Esas No: 2017/3083
Karar No: 2021/1225
Karar Tarihi: 14.10.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/3083 Esas 2021/1225 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “cezai şartın tazmini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili şirket ile davalı şirket arasında bayilik sözleşmesi yapıldığını, diğer davalının ise müvekkilinin bayilik sözleşmesinden kaynaklanan alacak, tazminat ve cezai şartların tazminine güvence olarak taşınmazı üzerinde 50.000TL’ye kadar ipotek tesis ettiğini, davalı şirketin sözleşmenin ekinde imzaladığı satış taahhütnamesi gereği sözleşme süresi boyunca aylık 15 ton, 5 yıl içinde de 900 ton LPG’yi müvekkilinden almayı taahhüt ettiğini, sözleşmenin 01.08.2012 tarihinde sona erdiğini, davalının sözleşme süresince müvekkilinden 291 ton LPG aldığını, buna göre davalının 609 ton eksik LPG alımı bulunduğunu, sözleşme ve satış taahhütnamesine aykırı davranarak tonaj taahhüdünü yerine getirmeyen davalının taahhütnamenin ikinci maddesi gereğince müvekkiline verdiği 50.000TL teminatın beş katı olan 250.000TL cezai şart tazminatını ödemekle yükümlü olduğunu, bu hususta çekilen ihtarnameye rağmen ödeme yapılmadığını ileri sürerek müvekkilinin 250.000TL tazminat alacağından şimdilik 25.000TL’nin avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar Cevabı:
5. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; davanın müvekkillerinden ... yönünden öncelikle husumet nedeniyle reddi gerektiğini, sözleşme süresinin bitimi ile beraber davacı şirketin yeniden beş yıllık sözleşme imzalanması hususunda müvekkili şirkete baskı uyguladığını, imzalanmaması hâlinde cezai şart talep edileceğini beyan ettiğini, beş yıl boyunca taahhüt edilen miktarın altında teslimat yapıldığını, buna rağmen davacı şirketin bu süre boyunca hiçbir talepte bulunmayarak müvekkillerinde cezai şart hükmünün uygulanmayacağına dair haklı güven oluşturduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Birinci Kararı:
6. İstanbul 50. Asliye Ticaret Mahkemesinin 25.04.2014 tarihli ve 2013/347 E., 2014/125 K. sayılı kararı ile; sözleşmenin devamı süresince eksik alım yapılmasına rağmen sözleşme süresi içerisinde davacının bu nedenle ihtarname göndermediği gibi bu konuda herhangi bir davada da açmadığı, eksik alıma rağmen bayilik ilişkisinin devam ettiği, bu durumun davacının bayilik sözleşmesinin ilgili maddesindeki tonaj taahhüdü ve cezai şart hükümlerinin uygulanmasından zımnen vazgeçtiği anlamını taşıdığı, davalının sözleşme süresince belirlenen miktardan az ürün almasına rağmen davacının ürün sağlamaya devam ettiği ve ürün bedellerini de ihtirazı kayıt koymadan kabul ettiği, bu durum karşısında sözleşmenin cezai şart ve tonaj taahhüdü maddesinin fiilen ortadan kalktığı, asgari alım taahhüdünün uygulanmayacağı ve bu olgunun kaynağı haklı güven olup, davacı şirketin davranışları ile davalı şirkette yarattığı güvenle çelişki oluşturacak şekilde sözleşmenin feshinden sonra eldeki davaya konu edilen cezai şart tazminatı istemesinin çelişkili davranış yasağına aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Birinci Bozma Kararı:
7. İstanbul 50. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 29.01.2015 tarihli ve 2014/14528 E., 2015/1283 K. sayılı kararı ile; somut olayda, davacıya davasını tam dava olarak sürdürmesi ve toplam alacak üzerinden eksik peşin harcı tamamlaması konusunda kesin süre verilip, sonuca göre bir karar tesisi gerektiği gerekçesi ile karar bozulmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin İkinci Kararı:
9. İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesince bozma kararına uyularak, 29.09.2015 tarihli ve 2015/526 E., 2015/584 K. sayılı karar ile; davacı vekili son duruşmada beyanında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yapılan değişiklik ile kısmi dava açılmasının mümkün hâle geldiği, kısmi dava değerlerinin halen 25.000TL olduğu ve yasa değişikliği nedeniyle bozmaya uyularak esas hakkında karar verilmesini talep ettiği; bir sureti dosya içerisinde bulunan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/19-670 E,. 2013/171 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, sözleşmenin devamı süresince eksik alım yapılmasına rağmen sözleşme süresi içerisinde eksik mal alımı nedeniyle ihtarname gönderilmediği gibi bu konuda herhangi bir davada açılmadığı ve bayilik ilişkisinin devam ettiği, bu durumun davacının bayilik sözleşmesinin ilgili maddesindeki tonaj taahhüdü ve cezai şart hükümlerinin uygulanmasından zımnen vazgeçtiği anlamını taşıdığı, davalının sözleşme süresince belirlenen miktardan az ürün almasına rağmen davacının davalıya ürün sağlamaya devam ettiği ve ürün bedellerinin de ihtirazı kayıtsız kabul edilmesi karşısında sözleşmenin cezai şart ve tonaj taahhüdü maddesinin fiilen ortadan kalktığı, asgari alım taahhüdünün uygulanmayacağı ve bu konuda cezai şart istenmeyeceği hususunda sözleşme süresince süren bir uygulamanın oluştuğu, bu olgunun kaynağı haklı güven olup, davacı şirketin davranışları ile davalı şirkette yarattığı güvenle çelişki oluşturacak şekilde sözleşmenin feshinden sonra eldeki davaya konu edilen cezai şart tazminatını istemesinin çelişkili davranış yasağına aykırılık oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire İkinci Bozma Kararı:
10. İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin yukarıda belirtilen ikinci kararına karşı da süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesinin 01.03.2016 tarihli ve 2015/18494 E., 2016/3582 K. sayılı kararı ile;
“…Akaryakıt bayiilik sözleşmelerinde (veya sözleşme eki taahhütnamelerde) yer alan ""yıllık asgari alım taahhüdü"ne uymama halinde öngörülen ceza koşulu (cezai şart) hükümleri TBK"nun 179/II. (BK. md. 158/II) maddesindeki ifaya ekli ceza koşulu (cezai şart) niteliğinde olduğundan burada bu tür ceza koşulu üzerinde durulması gerekmektedir.
TBK"nun 179/II maddesine göre; “ceza borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.” Anılan yasa hükmünden de açıkça anlaşılacağı gibi, ifaya eklenen ceza koşulunda, şart gerçekleştiği takdirde alacaklı, hem ifayı hemde cezayı talep edebilecektir. TBK, ""borcun belirlenen zamanda veya yerde ifa edilmemesi"" hali için kararlaştırılmış ceza koşulunun, ifaya eklenen ceza koşulu niteliğinde olacağına dair bir karine koymuştur. Bu iki olasılık dışında kalacak eksik ifa hallerinde TBK"nun 179/II. maddesi değil, 179/I maddesi hükmü uygulanacaktır. Zira, Kanun, 179. maddenin ikinci fıkrasında bütün eksik ifa hallerini değil, bunlardan sadece zaman veya yer itibariyle aykırılık teşkil edenlerin ifaya eklenen ceza koşulu olduğunu kabul etmiştir. TBK"nun 179/II md. hükmü emredici yapıda olmayıp düzenleyici nitelikte olduğundan taraflar, yukarıda belirtilen iki hal dışında kalan eksik ifalarla, bütün ifa etmeme hallerinde de ifa ile birlikte cezai şartın istenebileceğini kararlaştırabilirler. (Bkz. Tunçamağ Kenan; Türk Borçlar Hukuku 1. Cilt Genel Hükümler İstanbul 1976 sh. 875 vd.; Eren Fikret; Borçlar Hukuku Genel Hükümler 5. Bası Cilt 2, sh. 1173 vd.; Kılıçoğlu M. Ahmet Borçlar Hukuku Genel Hükümler 4. Bası sh. 579 vd.) Örneğin; beş yıl süreli bir “akaryakıt bayilik sözleşmesinin eki taahhütnamede bayinin yıllık asgari ürün alımı taahhüdü bulunmasına rağmen yıllar itibariyle bu taahhüde uyulmamış ise tedarikçi ( sağlayıcı ) firmanın, TBK"nun 179/II. md. uyarınca hem ifayı hem de ceza koşulunu talep edebilmesi için takip eden yılda henüz bayiye mal vermeden önce ceza koşulu ile ilgili “çekince” (ihtirazi kayıt) bildirmesi ya da bu konuda bayiye noterden bir ihtarname göndermesi gerekir. Çekince için bir şekil şartı getirilmemiştir. Tedarikçi, taahhüde aykırı davranılmış olan yılı takip eden yeni yıldaki ilk fatura ve irsaliyeye koyacağı bir açıklama (şerh) ile koşulu yerine getirebilir. Bu şekilde bir çekince (ihtirazi kayıt konulduktan sonra veya ihtar çekildikten sonra tedarikçi (sağlayıcı) firma, mal vermeye (ifaya) devam etse bile önceki yıla ilişkin ceza koşulu alacağını sözleşme zamanaşımı süresi içinde her zaman talep edebilir. Sonraki yıllarda da aynı kural geçerlidir. Tekrarlamak gerekirse, her yıl sonunda bir önceki yıla dair ceza koşulunun istenebilmesi, takip eden yılda henüz ifaya başlanmadan önce çekince (ihtirazi kayıt) bildirmesi veya ihtar çekilmesine bağlıdır. Bunlar yapılmadan müteakip yılın ifası gerçekleşmişse artık bir önceki yıla ait ceza koşulu istenemez. Çekince konmuş veya ihtar çekilmiş olan yıllarla ilgili ceza koşulunun istenebileceği ise kuşkusuzdur.
Bu açıklamalar çerçevesinde somut olayın değerlendirilmesine gelince; taraflar arasında 01.08.2007 tarihli 5 yıl süreli bayiilik sözleşmesi düzenlenmiş ve buna bağlı olarak ürün alımı konusunda taahhütname düzenlenmiştir. Taahhütnamede yıl bazında alınacak ürün miktarı belirlenmiş, eksik ürün alımı halinde ceza şart ödeneceği kararlaştırılmıştır. İfaya eklenen cezai şart niteliğinde olan bu ceza, bir sonraki yıl ihtirazi kayıt bildirimi yapılmadan ürün verilmeye devam edilmesi halinde istenemeyecektir. Davacı, süresi sonunda yenilenmeyen ve sona eren sözleşme uyarınca ilk dört yıl ihtirazi kayıt koymadan ürün verdiğinden, bu yıllara ilişkin cezai şart isteminde bulunamayacak, ancak son yıla ilişkin cezai şart isteminde bulunabilecektir.
Mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca inceleme ve hesaplama yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir,…”
Gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. İstanbul 18. Asliye Ticaret Mahkemesinin 22.11.2016 tarihli ve 2016/661 E., 2016/682 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler yanında, taraflar arasında imzalanan 01.08.2007 tarihli "satış taahhütnamesinin" 1 ve 2. maddelerinde, Yargıtay bozma kararında vurgulandığı şekilde yıl bazında alınacak ürün miktarının değil, ay bazında alınacak ürün miktarının esas alındığı, beş yıl süreli bayilik sözleşmesinin bitmesine bir ay kalana kadar da davacı tarafın davalının her ay 15 ton ürün alacağına ilişkin ihtirazi kayıt sürmeden ticari ilişkisini devam ettirdiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 10.08.2012 tarihli hesap kat ihtarı ile taraflar arasındaki sözleşmenin sona erdiği eldeki davada, davalı bayi ve diğer davalı ipotek verenin bayilik sözleşmesi süresince eksik alım yapması nedeniyle tonaj taahhüdünün yerine getirilmemesinden dolayı davalı tarafın sözleşmenin son yılı itibariyle cezai şart ödemek zorunda olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle "İrade beyanı" ile bir sözleşmenin kurulmasını amaçlayan "İcap" ve "Kabul" kavramlarının açıklanmasında yarar vardır.
16. Hemen belirtilmelidir ki, irade beyanı, bir ruhî hâdiseden bir başkasını haberdar etmek üzere yapılan ve bununla özel hukuk alanındaki ilişkilerde değişiklik yapılması, yeni ilişkiler yaratılması veya bu gibi ilişkilerin ortadan kaldırılmasının istendiği, hayatta edinilen tecrübelere, örf ve âdete göre hâlin icaplarından anlaşılan iradenin hareket ve faaliyeti olarak tanımlanabilir (Belbez, Hikmet: Akitlerde Sükutun Ehemmiyeti, AÜHF Dergisi, 1944, sayı:2, s. 221).
17. İrade beyanları açık (sarih) olabileceği gibi, örtülü (zımnî) de olabilir (Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m.1/II. fıkra).
18. Beyanın anlam ve konusu hiçbir yoruma ve karışıklığa meydan vermeyecek şekilde beyan vasıtalarından, yani kullanılan söz, yazı veya işaretlerden anlaşılıyorsa, bu, açık bir irade beyanıdır. Zımnî irade beyanı ise, iradenin varlığını gösteren davranışı ifade eder. Bu anlamda, açık olmayan her türlü irade beyanı, zımnî irade beyanıdır. İrade beyanının anlamının, yani sonuç iradesinin doğrudan doğruya söz veya işaretlerden çıkmaması, anlaşılmaması hâlinde, zımnî irade beyanı söz konusu olur. Başka bir deyişle, zımnî irade beyanlarında beyan sahibinin davranışı, işlem iradesini dolaylı bir şekilde ifade eder; onun davranışından, dolaylı olarak işlem iradesine sahip olduğu sonucu çıkar (Eren, Fikret: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 11. Baskı, İstanbul 2009, s. 124).
19. İcap, bir akdi meydana getirmek amacı ile bir şahsın teklifini ihtiva eden ve karşı tarafa yöneltilen bir irade beyanıdır. Kabul ise, yapılan bir öneriye karşılık karşı tarafça önerene yöneltilen ve sözleşmeyi öneriye uygun olarak meydana getirme arzusunu kesin olarak ifade eden irade beyanıdır. Kanunun veya tarafların anlaşması ile, yapılacak sözleşme için bir şekil öngörülmüş olmadıkça ya da önerene kabul için bir şekle uyulmasını şart kılmış olmadıkça, kabul beyanı bir şekle bağlı değildir; sözle, yazı ile veya kanaat verici bir davranışla yapılabilir (Oğuzman, Kemal/Öz, Turgut: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 2012, s. 51, 66).
20. Bu bağlamda, taraflar arasında öteden beri mevcut iş ilişkileri dolayısıyla, o tarihe kadarki uygulama çerçevesinde içlerinden birinin yaptığı siparişi diğer tarafın ayrıca bir kabul beyanında bulunmaksızın bir süre sonra malı göndererek cevaplandırmış bulunması, durumun bundan sonra da böyle olacağı hususunda bir güven olgusunun gerçekleşmesine yol açacağı belirtilmektedir (Kocayusufpaşaoğlu, Necip/Hatemi, Hüseyin/Serozan, Rona/Arpacı, Abdülkadir: Borçlar Hukuku, Genel Bölüm, Cilt I, İstanbul 2008, s. 206).
21. Öte yandan, taraflar arasındaki somut uyuşmazlığın çözümünde etkili olduğu düşünülen “güven ilkesi”, “güven kavramı” ve “güven sorumluluğu” hakkında açıklamalarda bulunulması yararlı görülmüştür.
22. Hukukun evrensel ve genel ilkelerinden olan “dürüstlük ilkesi” bazı alt ilkelerin doğmasına sebep olmuştur. Bu ilkelerden birisi “ahde vefa ilkesi”, bir diğeri de “güven ilkesi”dir.
23. Yine dürüstlük ilkesini temel alan bir akım da, irade beyanlarının yorumunda ve dolayısıyla sözleşmelerin kurulup kurulmadığını tespitte “korunmaya layık haklı güveni” esas alan “güven ilkesi”dir. Bu güven ilkesi de, “hukukî görünüşe güvenin korunması” alt ilkesini doğurmuştur.
24. Güven kavramı, anlam itibariyle sadece etik ve moral beklentilerin mevcut olduğu bir kavram değildir. O, aynı zamanda, toplum içerisindeki bireylerin iletişiminde çok ciddi rol oynayan ve bazı durumlarda eksik kalmış, tamamlanamamış ya da üstü kapalı olarak geçirilmiş, bazı irade beyanlarının yorumlanması ve tamamlanmasında önemli derecede etkisi olan psikolojik-sosyolojik bir kavramdır. Bilgilendirme gereksinimi içinde, güven kavramının, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamları da mevcuttur. Bir görüşe göre güven kavramı, toplum içerisinde, bir bireyin diğer bireylerle olan ilişkilerini tamamlayan; bu ilişkilerin yorumlanmasında kullanılan; ya da o bireyin geleceği ile ilgili olan olaylarda yol gösterici bir rol oynayan, tamamen insanın kendi iç dünyasıyla ilgili bir davranış, bir ruh hâli, bir zihniyet, bir anlayıştır.
25. Güven kavramının temelinde; doğruluk, dürüstlük, açık sözlülük, içtenlik, gerçeklik, haklılık gibi anlamlar yatmakta; güven kavramının anlamı da sayılan bu ilkelere dayanmaktadır. Bu anlamda güven, iki taraflıdır. Bir birey, ya karşısındakine güvenir, ya da karşısındaki o bireye güven verir. Bir kimsenin çevresine verdiği güven, aynı derecede bir karşılık ve hukukî olarak korunma gerektirmektedir.
26. Özel bir ilişkiye girmiş taraflardan biri, hukuka ve güven ihlâli söz konusu olduğunda da hukukun öngördüğü yaptırıma güvenerek karşı tarafa güvenmiştir. Karşı taraf omuzlarına da bu güvenden dolayı doğru ve dürüst davranmak ve sadakatli olmak yükümlülüğü yüklenmiştir. Kendisine güvenilen taraf da yapmış olduğu kendi davranışları ile bu güven olgusunu meydana getirdiği için, güvenen tarafa kendisine neden güvendiği hususunda bir itiraz hakkı söz konusu olmayacağı öğretide ileri sürülmüştür.
27. Gerçekten de, her iki tarafın menfaatlerini korumak ve dengelemek için ileri sürülen güven ilkesine göre, bir irade beyanını anlamak ve değerlendirmek için, beyan muhatabınca bilinen ve bilinmesi gereken bütün hâl ve şartları dürüstlük ilkesi gereğince değerlendirmek gerekecektir. Böylece, beyana ne anlam verilmesi gerektiği ortaya çıkacaktır. Bu ilkeye göre korunan karşı tarafın, beyan muhatabının haklı güvenidir. Beyan muhatabının gerekli dikkat ve özeni göstermeksizin beyanı nasıl anladığına bakılmayacaktır. Beyan muhatabı, kendisine ulaşan beyanı, dürüstlük ilkesi gereği, bildiği veya bilmesi gereken tüm unsurları dikkate alarak anlamalıdır. Yani, onun bu beyanı o şekilde anlaması dürüstlük kuralı gereğince haklı görünmelidir.
28. İşte bu ilke, meydana gelen adaletsizliği ve taraflar arasında gerçekleşen sorunu çözmüş olmaktadır. Zira, güven ilkesi “karşılıklı birbirini gözetme” ve “bağlılık” esaslarına dayanmaktadır.
29. Bu ilkeye göre, hem beyan sahibinin hem de beyan muhatabının menfaatleri dengede tutulmuş olmaktadır. Bir yandan beyan muhatabının dürüstlük kuralına göre, bildiği ve bilebileceği bütün olguları değerlendirerek beyana vermesi gereken anlama olan haklı güveni korunmakta; diğer yandan ise, beyan sahibinin yaptığı beyanının, makûl ve dürüst bir sözleşen insan tarafından anlaşılması olağan biçimde anlaşılacağına dair haklı güveni teminat altına alınmaktadır.
30. Güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için, bir kimsede hukuken korunmaya layık bir güvenin olması, bu güvene dayanılarak bir tasarruf işleminde bulunulması, tüm bunların da bir kişiye isnat edilebilmesi gerekir.
31. Güven sorumluluğunun Türk pozitif hukukunda özel bir kanuni düzenlemesi bulunmamakla birlikte; Türk hukuk öğretisinde dürüstlük kuralından hareketle bir olayda güven sorumluluğunun gerçekleşebilmesi için şu şartlar aranmaktadır: Olayda bir “güven” unsuru bulunmalı, zarar gerçekleşmeli, yaratılan hukukî görünüme güvenin pozitif olarak korunması anlamında geçerlilik sonucu bağlanmamalı, zarar ile yaratılan hukukî görünüş arasında nedensellik bağı söz konusu olmalı, başka hukukî kurumların uygulama alanına giren herhangi bir durum söz konusu olmamalı, hukukî görünüşü yaratan kimse kusurlu olmalı, kişinin haklı güveni, yani olayda iyi niyeti bulunmalıdır. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 30.01.2013 tarihli ve 2012/19-670 E., 2013/171 K. sayılı ve 02.12.2020 tarihli ve 2017/(19)11-917 E., 2020/985 K. sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
32. Uyuşmazlığın çözümü için “cezai şart (ceza koşulu)” kavramı üzerinde de durulmasında fayda vardır.
33. Kanun koyucu BK’nın 158-161. maddelerinde “cezai şart” kavramını kullanmış, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 179-182. maddelerinde ise bunun yerine “ceza koşulu” kavramını tercih etmiştir.
34. Cezai şart borçlunun, asıl borcunu ilerde, hiç veya gereği gibi ifa etmediği takdirde alacaklıya karşı ifa etmeyi önceden taahhüt ettiği edime denir. Bu nedenle cezai şart, asıl borca bağlı olarak ve ancak bu borcun ihlâli ile doğabilecek olan fer"î bir edimdir. Borçlu cezai şart ödemeyi taahhüt etmişse, artık alacaklı herhangi bir zarara uğradığını iddia etmek veya zararının şümulünü ispat etmek zorunda kalmadan, tazminat elde etme imkânını bulacaktır. Cezai şartın kararlaştırılabilmesi için asıl borcun mahiyeti önemli değildir; bir verme borcu kadar, yapma veya yapmama borçlarında da cezai şart kararlaştırılabilir (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selahâttin Sulhi: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 358-359).
35. Cezai şartın, Kanun’daki ifadesi ile ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede buna ilişkin bir hüküm bulunması gerekir. Sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi temerrüt hâlinde TBK’nın 125/I. maddesi hükmünce alacaklı gecikme tazminatı talep edebilir ise de, ceza koşulunun istenebilmesi için sözleşmede bununla ilgili açık hüküm bulunması şarttır.
36. Cezai şartın esas itibariyle iki temel amacı (işlevi) bulunmaktadır. Bunlardan biri, borçluyu ifaya zorlamak ve böylece asıl borcun ifasını teminat altına almak; diğeri ise, borcun ihlali hâlinde borçlu tarafından ödenecek tazminatı önceden ve götürü olarak belirlemektir. Bu iki temel amacı dışında, cezai şartın (ceza koşulunun) diğer bir amacı da, ifayı engelleyen cezai şartta (dönme/fesih cezasında) borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle sözleşmeden kolayca dönmesini sağlamaktır (Kocaağa, Köksal: Ceza Koşulu (Sözleşme Cezası), Ankara 2018, s. 31-33).
37. Cezai şart, somut olayda uygulanması gereken ve uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 179–182. maddelerinde düzenlenmiştir.
38. Türk Borçlar Kanunu’nun 179. maddesi:
“…Bir sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi durumu için bir ceza kararlaştırılmışsa, aksi sözleşmeden anlaşılmadıkça alacaklı, ya borcun ya da cezanın ifasını isteyebilir.
Ceza, borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi durumu için kararlaştırılmışsa alacaklı, hakkından açıkça feragat etmiş veya ifayı çekincesiz olarak kabul etmiş olmadıkça, asıl borçla birlikte cezanın ifasını da isteyebilir.
Borçlunun, kararlaştırılan cezayı ifa ederek sözleşmeyi, dönme veya fesih suretiyle sona erdirmeye yetkili olduğunu ispat etme hakkı saklıdır…” düzenlemesini içermektedir.
39. Maddenin birinci bendinde seçimlik cezai şart düzenlenmiştir. Buna göre sözleşmenin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi hâlinde ödenmek üzere cezai şart vaad edilmiş ve aksi de sözleşmede öngörülmemiş ise alacaklı ya sözleşmenin ifasını ya da cezai şartın ödenmesini isteyebilir. Seçimlik cezai şartta alacaklı seçimlik bir yetkiye sahiptir. Buna göre o şartın gerçekleşmesi yani borçlunun asıl edimi hiç veya gereği gibi ifa etmemesi durumunda ya asıl edimin ifasını ister ya da bundan vazgeçerek cezai şartın ödenmesini talep eder. Seçimlik cezai şartta alacaklı hem asıl edimin ifasını hem de cezai şartın ödenmesini isteyemeyecektir. Örneğin, satıcının sattığı malı teslim etmemesi hâlinde alıcının mal yerine 100.000TL ceza koşulu isteyebileceği kararlaştırılmışsa, alıcı ister malın teslimini, isterse ceza koşulunu isteyebilir. Görüldüğü üzere burada seçimlik bir hak söz konusu olup, alacaklı ancak ya asıl borcun ifasını ya da ceza koşulunun ödenmesini isteyebilir; alacaklı aynı anda hem asıl borcun ifasını hem de ceza koşulunun ödenmesini kural olarak isteyemez. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, asıl borcun sonraki imkânsızlık nedeniyle ifâ imkânının ortadan kalkması hâlinde, alacaklıya tanınmış olan bu seçim hakkı bir anlam ifade etmez. Asıl borcun ifası imkânsız olduğunda, alacaklı koşulları varsa yalnızca tazminat isteme hakkına sahip olur. Buna göre alacaklı, ya zararının tazmin edilmesini ya da ceza koşulunun ödenmesini ister.
40. Buradaki “seçimlik” ifadesinden, ceza koşulu ile asıl borç arasındaki ilişkinin, seçimlik borçlarda yer alan birden çok edim arasındaki ilişkiye benzediği sanılmamalıdır. Asıl borç ile ceza koşulu arasında gerçek anlamda bir seçimlik borç (alacak) ilişkisi söz konusu olmayıp, yalnızca alacaklıya tanınmış bir seçim hakkı söz konusudur. Bunun önemi şu noktada ortaya çıkar: Borçlu asıl borcun ifasıyla yükümlü olmakla birlikte, alacaklı asıl borcun ifasından vazgeçerek ceza koşulunun ödenmesini istediğini borçluya bildirebilir. Borçlu ceza koşulu kendisinden istenmedikçe yalnız asıl borcu ifa edebilir. Bu seçim hakkı, teknik anlamdaki seçimlik borçtan (alacaktan) farklıdır (Kocaağa, s. 133-136).
41. İkinci bentte düzenlenen ifaya ekli cezai şartta ise alacaklı, açıkça feragat etmiş veya ifayı kayıtsız şartsız kabul etmiş olmadıkça, hem sözleşmenin ifasını hem de kararlaştırılan cezanın ödenmesini talep edebilir.
42. Dönme (fesih) cezası olarak da adlandırılan ifayı engelleyen cezai şart ise maddenin üçüncü bendinde hükme bağlanmıştır. Burada borçlunun cezai şartı ödemek suretiyle tek taraflı olarak sözleşmeden dönme hakkına sahip olduğunu ispat yetkisi saklı tutulmuştur. Böylece borçlu alacaklı ile yaptığı anlaşmada dilerse sözleşmeden dönmeyi ve alacaklıya sadece cezai şart ödemeyi kararlaştırabilir. Bu tür cezai şartta borçlu cezayı ödemek suretiyle sözleşmeden dönebileceği gibi, alacaklı da sadece cezai şartın ödenmesini talep edebilir. Bu durumda artık alacaklı borçludan asıl edimin ifasını isteyemeyecektir.
43. Seçimlik ve ifaya eklenen ceza koşulu, borçlunun borcunu ihlâl etmesine karşı alacaklıya bir talep hakkı sağlarken, dönme cezası borcun ihlali koşulu aranmaksızın, belirli bir meblağı ödemek suretiyle borçluya sözleşmeyi sona erdirme imkânı verir. Borçlu, borca aykırı davranışı bulunmasa bile, ceza koşulunu ödeyerek sözleşmeyi ortadan kaldırabilir. Burada asıl borcun ifasının yerini dönme (fesih) cezası almaktadır. Bundan dolayı dönme cezasının, asıl borcun alacaklı lehine ifasını teminat altına almak gibi bir işlevinin bulunmadığı, aksine onu zayıflatıcı rol oynadığı söylenebilir. Gerçekten, “borcumu ifa etmekten vazgeçersem 1.000TL ödeyeceğim” ifadesinde yerini bulan dönme cezasında asıl borcun ifasının teminat altına alınması suretiyle alacaklının hukukî durumunun güçlendirilmesi değil, aksine dönme cezasını ödemek ve sözleşmeden dönmek (veya sözleşmeyi feshetmek) suretiyle borçlunun durumunun iyileştirilmesi söz konusudur (Kocaağa, s. 145-154).
44. Cezai şarta ilişkin hükümler emredici nitelikte değildir. Taraflar bunların aksini kararlaştırabilirler. Borcun belirlenen zaman veya yerde ifa edilmemesi dışında kalan diğer borca aykırılık hâlleri için ifaya eklenen ceza koşulu kararlaştırabilecekleri gibi; bu iki ihlal durumu için seçimlik ceza koşulu da kararlaştırabilirler. Örneğin satıcının ayıplı mal teslim etmesi hâlinde, alacaklıya hem ayıpsız bir mal teslim edileceği hem de ceza koşulu ödeneceği kararlaştırılabilir. Ayrıca tarafların, ceza koşulu anlaşmasında, seçimlik ceza koşulu ile ifaya eklenen ceza koşuluna birlikte yer vermeleri de mümkündür (Kocaağa, K.: s.138-139). İstisnası cezanın tenkisiyle (indirilmesiyle) ilgili TBK’nın 182. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci bendinde ceza miktarını tarafların serbestçe belirleyebilecekleri belirtildikten sonra, üçüncü bendinde bu ceza miktarının hâkim kararı ile azaltılabileceği öngörülmüştür. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 29.11.2017 tarihli ve 2017/3-998 E., 2017/1459 K. sayılı; 29.06.2021 tarihli ve 2017/(13)3-2245 E. ve 2021/880 K. kararlarında da değinilmiştir.
45. Somut olayda; davaya konu sözleşmeye ekli satış taahhütnamesinin 2. maddesinde düzenlenen “BAYİİ, 1.maddede taahhüt ettiği LPG ihtiyacının tümünü iş bu sözleşme süresince 11. maddede yazılı mücbir sebepler dışında HABAŞ"tan almak zorundadır. BAYİ başka bir şirket veya şahıstan LPG alamaz. Böyle bir LPG alımı veya taahhüt edilen miktarın HABAŞ tan alınmaması halinde sözleşme HABAŞ tarafından feshedileceği gibi BAYİİ, üçüncü şahıs veya firmadan aldığı veya HABAŞ tan eksik aldığı LPG nedeniyle HABAŞ a verdiği teminat tutarının 5 katı kadar tazminat ödemeyi kabul ve taahhüt eder” hükmünün seçimlik cezai şart mahiyetinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
46. Cezayı isteme hakkının saklı tutulması (çekince, ihtirazı kayıt), yenilik doğuran bir irade beyanı olup, ifa anında açıkça yapılmalıdır. Saklı tutma, teslim-kabul tutanağına düşülecek bir kayıtla veya ifayı kabulden önce yapılacak yazılı bildirimle yahut iş bedelinin ceza alacağı kesilerek ödenmesi gibi buna delalet eden bir eylem veya işlem ile gerçekleştirilebilir.
47. Açık feragat ise, borçluya yöneltilen ve varması gereken bir irade beyanıyla veya sözleşmeye önceden ifanın çekincesiz kabul edileceğine ilişkin bir hükmün konulmasıyla olur. Bazen de, çekincenin varlığı bazı koşulların gerçekleşmesine bağlanabilir (Selimoğlu, Y. E.; Eser Sözleşmesi, 4. Baskı, Ankara 2017, s. 350-353).
48. Tüm bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler ışığında somut olay incelendiğinde; davacı şirket vekili tarafından davalılara gönderilen 10.08.2012 tarihli ve konusu “hesap kat ihtarı” olarak belirlenmiş ihtarname ile; davacı şirket ile davalı şirket (bayi) arasında 01.08.2007 tarihli beş yıl süreli bayilik sözleşmesi bulunduğu, diğer davalının ise tazminat ve cezai şartların tazminine güvence olarak kendisine ait taşınmaz üzerine ipotek tesis ettiği, bayilik sözleşmesinin 12.5 maddesi ile satış taahhütnamesinin 2. maddesine göre davalı bayi tarafından asgari LPG alım taahhüdü yerine getirilmediğinden, davalılarca davacıya verilen 50.000TL teminatın beş katı olan 250.000TL cezai şartı ödemekle yükümlü oldukları, hesapların kat edildiği ve taraflar arasındaki sözleşmenin sona erdiği bildirilmiştir.
49. Davalı şirket, sözleşme süresi boyunca almayı taahhüt ettiği aylık 15 ton miktar olarak belirlenen miktarın altında LPG satın almıştır. Tüm bu süreç içerisinde davacı şirket tarafından eksik mal alımı nedeniyle ihtarname gönderilmediği gibi bu konuda herhangi bir dava açılmamış ve eksik alıma rağmen bayilik ilişkisi devam etmiştir. Bu durum karşısında davacının bayilik sözleşmesinin ilgili maddesindeki tonaj taahhüdü ve cezai şart hükümlerinin uygulanmasından zımnen vazgeçtiği anlaşılmaktadır.
50. Zira, bayinin sözleşme süresince belirlenen miktardan az ürün almasına rağmen davacı davalıya ürün sağlamaya devam etmiş, ürün bedellerini de ihtirazı kayıt olmaksızın kabul etmiştir. Dolayısıyla sözleşmenin cezai şart ve tonaj taahhüdü maddesinin fiilen ortadan kalktığı, asgari alım taahhüdünün uygulanmayacağı ve bu konuda cezai şart istenmeyeceği hususunda sözleşme süresince devam eden bir uygulama oluşmuştur.
51. Davacı şirketin sözleşmenin cezai şart ve tonaj taahhüdünün uygulanmayacağı yönündeki uygulaması nedeniyle ortaya çıkan olgunun kaynağı haklı güven olup, davacı şirketin davranışları ile davalı bayide yarattığı güvende çelişki oluşturacak şekilde sözleşmenin feshi ile birlikte eldeki davaya konu edilen cezai şart tazminatını istemesi çelişkili davranış yasağına aykırıdır.
52. Hâl böyle olunca, mahkemenin az yukarıda belirtilen maddi ve hukukî olguları gözeterek, benzer gerekçelere dayalı olarak davacı tarafın cezai şart tazmini isteminin reddine ilişkin karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığından, usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesine uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.10.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.