Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;Davacı Hazine, kayden davalılar adına kayıtlı bulunan dava konusu 24 parsel sayılı taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kumluk yerlerden olduğunu, özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek tapunun iptali ile taşınmazda bulunan yapıların yıkımı isteklerinde bulunmuştur.
Bir kısım davalılar vekilleri, taşınmazın öncesinin tapulu tarla vasfında olduğunu belirtip davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, dava konusu taşınmazın keşfen bilirkişilerce belirlenen kıyı kenar çizgisine göre kısmen kıyı kenar çizgisi içersinde kaldığı, kumsal vasfında olduğu gerekçesiyle bu bölümün tapusunun iptali ile hazine adına tesciline, diğer bölümlerle ilgili davanın reddine, yıkım davasının konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili ve bir kısım davalılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ..... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kumluk niteliğindeki taşınmazın tapu kaydının iptali, sicil kaydının kütükten terkini ve elatmanın önlenmesi isteklerine ilişkindir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 24 nolu parselin müfrez parsel olduğu, ana parselin 1947 tarihinde yapılan kadastro ile meydana geldiği ve buna dayalı olarakta çap kayıtlarının oluştuğu (tespitin kesinleştiği) tarihe göre dava tarihi itibarıyla 3402 sayılı yasanın 12/3 maddesinde öngörülen sürenin geçtiği görülmektedir.
Her nekadar, çekişmeli taşınmazların kıyı-kenar çizgisi içinde kalan bölümlerinin devletin hüküm ve tasarrufu altında ve kamu malı niteliğinde özel mülkiyete konu olamayacak (Anayasanın 43, 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 16/C maddesi gereğince) yerlerden olduğu keşfen saptanmış ise de; 25.2.2009 tarihinde kabul edilip, 14.3.2009 tarihinde yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasanın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinin 3. fıkrasına eklenen "bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet ve diğer kamu tüzel kişileri dahil tarafların sıfatına bakılmasızın uygulanır" ve 3. maddesi ile eklenen geçici 10. maddesinin " bu kanunun 12. maddesinin 3. fıkrası hükmü devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır" şeklindeki hükmü gözetildiğinde kadastro tespitinin kesinleştiği tarih ile davaların açıldığı tarih arasında 3402 Sayılı Yasanın 12.maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki; kural olarak sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin ve İçtihadı Birleştirme Kararlarının kazanılmış hak (usulü müktesep hak) ilkesinin 28.6.1960 tarih, 21/9 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince istisnai niteliği gereği kesin hüküm halini almamış eldeki davalarda da gözetilmesi ve uygulanması gerekeceği tartışmasızdır. Öte yandan, yürürlüğe konulan hükümler kamu düzeniyle ilgili bulunduğundan ve re"sen gözetilmesi gerektiğinden somut olayda, aleyhe bozma yasağı ilkesinin de uygulanma yeri bulunmadığı izahtan varestedir.
Ancak, bir taraf, dava açıldığı andaki mevzuata ve içtihat durumuna göre davasında haklı olup da, dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da yeni bir İnançları Birleştirme Kararı gereğince davayı kaybederse, davada haksız çıkmış olmasına rağmen, yargılama giderlerinden sorumlu tutulmaz.
Anılan bu kural yasal ve yargısal uygulamada kararlılık kazanmıştır. (Baki Kuru, Hukuk Usulü Mahakemeleri 5. Cilt, sayfa 5338, dipnot 159; 10. H.D. 21.12.1976, 8770/8739 ve dipnot 160: 5. HD 12.09.1977, 5445/5655 dipnot 161: 10. HD 24.02.1976, 6296/1297) Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara bağlıdır. Öte yandan avukatlık ücreti 04.09.1957 tarih ve 4/16 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca yargılama giderlerinden sayılır. Davacı Hazine, temyiz dilekçesinde sair nedenlerden söz etmek suretiyle bu hususa değinmiştir. O halde, Hazine’nin haklı olduğunun anlaşılması halinde davalının tüm yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulması gerekeceği açıktır.
Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler ve ilkeler gözetilerek sonucuna göre karar verilmesi, ayrıca yargılama masraflarının da buna göre hüküm altına alınması için karar bozulmalıdır.
Tarafların, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.2.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.