Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada; Davacı Hazine, çekişme konusu taşınmazın kısmen kıyı-kenar çizgisi kapsamında kaldığını ileri sürerek, tapu iptali ve yıkım istemiştir.
Davalı taraf davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, Hazine tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .. raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, çekişme konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin özel mülkiyete konu edilemeyeceği iddiasına dayalı tapu iptali ve yıkım isteklerine ilişkindir.
Mahkemece, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine, yargılama masraflarının davacı üzerinde bırakılmasına ve taraflar yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1512 ada 1 sayılı parselin, 1972 yılında tapulama suretiyle oluşan 77 sayılı kadastral parsel ile 1987 yılında ihdasen Belediye adına tescil edilen 2044 sayılı parselin tevhidinden meydana geldiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 12. maddesinin üçüncü fıkrasına “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” cümlesi ve aynı Yasa’nın 3. maddesi ile de 3402 Sayılı Yasa’ya “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindeki geçici 10. madde eklenmiştir.
Öte yandan, 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen süre hak düşürücü süre olup kamu düzeni ile ilgilidir ve mahkemece davanın her aşamasında res"en gözetilmesi gerekli olumsuz dava şartlarındandır.
Yukarıdaki düzenlemelerin kadastro sonucunda oluşan taşınmazlar bakımından uygulanacağı şüphesizdir.
Somut olayda, kadastro tespitinin kesinleştiği tarihten itibaren dava tarihine kadar 10 yıllık hak düşürücü süre geçtiğinden, çekişmeli 1512 ada 1 parsel sayılı taşınmazı oluşturan tevhit parsellerinden 77 sayılı kadastral parsel kapsamında kalan kısım hakkındaki davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
Ancak, 2044 sayılı diğer tevhit parselinin kadastral parsel olmadığı, kadastrodan sonra ihdasen kayda bağlandığı anlaşıldığından, anılan parsel bakımından 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanma olanağı bulunmadığı açıktır.
Hal böyle olunca, uzman bilirkişiler aracılığıyla mahallinde keşif yapılarak kıyı-kenar çizgisinin 28.11.1997 gün, 5/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararı doğrultusunda belirlenmesi, çekişmeli 1512 ada 1 parsel sayılı taşınmazın 2044 sayılı parsel kapsamında kalan kısmının kıyı-kenar çizgisi içerisinde yer alıp almadığının saptanması ayrıca, 77 kadastral parselin de keza dava tarihi itibarı ile kıyıda kalıp kalmadığının tespiti yargılama giderleri ve avukatlık ücretinden hangi tarafın sorumlu tutulması gerekeceği yönünden önem ifade ettiği gözetilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, davanın tümden reddedilmesi doğru değildir.
Bunun yanında, her davanın açıldığı tarihteki koşullara bağlı olduğu; bir tarafın dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihada göre davasında haklı bulunduğu halde dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da İnançları Birleştirme Kararı nedeniyle davayı kaybetmesi halinde yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı ilkeleri karşısında, tarafların davadaki haklılık durumları dikkate alınarak yargılama giderlerine ve avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğinin düşünülmemesi de isabetsizdir.
Hazinenin temyiz itirazı açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 10.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.