
Esas No: 2018/147
Karar No: 2021/1122
Karar Tarihi: 30.09.2021
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/147 Esas 2021/1122 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Sakarya 1. İş Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı taraf vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin babasından dolayı aldığı ölüm aylığının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı gerekçesiyle davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK/Kurum) tarafından kesildiğini, 18.10.2008-17.03.2010 dönemine ilişkin Kurum işleminin iptali için açtıkları davanın reddedildiğini, red kararının temyiz incelemesinden geçerek kesinleştiğini, eldeki davanın kesinleşen dava konusu dönemden sonra 01.04.2010 tarihinden itibaren müvekkilinin boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığı sürelere ait ölüm aylığının tahsili istemine ilişkin olduğunu ileri sürerek davacıya 01.04.2010 tarihinden itibaren yeniden ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili cevap dilekçesinde; haksız ve yersiz davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Sakarya 1. İş Mahkemesinin 07.04.2015 tarihli ve 2014/520 E., 2015/296 K. sayılı kararı ile; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı belirlendiğinden ölüm aylığının kesildiği, Kurum işleminin iptali istemiyle açılan davada boşanmanın muvazaalı olduğu tespit edilerek davanın reddedildiği, muvazaalı olduğu kesin hükümle sabit hâle gelen boşanmanın hukukî sonuçlarından tarafların yararlanmasının hukuken mümkün olmadığı, mahkeme kararının kesinleşmesinden sonraki süreçte boşandığı eşi ile ayrı yaşadığına ilişkin davacı iddiasının kesin hükümle sabit hâle gelen muvazaa olgusunu ortadan kaldırmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Sakarya 1. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 05.10.2015 tarihli ve 2015/12740 E., 2015/17706 K. sayılı kararı ile;“…Dosyadaki kayıt ve belgelerden; eşinden boşanmasından sonra vefat eden babasından dolayı davacıya yetim aylığı bağlandığı, Kurum tarafından davacının boşandığı eşiyle beraber yaşamaya devam ettiğinin tespit edilmesi üzerine yetim aylığının kesildiği, Sakarya İş Mahkemesi"nin 2012/206 Esas sayılı dosyası kapsamında davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşamaya devam ettiğinin 28.01.2010 tarihli Kurum Kontrol Memurluğu raporu ile belirlenip davacıya 17/03/2010 tarihine kadar yersiz olarak ödenen aylıkların geri istenmesi üzerine davacının menfi tespit talebinin irdelendiği ve yapılan yargıma neticesi ilgili Mahkemece “davanın reddine” dair hükmün kurulduğu, kurulan bu hükmün Dairemiz tarafından onanmak suretiyle 12/09/2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Somut olayda; eldeki bu davada davacı tarafından 01/04/2010 tarihinden itibaren boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığı iddia edilmektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, önceki kesinleşen hüküm tarafların muvazaalı boşandığı yönünde kesin hüküm oluşturmaz. Ancak dava konusu 18/10/2008-17/03/2010 tarihleri arasında birlikte yaşama olgusu hususu kesinleşmiştir. Böyle olunca Mahkemece , davacının 01/04/2010 tarihinden sonrası boşandığı eşi ile birlikte yaşayıp yaşamadığı konusunda işin esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre karar vermek gerekir iken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Yapılacak iş, davacının 01/04/2010 tarihinden sonra boşandığı eşiyle fiilen beraber yaşamaya devam edip etmediği konusunda dosya kapsamında toplanan delillerden ve gerek görülmesi halinde araştırmayı genişletmek suretiyle çıkacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Sakarya 1. İş Mahkemesinin 25.02.2016 tarihli ve 2015/631 E., 2016/103 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararını süresinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamadığını iddia ederek 18.10.2008-17.03.2010 tarihleri arasındaki dönem yönünden borçlu olmadığının tespiti istemiyle açtığı davanın reddi kararının temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmesi üzerine 01.04.2010 tarihinden sonra boşandığı eşi ile ayrı yaşadığını ileri sürerek kesilen ölüm aylığının yeniden bağlanması gerektiğinin tespitine ilişkin eldeki dava bakımından önceki kararın tarafların muvazaalı boşandığı yönünde kesin hüküm oluşturup oluşturmayacağı, sözü edilen kararın 18.10.2008-17.03.2010 tarihleri arasında birlikte yaşama olgusunun kesinleşmesi olarak mı kabul edilmesi gerektiği; buradan varılacak sonuca göre işin esasına girilerek toplanan deliller ve gerek görülmesi hâlinde soruşturma genişletilerek toplanacak deliller değerlendirilerek karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
A. Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz istemi yönünden;
12. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.
13. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.
14. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun (HMK) 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup bu maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde "Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması" dava şartları arasında sayılmıştır.
15. Medeni usul hukukunda hukukî yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine işaret eder. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır.
16. Yine bu yararın "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması da gerekir (Hanağası, E.: Davada Menfaat, Ankara 2009, s.135).
17. Öte yandan dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukukî yararının varlığı şarttır. Aksi hâlde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez (Kuru, B.: Medenî Usul Hukuku El Kitabı, Cilt I, Yetkin Yayınları, Mart 2020, s.390).
18. Gelinen bu noktada belirtilmelidir ki; kanun yolu davanın taraflarına tanınan bir hukukî yoldur ki; bununla yanlış olan kararların (daha doğrusu yanlış olduğu iddia edilen kararların) tekrar incelenmesi ve değiştirilmesi sağlanır.
19. Hüküm mahkemelerinin karar verirken yanlış yapmaları ihtimali bulunduğundan, verilen kararların daha yüksek bir mahkeme tarafından kontrol edilmesi için, her hukuk sisteminde kanun yolları kabul edilmiştir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt III, s. 4483).
20. Kanun yollarından biri de temyiz kanun yolu olup nihai bir karar, kanunda öngörülen süre içinde, harca tabî ise harcı yatırılarak temyiz edilebilir. Bunlara ilaveten nasıl ki, davacının dava açmakta hukukî menfaatinin bulunması gerekiyorsa, temyize başvuranın da hukukî menfaatinin bulunması gerekir.
21. Buna göre temyiz yoluna başvuran tarafın temyiz ettiği kararın kaldırılması ya da değiştirilmesinde korunmaya değer bir menfaati olmalıdır. Davada haklı çıkmış olan tarafın da hukukî menfaati bulunmak kaydıyla hükmü temyiz etmesi mümkündür.
22. Somut olaya gelince; direnme kararında davanın reddedilmesine rağmen davalı Kurum aleyhine yargılama gideri ve vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle davalı Kurum vekili hükmün 3. ve 4. fıkralarının düzeltilerek anlam karmaşasının giderilmesini, talebin reddi hâlinde gerekçeli karar tebliğ edilene kadar temyiz hakkının saklı tutulmasını talep etmiş, ayrı bir temyiz dilekçesi de vererek karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Davalı Kurum vekilinin düzeltme dilekçesinin davacı vekiline tebliği üzerine davacı vekili 06.04.2016 tarihli dilekçesinde kararın hüküm kısmındaki maddi hatanın tavzih yoluyla düzeltilmesine ilişkin talebe bir itirazlarının olmadığını beyan etmiştir. Mahkemece 08.04.2016 tarihli “Tashih Şerhi” ile hükmün 2., 3. ve 4. fıkralarının HMK’nın 304. maddesine göre tashihine karar verilmiştir. Karar taraf vekillerine tebliğ edilmiş, ancak taraflar bu kararı temyiz etmemişlerdir.
23. Bu durumda davalı Kurum vekilinin direnme kararını temyiz etmekte hukukî menfaati bulunmadığından temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.
B. Davacı vekilinin temyiz istemi yönünden;
24. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
26. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da yer almıştır.
27. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
28. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
29. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, T: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
30. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
31. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
32. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
33. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
34. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
35. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik Geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
36. Kanun koyucu tarafından Geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
37. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
38. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
39. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
40. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
41. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
42. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
43. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
44. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
45. Hemen belirtmek gerekir ki; 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinde oldukça yalın olarak; "eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen" ifadesi yer almakta olup maddede, boşanmanın amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle gerek Kurum tarafından gerekse yargı organları tarafından uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçek veya samimi olup olmadığı ya da boşanmanın muvazaalı olup olmadığı konusunda bir araştırma ve inceleme çabasına girilmemesi, boşanmaya ilişkin kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulanmaması gerekmektedir. Zira kesinleşmiş karara dayanan boşanmanın hukukî durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılması bir başka bir mahkemenin yetki ve görevi içerisinde yer almamaktadır. Kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda "anlaşmalı boşanma" adı altında hukukî bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır.
46. Ayrıca vurgulanmalıdır ki; boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradesine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda bağlanan gelirin veya aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
47. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinde, “eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle” ibareleri yer aldığından, birden fazla evlilik ve doğal olarak birden fazla boşanmanın gerçekleşmiş olması durumunda, boşanılan herhangi bir eşle eylemli olarak birlikte yaşama durumunda madde hükmünün uygulanacağı gözetilmelidir.
48. Somut olayda; babası 03.11.2004 tarihinde vefat eden davacının Sakarya Aile Mahkemesinin 24.02.2005 tarihli ve 2004/1688 E., 2005/151 K. sayılı kararı ile Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca eşinden boşandığı, boşanmanın nüfus kayıtlarına 23.03.2005 tarihinde işlendiği, davacının 15.04.2005 tarihli tahsis talebi üzerine babasından dolayı ölüm aylığı bağlandığı, soysal güvenlik kontrol memuru tarafından düzenlenen 16.02.2010 tarihli ve MKK-028 sayılı raporda davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşadığı yönünde görüş bildirilmesi üzerine davalı Kurum tarafından ölüm aylığının kesilerek 18.10.2008-17.03.2010 tarihleri arasında ödenen 9.680,94TL’nin borç çıkarıldığı, davacının bu işleme karşı açtığı davada Sakarya İş Mahkemesince 06.12.2012 tarihli ve 2012/206 E., 2012/1143 K. sayılı karar ile Kurum işleminin yerinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın 21. Hukuk Dairesinin 12.09.2013 tarihli ilamı ile onanarak kesinleştiği, eldeki davada davacının 01.04.2010 tarihinden itibaren boşandığı eşi ile birlikte yaşamadığını ileri sürerek bu tarihten itibaren ölüm aylığının yeniden bağlanması gerektiğinin tespitini talep ettiği anlaşılmaktadır.
49. Şu hâlde yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının daha önce açtığı ve temyiz incelemesinden geçerek kesinleşen Sakarya İş Mahkemesinin 2012/206 E., 2012/1143 K. sayılı kararı boşanmanın muvazaalı olduğu yönünde kesin hüküm oluşturmayıp sözü edilen karar ile davacı ve boşandığı eşinin 18.10.2008-17.03.2010 tarihleri arasındaki dönemde fiilen birlikte yaşadıkları olgusu kesinleşmiştir. Bu nedenle 01.04.2010 tarihinden sonraki dönem yönünden davacının boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşamaya devam edip etmediği konusunda işin esasına girilerek toplanan deliller ve gerekirse araştırma genişletilerek toplanacak deliller değerlendirilmek suretiyle karar verilmesi gerekir.
50. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.
51. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
52. Öte yandan dava tarihinin 25.04.2014 olmasına rağmen direnme kararında 16.12.2015 olarak gösterilmesi mahallinde her zaman düzeltilebilecek maddi hata olarak kabul edilmiş ve işin esasına etkili görülmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.
53. Bundan başka mahkemece önceki hükümde direnildiği hâlde direnme kararının gerekçesinde “Bozma üzerine usulü işlemler yapılmış, dosya yeni esasa kaydedilmiş, duruşma açılmış, tarafların beyanları alındıktan sonra bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.” cümlesindeki “bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir” ifadesinin maddi hata olduğu anlaşıldığından sözü edilen maddi hataya işaret edilmekle yetinilmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekilinin temyiz isteminin hukukî yarar yokluğundan REDDİNE (III-A)
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA (III-B),
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 30.09.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.