Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, 5283 Sayılı Yasa uyarınca Hazine adına tescil edilen 360 ada 7 parsel sayılı taşınmazda sağlık birimi bulunmadığını, yasa kapsamında olmadığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, çekişmeli taşınmazda dispanser olarak kullanılan bölümün dışındaki yerlerin ticari amaçlı kullanıldığı, yasa kapsamında olmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, taraf vekillerince süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.10.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat E. F.ile diğer temyiz eden Hazine vekili Avukat H.S. geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriğinden toplanan delillerden, dava konusu 360 ada 7 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki binalarda sağlık istasyonu kurulmak koşulu ile dava dışı kişi tarafından S.S.K Başkanlığına intifa hakkı tesis edilmek suretiyle bağışlandığı, sonrasında taşınmazın 5283 Sayılı Yasa uyarınca Sağlık Bakanlığına devredildiği, davacı idarenin dava konusu taşınmazda bulunan binalarda ticari amaçlı işyerleri ve konut olarak kullanılan bölümler bulunduğunu, sağlık hizmeti için ayrılan kısmının ise yeşil kart bürosu olarak kullanıldığını, taşınmazda sağlık hizmeti veren kuruluş olmadığını, ileri sürerek tapu iptal tescil isteği ile eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki; yanlar arasındaki uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasında, 19.1.2005 gün ve 25705 sayılı mükerrer resmi gazetede yayınlanan “Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sağlık birimlerinin Sağlık Bakanlığına devredilmesine” ilişkin 5283 Sayılı Yasanın amaç ve kapsamını belirlemede zorunluluk bulunduğu kuşkusuzdur.
Anılan yasanın “tanımlar” başlıklı 3/d maddesi, “kurum tabiplikleri hariç olmak üzere kamu kurum ve kuruluşlarına ait hastane, dispanser, sağlık merkezi veya istasyonu ile her ne ad altında olursa olsun insan sağlığı ile ilgili hizmet sunan tüm birimleri sağlık birimi olarak tanımlamış; yasanın 4.maddesi, “kamu kurum ve kuruluşlarına ait tüm sağlık birimleri; bunlara ait her türlü görev, hak ve yükümlülükler, taşınırlar ve taşınmazlarla birlikte Soysal Sigortalar Kurumuna ait olanları bedeli karşılığı, diğerleri bedelsiz olarak aşağıdaki usul ve esaslar çerçevesinde bakanlığa devredilir;” hükmünü düzenlemiş; 4/b-1.maddesi, “devirlerin kurulacak komisyonlar aracılığı ile yapılacağını ve komisyonların nasıl kurulduğunu belirlemiş; 4/e maddesinde ise “devredilen sağlık birimleri, kamu kurum ve kuruluşlarına ait arazi, arsa ve binaların bir bölümünde hizmet vermesi halinde, bunların komisyonlarca tespit edilecek kısımları gerektiğinde ifraz edilerek veya kat mülkiyeti ya da kat irtifakı kurularak Bakanlığa devredilir. Bu kısımların tespitinde; Sosyal Sigortalar Kurumunun ihtiyacı, hizmetin etkin ve verimli sunulması ve geleceğe yönelik kapasite ihtiyacı göz önünde bulundurulur. Binaların bir kısmında hizmet sunulan sağlık birimlerinin devrinde komisyonlarca, devrin taşınır, taşıtlar ve personelle sınırlı tutulmasına da karar verilebilir.” 4/1 maddesinde de “bu kanunla Bakanlığa devredilen sağlık birimlerine ait taşınmazların mülkiyeti tapuda resen Hazine adına tescil edildikten sonra bu taşınmazlar Sağlık Bakanlığına tahsis edilmiş sayılır biçiminde düzenlemeye yer verilmiştir.
Somut olayda, dava konusu taşınmazda iki ayrı bina bulunduğu binalarda kat irtifakı veya kat mülkiyetinin kurulu olmadığı, karkas binanın bir bölümünün sağlık birimi olarak tasarlandığı halde halen boş olup bir kısmının yeşil kart bürosu olarak kullanıldığı, diğer binanın tamamı ile karkas binada yer alan diğer bağımsız bölümlerin ise ticari iş yeri ve konut niteliğinde olduğu, bu bölümlerin 5283 Sayılı Yasa hükümleri gereğince devri gereken sağlık birimi niteliğinde olmadığı, mahkemece hükme yeterli elverişli delillerle saptanmıştır. O halde, anılan bölümlerin davalı idareye devrinin yasal olduğu söylenemez.
Diğer taraftan, yasanın 4/e maddesine göre devri gereken bölümlerin ifrazının mümkün olması halinde ifraz edilerek sadece bu bölümün mülkiyetinin devredileceği, yok eğer ifrazı kabil değilse ve çekişme yapıya ilişkinse üzerinde kat mülkiyeti ya da, kat irtifakı kurularak devrinin gerekeceği kuşkusuzdur.
Öte yandan, 3194 Sayılı Yasanın 16.maddesi hükmü belediye ve mücavir alan hudutları içindeki gayrimenkullerin re’sen veya müracaat üzerine tevhit veya ifrazı, bunlar üzerinde irtifak hakkı tesisi veya bu hakların terkinini belediye encümeninin, şayet taşınmaz belediye veya mücavir alan sınırları dışında ise bu takdirde de; İl İdare Kurullarının onayına bağlı tutmuştur. Başka bir anlatımla, sayılan hallerde yasal bir işlemin varlığının kabul edilebilmesi açısından mutlaka Encümen Kararına dayalı olması gerekeceği tartışmasızdır.
Ancak, Türk Medeni Kanununun 719. maddesi taşınmazların yatay mülkiyet kapsamını belirlerken 718. maddesi hükmü ile de dikey mülkiyet kapsamını belirlemiştir. Diğer yandan, 684.maddesi ile de; zemine malik olan kimsenin onun mütemmim cüzüne de malik olacağını öngörmüştür. Bu düzenlemelere göre; arz üzerindeki ana gayrimenkul bakımından 634 Sayılı Yasa hükümlerinin öngördüğü kat mülkiyeti ve kat irtifakı kurulmadıkça taşınmazın üzerindeki binanın müstakil katları ve bölümleri yönünden müstakil mülkiyet oluşturulmasına yasal açıdan olanak yoktur. Zira Türk Medeni Kanunu zeminin bir kimseye aitken üzerindeki yapının başkasına ait olması şeklinde çifte mülkiyete cevaz vermemiştir. O halde, ifrazın yatay mülkiyet halinin söz konusu olduğu hallerde araştırılması, aksi takdirde ifrazın olanaklı olup olmadığının araştırılmasına gerek bulunmadığı açıktır. 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 10/4. maddesi hükmü kat mülkiyetinin ne yolla kurulacağı ve tescil edileceği konusunda genel kuralı belirlemiştir. Buna göre, kat mülkiyeti tapu memurunca düzenlenen resmi senet (sözleşme) uyarınca ya da, aynı maddenin son fıkrasına göre; mahkeme kararı ile kurulur ve tescil edilir, böylece varlık kazanır. Gerek sözleşme gereğince tapu idaresince ve gerekse mahkeme kararı ile kat mülkiyeti kurulacak hallerde aynı yasanın 10.maddesi ile 13.4.1983 tarihli ve 2814 Sayılı Yasanın 4, 6. maddeleriyle değişik 12, 13. maddesi hükümlerinin gözetilmesi gerekeceğinde kuşku bulunmamaktadır. Belirtmek gerekir ki, her iki halde de; ilkinde ana taşınmazın maliki ya da ortak malikleri tarafından istenilmesiyle keza, mahkeme kararıyla kat mülkiyetine geçişte ise 12.maddenin 5. fıkrasında öngörüldüğü üzere kat mülkiyetine konu olmaya elverişli bir gayrimenkul üzerindeki ortaklığın giderilmesi davalarında mirasçılardan veya ortak maliklerden birinin paylaşmanın kat mülkiyeti kurulması ve bağımsız bölümlerin tahsisi suretiyle yapılmasını istemesiyle mümkün olacağı tartışmasızdır. O halde, değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler ışığında durum değerlendirildiğinde, her iki halde de, kat mülkiyetinin kurulmasını isteme hakkının mutlaka taşınmazın malikine veya paydaşına yahut onların yasal temsilcilerine ait olacağı kuşkusuzdur. Bir başka ifadeyle, taşınmazda mülkiyetten kaynaklanan bir hakkı bulunmayanın ya da yasal temsilci olmayanın bu hakkı kullanmasına ve istemesine olanak yoktur. Hemen vurgulanmalıdır ki, aynı ilkeler 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 14.maddesinde öngörülen kat irtifakının kurulmasında da geçerlidir.
O halde, taraflar arasındaki çekişmenin davacının taşınmazda paydaş kılınmak suretiyle çözüme kavuşturulacağında, kat mülkiyeti veya kat irtifakına geçme isteğinin de davacının taşınmazda malik olması (paydaş kılınması) ile ancak mümkün ve dinlenilebilir hale geleceğinde şüphe yoktur.
Kaldı ki, kat mülkiyeti veya kat irtifakı kurulmasına yönelik isteklerin 634 Sayılı Kat Mülkiyeti Kanunundan kaynaklandığı açıktır. Anılan yasanın 2814 Sayılı Yasanın 15.maddesi ile getirilen Ek 1.maddesinde aynen; “ Bu kanunun uygulanmasından doğacak her türlü anlaşmazlık Sulh Hukuk Mahkemelerinde çözümlenir” düzenlemesine yer verilmiştir.
Diğer taraftan, sağlık birimi olarak belirlenen bölümlerin fiilen sağlık hizmetinde kullanılması önemli olmayıp sağlık hizmetine özgülenmiş olması yeterlidir.
Hal böyle olunca; öncelikle taşınmazdaki iki binanın ayrı ayrı kullanılması yönünden Belediye Encümen kararına dayalı olarak ifrazının mümkün olup olmadığının saptanması, ifrazı mümkün ise bu kısmın ifraz edilerek davacı adına tesciline karar verilmesi, diğer karkas bina yönünden kat mülkiyeti ya da irtifakı kurulmasının temini açısından mahkemece taşınmazın yasa gereğince devrinin mümkün olmadığı belirlenen bölümlerinin ana taşınmazın yüzölçümüne oranlanarak bulunacak oran dahilinde davacı idarenin taşınmazda paydaş kılınmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi, iki binanın ifrazı mümkün değil ise bu kez Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu kat irtifakı kurulması durumunda dispanser olarak ayrılan kısımların arsa payının birinci kat için 462/2241, ikinci kat için 462/2241 olmak üzere belirlenen toplam 924/2241 pay gözetilmek suretiyle davacı idarenin taşınmazda paydaş kılınmasına karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Tarafların, bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden tarafların vekilleri için 750.00."şer-TL. duruşma avukatlık parasının karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, 05.10.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.