Esas No: 2013/9373
Karar No: 2014/9420
Karar Tarihi: 12.05.2014
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2013/9373 Esas 2014/9420 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : Gaziosmanpaşa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 18/09/2012
NUMARASI : 2005/671-2012/395
A. T: ve E. (Ç.) ile M.. E.. ve müşterekleri aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair Gaziosmanpaşa 3.Asliye Hukuk Mahemesi"nden verilen 18.09.2012 gün ve 671/395 sayılı hükmün Yargıtay"ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
K A R A R
Davacılar vekili, dava dilekçelerinde 1480 ada 9 sayılı parselde bulunan taşınmazı 14.12.1972 tarihinde harici satış sözleşmesiyle davalıların miras bırakanı H. E.’dan satın aldıklarını, satın alındığı tarihten itibaren vekil edenleri tarafından aralıksız çekişmesiz malik sıfatıyla kullanıldığını, aradan 33 yılı aşkın bir süre geçtiğini, tapuda satış işleminin yapılamadığını, vekil edenlerinin mağdur olduğunu açıklayarak taşınmazın ½ payı bakımından davalılar adına olan tapu kaydının iptali ile adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı M.. E.. vekili, senetteki imzanın babasına ait olmadığını ve sözleşmenin usulüne uygun yapılmadığını, satışın resmi şekilde yapılmasını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalılar H. A. ve T. P. vekilleri, taşınmazın miras bırakanı Remziye’den kaldığını 1992 yılında Remziye’nin vefat ettiğini, davacıların 1978 yılına kadar bu taşınmazda kiracı olarak oturduklarını açıklayarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, 14.02.1972 tarihli harici satış senedinin Adli Tıp Kurumundan geçirildiğini, taşınmazın tapulu olduğunu, tapulu taşınmazların haricen satışının geçerli olmadığını, her ne kadar harici satış senediyle taşınmazı satın aldıkları davacılar tarafından ileri sürülmüş ise de, satış geçerli olmadığı gibi TMK’nun 713. maddesindeki koşulların gerçekleşmediği gerekçe gösterilmek suretiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, harici satın alma, kazanmayı sağlayan zilyetlik ve TMK’nun 713/2.fıkrasında yer alan maliki 20 yıl önce ölmüş bulunan hukuki sebeplere dayalı olarak TMK’nun 713/1 ve 2.fıkraları gereğince açılan mülkiyetin aktarılmasına ilişkin tapu iptali ve tescil davasıdır.
Mahkemece her ne kadar kazanma koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Davacılar vekili dava dilekçesinde taşınmazın 14.12.1972 tarihli harici satış sözleşmesiyle davalıların miras bırakanı H. E. tarafından vekil edenleri Emine’nin miras bırakanı H.. S.. (T.) ve A. T. tarafından satın alındığını, o tarihten beri içinde oturduklarını, açıklayarak ½ oranında iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Taşınmazın dosya arasında bulunan tapulama tutanağına göre kadastro çalışmaları sırasında 28.9.1957 tarih ve 426 sıra nolu tapu kaydına dayalı olarak 1/3’er pay oranında İsmail oğlu Hamdi E., Hamdi eşi Ayşe E., ve Hamdi kızı R. E. adına kadastro tespitinin yapıldığı, kadastro tutanağının 12.9.1962 tarihinde kesinleşmesiyle tapu kaydının oluştuğu kadastronun 487 ada 10 parsel numarası ile işlem gördüğü daha sonra 12.6.1987 tarihinde imar uygulaması sonucu 1480 ada 9 parsel numarasını aldığı, malikler ile payların değişmediği, aynı kişilere ait olduğu belirlenmiştir. İmarla taşınmazın 97/291’er pay ile adına kadastro tespiti yapılan kişiler adına tapu kaydının yeniden oluştuğu saptanmıştır.
Taşınmaz 1962 tarihinden beri 1/3’er paylı olarak tapuda kayıtlı bulunduğu her payın birbirinden bağımsız olarak dava konusu olabildiği, satışı yapan H. E. olarak görüldüğü, satış belgesinde satılan yerin, B. mahallesi, S. mahallesi, 82 numaradaki Göçmen evine bitişik olarak inşa edilen 2 oda 1 mutfak banyo ve tuvaletten ibaret gecekondu ev ile yerinin zilyetliğinin Hatice ile Ahmet’e satıldığı açıklanmıştır. Görüldüğü gibi satılan yerin bitişiğinde H. E.’a ait göçmen evi vardır. Davacılar ½ oranında iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. Dava sadece Hamdi esas alınarak açıldığı görülmektedir.
Kural olarak TMK’nun 713/2.fıkrasında yazılı maliki 20 yıl önce ölmüş bulunan hukuki sebebe dayanılarak açılan bir davada aynı maddenin 1.fıkrasındaki koşulların gerçekleşmesi halinde böyle bir yerin kazanmayı sağlayan zilyetlikle edinilmesi mümkündür. Hiç şüphesiz tapulu bir taşınmazın TMK’nun 706, TBK’nun 237, 2644 sayılı Tapu Kanunu"nun 26, Noterlik Kanunu"nun 60 ve 89.maddeleri gereğince satışı resmi şekilde yapılmadığı sürece hukuken geçerli bir sonuç doğurmaz alıcısına herhangi bir hak bahşetmez. Ancak TMK’nun 713/2.fıkrası açıklanan bu genel kuralın bir istisnasını oluşturmaktadır. Maliki 20 yıl önce ölmüş ve taşınmaz üzerinde sürdürülen zilyetlik aralıksız çekişmesiz dava tarihine kadar 20 yıl sürmüş ise böyle bir taşınmazın az önce açıklanan gerekçeyle edinilmesi olanaklıdır.
Somut olayda çözümlenmesi gereken öncelikli sorun; eldeki temyiz incelemesinin yapıldığı aşamada yerel mahkemenin kararına dayanak oluşturan hükmün TMK.nun 713/2. fıkrasındaki; “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptaline ilişkin kararı ve bu karar yayımlanana kadar hükmün yürürlüğünün durdurulması kararının eldeki davaya etkisinin ne olacağı hususudur.
Davaya dayanak oluşturan TMK.nun 713/2. fıkrasında yer alan “…ölmüş…” sözcüğünün, “Anayasa Mahkemesinin 17.3.2011 gün ve 2009/58 Esas, 2011/52 Karar sayılı kararıyla iptaline, bu sözcüğün uygulanmasından doğacak sonradan giderilmesi güç veya olanaksız durum ve zararların önlenmesi ve iptal kararının sonuçsuz kalmaması için kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına 17.3.2011 tarihinde karar verilmiştir.”
Anayasa Mahkemesi Kararlarının Özelliği ve Geriye Yürümezliğinin İrdelenmesi;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 153/2. fıkrasında; Anayasa Mahkemesinin, bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin tamamını veya bir hükmünü iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesis edemeyeceğini vurguladıktan sonra aynı maddenin 5. Fıkrasındada “iptal kararlarının geriye yürüyemeyeceği” açıklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararları, İdari Yargıda verilen iptal kararlarından farklı bir özelliğe sahiptir. İdari Yargıda asıl olan iptal kararlarının geriye yürümesi yani iptal edilen idari işlemin doğduğu andan itibaren yok sayılması esas alınmasına karşın, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümemesi asıldır. Bu bakımdan İdari Yargıdaki iptal kararları beyan edici, açıklayıcı nitelikte olduğu halde Türk Anayasa Yargısındaki iptal kararları genelde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) niteliktedir.
Türk Anayasa sisteminde benimsenen iptal kararının geriye yürümezliği kuralının getiriliş amacı, kazanılmış hakları ve hukuksal güvenliği ortadan kaldırıcı ya da toplumun adalet anlayışını zedeleyici sonuçlar doğurmasından kaygı duyulmasını önlemek, Devlete olan güven duygularını sarsmamak, Devlet yaşamında hukuk kargaşasına neden olmamak, hukuk güvenliğini ve istikrarını sağlamak olarak özetlenebilir.
Bu bakımdan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesi, kabul edilen önemli bir ilkedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi; 12.12.1989 gün ve 1989/11 Esas, 1989/48 Karar sayılı kararında, “Türk Anayasa sisteminde Devlete güven ilkesini sarsmamak ve ayrıca Devlet yaşamında bir karmaşaya neden olmamak için iptal kararlarının geriye yürümezliği kuralı kabul edilmiştir. Böylece hukuksal ve nesnel alanda sonuçlarını doğurmuş bulunan durumların iptal kararlarının yürürlüğe gireceği güne kadar ki dönem için geçerli sayılması sağlanmıştır.” denilmek suretiyle konunun önemi vurgulanmıştır.
Esasen bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde, tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların (kazanılmış hakların) korunması Hukuk Devletinin bir gereğidir. O nedenle hukuksal ve maddi alanda etkisini göstermiş hukuk kuralları uyarınca tamamlanmış ve sonuçlarını doğurmuş bulunan kazanılmış haklara Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün geriye yürüyemeyeceğinin (ceza mahkûmiyetlerinde durum farklıdır) kabulü kaçınılmazdır.
Bu durumda kazanılmış haklar kavramı Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan unsurlardan biri olarak kabul edilmektedir.
Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar, Anayasanın 2. maddesinde ifadesini bulan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir Hukuk Devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve bu nedenle kabul edilemez.
Anayasa Mahkemesinin 19.12.1989 gün ve 1989/14 Esas, 1989/49 Karar sayılı kararında aynen; “bir hukuk kuralının yürürlüğü sırasında, bu kurala uygun biçimde tüm sonuçları ile kesin olarak edinilmiş hakların korunması Hukuk Devletinin gereği olduğunu” vurgulamaktadır.
Bu karara paralel olarak Danıştay’da; 16.12.1966 tarih ve 1963/386 Esas, 1966/1642 Karar sayılı kararında; “iptal kararları geriye yürümez” kuralının kazanılmış hakları saklı tutmak, hukuk kararlılığı ve dolayısıyla kamu düzenini korumak amacıyla getirildiği görüşü benimsenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararları, kural olarak Resmi Gazetede yayımlandıkları tarihten itibaren ve geleceğe dönük olarak hukuki sonuçlar doğurmaktadırlar. Bu nedenledir ki, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından önce iptal edilen yasa kuralına dayanılarak verilen ve kesinleşmiş mahkeme kararının Anayasa Mahkemesi kararından etkilenemeyeceği açıktır. Yani Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının, iptal edilen yasa kuralına dayanılarak daha önce verilip kesinleşmiş olan hükme etkili olması olanaklı değildir.
Saptanan bu olgular karşısında Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının ya da kanunların geriye yürümezliği ilkesinin istisnalarını kamu düzeni, genel ahlak kuralları ile kazanılmış hak ilkesi oluşturmaktadır. Kazanılmış (müktesep) hakkın söz konusu olduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Eldeki dosyada söz konusu olan somut olaya gelince: TMK.nun 713/2. fıkrasında açıklanan üç ayrı hukuki sebepten biri olan “…ölmüş…” sözcüğünün Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra elde bulunan veya açılacak olan davalara etkisinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir. TMK.nun 713/1. fıkrasında; “tapu kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.
Aynı maddenin 2. fıkrasında ise; “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de, o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” amir hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü gibi TMK.nun 713/2. fıkrasına dayalı olarak açılan davaların başarıya ulaşması; bu fıkrada belirtilen koşullar yanında aynı zamanda 713/1. fıkrasındaki koşulların da gerçekleşmiş bulunmasına bağlıdır. Çünkü 2. fıkrada; “aynı koşullar altında…” denilmek suretiyle aynı maddenin 1. fıkrasına atıfta bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle 1. fıkradaki koşulların araştırılıp belirlenmesi zorunludur.
TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesinde ise; “Mülkiyet, birinci fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur.” ilkesi getirilmiştir. Bu ilke 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Kanunla anılan fıkraya eklenmiştir.
04.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararından önce 743 sayılı TKM.nin 639 (TMK.nun 713). maddesine dayalı olarak açılan davalarda mülkiyetin hangi tarihte doğacağı ve kazanılacağı konusu gerek uygulamada ve gerekse doktrinde oldukça tartışmalı idi. 4.12.1998 tarih ve 1996/4 Esas, 1998/3 Karar sayılı Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararı ile; “kazandırıcı zamanaşımı yoluyla tapusuz taşınmazların edinilmesine ilişkin TMK.nun 639/1. maddesine göre verilen tescil kararları inşai-ihdası (yapıcı-kurucu-yenilik doğurucu) nitelikli kararlardır. Mülkiyet hakkı bu kararların kesinleştiği anda kazanılır.” görüşü benimsenmişti. Daha sonra 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı TMK.nun 713/5. fıkrasının son cümlesiyle aynı maddenin 1 ve 2. fıkralarını da kapsayacak biçimde, mülkiyetin 1. fıkrada öngörülen koşulların oluşmasıyla kazanılacağı kabul edilmiştir.
İşte TMK.nun 713/5. fıkrasında mülkiyet, 1. fıkrada öngörülen koşulların gerçekleştiği anda kazanılmış olur ibaresi TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarına dayalı olarak açılan davalar açısından “kazanılmış (müktesep) hak” olarak kabul edilip edilemeyeceği sorunu karşımıza çıkmaktadır. Sözü edilen ibare ile 1 ve 2. fıkralarında yer alan tüm koşulların gerçekleşmesi yanında aynı maddenin 1. fıkrasında açıklanan 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda mülkiyetin kazanılacağı kastedilmektedir. Şu halde, Anayasa Mahkemesince yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce dava açanlar (eldeki davalar) ile açmayanlar bakımından 20 yıllık kazanma süresi ve 2. fıkrada açıklanan maliki 20 yıl önce ölmüş olan kişi bakımından söz konusu süreler dolmuş ise bunlar açısından kazanılmış (müktesep) hakkın kabul edilip edilmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekir.
TMK.nun 713/5. fıkrasına eklenen ibare ile mülkiyet hakkının tüm kazanma koşullarının oluşması ile 20 yıllık kazanma süresinin dolduğu anda kazanılacağı açıklandığına ve bu konuda hiçbir duraksama söz konusu olamayacağına göre az önce açıklanan durumlar bakımından kazanılmış hakkın varlığının kabulü gerekmektedir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar da bunu doğrulamaktadır. 4721 sayılı Kanunla getirilen ve TMK"nun 713/5. fıkranın son cümlesi için gösterilen gerekçede de şu ifade yer almaktadır: “Gerçekten, mülkiyet hakkının hangi anda kazanılmış olacağı sorusunu cevaplayan bu yeni hükme göre, 2013/9373 mülkiyet 1. fıkrada öngörülmüş olan bütün şartların gerçekleştiği anda kazanılmış olacak, yani hâkimin vereceği tescil kararı geriye dönük (makable şamil) sonuç doğuracaktır.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesin"in verdiği iptal kararıyla birlikte 17.3.2011 tarihinde aynı zamanda; “…kararın Resmi Gazetede yayımlanacağı güne kadar yürürlüğünün durdurulmasına” karar verilmiştir. Şu halde yürürlüğünün durdurulması kararının verildiği 17.3.2011 tarihinden önce açılmış bulunan davalar bakımından maliki 20 yıl önce ölmüş ve o tarihten dava tarihine veya kayıt maliki adına bulunan tapu kaydının intikal gördüğü tarihe kadar diğer kazanma koşulları yanında 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür davalar bakımından kazanılmış (müktesep) hakkın kabulü gerekir. Uyuşmazlığa konu yapılan tapu kaydı; malikin ölüm tarihinden itibaren 20 yıllık kazanma süresi geçtikten sonra intikal görmüş ise bu tür intikal gören kayıt hukuken bir değer taşımaz ve intikal maliklerine herhangi bir hak bahşetmez. Yine dava açmamış ancak; Anayasa Mahkemesinin verdiği yürürlüğünün durdurulması karar tarihi olan 17.3.2011 tarihinden önce hak sahipleri yararına kazanma koşulları oluşmuş, malik 20 yıl önce ölmüş ve 20 yıllık kazanma süresi de dolmuş ise, bu tür hak sahiplerinin de dava açma yönünden kazanılmış haklarının olduğunun da kabulü gerekmektedir. Bu gibi hak sahiplerinin 17.3.2011 tarihinden önce veya sonra dava açmalarının bir önemi bulunmamaktadır.
Yapılan incelemede mahkemece sadece gerekçesinde TMK’nun 713.maddesindeki koşulların gerçekleşmediği açıklanmıştır. Anayasa’nın 141/3.fıkrasına göre “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” HMK’nun 297.maddesinde bir kararda bulunması gereken hususlar tek tek ve bentler halinde gösterilmiştir. Açıklanan anayasa maddesiyle kanun maddesi gözetildiğinde yerel mahkemenin TMK’nun 713.maddesi için gösterdiği gerekçe yetersizdir. Ret ya da kabul gerekçesini açık bir biçimde kararda yer alması gerekir. Bu husus tek başına bozma sebebidir. Kayıt maliki ve aynı zamanda davalıların dip miras bırakanı Hamdi’nin veraset belgesi 16.2.1976 tarihli olup oldukça eski olduğundan hükme esas alınamaz. Dava dışı kalan mirasçılar olabilir. Bu durum aynı zamanda kayıt maliki ve mirasçı A. E.’ın veraset belgesi içinde geçerlidir. Bu nedenle özellikle dava konusu yapılan H. E. ile diğer kayıt maliki Ayşe ve Remziye E.’ın bütün mirasçılarını gösterir ortak veraset belgesinin alınması için davacı tarafa süre ve imkan tanınması, veraset belgesi ibraz edildiğinde davanın dava dışı kalan tüm mirasçılarına yöneltilmesi, böylece taraf teşkilinin sağlanması, satışa konu yapılan yerin krokide açık bir biçimde teknik bilirkişiye işaret ettirilmesi, satışa konu yapılan yerin sadece Hamdi’ye ait 1/3 (97/291) pay mı yoksa Remziye ve Ayşe’nin payları dava konusu edilmiş mi hususlarında TMK’nun 31.maddesi uyarınca hakimin davayı aydınlatma ödevci kapsamında davacılar vekilinden sorulmak suretiyle açıklığa kavuşturulması, uyuşmazlığın taşınmaza ilişkin bulunması nedeniyle tanıkların HMK"nun 243 ve 244.maddesi gereğince davetiyeyle çağrılıp keşif yerinde dinlenmesi, zilyetliğin başlangıç ve bitiş süresinin saptanması, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek ve gerekçe gösterilmek suretiyle hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde gerekçesiz hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Davacılar vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK"nun Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK. nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK"nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve HUMK"nun 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 21,15 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacılara iadesine, 12.05.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.