1. Hukuk Dairesi 2020/288 E. , 2020/588 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL-ELATMANIN ÖNLENMESİ-ECRİMİSİL
Taraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın reddine, birleştirilen davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 14.11.2019 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı vekili Avukat ... geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı ... ... vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Asıl dava inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, birleştirilen dava ise, mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir.
Davacılar, şirketin nakit ihtiyacını gidermek amacıyla maliki oldukları 128 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını davalı ...’e satış suretiyle temlik ettiklerini, payın bir kısmının kredi temin etmek, bir kısmının ise teminat amaçlı verildiğine ilişkin 21.01.2013 ve 06.02.2013 tarihli belgelerin mevcut olduğunu, adı geçen davalının kredi temin etmesine rağmen krediyi vermediği gibi taşınmazı da iade etmekten kaçınıp muvazaalı ve kötüniyetli olarak olaylardan haberdar olan diğer davalı ...’e devrettiğini, taşınmazın halen tasarruflarında olduğunu ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemişler, birleştirilen davanın ise reddini savunmuşlardır.
Davalı ..., maddi sıkıntı içerisinde olan şahsının ve sahibi olduğu şirketin itibarının zedelenmemesi amacıyla taşınmazı adına tescil ettirip üzerine ipotek koydurduğunu, mali durumunun kötüye gitmesi ve davacıların taşınmazı bir an önce devralmamaları neticesinde taşınmazı diğer davalı ...’ye devrettiğini, davacıların taşınmazı 1 yıl bedelsiz kullanmaları halinde satışa muvafakat edeceklerinin düşünüldüğünü, ancak diğer davalının buna izin vermemesiyle eldeki davanın açıldığını belirtip davanın reddini savunmuştur.
Davalı ..., öncelikle davada eksik harcın tamamlanması gerektiğini, narenciye üretimi ve ihracatıyla iştigal etmesi nedeniyle çekişme konusu taşınmazı 2.125.000,00 TL (1.100.000,00 TL"si ipotek bedeli olmak üzere) bedel karşılığında satın aldığını, tapuda gösterilen satış bedeli olan 212.600,00 TL"yi satıcının banka hesabına gönderdiğini, bakiye 1.912.400,00 TL"yi ise ortağı olduğu ... "de görevli yatırım ve satın alma işlemlerinden sorumlu genel müdür yardımcısı ... aracılığıyla satıcının vekili dava dışı "e banka şubesinde nakit olarak teslim ettiğini, iyiniyetli olduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur. Birleştirilen davada, maliki olduğu 128 parsel sayılı taşınmaza davalıların haklı ve geçerli bir neden olmaksızın müdahale ettiklerini ileri sürerek elatmanın önlenmesini, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 01.03.2015 tarihinden itibaren 12.000,00 TL ecrimisilin faiziyle tahsilini, taşınmaz üzerindeki ürünlerin değerlerinin saptanıp satılarak ürün bedelinin mahkeme veznesine depo edilmesini, davanın kabulü halinde kendisine ödenmesini istemiştir.
Mahkemece, davalı ..."nin taşınmazı temlikinde kötüniyetli olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine karar verilmiş, iddianın sabit olduğu gerekçesiyle birleştirilen davanın kabulüyle elatmanın önlenmesine, 160.000,00 TL ecrimisil (ürün) bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline, taşınmazın tedbiren birleştirilen davada davacı ..."e teslimine karar verilmiş, karar asıl davanın davacıları tarafından asıl dava yönünden temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; 7 ada 128 parsel sayılı taşınmazdaki (96.627m2, narenciye bahçesi) davacı şirketin 60623/96627 payının tamamının 21.01.2013 tarihinde 98.100,00 TL bedelle; davacı ..."nın 36004/96627 payının tamamının ise 06.02.2013 tarihinde 58.000,00 TL bedelle davalı ..."e satış suretiyle temlik edildiği, ... tarafından taşınmazın 05.03.2014 tarihinde üzerindeki ipotekle birlikte 212.600,00 TL bedelle diğer davalı ..."ye devredildiği kayıtlarla sabittir. Davacılar ile davalı ..."in imzalarını taşıyan, 21.01.2013 tarihli "belge" başlıklı; 06.02.2013 tarihli "protokol" başlıklı belgelerde, taşınmazın ziraai kredi temin etmek için teminat amaçlı davalı ..."e devredildiği, bu nedenle davacılar tarafından kullanılacağı, kredi işlemleri tamamlandıktan sonra davacılara iade edileceği, davalı ..."in taşınmazı başka kişilere satmayacağı, taşınmaz üzerinde tasarrufta bulunmayacağı hususlarına yer verilmiştir.
Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.
Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.
Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni
Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır. Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında,belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira TBK"nın 509. maddesindeki “Vekilin, kendi adına ve vekâlet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacağı, vekâlet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda, kendiliğinden vekâlet verene geçer.” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan TBK"nın 19. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü,gerek işleyişi açısından,genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir. Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İnançları Birleştirme kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların yazılı delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, yazılı delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.
Somut olaya gelince, tüm dosya kapsamından, davacı tanıklarının beyanlarından, davacı ..."nın eşi aynı zamanda davacı şirketin yetkilisi olan ... ile son kayıt maliki davalı ..."nin okul arkadaşı oldukları, komşu taşınmazlarda faaliyet gösterdikleri, dava dışı ... Tarım Ürünleri şirketinin kurucu ortakları arasında yer aldıkları anlaşılmakla, davalı ..."nin inançlı işlem sonucu taşınmazın devredildiğini bilen ve bilmesi gereken kişi konumunda bulunduğu, dolayısıyla TMK"nun 1023. maddesi anlamında iyi niyetli müktesip kabul edilemeyeceği kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, davacıların inançlı işlem kapsamında davalı ..."e borçlarının olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, borçları var ise miktarının saptanıp mahkeme veznesine depo ettirilmesi için davacılara süre verilmesi ve bu husus yerine getirildiğinde sonucuna göre bir karar verilmesi; borçları yok ise davalı ..."nin iyiniyetli olmadığı hususu gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar göz ardı edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Davacıların (asıl davada) yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davacılar vekili için 2.037.00. TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilen davalı ve davalı-birleştirilen davada davacıdan alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.