Taraflar arasında görülen davada; Davacı, 533 parsel sayılı taşınmaz maliklerinden H. A. oğlu N."in Suriye uyruklu olduğunu, Bakanlar Kurulunun 01.10.1966 tarih 6/7104 sayılı kararnamesi ile Suriye uyrukluların menkul ve gayrımenkul her türlü emvaline el konulması gerektiğinden taşınmaza hazinece el konulduğunu, ancak sahte veraset ilamları ile yapılan intikaller ve satışlar nedeniyle tapu kayıt malikleri aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilerek kararın kesinleştiğini, paydaş olan E."in payını davalı İ."ye; İ."in de davalı Z.ya devretmesi nedeniyle kararın infaz edilemediğini ileri sürerek, davalıların paylarının iptali ile H. A. oğlu N. adına tesciline ve 1062 Sayılı Yasa gereğince anılan paya Hazinece el konulduğunun şerhine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Davalılardan Z., iyi niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalı Z.G. vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 533 parsel sayılı taşınmazdaki 1800/2400 payın kadastroca H. A. N. adına 10.3.1937 tarihinde tescil edildikten sonra yapılan intikal neticesinde 450/2400 payın İ. G."ye 07.4.1950 tarihinde satıldığı, İ."in 150/2400 payı dava dışı E.e 18.1.1977 tarihinde bağışladığı, 300/2400 payı ise 08.5.1979 tarihinde davalı Z."ya satış yoluyla devrettiği; 150/2400 payın da E. tarafından 12.12.1979 tarihinde davalı İ."ye bağışlandığı anlaşılmaktadır.
Davacı Hazine, davaya konu 533 parsel sayılı taşınmazın maliklerinden H. A. N."in Suriye uyruklu olması nedeniyle taşınmaza Hazinece el konulduğunu ve sahte veraset ilamları ile yapılan intikaller ve satışlar nedeniyle tapu kayıt malikleri aleyhine açılan tapu iptal ve tescil davalarının kabul edilerek tapu kayıtlarının iptaline ve N. adına tesciline karar verilmesine rağmen paydaş olan E. ve İ."in paylarını davalılara devrettiğini belirterek, eldeki davayı açmıştır. Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.
Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def"i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Somut olayda ise; davalı Z."nın taşınmazdaki payı dava dışı İ. G."den satış suretiyle devraldığı gözönüne alındığında iyiniyetli olup olmadığı yönünde bir araştırma yapılmasının zorunluluk arzettiği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, davalı Z."nın iyiniyetli olup olmadığı yönünde taraf delillerinin toplanarak inceleme ve araştırma yapılması sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.
Davalının, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.