Esas No: 2015/873
Karar No: 2018/145
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/873 Esas 2018/145 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 08.05.2013
Sayısı : 1217-721
Sanık ..."ın muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan TCK"nun 289/1, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca hapisten çevrilen 900 TL ve doğrudan verilen 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin Büyükçekmece (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 08.05.2013 gün ve 1217-721 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 01.04.2015 gün ve 786-487 sayı ile;
"Sanık hakkında tayin edilen 3 ay hapis cezasının TCK"nın 50/1-a maddesi gereğince bir gün karşılığı 20 TL olmak üzere adli para cezasına çevrilmesi sırasında "1800 TL" yerine hesap hatası sonucu "900 TL" adli para cezasına hükmedilmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Tayin olunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktarın belirlenmesinde uygulanan TCK"nın 52/2. maddesinin mahallinde hükme ilavesi mümkün görülmüştür" eleştiri ve açıklamasıyla onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.06.2015 gün ve 303206 sayı ile;
"İtiraz konusu; mahkemelerce cezanın belirlenmesine yönelik uygulamalarda maddi hesap hatalarının aleyhe değiştirmeme zorunluluğu ya da aleyhe düzeltme yasağının kapsamında olup olmadığı yönündedir. Bu konuda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.02.2014 gün ve 70-50 sayılı kararında açıklandığı üzere, "Böyle durumlarda mahkemece yapılan hataların nedeni ve niteliği göz önünde tutularak, kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu hâkimin takdirine bağlı ve bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların aleyhe değiştirme yasağı kapsamında kaldığı kabul edilmelidir. Buna karşılık cezaların belirlenmesi sırasında iradi olmaksızın ve güdülen amacın dışında yapılan basit toplama, çıkarma, çarpma bölme şeklinde belirtilecek dört işlem hataları dosyamızda olduğu gibi çarpan ve çarpılanın belli olduğu durumlarda çarpımda yapılan hesap hataları, herkes tarafından objektif bir biçimde farkedilebilecek nitelikte maddi hatalar olarak kabul edilerek aleyhe değiştirme yasağı kapsamında değerlendirilmemeli, sanık aleyhine temyiz bulunmayan hâllerde dahi doğru uygulama yapılmak suretiyle hüküm hâkimin ifadesi doğrultusunda düzeltilebilmelidir. Suç için ceza tertip edilirken dikkatsizlik sonucu iradi olmaksızın yapılan basit matematik hatalarının aleyhe değiştirme zorunluluğu ya da aleyhe düzeltme yasağı kapsamında olmadığı ilke olarak benimsenerek sanık aleyhine temyiz olmadığı durumlarda dahi doğru uygulama yapılmak yapılmak suretiyle söz konusu aykırılıklar giderilebilecektir." şeklinde değerlendirme yapılmıştır.
Yukarıda yapılan açıklamaya göre, TCK"nın 50/1-a maddesi uyarınca sanık hakkında tayin edilen 3 ay hapis cezasının bir günü TCK"nın 52/2. maddesi gereğince bir gün karşılığı takdir edilen 20 TL ile çarpılması sırasında (90×20) hesap hatası yapılmak suretiyle "1.800 TL" yerine "900 TL" ceza tayin edilmiş olup uygulama sırasında iradi olmaksızın işlem hatası yapıldığı anlaşıldığından, sanık aleyhine temyiz bulunmasa dahi, yerel mahkemece yapılan basit matematik hatasına ilişkin aykırılık nedeniyle sonuç adli para cezasının 1.800 TL olarak belirlenmesi suretiyle hükmün düzeltilerek onanması gerektiği" görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 10.07.2015 gün ve 5181-2308 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan cezalandırılmasına karar verilen, suçun sübutu ile fiilin vasıflandırılmasında bir uyuşmazlık, bu kabulde de dosya içeriği itibarıyla herhangi bir hukuka aykırılık bulunmayan olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5237 sayılı TCK’nun 289. maddesinin birinci fıkrası uyarınca belirlenen 3 ay hapis cezasının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen 20 TL ile çarpılması sırasında “1.800 TL” yerine “900 TL” olarak eksik ceza tayin edilmesinin, hükmün yalnızca sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi dikkate alındığında, Özel Dairece aleyhe düzeltme yasağı kapsamında eleştiri konusu yapılmasında isabet olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olup ayrıca karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ... hakkında muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda aynı suçtan TCK"nun 289. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mahkûmiyet hükmü kurulurken temel cezanın 3 ay hapis ve 5 gün adli para cezası olarak belirlendiği, kısa süreli hapis cezası adli para cezasına çevrildikten sonra hapis cezasının karşılığı olan 90 tam gün sayısının bir gün karşılığı olarak takdir edilen 20 TL ile çarpılması sırasında hata yapılarak hapisten çevrilen 900 TL ve doğrudan verilen 100 TL adli para cezası ile sanığın cezalandırılmasına karar verildiği,
Sanık hakkında hapisten çevrilen sonuç adli para cezası belirlenirken TCK’nun 52. maddesinin ikinci fıkrasının uygulama maddeleri arasında gösterilmediği,
Hükmolunan adli para cezasının ödenmemesi hâlinde, ödenmeyen adli para cezasının TCK’nun 52. maddesinin dördüncü fıkrası gereğince hapse çevrilmesine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- 5237 sayılı TCK’nun 289. maddesinin birinci fıkrası uyarınca belirlenen 3 ay hapis cezasının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen 20 TL ile çarpılması sırasında “1.800 TL” yerine “900 TL” olarak eksik ceza tayin edilmesinin, hükmün yalnızca sanık müdafi tarafından temyiz edilmesi dikkate alındığında, Özel Dairece aleyhe düzeltme yasağı kapsamında eleştiri konusu yapılmasında isabet olup olmadığı;
Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre “karar” kelimesinin anlamı; bir iş veya sorun hakkında düşünülerek verilen kesin yargıdır. Aynı sözlükte, hukukta karar; herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm, olarak ifade edilmiştir. Yine, karar kelimesinin ifade ettiği farklı bir anlam olarak; kesin yargıyı bildiren belge belirtildikten sonra, karar; değişmeyen, düzenli durum, düzenlilik, yöntemlilik ve değişmez olma olarak da tarif edilmiştir. Bu tanımlardan yola çıkıldığında, yargısal karar; bir yargılama işlemi sonunda belli bir yönteme bağlı olarak verilmiş, kesin yargıyı ifade eden belge olarak tanımlanabilir. Bu durumda kararın en önemli özelliği olarak, “kesinlik” karşımıza çıkmaktadır. Kesinlik kelimesinin sözlük anlamı; bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumudur.
5271 sayılı CMK"nun "Duruşmanın sona ermesi ve hüküm" başlıklı 223. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşmanın sona erdiği açıklandıktan sonra hüküm verilir. Beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşmesi kararı, hükümdür",
"Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması" başlıklı 231. maddesinin birinci fıkrası; "Duruşma sonunda, 232 nci maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır.",
"Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar" başlıklı 232. maddesinin üçüncü fıkrası; "Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.",
Aynı maddenin altıncı fıkrası ise; "Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir." hükümlerini içermektedir.
Anılan bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, duruşmanın bittiği bildirildikten sonra 5271 sayılı CMK"nun 223. maddesinin birinci fıkrası uyarınca hüküm verilmesi zorunludur. Bu hükümde gerekçeye yer verilmese dahi, anılan kanunun 232. maddesinin altıncı fıkrası uyarınca, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme imkânının bulunup bulunmadığının, başvuru imkânı varsa süresi ve merciinin tereddüde mahal bırakmayacak şekilde mutlaka belirtilmesi gerekmektedir. Uygulamada bu şekilde gerekçesi açıklanmadan hüküm verilmesine kısa karar denilmektedir. Kısa karar olarak adlandırılan bu hüküm fıkrasının tümüyle duruşma tutanağına geçirilmesi, akabinde okunarak, gerekçesinin ana hatlarıyla anlatılması gerekmekte olup kısa karar yani hüküm bu şekilde açıklandıktan sonra geçerlilik kazanacaktır.
Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan "hüküm-sonuç" bölümünün açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı "sorun" bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın, yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı "gerekçe" bölümünün hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi davranmaları gerekmektedir. Ancak hüküm kurulurken çeşitli hatalar yapılabildiği, örneğin nitelikli haller nedeniyle ceza artırılırken artırım oranlarında, bazen de sonuçlarında hatalar yapılabildiği gibi indirim nedeninin uygulanması sırasında da hesap hatası yapılarak daha az ceza tayin edildiği, hatta nitelikli hal nedeniyle cezanın artırılması yerine indirilmesi yoluna gidildiği, ilgili kanun maddesinde suç için hapis cezası ile birlikte para cezası da öngörüldüğü halde, yalnızca hapis ya da para cezasına hükmedildiği, öngörülmüş cezanın alt sınırının da altında olacak şekilde bir ceza tayin edildiği veya belirlenen tam gün sayısının, bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ile çarpılması sırasında işlem hataları yapıldığı görülmektedir.
Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, "uygulama hatası", "hesaplama hatası", "yazım hatası" şeklinde tasniflere tabi tutulmaktadır. Uygulama hatası; yargılama araçlarının belirli biçimde hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi halinde gerçekleşmeyecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibarıyla birer uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir.
Mahkemenin hata yapıldığından bahisle, kısa kararda yer verilmeyen hususlara gerekçeli kararda yer vermesi veya kısa kararı sonradan değiştirmesi usul ve kanuna aykırı olacaktır. Bu konuda öğretide, "Gerekçe ile birlikte hüküm fıkrası tekrar yazılırken, duruşmada yazılıp, okunmuş olan hüküm fıkrasında, yani kısa kararda hiçbir değişiklik yapılamaz. Esas olan, duruşmada okunmuş bulunan hüküm fıkrasıdır." (Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 2013, 10. Baskı, s. 714) şeklinde görüşler bulunmaktadır. Ancak yerleşmiş uygulama ve kabullere göre, uygulama ve hesap hataları dışında kalan ve sonuç ceza üzerinde değişikliğe yol açmayan maddi yazım hatalarının yöntem ve zaman sınırlamasına tabi bulunmaksızın, bizzat bu hatayı yapan merci tarafından kendiliğinden veya denetim muhakemesi sonunda verilen bir karardaki uyarı üzerine düzeltilmesi mümkündür.
Temyize tabi kararlar temyiz edilmemesi veya temyizen onanması halinde, kesin nitelikteki kararlar ise verildikleri anda kesinleşmiş olacaktır. Kesinleşen kararda olağanüstü kanun yolları hariç artık hükmün değişme imkânı bulunmamaktadır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun 4. maddesinde de vurgulandığı üzere, mahkûmiyet hükümlerinin infazı için hükmün kanun gereği kesin ya da kesinleşmiş olması gerekir.
Yargı makamlarınca verilen hükümlerin kesin ya da kesinleşmiş olması bireylerin güven içinde yaşamaları için zorunludur. Her yargılamada gerçeğe, adalet ve hakkaniyete ulaşılması çabası bulunsa da ceza muhakemesinin de bir sonu olmalıdır. Aksi halde ceza muhakemesinin amaçları arasında olan toplumsal barış ve güven sağlanamaz; sürekli bir çekişme ve belirsizlik ortamı varlığını korur. (Veli Özer Özbek, İnfaz Hukuku, Ankara 2015, Seçkin Yayıncılık, 7. baskı, s. 70)
Kesin hükmün bağlayıcı olması nedeniyle bu kararlar değiştirilemez, yerine getirilmesi geciktirilemez. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98. maddesinin 1. fıkrasında; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir” hükmüne yer verilmiştir. Görüleceği üzere infaz sırasında, mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği konusunda ya da hükümlü lehine bir kanun yürürlüğe girmesi halinde ancak hükmü veren mahkemeden karar isteneceği belirtilmiş olup kesinleşmiş hükümdeki ceza miktarının hesap hatası yapıldığından bahisle ya da başka bir nedene dayalı olarak artırılamayacağı, değiştirilemeyeceği açıktır.
Uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olarak, ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde "aleyhe değiştirmeme zorunluluğu" ya da "aleyhe düzeltme yasağı" kavramlarına değinilerek uyuşmazlık çözüme kavuşturulmalıdır.
Cezayı aleyhe değiştirme yasağı öğreti ve uygulamada; "temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması" şeklinde tanımlanmaktadır.
Cezayı aleyhe değiştirme yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
Latince "reformatio in pejus" olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, "lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı" olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin 4. fıkrasında; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz" şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan "cezayı aleyhe değiştirememe" veya "aleyhte düzeltme yasağı"nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde ise; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz" düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan “cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran “cezalar” ile ilgili ve sınırlı olup fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK"nun 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirlerinin bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilegelmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı şekilde çözüme kavuşturulması açısından hatalı oluşturulan hükmün yalnız sanık lehine temyiz edilmesi halinde aleyhe değiştirmeme zorunluluğu ya da aleyhe düzeltme yasağı kuralı çerçevesinde sonuç cezanın kanun yoluna başvuruda önemi ve Yargıtay ilgili dairesinin ne şekilde karar vereceği hususuna da değinmek gerekecektir.
5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 305. maddesi göz önüne alındığında, ceza mahkemelerince verilen hükümlerin temyize tâbi olmaları kural, temyiz edilememeleri ise istisnadır.
14.04.2011 gün ve 27905 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23. maddesi ile 5271 sayılı CMK"nun 272. maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendinde; “Hapis cezasından çevrilen adlî para cezaları hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen 3.000 Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı istinaf yasa yoluna başvurulamayacağı” şeklinde yapılan değişiklik ve aynı kanunun 26. maddesi ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanuna eklenen; “Bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hapis cezasından çevrilenler hariç olmak üzere, sonuç olarak belirlenen üçbin Türk Lirası dâhil adlî para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulamaz” şeklindeki geçici 2. madde göz önünde bulundurulduğunda, 14.04.2011 tarihinden sonra, doğrudan hükmolunan 3.000 Türk Lirası ve daha az miktardaki mahkûmiyet hükümlerinin temyizi mümkün değildir.
Temyize getirilen bu istisnadan anlaşılacağı üzere kısa karardaki ve dolayısıyla hükümdeki sonuç cezanın kanun yollarına başvuruda belirleyici bir unsur olduğu açıktır.
Ceza Genel Kurulunun 11.03.2014 gün ve 532-126, 12.03.2013 gün ve 1515-202 ile 21.12.2010 gün ve 230-264 sayılı kararı başta olmak üzere birçok kararında da vurgulandığı gibi, kesin nitelikteki hükümler ancak kesinlik sınırını aşar nitelikte yaptırım içermek şartıyla suç vasfına yönelik ya da suç niteliği doğru belirlenmesine rağmen yanılgılı bir uygulama ile kesinlik sınırı içinde kalan cezaların verildiği hükümlere karşı yapılan aleyhe başvuru üzerine temyiz denetimine konu olabilecektir. Yani doğru uygulama yapıldığında kesinlik sınırı içinde kalmayacak bir hükmün, hatalı uygulama (hesap hatası, uygulama hatası gibi) neticesinde -ortaya çıkan sonuç ceza itibarıyla- kesinlik sınırı içindeyse aleyhe temyiz bulunmadığı durumda temyize konu olması mümkün değildir.
1412 sayılı CMUK"nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 320. maddesinde; “Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder”,
321. maddesinde; “Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o cihetten bozar.
Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur”,
322. maddesinde ise; "Hükme esas olarak tespit edilen vakıalara tatbikinde kanuna muhalefet edilmesinden dolayı o hüküm bozulmuş ise Yargıtay aşağıda yazılı olan hallerde kendisi davasının esasına hükmeder.
1. Vakıanın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraete veya davanın düşmesine yahut aşağı - yukarı haddi olmayan sabit bir cezaya hükmolunması icabederse,
2. Yargıtay Başsavcılığının iddiasına uygun olarak suçluya kanunda yazılı cezanın en aşağı derecesini uygulamayı uygun görürse,
3. Mahkemece sabit görülen suçun unsurları ve vasfı ve cezası hükümde doğru gösterilmiş olduğu halde sadece kanunun madde numarası yanlış yazılmış ise,
4. Hükümden sonra yürürlüğe giren kanun suçun cezasını azaltmış ve mahkemece suçluya ceza tayininde artırma sebebi kabul edilmemiş veya yeni bir kanun ile fiil suç sayılmamış olmaktan dolayı birinci halde daha az bir cezanın hükmü ve ikinci halde hiç ceza hükmolunmaması gerekirse,
5. Açıkca tespit edilmiş olan suçlunun doğum ve suç tarihlerine göre ceza tayininde gerekli indirme yapılmamış veya yanlış olarak indirme yapılmış ise,
6. Arttırma veya indirme sonu ceza müddeti veya miktarını tayinde maddi hata yapılmış ise,
7. Hükmedilmiş olan ceza yerine Ceza Kanununun 29 uncu maddesince adli tevbih kararı verilmesi icabederse,
8. Ceza Kanununun 29 uncu maddesindeki tertibin gözetilmemesi yüzünden eksik veya fazla ceza verilmiş ise,
9. Harçlar Kanunu ile yargılama giderlerine ilişkin hükümlere ve Avukatlık Kanununa göre düzenlenen ücret tarifesine aykırılık yapılmışsa.
Sair hallerde Temyiz Mahkemesi işi yeniden tetkik ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan mahkemeye veya o derecede diğer civar bir mahkemeye gönderir" hükümleri yer almaktadır.
Temyiz yargılama makamı olan Yargıtayın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen hükümde hukuka aykırılık bulunmaması halinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması halinde ise karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken CMUK"nun 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da bozulan hüküm yerine aynı Kanunun 322. maddesine göre Yargıtayca davanın esasına hükmedilecektir. Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında yer alan, “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” kuralı ile 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtayca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak, sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar kanunun 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir. CMUK"nun 307. maddesinin birinci fıkrasında, "Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur" denildikten sonra ikinci fıkrasında, "Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesi" kanuna muhalefet olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent halinde gösterilen hususlarda kanuna "mutlaka muhalefet" edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.
Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtay"ca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.
Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak “onama” kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyiz incelemesi sırasında hükümdeki uygulama, hesaplama ve maddi (yazım) hatalarının aleyhe temyiz olmaması halinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır.
Hükümdeki suç tarihi, isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasından kaynaklanan maddi (yazım) hataları aleyhte değiştirme yasağı kapsamında olmadığından Yargıtayca düzeltilebileceği aşikardır.
Kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu, hâkimin takdirine bağlı ve bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların yani uygulama hatalarının aleyhte değiştirme yasağı kapsamında kalacağı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.
Hesap hatalarının ise bu yasak kapsamında kalıp kalmadığı konusunun, hesap hatasının sonuç cezaya etkisi gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan "cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı"nın konusunu temel ceza ya da indirim-artırım sırasındaki ara ceza miktarı değil sonuç ceza oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, cezanın belirlenmesi aşamasında artırım ya da indirim yapılırken hesap veya yazım hatası yapılıp bir sonraki hesaplamanın yapıldığı ya da sonuç cezanın açıklandığı fıkrada bu hatadan dönülerek doğru sonuca ulaşılmış, dolayısıyla aradaki hesap ya da yazım hatası sonuca etkili olmamış ise, yapılan hesap ya da yazım hatası "cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı" kapsamında kalmayacak, aksi halde, yani yapılan hesap ya da yazım hatası, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açmış ve hüküm bu sonuç üzerine kurulmuş ise, hatalı da olsa açıklanan ve hükmedilen bu ceza miktarı anılan kurala konu olacaktır. Aleyhe temyiz bulunmadığı halde sonuç cezanın hesap hatası, yazım hatası denilerek düzeltilmesi veya kazanılmış hak saklı tutulmadan bozmaya konu edilmesi 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nun 326/4. maddesindeki amir kurala aykırı olacaktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulu da çeşitli kararları ile, hesap hatası yapılan hükme ilişkin lehe temyiz davasında aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve ‘temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiği, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceği’ (31.01.1949 gün ve 171-35),‘ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiği’ (19.06.1967 gün ve 114-162, 13.04.1964 gün ve 154-167), ‘hesap hatası sonucunda eksik tayin edilen hapis cezasının ceza miktarı yönünden kazanılmış hak oluşturacağı’ (07.10.2008 gün ve 198-211, 15.12.2015 gün ve 602-509) vurgulamıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Mahkemece sanık hakkında muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan hüküm kurulurken 5237 sayılı TCK’nun 289. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temel ceza 3 ay hapis ve 5 gün adli para cezası olarak belirlenmiş, doğrudan verilen sonuç adli para cezasının hesaplanmasında bir hata bulunmadığı hâlde, kısa süreli hapis cezası adli para cezasına çevrildikten sonra hapis cezasının karşılığı olan 90 tam gün sayısının bir gün karşılığı olarak takdir edilen 20 TL ile çarpılması sırasında sonuç ceza “1.800 TL” yerine “900 TL” olarak eksik ceza tayin edilmiştir. Hesap hatası sonucunda hapis cezasından çevrilen adli para cezasının eksik tayin edilmesinin basit bir maddi hata olarak görülmesi, kararın temyiz edilmeksizin kesinleşmesi durumunda infaz sırasında mahkemenin 900 TL adli para cezasını doğrudan 1.800 TL"ye çıkarmasını kabul etmek anlamına da gelecektir. Somut uyuşmazlıkta, yerel mahkemece hapisten çevrilen adli para cezasının hesaplanmasında yapılan hatanın, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açması ve hükmün bu sonuç üzerine kurulmuş olması karşısında; yargısal kararın önemi ve belirliliği, Anayasa ile güvence altına alınan kişi hürriyeti ve hukukî güvenliğinin korunması ilkeleri ile birlikte değerlendirildiğinde, sonuç cezanın mahkemenin gerçek iradesini yansıttığının kabul edilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, hükmün yalnız sanık müdafii tarafından temyiz edildiği dikkate alındığında, sanık hakkında hapisten çevrilen adli para cezasının eksik şekilde belirlenmesi hususunda, Özel Dairece aleyhe düzeltme yasağına uygun olarak eleştiri yapılması ile yetinilmesi usul ve yasaya uygun olduğundan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının bu konudaki itirazı yerinde görülmemiştir.
2- Karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığı;
5237 sayılı TCK"nun "Adlî para cezası" başlıklı 52. maddesinin uyuşmazlık konusuna ilişkin 4. fıkrası; "Hâkim, ekonomik ve şahsi hallerini göz önünde bulundurarak, kişiye adlî para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi, bu cezanın belirli taksitler halinde ödenmesine de karar verebilir. Taksit süresi iki yılı geçemez ve taksit miktarı dörtten az olamaz. Kararda, taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adlî para cezasının hapse çevrileceği belirtilir" şeklinde düzenlenmiştir.
Bu hükme göre; mahkeme, ekonomik ve şahsi hâllerini göz önünde bulundurarak sanığa adli para cezasını ödemesi için hükmün kesinleşme tarihinden itibaren bir yıldan fazla olmamak üzere mehil verebileceği gibi bu cezanın belirli taksitler hâlinde ödenmesine de karar verebilecektir. Sanığa adli para cezasını ödemesi için mehil verildiği hâllerde mehilin sonundan başlamak üzere ayrıca cezanın taksitler hâlinde ödenmesine karar verilmesi mümkün değildir. Zira, kanun koyucu anılan maddede seçimlik iki yöntem düzenlemiş olup, her iki hâl de hâkimin takdirine bağlı olmakla birlikte, sanığın şahsi ve ekonomik hallerine göre bu seçeneklerden yalnızca birine hükmedilmesi gerekmektedir. Taksitlendirmeye karar verilmesi durumunda ise taksitlerden birinin zamanında ödenmemesi halinde geri kalan kısmının tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceği kararda belirtilecek ve sanığa bu husus ihtar edilecektir.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun "Adlî para cezasının infazı" başlıklı 106. maddesinin 3 ve 5. fıkraları üzerinde de durulmalıdır.
Anılan maddenin 3. fıkrası karar tarihinde; “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adlî para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir” şeklinde iken hükümden sonra 6545 sayılı Kanunun 81. maddesi ile “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün, hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması hâlinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir” şeklinde değiştirilmiştir. Bu değişiklikle ödenmeyen adli para cezasının doğrudan doğruya hapis olarak infaz edilmesi yerine öncelikle hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırma suretiyle denetimli serbestlik tedbiri altında infaz mümkün hâle getirilmiş, hükümlünün bu yükümlülüğe uymaması durumunda ödemediği adli para cezasının hapis cezası olarak infaz edilmesi öngörülmüştür. 6545 sayılı Kanunun 81. maddesinin gerekçesinde de belirtildiği üzere kanun koyucu bu değişiklikle süresinde ödenmeyen adli para cezalarının doğrudan hapis olarak infaz edilmesinin önüne geçilmesini amaçlamaktadır.
Anılan maddenin 5. fıkrasında ise “Adlî para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilâmında yazılı olmasa bile üçüncü fıkra hükmü Cumhuriyet Başsavcılığınca uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre TCK"nun 52. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca hükümlü tarafından ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceği mahkeme ilamında belirtilmese dahi 5275 sayılı Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrası hükümlü hakkında Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından resen uygulanacaktır.
Bu ahvalde TCK"nun 52. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin mahkeme kararında belirtilmemesi, 5275 sayılı Kanunun 106. maddesinin beşinci fıkrasında infaz aşamasında nasıl hareket edileceği düzenlendiğinden sonuca etkili olmayacak ve tek başına bozma nedeni yapılamayacaktır.
Öte yandan, hüküm fıkrasında, ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğine ilişkin ihtaratın ileriye yönelik ve takdir yetkisini sınırlamayan bir bildirim niteliği taşıması, adli para cezasının ödenmemesi hâlinde yapılacak infaz işlemlerinin Cumhuriyet savcısının görevi kapsamında kalması ve 5275 sayılı Kanunun 106. maddesinin hükümden sonra yürürlüğe giren üçüncü fıkrasına göre Cumhuriyet savcısının ödenmeyen adli para cezasının doğrudan doğruya hapis olarak infaz edilmesi yerine öncelikle kamuya yararlı bir işte çalıştırma suretiyle denetimli serbestlik tedbiri altında infazına karar verecek olması karşısında; hüküm fıkrasında, ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin sanığa ihtar edilmemesinin infazı kısıtlayıcı nitelikte olduğu kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
TCK"nun 52. maddesinin dördüncü fıkrasında, ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin mahkeme kararında belirtileceği düzenlenmiş olup, adli para cezasını süresinde ödemeyen hükümlüler hakkında cezanın doğrudan doğruya hapis olarak infazı yerine öncelikle kamuya yararlı bir işte çalıştırma suretiyle infazını öngören 6545 sayılı Kanunun 81. maddesiyle değişik 5275 sayılı Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında, hükümlünün kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına ilişkin tedbirin ödenmeyen adli para cezasından çevrilerek belirlenen hapis cezası üzerinden kararlaştırılacağına yer verilmesi nedeniyle anılan düzenleme TCK"nun 52. maddesinin dördüncü fıkrasındaki hükmün uygulanma imkânını ortadan kaldırmamakta ise de; adli para cezasının ödenmemesi hâlinde yapılacak infaz işlemlerinde mahkeme yerine Cumhuriyet savcısının görevli olması ve ödenmeyen adli para cezasının öncelikle kamuya yararlı bir işte çalıştırma suretiyle denetimli serbestlik tedbiri altında infazına Cumhuriyet savcısınca karar verilecek olması karşısında; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.01.2018 tarihli ve 962-16 sayılı yine 23.01.2018 tarihli ve 463-20 sayılı kararlarına konu uygulamadan farklı olarak hüküm fıkrasında "TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” şeklinde yer verilen ibarede sanığa yönelik bir ihtarat bulunmadığı, adli para cezasının ödenmemesi hâlinde ileriye yönelik farklı bir infaz usulünün uygulanma imkânı bulunmadığı ve mahkemece hükümle birlikte bu konuda da karar verildiği anlamına gelebilecek, dolayısıyla infazda tereddüte yol açacak ve infazı kısıtlayacak şekilde hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının, hüküm fıkrasında "TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” şeklinde yer verilen ibarede infazda tereddüte yol açacak ve infazı kısıtlayacak şekilde sanığa herhangi bir ihtarat yapılmaması yönünden değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, ihtarat içermemesi nedeniyle uygulanma imkânı bulunmayan “TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine" ilişkin ibarenin hüküm fıkrasından çıkarılması suretiyle, hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
Bununla birlikte, birinci uyuşmazlık konusunu oluşturan ve hesap hatasından kaynaklanan eksik ceza tayininin aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmaması hususunda eleştiri ve sanık hakkında hükmolunan 3 ay hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında TCK’nun 52. maddesinin ikinci fıkrasının hüküm fıkrasında gösterilmemesi nedeniyle anılan maddenin mahallinde hükme ilave edilmesine ilişkin açıklama yapılmalıdır.
Sonuç olarak, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, yerel mahkemenin hüküm fıkrasındaki “TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” ibaresinin çıkartılmasına karar verilmek suretiyle, eleştiri ve açıklama dışında sair yönleri usul ve kanuna uygun olan yerel mahkeme hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının, sanık hakkında hesap hatası nedeniyle belirlenen eksik cezanın sanık aleyhine düzeltilerek onanması gerektiğine ilişkin itirazı yerinde görülmediğinden reddi gerekmekte ise; hüküm fıkrasında "TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine” şeklinde yer verilen ibarede infazda tereddüte yol açacak ve infazı kısıtlayacak şekilde sanığa herhangi bir ihtarat yapılmaması usul ve yasaya aykırı olduğundan, itirazın açıklanan bu değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 01.04.2015 gün ve 7869-487 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Büyükçekmece (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 08.05.2013 gün ve 1217-721 sayılı hükmünün, karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106/3. maddesinde yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine" ilişkin ibarenin ihtarat içermemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hüküm fıkrasından “TCK 52/4 maddesi gereği ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrilmesine" ilişkin ibarenin çıkarılması ve "Sanık hakkında tayin edilen 3 ay hapis cezasının TCK"nun 50/1-a maddesi gereğince bir gün karşılığı 20 TL olmak üzere adli para cezasına çevrilmesi sırasında "1.800 TL" yerine hesap hatası sonucu "900 TL" adli para cezasına hükmedilmesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Tayin olunan hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktarın belirlenmesinde uygulanan TCK"nun 52. maddesinin ikinci fıkrasının mahallinde hükme ilavesi mümkün görülmüştür" eleştiri ve açıklaması yapılmak suretiyle, sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık bakımından oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.