
Esas No: 2018/576
Karar No: 2021/1244
Karar Tarihi: 14.10.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/576 Esas 2021/1244 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 21. İş Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı şirketin İsrail’deki ... Hevra Leavodot Binyan Şirketinin taşeronu olarak yaptığı iş kapsamında davalı şirket işçisi olarak 25.02.1997-29.08.2002 tarihleri arasında duvarcı ustası olarak aylık 700 USD ücretle çalıştığını, çalışmalarının sadece 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasındaki bölümünün Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK/Kurum) bildirildiğini, iş sözleşmesine haksız olarak son verildiğini ileri sürerek davalı işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen 25.02.1997-29.08.2002 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespitine ve bir kısım işçilik alacaklarının davalı şirketten tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
5. Davacı vekili 12.05.2014 havale tarihli ıslah dilekçesinde; dava dilekçesinde tespiti talep edilen hizmet süresinin sehven eksik gösterildiğini belirterek 25.02.1997-25.07.2004 tarihleri arasındaki hizmetlerinin tespitini istemiştir.
6. Mahkemece işçilik alacaklarına ilişkin dava 07.06.2011 tarihli duruşmada tefrik edilmiştir.
Davalı Cevabı:
7. Davalı ... cevap dilekçesinde; 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini, davacının 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasındaki 270 günlük çalışmasının Kuruma bildirildiğini, ayrıca bu tür davalarda tüm araştırmaların re’sen yapılması gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuşt...Tuzcuoğlu İnşaat ve Dış Ticaret Limited Şirketi vekili cevap dilekçesinde; zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin geçtiğini, davacının müvekkili şirkette 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasında çalıştığını, kendi isteği ile işten ayrıldığını, hiçbir alacağı bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
9. Ankara 21. İş Mahkemesinin 15.06.2015 tarihli ve 2015/993 E., 2015/272 K. sayılı kararı ile; davacının 30.08.2002 tarihinden itibaren başka bir işyerinde sigorta kaydı bulunduğundan çalışmalarının kesintili olduğu, bu nedenle 5 yıllık hak düşürücü süresinin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
10. Ankara 21. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 31.03.2016 tarihli ve 2016/660 E., 2016/4542 K. sayılı kararı ile; 25.02.1997-31.12.1997 ve 30.08.2002-25.07.2004 tarihleri arasındaki dönem yönünden davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kararda isabetsizlik bulunmadığı ancak 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasında davalı işyerinden yapılan bildirimler bulunduğundan 01.01.1998 tarihinden dava dışı işyerinden yapılan bildirim nedeniyle kesintinin gerçekleştiği 30.08.2002 tarihleri arasında kesintisiz geçtiği iddia edilen çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin geçmediği, bu nedenle davacının davalı işverenin İsrail’deki inşaat işyerinde geçtiği belirtilen 01.01.1998-30.08.2002 tarihleri arasındaki çalışma dönemi bakımından işin esasına girilerek 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 7. maddesindeki koşulların oluşup oluşmadığı, çalışmanın fiili olup olmadığı konusunda toplanacak deliller değerlendirildikten sonra sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
12. Ankara 21. İş Mahkemesinin 31.01.2017 tarihli ve 2016/84 E., 2017/20 K. sayılı kararı ile bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda bilirkişi raporunda belirlenen davacının yurt dışındaki fiili çalışma sürelerinin dosya içeriğine, yazılı kayıtlara ve bozma ilamına uygun olduğu, 22.06.2000 tarihinden sonraki dönemde davacının 2 yıl 3 ay 7 gün süre ile Türkiye’de bulunduğu, sürenin uzunluğu dikkate alındığında fiili çalışma olmadığını göstermesi sebebiyle bilirkişinin bu süreyi dışlamasının yerinde olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davacının Kuruma yapılan bildirimler dışında 01.10.1998-28.04.1999 ve 01.10.1999-22.06.2000 tarihleri arasında hizmet akdi ile çalıştığının tespitine karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
13. Ankara 21. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararını süresinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
14. Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.09.2017 tarihli ve 2017/1590 E., 2017/5597 K. sayılı kararı ile; “…Yukarıdaki yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında eldeki dava değerlendirildiğinde; 28.04.1999 - 01.10.1999 arası ve 22.06.2000 - 30.08.2002 tarihleri arasında kalan dönem yönünden davacının davalı şirketin Türkiye"de merkezinin bulunduğu işyerinde çalışıp çalışmadığı, aksi halde iradi terk ya da başka iş yeri çalışmasının varlığı halinde hak düşürücü süre hususu yönünden irdelenmeli ve yapılacak araştırma sonucu toplanan tüm kanıtlar değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
15. Ankara 21. İş Mahkemesinin 28.12.2017 tarihli ve 2017/685 E., 2017/873 K. sayılı kararı ile; davacının İsrail’deki çalışmalarının tespitini talep ettiği, Türkiye’deki çalışmaları ile ilgili bir talebinin bulunmadığı, öte yandan davacının 28.04.1999-01.10.1999 ve 22.06.2000-30.08.2002 tarihleri arasındaki dönemde davalı şirkette çalışma ve ücret ödeme kaydının mevcut olmadığı, Türkiye’de 30.08.2002-30.09.2002 tarihleri arasında dava dışı bir işyerinde 32 günlük çalışmasının bulunduğu, bu nedenle 6 yıldan fazla süren yargılamada tüm deliller toplanmış iken davacının talep etmediği, banka ve SGK kayıtlarında da yer almayan bir hususun talep dışına çıkılarak araştırılmasının mümkün olmadığı, kaldı ki 01.01.1998-30.08.2002 tarihleri arasındaki dönem yönünden hak düşürücü sürenin geçmediği yönündeki ilk bozma kararına uyulması ile davacı lehine usulî kazanılmış hak oluştuğu gözetildiğinde anılan dönemde hak düşürücü sürenin geçip geçmediği konusunda yeniden değerlendirme yapılma olanağı bulunmadığı gerekçesiyle önceki hükümde direnilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
16. Direnme kararını süresinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının talebi ve toplanan deliller dikkate alındığında 28.04.1999-01.10.1999 ve 22.06.2000-30.08.2002 tarihleri arasında kalan dönemde davacının davalı işverenin Türkiye’de merkezinin bulunduğu işyerinde çalışıp çalışmadığı, iradi terk ya da başka bir işyerinde çalışması bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılmasının gerekip gerekmediği; birinci bozma kararına uyulmakla davacı lehine usuli kazanılmış hak oluşup oluşmadığı; buradan varılacak sonuca göre 28.04.1999-01.10.1999 ve 22.06.2000-30.08.2002 tarihleri arasında kalan dönem bakımından bozma kararında belirtilen araştırmalar yapılarak hak düşürücü süre yönünden irdeleme yapılması ve toplanacak deliller değerlendirilerek karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A. Davacı vekilinin temyiz istemi yönünden;
18. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
19. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
20. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup bu maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde "Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması" dava şartları arasında sayılmıştır.
21. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine işaret eder. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
22. Yine bu yararın "hukukî ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
23. Öte yandan dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukuki yararının varlığı şarttır. Aksi hâlde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez (Kuru, B.: Medenî Usul Hukuku El Kitabı, Cilt I, Yetkin Yayınları, Mart 2020, s.390).
24. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki; kanun yolu davanın taraflarına tanınan bir hukukî yoldur ki; bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
25. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s. 4483).
26. Kanun yollarından biri de temyiz kanun yolu olup nihai bir karar, kanunda öngörülen süre içinde, harca tabi ise harcı yatırılarak temyiz edilebilir. Bunlara ilaveten nasıl ki, davacının dava açmakta hukuki menfaatinin bulunması gerekiyorsa, temyize başvuranın da hukukî menfaatinin bulunması gerekir.
27. Buna göre temyiz yoluna başvuran tarafın temyiz ettiği kararın kaldırılması ya da değiştirilmesinde korunmaya değer bir menfaati olmalıdır. Davada haklı çıkmış olan tarafın da hukuki menfaati bulunmak kaydıyla hükmü temyiz etmesi mümkündür.
28. Somut olayda, mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin ikinci kararı taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece bozulmuş, davacı vekili önceki hükümde direnilmesini talep etmiş olup temyiz dilekçesinde de direnme kararının yerinde olduğunu belirterek bozma ve direnme kapsamı dışında kalan ve kısmen reddedilen istem yönünden kararın bozulmasını talep etmiştir.
29. Şu hâlde davacı vekilinin direnme kararını temyiz etmekte hukukî yararı bulunmadığından temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
B. Davalılar vekillerinin temyizi istemi yönünden;
30. Öncelikle uyuşmazlık konusu ile ilgili yasal düzenlemelere kısaca değinilmelidir.
31. 1 Ekim 2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) Geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı, 02/09/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08/06/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanunlar ile 17/07/1964 tarihli ve 506 sayılı Kanun’un Geçici 20"inci maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
32. Bu itibarla 01.10.2008 tarihinden önceki döneme ilişkin hizmet tespiti uyuşmazlıklarında 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu (506 sayılı Kanun); bu tarihten sonraki dönem bakımından ise 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekecektir.
33. Öncelikle ifade etmek gerekir ki, 506 sayılı Kanun ve 5510 sayılı Kanun’un 4. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendi kapsamında sigortalı niteliğini kazanmanın koşulları başlıca üç başlık altında toplanmaktadır. Bunlar;
i. Çalışma ilişkisinin kural olarak hizmet sözleşmesine dayanması,
ii. İşin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde iş organizasyonu içerisinde yapılması,
iii. Çalışanın 506 sayılı Kanun’un 3. maddesinde (5510 sayılı Kanun’un 6. maddesi) belirtilen istisnalardan olmaması şeklinde sıralanabilir. Sigortalı olabilmek için bu koşulların bir arada bulunması zorunludur.
34. Dolayısıyla sigortalı olmanın temel koşulu, hizmet sözleşmesine dayalı çalışmanın bulunmasıdır. Bu anlamda bir sözleşme, hizmet sözleşmesi olarak kabul edilmediğinde sigortalılıktan söz edilmesi de mümkün olmayacaktır.
35. Sigortalılık niteliğinin kazanılması açısından işveren ile çalıştırılan kişi arasında hizmet sözleşmesinin yapılması tek başına yeterli değildir. Ayrıca işin işverene ait işyerinde ya da işyerinden sayılan yerlerde yapılması gerekmektedir. Mülga 506 sayılı Kanun’un 5. maddesine göre (5510 sayılı Kanun’un md. 11) işyeri, bir hizmet sözleşmesine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların işlerini yaptıkları yerdir. İşin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunan yerlerle dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden veya meslek eğitimi yerleri, avlu ve büro gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.
36. Ayrıca 5510 sayılı Kanun"un Geçici 7. maddesi uyarınca uygulama yeri bulan 506 sayılı Kanun"un 2. ve 6. maddelerinde öngörülen koşulların oluşmasıyla birlikte çalıştırılanlar, kendiliğinden sigortalı sayılırlar. Ancak, bu kimselerin ayrıca aynı Kanun’un 3. maddesinde sayılan istisnalara girmemesi gerekir. Çalıştırılanların, başka hiçbir işleme gerek kalmaksızın sigortalı niteliğini kazanmaları 506 sayılı Kanun"un 6. maddesinin 1. fıkrasında yer alan açık hüküm gereğidir (5510 sayılı Kanun 4 ve 92. maddeleri).
37. Ne var ki, sigortalıların bazı haklardan yararlanmaları öncelikle Kuruma bildirilmeleri, belirli süre prim ödemiş olmaları ve Kanun’un gerektirdiği bilgilerin açık bir şekilde bilinmesi koşullarına da bağlıdır. Anılan bilgi ve belgelerin Kuruma ulaştırılmaması veya eksik ulaştırılması hâlinde ise bildirimsiz (kaçak) çalıştırma olgusu ortaya çıkacaktır. Bu durum, prim ve gelir vergisi ödememek için işverenlerce sıklıkla başvurulan bir yol olup, bu noktada, işçinin birtakım yasal haklardan yararlanabilmesi için sigortalı hizmetinin tespitini istemesi gereği ortaya çıkmaktadır.
38. Hizmet tespit davaları ise kamu düzenini ilgilendirdiğinden bu niteliği gereği özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerekmektedir. Bu davaların yasal dayanaklarından olan 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrasında “Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilmeyen sigortalıların hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak hizmet tespiti isteyebilecekleri” hüküm altına alınmıştır.
39. Kuruma bildirilmeyen çalışmaların tespiti yönünden dava açma ve hak arama özgürlüğüne getirilen süre sınırlaması, başka bir deyişle dava açma süresinin 5 yıl ile sınırlandırılması doğrudan doğruya hakkın mevcudiyetini etkilediğinden hak düşürücü niteliktedir ve bu sürenin geçmesi ile hak bir daha canlanmamak üzere ortadan kalkmaktadır. 506 sayılı Kanun"da beş yıl olarak öngörülen bu süre, 09.07.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3395 sayılı Kanun"un 5. maddesiyle on yıla çıkarılmış, daha sonra 07.06.1994 tarihinde yürürlüğe giren 3995 sayılı Kanun"un 3. maddesiyle tekrar beş yıl olarak düzenlenmiş olup, 5510 sayılı Kanun’un 86/9. maddesinde de bu süre 5 yıl olarak geçerliliğini korumaktadır.
40. Bu kapsamda işe giriş bildirgesi düzenlenmemiş veya düzenlenmesine karşın Kanun’da belirtilen süre içerisinde Kuruma verilmemiş ise, ya da çalışmaları süresinde Kuruma verilen dönem bordroları ile bildirilmemiş, çalışmasının varlığı yönünde Kurum tarafından da herhangi bir tespit yapılmamış ise, sigortalının hizmetlerinin tespiti için Kanun’da öngörülen hak düşürücü süre içinde dava açması zorunludur.
41. İşverenin, çalıştırmış olduğu sigortalılara ait hangi belgeleri Kuruma vermesi gerektiği konusuna gelince; 506 sayılı Kanun"un 79. maddesinin 1. fıkrasında açıkça ifade edildiği üzere bu husus yönetmeliğe bırakılmıştır. Bu kapsamda sosyal sigorta işlemleri yönetmeliklerindeki hükümler dikkate alındığında Kuruma verilmesi gereken belgeler aylık sigorta primleri bildirgesi, dört aylık sigorta primleri bordrosu, vs.dir. Yönetmelikte sayılan bu belgelerden birisinin dahi verilmiş olması hâlinde artık Kanun"un 79. maddesinin 10. fıkrasında düzenlenen hak düşürücü süreden söz edilemez.
42. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamalarına göre; eğer sayılan belgelerden birisi işveren tarafından verilmişse burada Kurumun işçinin çalışmasından haberdar olduğu ve artık hizmet tespiti davası için hak düşürücü sürenin varlığından söz edilemeyeceği kabul edilmektedir.
43. Diğer taraftan, Kurum tarafından yapılan bir tespitin olması hâlinde de aynı sonuca ulaşılmaktadır. Bu kabulün temelinde yatan neden; hiç bildirim yapılmayan sigortalılarla, kısmî bildirim yapılan sigortalıların aynı hukuksal statüye tabi tutulmalarının hukuka ve hakkaniyete aykırı olacağının düşünülmesidir.
44. Yeri gelmişken usuli kazanılmış hak kavramı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
45. Usulî kazanılmış hak kurumu, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir. Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.
46. Somut olayda, davacı vekili müvekkilinin 25.02.1997-25.07.2004 tarihleri arasında davalı şirketin İsrail’deki işyerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen hizmetlerinin tespitini talep etmiş, mahkemece 5 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasında davalı işyerinden yapılan bildirimler bulunduğundan 01.01.1998 tarihinden dava dışı işyerinden yapılan bildirim nedeniyle kesintinin gerçekleştiği 30.08.2002 tarihleri arasında kesintisiz geçtiği iddia edilen çalışma dönemi yönünden hak düşürücü sürenin dolmadığı, bu nedenle işine esasına girilerek toplanacak delillere göre karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararına uyan mahkemece yapılan yargılama sonucunda davacının Kuruma bildirilenler dışında 01.10.1998-28.04.1999 ve 01.10.1999-22.06.2000 tarihleri arasında iki dönem hâlinde kesintili geçen çalışmalarının tespitine karar verilmiştir.
47. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Özel Dairenin birinci bozma kararında 01.01.1998-30.09.1998 tarihleri arasında davalı işyerinden yapılan bildirimler bulunduğundan davacının kesintisiz çalışma iddiası nedeniyle 01.10.1998-30.08.2002 tarihleri arasındaki dönem yönünden hak düşürücü sürenin geçmediği belirtilmiş olup uyulan bozma kararı doğrultusunda yapılan yargılama neticesinde bu dönem çalışmasının kesintili olduğu kabul edildiğine göre artık birinci bozma kararına uyulmakla davacı lehine usuli kazanılmış hak oluştuğundan söz etmenin imkanı bulunmamaktadır.
48. Hâl böyle olunca 28.04.1999-01.10.1999 ve 22.06.2000-30.08.2002 tarihleri arasında kalan kesinti dönemleri yönünden davacının davalı şirketin Türkiye"de merkezinin bulunduğu işyerinde çalışıp çalışmadığı, iradi terk ya da başka işyeri çalışması bulunup bulunmadığı araştırılıp belirlenmeli, sonucuna göre hak düşürücü süre yönünden irdeleme yapılmalı, bu kapsamda yapılacak araştırma ile toplanan tüm deliller değerlendirildikten sonra sonucuna göre karar verilmelidir.
49. O hâlde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
50. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine (III-A),
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Davalılar Sosyal Güvenlik Kurumu ve Tuzcuoğlu İnşaat ve Dış Ticaret Limited Şirketi vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA (III-B),
İstek hâlinde temyiz peşin harcının davalı Tuzcuoğlu İnş. ve Dış Ticaret Ltd. Şti"ne geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.10.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.