Taraflar arasında görülen davada; Davacı, miras bırakanı E.E.in mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla 82 parsel sayılı taşınmazda 3 nolu dairesini vekil aracılığıyla satış suretiyle muvazaalı olarak, davalı E."a temlik ettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve miras payı oranında tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğu kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... ..."nun raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan E. E.e ait olan çekişme konusu 82 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölümün, davalı vekil M. C. tarafından, 28.11.2008 tarihli akitle satış yoluyla davalı E.a temlik edildiği görülmektedir.
Davacılar, anılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, miras bırakan tarafından kardeşi olan davalı M."e intikali sağlamak düşüncesiyle davalı E."un emanetçi kılındığını ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; miras bırakan E."nin bekar ve çocuksuz olarak 05.12.2008 tarihinde öldüğü, davacıların ölen kardeşi K."den olma yeğenleri, davalı M."in kardeşi, davalı E."un ise, uzaktan akrabası olduğu, başkaca mirasçısının bulunmadığı, 26.11.2008 tarihinde kardeşi M.i vekil tayin ettiği, M.tarafından da 28.11.2008 tarihinde miras bırakana ait çekişme konusu taşınmazın, 16.000.-TL bedelle davalı E.a satıldığı, miras bırakanın emekli maaşı aldığı, kanser hastası olmasına rağmen satmaya ihtiyacının bulunmadığı sözleşme sırasında gösterilen değer ile gerçek değer arasında açık fark bulunduğu, E.un alım gücünün bulunmadığı ve satış bedelini murise ödediğine ilişkin bir delil ibraz edemediği, satış tarihi ile ölüm tarihi arasında 7 günlük kısa bir süreye karşın terekeden de para çıkmadığı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, miras bırakanın tüketici kredisi nedeniyle borcu olduğu, bu nedenle taşınmazı sattığı savunulmuş ise de, banka tarafından borcun miras bırakanın emekli maaşından otomatik olarak her ay çekildiği, ölümünden sonra da borcunun kaldığı, kalan borcunun da miras bırakanın bağlı olduğu Başak sigortasından gelen vefat tazminatı ile ödendiği sabittir.
Diğer yandan, taşınmazı E.temellük ettiği halde, taşınmazın halen M.tarafından kullanıldığı da görülmektedir.
O halde, toplanan deliller; belirlenen olgular, yukarda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakanın E.a yaptığı temlikin, gerçek bir satış olmayıp, miras bırakanın diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davacıların temyiz itirazları bu nedenle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 01.03.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.