Taraflar arasında görülen davada;Davacı, ada parselin sayılı taşınmazın yaklaşık 1307.78 m2 lik kısmının idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürüp, anılan kısmın tapusunun iptali ile üzerinde muhtesatların yıkımını istemiş, 27.09.2006 tarihli ıslah dilekçesiyle , çekişmeli taşınmazın 3372,76 m2 lik bölümünün tapusunun iptali ve bu kısım üzerindeki yapıların yıkımı isteklerinde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, çekişmeli taşınmazın 3372,76 m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı ve bu bölüm üzerindeki binanın yıkımının fahiş zarar doğuracağı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, 3372,76 m2 lik kısmın ifrazen iptal ve hazine adına tescili ile yıkım talebinin reddine karar verilmiştir.
Karar, taraflarca süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .. raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
“Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı-kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı iddiasına dayalı tapu iptali ve yıkım isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğine ve toplanan delillere göre; çekişme konusu taşınmazın kadastro suretiyle 14.05.1991 tarihinde tescil edildiği ve davanın 16.04.2003 tarihinde açıldığı anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, nizalı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içinde kalan bölümü devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasanın 43, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de; 25.2.2009 tarihinde kabul edilip, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinin " bu kanunun 12. maddesinin 3. fırkası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği tarih olan 14.05.1991 ile davanın açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir. Hemen belirtilmelidir ki; kural olarak sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin ve İçtihadı Birleştirme Kararlarının kazanılmış hak (usulü müktesep hak) ilkesinin 28.6.1960 tarih, 21/9 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince istisnai niteliği gereği kesin hüküm halini almamış eldeki davalarda da gözetilmesi ve uygulanması gerekeceği tartışmasızdır. Öte yandan, yürürlüğe konulan hükümler kamu düzeniyle ilgili bulunduğundan ve re"sen gözetilmesi gerektiğinden somut olayda, aleyhe bozma yasağı ilkesinin de uygulanma yeri bulunmadığı izahtan varestedir.Ayrıca,her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Dava tarihinde haklı olduğu halde davanın devamı sırasında yürürlüğe giren bir yasal düzenleme veya İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince haksız duruma düşen taraf yargılama giderleri ve avukatlık ücreti ile harçtan sorumlu tutulamayacağı aksine karşı tarafın sorumluluğuna gidileceğinde kuşku yoktur.Hal böyle olunca; yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler gözetilerek davanın hak düşürücü süreden dolayı reddine karar verilmek üzere hüküm bozulmalıdır.
Öyleyse, Hazinenin tüm temyiz itirazı yerinde değildir, reddine. Davalıların temyiz itirazlarının belirtilen nedenlerle kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 11.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.