Esas No: 2017/1188
Karar No: 2018/167
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2017/1188 Esas 2018/167 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Günü : 06.05.2014
Sayısı : 509-252
5015 sayılı Kanuna muhalefet suçundan sanık ..."un 5015 sayılı Kanunun Ek 5/1, TCK"nun 62/1, 51/1-3-7-8, 52/2 ve 54/4. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 80 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hapis cezasının ertelenmesine, hak yoksunluğuna ve suça konu kaçak akaryakıtın müsaderesine ilişkin Van 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 06.05.2014 tarihli ve 509-252 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 16.10.2017 tarih ve 9321-7704 sayı ile;
"...Sanık ... yönüyle yapılan temyiz incelemesinde;
Temyiz incelemesine konu bu dosyaya ilişkin suç tarihinin 03.07.2011, iddianame düzenleme tarihinin ise 21.11.2012 olduğu, Dairemizin 2014/30668 Esasi ile 15.11.2016 tarihinde bozulmasına karar verilen Van Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/552 Esasa sayılı dosyasına ilişkin suç tarihinin 19.06.2012, iddianame düzenleme tarihinin ise 18.12.2012 olduğu, sanığın anılan dosyadaki eylemi ile temyiz incelemesine konu dava dosyasındaki eyleminin benzer suç vasfına yönelik olduğu gözetilerek,
Sanığın anılan dosyadaki eylemleri ile temyiz incelemesine konu dava dosyasındaki eyleminin benzer suç vasfına yönelik olduğu gözetilerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2014 gün ve 2013/7-591 Esas, 2014/171 Karar sayılı kararında ayrıntıları belirtildiği şekilde, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelği, olayların oluş ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diger tüm özelliklerin birlikte değerlendirilmesiyle eylemin TCK.nun 43. maddesi kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi için söz konusu dosyalar birleştirilmek suretiyle yargılama yapılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunn takdiri gerektiğinin gözetilmemesi," isabetsizliğinden hükmün sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiş,
Daire Üyesi Dr. B. Karakaş; "Sanık petrol istasyonu sahibi olup, kaçak akaryakıt satışı yapmaktadır. 03.07.2011 tarihli eyleminden sanra 19.06.2012 tarihli eylemini gerçekleştirmiştir. İki suç tarihi arasında 11 ay 19 gün bulunmaktadır. Sayın çoğunluğun bozma kararında belirtildiği gibi iddianame ile hukuki kesinti oluşmamış ise de iki suç arasındaki süre çok uzun zaman aralığında iddianamelerin geç düzenlenmesinden ileri geldiğinden, sanığın kastının yenilendiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun bozma nedenine katılmıyorum" düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 07.11.2017 tarih ve 299991 sayı ile;
"Van 1. Asliye Ceza Mahkemesince 2012/509 esas, 2014/252 karar sayılı 06.05.2014 karar tarihli hüküm yüksek Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 16.10.2017 gün ve 2017/7704 karar sayılı ilamı ile incelenmiş ve yerel mahkeme hükmü sanık ... yönünden bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiştir.
Yüksek Daire çoğunluğu bozma kararında "Temyiz incelemesine konu bu dosyaya ilişkin suç tarihinin 03.07.2011, iddianame düzenleme tarihinin ise 21.11.2012 olduğu, Dairemizin 2014/30668 esası ile 15.11.2016 tarihinde bozulmasına karar verilen Van Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/552 esasa sayılı dosyasına ilişkin suç tarihinin 19.06.2012, iddianame düzenleme tarihinin ise 18.12.2012 olduğu, sanığın anılan dosyadaki eylemi ile temyiz incelemesine konu dava dosyasındaki eyleminin benzer suç vasfına yönelik olduğu gözetilerek,
Sanığın anılan dosyadaki eylemleri ile temyiz incelemesine konu dava dosyasındaki eyleminin benzer suç vasfına yönelik olduğu gözetilerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2014 gün ve 2013/7-591 esas, 2014/171 karar sayılı kararında ayrıntıları belirtildiği şekilde, suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelği, olayların oluş ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diger tüm özelliklerin birlikte değerlendirilmesiyle eylemin TCK"nun 43. maddesi kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesi için söz konusu dosyalar birleştirilmek suretiyle yargılama yapılarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunn takdiri gerektiğinin gözetilmemesi,..." şeklindeki kabulü ile iki suç arasında TCK 43 anlamında müteselsillik olabileceğini kabul etmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun ilamda değinilen 2014/171 karar sayılı kararında iki suç arasında müteselsilliğin kabulü için hukuki veya fiili kesinti olmaması gerektiği kabul edilmiştir. Hukuki kesintinin iddianame tanzimi ile oluşacağı, fiili kesintinin ise iki suç arasında geçen ve suç işleme iradesini yenilemeye muktedir makul bir süre olacağı değerlendirmesine yer verilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararında makul sürenin fiilen kaç günlük, aylık ve sair süreyi ifade ettiğine kararında açıklama getirmediği görülmektedir. Ancak makul süreyi "suç işleme iradesinin yenilenmesine imkan verecek" ibaresi ile soyut ve genel bir tanımlamaya tabi kıldığı görülmektedir. Daireler arasındaki makul süre uygulaması da suçların niteliğine, işleniş şekline, suçun konusunu oluşturan emtianın edinim tarzına ve sair nedenlere göre belirlenebilmektedir. Bu süre uzun bir zaman dilimini ifade etmediği gibi suçun konusunu oluşturan emtianın (kaçakçılıkta kaçakçılığa konu eşyanın, kullanma amacı dışında uyuşturucu bulundurma suçlarında suçun konusunu oluşturan uyuşturucunun) edinilmeleri farklı zamanlarda vücut bulmuşsa da müteselsilliğe konu olamayacağı, kısaca iradenin yenilendiği ve yeni suçun oluştuğu kabul olunmaktadır.
İtirazımıza konu olayda iki suç tarihi arasında 11 ay 19 gün gibi bir yıla yakın süre geçmiştir. Geçen süre itibarıyla tek başına suç işleme iradesinin yenilendiğini kabul etmek gerekir. Bu kabule göre yerel mahkeme mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 7. Ceza Dairesince 06.02.2017 tarih, 13227-10255 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık ... hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar yapılan itirazın reddine karar verilmesi, sanık ... hakkında kurulan mahkûmiyet hükmü ise Özel Dairece onanması suretiyle kesinleşmiş olup, itirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığın farklı bir tarihte işlediği iddia edilen benzer nitelikteki eylemi nedeniyle aynı mahkemenin farklı esasında yargılaması yapılması sonrası Özel Dairece bozulmasına karar verilen hükme ilişkin dava dosyasının sonucunun araştırılarak, sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma olanağının tartışılması gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, istinabe suretiyle sorgusu yapılan sanığa CMK"nun 196/2. maddesi gereğince, sorgusundan önce ifadesini asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediği sorulmadan ve suça konu maddi olay ile ilgili savunması alınmadan hüküm kurulmasının isabetli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Van 1. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından, savunmasının tespit edilememesi sebebiyle sorgusunun yapılması için CMK"nun 98. maddesinin 3. fıkrası gereğince hakkında yakalama emri düzenlenen sanığın, 25.06.2013 tarihinde Samsun ilinde yakalanması sonrası aynı gün yakalama emri ve ekleri uyarınca sorgusu yapılmak üzere Samsun 5. Asliye Ceza Mahkemesine getirildiği ve 5271 sayılı CMK"nun 147. maddesindeki haklarının hatırlatılmasından sonra sorgusuna başlanıldığı, sorgusundan önce sanığa CMK"nun 196. maddesinin 2. fıkrası gereğince ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmadığı, ayrıca suça konu maddi olay ile ilgili savunması tespit edilmeden, CMK"nun 226. maddesi uyarınca ek savunma hakkı verildiği, devamında sanıktan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını isteyip istemediğine dair beyanı sorularak sorgunun bitirildiği, davaya bakan mahkemede yapılan duruşmalarda da sanığın maddi olaya ilişkin savunmasının alınmadığı anlaşılmıştır.
Uyuşmazlığın çözümü bakımından, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılamayacağı kuralı ve istisnaları ile sanığın duruşmadan bağışık tutulmasını düzenleyen Ceza Muhakemesi Kanunundaki hükümlere değinilmesi faydalı olacaktır.
Sanık hazır olmaksızın duruşma yapılamayacağı kuralını düzenleyen 5271 sayılı CMK’nun “Sanığın duruşmada hazır bulunmaması” başlıklı 193. maddesinin 1. fıkrası; “Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir” hükmünü amir olup, bu kuralın istisnai halleri ise;
Aynı maddenin ikinci fıkrasında; “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir”,
194. maddenin 2. fıkrasında; “Sanık savuşur veya ara vermeyi izleyen oturuma gelmezse, önceden sorguya çekilmiş ve artık hazır bulunmasına mahkemece gerek görülmezse, dava yokluğunda bitirilebilir”,
195. maddesinde; “Suç, yalnız veya birlikte adlî para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hâllerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır”,
200. maddesinin 1. fıkrasında; “Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir”,
204. maddesinde; “Davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme, sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir. Ancak, sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa, yokluğunda yapılan işlemler açıklanır”,
Şeklinde gösterilmiştir.
Uyuşmazlık konusunun çözümüne ışık tutan “Sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı 196. maddesi ise uygulanma tarihi itibarıyla;
“(1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.
(2) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.
(3) Sorgu tutanağı duruşmada okunur.
(4) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır.
(5) Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.
(6) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu halinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir” biçiminde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında, mahkemece sorgusu yapılmış olmak şartıyla sanığın veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hallerde müdafiinin istemi ile duruşmada hazır bulunmaktan vareste tutulabileceği kabul edilmiş, beşinci fıkrasında ise hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın sorgusu yapılmış olmak şartıyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebileceği düzenlenmiştir.
Her iki fıkrada da sanığın sorgusunun yapılmış olması hali bağışık tutulmanın şartı olarak belirtilmiş, ancak sanığın sorgusunun ne şekilde yapılacağı hususunda iki fıkrada da her hangi bir açıklamaya yer verilmemiş olup bu konu maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeye göre, alt sınırı beş yıldan az hapis cezasını gerektiren bir suçtan yargılanan sanığa, sorgusundan önce ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulduktan sonra istinabe suretiyle sorguya çekilebileceği, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı ise sanıkların sorgusunun mutlaka yargılamayı yapan mahkemece yapılması zorunludur.
Sorgusundan önce sanığa, ifadesini yargılamayı yapan mahkeme huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulması üzerine duruşmadan bağışık tutulmak istemediğini belirtmesine karşın istinabe ile alınan ifadesiyle yetinilmesi savunma hakkının sınırlanması sonucunu doğuracaktır.
Sanığın duruşmada hazır bulunabilmesi, yükümlülük yönü olmakla birlikte öncelikle kendisi açısından bir hak olup bu hak adil yargılanma hakkının temel unsurlarından birini oluşturmaktadır. Tarafı olduğumuz ve onaylamakla iç hukuk mevzuatına dahil ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde, sanığın en azından kendi kendini savunmak hakkı bulunduğu belirtilmekle, mahkeme huzurunda doğrudan savunmasını yapabilmesi için duruşmada hazır bulunma hakkının varlığı da zımnen kabul edilmiştir.
Kendisi yönünden hak olarak düzenlendiği kabul edilen bir hususta sanığın bu hakkı ne şekilde kullanacağı konusunda hiçbir insiyatifinin olmadığının kabulü halinde hakkın varlığından da söz edilemeyecektir.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 12 Şubat 1985 tarihli Colozza ve Rubinat/İtalya ile 25 Kasım 1997 tarihli Zana/Türkiye kararlarında, sözleşmeyle garanti altına alınan bir hakkın kullanılmasından vazgeçilmesinin, bunun açıkça söylenmesiyle mümkün olabileceği belirtilmiş olup, buna göre sanığın esas mahkemesinde ifade verme hakkından feragat etmesinin ancak sanığa açıkça bu hususun sorulmasıyla mümkün olacağı vurgulanmıştır.
Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 tarih ve 248-37 ile 22.11.2011 tarihli ve 192-241 sayılı kararları başta olmak üzere süre gelen bir çok kararında da; “Sorgusundan önce sanığa, ifadesini yargılamayı yapan mahkeme huzurunda vermek isteyip istemediğinin sorulmaması veya sorulması üzerine duruşmadan bağışık tutulmak istemediğini belirtmesine karşın istinabe ile alınan ifadesiyle yetinilmesi savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracağından mutlak bir bozma nedeni olduğu” sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan, kendisine hatırlatılan yasal haklarını anladığını ve savunmasını yapacağını söyleyen sanığın, yüklenen suç ile ilgili savunması tespit edilmeden, ek savunması sorulduğunda alınan soruşturma aşamasındaki ifadelerine atıfta bulunan beyanının usulüne uygun alınmış bir savunma olarak kabul edilip edilemeyeceğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nun “Duruşmanın başlaması” başlıklı 191. maddesi;
“(1) Sanığın ve müdafiinin hazır bulunup bulunmadığı, çağrılmış tanık ve bilirkişilerin gelip gelmedikleri saptanarak duruşmaya başlanır. Sanık, duruşmaya bağsız olarak alınır. Mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın başladığını, iddianamenin kabulü kararını okuyarak açıklar.
(2) Tanıklar duruşma salonundan dışarı çıkarılırlar.
(3) Duruşmada, sırasıyla;
a) Sanığın açık kimliği saptanır, kişisel ve ekonomik durumu hakkında kendisinden bilgi alınır,
b) İddianame veya iddianame yerine geçen belge okunur,
c) Sanığa, yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu ve 147 nci maddede belirtilen diğer hakları bildirilir,
d) Sanık açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde, usulüne göre sorgusu yapılır.”
Aynı Kanunun “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesi ise;
“(1) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur:
a) Şüpheli veya sanığın kimliği saptanır. Şüpheli veya sanık, kimliğine ilişkin soruları doğru olarak cevaplandırmakla yükümlüdür.
b) Kendisine yüklenen suç anlatılır.
c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, kendisine bildirilir. Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir.
d) 95 inci madde hükmü saklı kalmak üzere, yakalanan kişinin yakınlarından istediğine yakalandığı derhâl bildirilir.
e) Yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğu söylenir.
f) Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını isteyebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağı tanınır.
g) İfade verenin veya sorguya çekilenin kişisel ve ekonomik durumu hakkında bilgi alınır.
h) İfade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkânlardan yararlanılır.
i) İfade veya sorgu bir tutanağa bağlanır. Bu tutanakta aşağıda belirtilen hususlar yer alır:
1. İfade alma veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih.
2. İfade alma veya sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği.
3. İfade almanın veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise nedenleri.
4. Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı.
5. İmzadan çekinme hâlinde bunun nedenleri.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü gibi, ifade ve sorgu şüpheli ve sanık bakımından bir yükümlülük olmakla beraber, aynı zamanda bir haktır. 5271 sayılı CMK"nun 147 ve 191. maddelerinde belirtilen yasal hakları kendisine hatırlatılan ve “açıklamada bulunmama” hakkını kullandığına dair bir beyanda bulunmayan, diğer bir deyişle haklarını anladığını ve yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildiren sanığın, suça konu maddi olay ile ilgili savunmasının tespiti amacıyla sorgusuna başlanacaktır. Yüklenen suç ile ilgili sanığın sorgusu yapılmadan, soruşturma evresindeki ifadelerine atıfta bulunması ve mahkeme tarafından da iddia konusu eylemin aydınlatılması açısından hiçbir soru yöneltilmemiş olması durumunda, usulüne uygun sorgu yapıldığından söz edilemez. Bu savunmalara dayanılarak hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindedir. İddia konusu eylem ile ilgili savunması tespit edilmeden alınan ek savunmaya ilişkin beyanların da CMK"nun 147 ve 191. maddelerinde anlamını bulan sorgu niteliğinde olduğunun kabulü mümkün değildir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
5015 sayılı Kanunun Ek 5/1. maddesinde düzenlenip iki yıldan beş yıla kadar hapis ve adli para cezası öngören petrol kaçakçılığı suçundan yargılanan ve savunmasının tespiti için hakkında yakalama emri düzenlenen sanığın, davanın görüldüğü Van 1. Asliye Ceza Mahkemesinin yargı çevresi dışında Samsun"da yakalanmasını müteakip Samsun 5. Asliye Ceza Mahkemesince yapılan sorgu aşamasında, beyanı alınmadan önce sanığa ifadesini asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediği hususunun sorulmadığı, yine yasal haklarının hatırlatılması üzerine, “haklarını anladığını ve savunmasını yapacağını” söyleyen sanığın, yargılamaya konu suça ilişkin maddi olay ile ilgili savunması tespit edilmediği anlaşıldığından, savunma hakkının sınırlandırılması niteliğinde olan bu usule aykırılıklar nedeniyle yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; "Dosya kapsamında çözümlenmesi gereken bir ön sorun bulunmadığı ve işin esasına geçilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 16.10.2017 tarihli ve 9321-7704 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Van 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 06.05.2014 tarihli ve 509-252 sayılı hükmünün, istinabe suretiyle sorgusu yapılan sanığa CMK"nun 196. maddesinin 2. fıkrası gereğince, sorgusundan önce ifadesini asıl mahkemesinde vermek isteyip istemediğinin sorulmaması ve suça konu maddi olay ile ilgili usulüne uygun sorgusu yapılmayan sanık hakkında yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 17.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.