dava davalıları, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, asıl davanın kabulüne, birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Karar, taraf vekillerince süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.10.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat C. G.,diğer temyiz eden vekili Av.A. E.ile yine temyiz eden vekili Avukat Y. A. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Davalar, temsil görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteklerine ilişkindir.
Mahkemece asıl davanın kabulüne, birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı-karşı davalı A.A.ile davalı karşı davacı O.şirket ortağı oldukları, her birisinin ayrı ayrı şirketi temsile yetkileri bulunduğu, şirket adına kayıtlı 6 adet bağımsız bölümün şirketi temsilen O. tarafından eşi olan davalı M. satış suretiyle devredildiği, aynı şekilde şirket temsilcisi A.A.’ında Şirkete ait 1adet bağımsız bölümü kayın pederi olan davalı H.B., bir bağımsız bölümü de 32/800 payını davalı Haluk Ç.satış suretiyle devrettiği, tarafların çekişmeli taşınmazların şirketi temsil yetkisinin kötüye kullanılması suretiyle danışıklı olarak yakınlarına devir yapıldığını; temliki işlemlerin muvazaa ile illetli olduğunu ileri sürerek eldeki davaları açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; şirket yöneticileri, şirketi idare etme yetkisine sahip olmakla birlikte, şirketi ve ortaklarını zarara uğratacak şekilde tasarrufta bulunma hak ve yetkisine sahip değillerdir. İdare etmekte oldukları şirketin malları üzerinde, kendilerinin veya başkalarının yararına olarak idare ve temsil amacı dışında haksız ve kasıtlı tasarrufta bulunmaları, menfaat sağlamaları, şirket mallarını ve gelirlerini kayıtlara yansıtmayarak veya başka yollarla zimmetlerine geçirmeleri (mal edinmeleri), dolayısıyla şirketi zarara uğratmaları halinde, TTK’nın 341. maddesine göre sorumlu olacakları da kuşkusuzdur. Nevar ki temsil yetkisinin kötüye kullanılmasından söz edebilmek için birinci koşul temsilcinin temsil yetkisinin bulunmasına ilişkindir. İkinci koşul ise, dış temsil yetkisinin temsilci tarafından temsil olunanın irade beyanına ve çıkarına (menfaatına) aykırı biçimde kullanılmasıdır. Temsil yetkisinin kötüye kullanılmasının üçüncü koşuluda, temsilin yapıldığı üçüncü kişinin Medeni Yasanın 3. maddesi anlamında iyi niyetli olmamasıdır.
Somut olaya gelince, mahkemece çekişmeli taşınmazların mevcut durumlarına göre değer değil; bilirkişilerce emsal dairelere göre fiyat belirlemesi yapıldığı, çekişmeli bağımsız bölümlerin iç donanımları yerinde denetlenerek değer tespitlerinin yapılmadığı, ayrıca taşınmazların satışından dolayı son kayıt maliklerinin bedel ödeme yönündeki savunma ve delillerinin tam olarak araştırılmadığı, bilhassa satış sonrası şirket hesaplarına giren para olup olmadığı, şirket defterleri incelenmek suretiyle tespit edilmediği bu şekilde şirketi zararlandırma olgusunun tam olarak belirlenmediği görülmektedir.
Diğer taraftan, davalardaki son kayıt maliki davalıların da koşullarını gerçekleşmesi halinde TMK 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanacakları açıktır.Bu durumda, taşınmazı satın alan davalıların el ve iş birliği içinde olup olmadıkları, taraflar arasındaki durumu bilen ve bilmesi gereken konumunda bulunup bulunmadıklarının kuşkuya mahal vermeyecek biçimde belirlenmesi önem arz etmektedir.
Ayrıca; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyi niyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 08. 11. l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde davalardaki son kayıt maliki davalılar yönünden yapılan araştırma ve incelemenin de hüküm kurmaya yeterli ve elverişli olduğu söylenemez.
Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler gözetilmek suretiyle hükme yeterli bir inceleme ve araştırma yapılması, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir
Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraf vekilleri için 750.00."şer -TL. duruşma avukatlık parasının karşılıklı olarak alınıp birbirine verilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.