
Esas No: 2017/2339
Karar No: 2021/1138
Karar Tarihi: 30.09.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/2339 Esas 2021/1138 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasında birleştirilerek görülen “muris muvazaası nedeniyle bedel ve denkleştirici adalet kuralına göre bedelin uyarlanması” davalarından dolayı yapılan yargılama sonunda, Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen asıl ve birleşen davanın kabulüne ilişkin karar davalılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacılar İstemi:
4. Davacılar vekili asıl dava dilekçesinde; tarafların kök muris Fatma ..."ın mirasçıları olduklarını, murisin 12.10.1973 tarihinde vefat ettiğini, üç kızı Münevver, Muazzez ve Muzaffer ile iki oğlunun Hüseyin ve Mustafa’nın mirasçı olarak kaldığını, daha sonra bu mirasçıların da vefat ettiğini, davacıların murisin kız çocuklarından dünyaya gelen torunları, davalılarının ise oğullarından olma torunları olduğunu, murisin köy yerinde doğup erken yaşta evlenerek çocuk sahibi olduğunu, yaşlılığını da daha çok erkek çocukları yanında geçirdiğini, kendisi gibi kızlarının da erken yaşta evlendiklerini, dava konusu Yenimahalle İlçesi, Çayyolu Köyünde bulunan 755 parsel sayılı 92.127m2 büyüklüğündeki tarlanın 16.05.1969 tarihinde muris tarafından 15.000TL bedelle oğulları Hüseyin ... ile Mustafa ..."a satış suretiyle devredildiğini, ancak yapılan temlikin muvazaalı olduğunu, geleneklerin yanında o dönemde oğullarının yanında kalan murisin oğullarının baskısı sonucunda evli olan kız çocuklarından mal kaçırmak kastı ile temlikte bulunduğunu, asıl amacın bağış olup taşınmazın gerçek değeri ile tapuda gösterilen bedel arasında fahiş fark bulunduğunu, murisin yaşam tarzı itibariyle o dönemde yüklü miktarda paraya ihtiyacının olmadığını, yeterli geliri bulunduğu gibi satış sonrasında yaşam tarzında bir değişiklik olmadığını, oğullarının ise alım gücünün bulunmadığını, bilahare taşınmazın Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından kamulaştırıldığını ve davacıların alması gereken kamulaştırma bedelini murisin oğullarının aldığını ileri sürerek, 16.05.1969 tarihli satış işleminin muris muvazaası nedeniyle geçersiz olduğunun tespiti ile kamulaştırma bedelinden davacıların miras payına düşen kısımdan fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 20.000TL bedelin Hüseyin ... ile Mustafa ...’ın mirasçıları olan davalılardan tahsil edildiği andan itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
5. Davacılar vekili birleştirilen dava dosyasında ise aynı davalılara husumet yönelterek; hâlen derdest olan asıl davada faiz ile karşılanmayan zararlarının saklı tutulduğunu, davalıların mirasbırakanlarına muvazaalı olarak devredilen taşınmazın 1984 yılında kamulaştırıldığını, davanın kabulüne karar verilmesi hâlinde kamulaştırma bedeline yasal faiz yürütülmesinin müvekkillerinin zararını karşılamayacağını, bu nedenle denkleştirici adalet ilkesi gereğince kamulaştırma bedelinin dava tarihindeki değere göre güncellenerek tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar Cevabı:
6. Davalılar vekili cevap dilekçesinde; kök muris tarafından yapılan devir nedeniyle müvekkillerine intikal eden bir taşınmaz ve bırakılan bir para bulunmadığını, bu nedenle davalılara husumet yöneltilemeyeceğini, ayrıca muris muvazaasına dayanılmış olsa bile eldeki davanın sonuçta bir alacak davası olup zamanaşımına uğradığını, esas yönden ise 1969 yılında yapılan satışın muvazaalı olmayıp tarafların gerçek iradesini yansıttığını, Hüseyin ... ile Mustafa ..."ın ekonomik durumlarının iyi olmadığına ilişkin iddiaların yersiz olduğunu, adı geçen murislerin o yıllarda Ankara"nın sanayisi olarak bilinen itfaiye meydanında demirci atölyesi işlettiklerini, işlerinin çok iyi olması nedeniyle başka yerlerden de taşınmaz satın aldıklarını, kök muris Fatma ..."ın ise 1969 yılı öncesi ve sonrasında başka taşınmazlarını da satarak elde ettiği paraları kızlarına paylaştırdığını, bir kısmını da hayır işlerinde kullandığını, ayrıca murisin kızlarının yedi adet tarladan pay aldıklarını, eşinin ölümü üzerine ailenin başına geçen ...l’ın oğullarının baskısı altına girecek kişilikte olmadığı gibi mal kaçırma amacını taşıması hâlinde sağlığında diğer taşınmazları da devretmesi gerektiğini, öldüğünde parasının bulunmadığı iddiasının ise soyut olduğunu, murisin kızlarının 1976, 1982 ve 1996 yıllarında vefat ettiklerini, yapılan satışın gerçek olduğunu bildikleri için de öldükleri tarihe kadar hiçbirinin muvazaa iddiasıyla dava açmadığını, günümüzde Çayyolu’nun çok değerli bir bölge hâline gelmesi nedeniyle kötü niyetli olarak dava açıldığını ve hakkın kötüye kullanıldığını belirterek davanın reddini savunmuş,
7. Davalılar vekili birleşen davaya verdiği cevap dilekçesinde ise aynı savunmaları tekrar ederek davanın reddini talep etmiştir.
Mahkeme Kararı:
8. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.03.2014 tarihli ve 2011/458 E., 2014/148 K. sayılı kararı ile; muris Fatma ..."ın üç kız iki erkek çocuğunun bulunduğu, taraflar ile tanık beyanlarına göre murisin maddi durumunun iyi olduğu, taşınmazı oğullarına satmasını gerektirecek bir nedenin bulunmadığı, tapu devirlerinin muvazaalı olarak yapıldığı gerekçesi ile asıl ve birleşen davanın kabulü ile kamulaştırma bedelinin denkleştirici adalet ilkesi uyarınca dava tarihi itibari ile karşılığı olan tutarın miras payları oranında davacılara ödenmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
9. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
10. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 08.02.2016 tarihli ve 2014/13693 E., 2016/1289 K. sayılı kararı ile;
"...Esasen, yukarıda da değinildiği üzere muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davaların hukuki dayanağını teşkil eden 1.4.1974 gün 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının mirasbırakanın gerçek iradesinin mirasçıdan mal kaçırmak olması halinde uygulanabilirliğinin kabulü gerekir.
Öte yandan Türk Medeni Kanunu"nun 6, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190. maddesi uyarınca herkes iddiasını kanıtlamak zorundadır.
Somut olaya gelince; davacıların iddialarını kanıtlamak bakımından 3 tanık ismi bildirdikleri, bunlardan ikisinin dinlendiği, dinlenilen tanıklardan Aynur" un olayı aydınlatır beyanda bulunmadığı, diğer tanık 1941 doğumlu ..."in ise, muris Fatma"nın, erkek çocukları olan Hüseyin ve Mustafa"nın taşınmazı vermesi için kendisine baskı yaptıklarını söylediğini, murisin kızlarının bu duruma karşı çıkmasına rağmen 100 dönüm tarlayı erkek çocuklarına para almaksızın verdiğini, murisin taşınmaz satmaya ihtiyacının bulunmadığını, taşınmazın satıldığı gün eltisi Münevver"in çok üzüldüğünü ve annem hakkımızı yiyor dediği şeklinde ifade vermiştir.
Davalı tanıkları ise ayrıntılı beyanları ile davalıların murisi Mustafa ve Hüseyin"in mali durumlarının iyi olduğunu, dava konusu taşınmazı satın alacak güçlerinin bulunduğunu, temlikin gerçek satış olabileceğini bildirmişlerdir.
Bu durumda temlikin muvazaalı olduğu davacılar tarafından usulünce kanıtlanmış değildir.
Hâl böyle olunca; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir..." gerekçesiyle hüküm bozulmuştur.
Direnme Kararı:
11. Ankara 23. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.02.2017 tarihli ve 2016/518 E., 2017/37 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda kök muris Fatma ...’ın 16.05.1969 tarihli ve 3132 yevmiye numaralı akitle oğulları Hüseyin ... ile Mustafa Kabasal’a satış suretiyle yaptığı temlikin gerçekte kız çocuklarından mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu iddiasının davacılar tarafından ispat edilip edilemediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Asıl ve birleşen dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılmıştır.
15. Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu"nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu"nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;
"Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır." hükmüne yer verilmiştir.
16. Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.
17. Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.
18. Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.
19. Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.
20. Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.
21. 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu"nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.
22. 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, mirasbırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.
23. Muris muvazaasında, mirasbırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, mirasbırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.
24. Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde mirasbırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.
25. Bu nedenle, mirasbırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.
26. Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, mirasbırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.
27. Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, mirasbırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.
28. Dava açan mirasçılar, mirasbırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, mirasbırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.
29. Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.
30. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
31. Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.
32. Somut olaya gelindiğinde ise 1906 doğumlu olan mirasbırakan Fatma ..., üç kız iki erkek evlat sahibi iken dava konusu taşınmazını 15.05.1969 tarihinde oğulları Hüseyin ... ile Mustafa ...’a 15.000TL bedelle satıp devretmiş, 12.10.1973 tarihinde ise vefat etmiştir. Zaman içerisinde murisin tüm çocukları vefat etmiş, eldeki dava ise murisin kız çocuklarından olma bir kısım torunları tarafından erkek çocuklarından dünyaya gelen torunları aleyhine 06.10.2011 tarihinde açılmıştır.
33. Davacılar tarafından mirasbırakanın kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla dava konusu taşınmazı devrettiği ileri sürülmüş ise de az yukarıda değinildiği gibi muris muvazaasına ilişkin davalarda mirasbırakanın muvazaalı işlemi mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla yapması ve buna ilişkin iradesinin iddiayı ileri süren davacı tarafça açıkça ortaya konulması gerekmektedir. Bu nedenle tarafların dayandıkları tüm delillerin her olayın kendi özelliklerine göre objektif olgulardan da yararlanılarak birlikte değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir. Dosyada tarafların dayandığı deliller bu şekilde değerlendirildiğinde; murisin devri yaptığı tarihte taşınmazın bulunduğu Çayyolu’nun günümüz koşullarındaki gibi değerli bir bölge olmadığı, taşınmazın o tarihte tarla vasfında olduğu ve tanık beyanlarına göre tarlaların değerinin oldukça düşük olduğu, maddi durumu iyi olan murisin başkaca taşınmazlarının da bulunduğu ve ölümü üzerine mirasçılarına intikal ettiği, dava konusu taşınmazı sattıktan sonra hacca gidip geldiği, davalı oğullarının ise Ankara’da işyerlerinin bulunduğu, kazançları ve maddi durumlarının iyi olması nedeniyle taşınmazı satın alabilecek güce sahip oldukları, murisin kız çocuklarından mal kaçırmak kastını taşıması hâlinde başka taşınmazlarını da devredebilecekken bunu yapmadığı, ayrıca murisin 1974 yılında vefat ettikten sonra hayatta olan üç kızının da öldükleri tarihe kadar anneleri tarafından yapılan devrin muvazaalı olduğu iddiasında bulunmadıkları anlaşılmaktadır. Açıklanan tüm bu olgular karşısında mahkemece dinlenen davacı tanık beyanlarının murisin mal kaçırmak amacıyla temlikte bulunduğunu kabul etmek için yeterli değildir. Dolayısıyla ispat yükü üzerinde bulunan davacı tarafın muris muvazaası iddiasını ispat ettiği söylenemez.
34. Diğer yandan dava tarihi 06.10.2011 olmasına karşın, direnmeye ilişkin gerekçeli karar başlığında 06.03.2013 olarak yazılmış ise de bu husus mahallinde her zaman düzeltilebilecek maddi hata niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.
35. O hâlde; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararının bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.09.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.