20. Hukuk Dairesi 2015/2566 E. , 2015/4090 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan 30.05.2014 günlü hükmün Yargıtay"ca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili Av. ... tarafından istenilmekle, tayin olunan 24.02.2015 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden vekili Av. ... ile davacı vekili Av. ... geldi, diğer taraftan ... vekili Av. ... geldi, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü:
Dava, davacının satın alma yolu ile malik olduğu taşınmazın orman vasfı ile adına tescil edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK"nın 1007. maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.
Mahkemece, davalı ... aleyhine açılan davanın husumet nedeniyle reddine, aleyhine açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından vekalet ücretine yönelik, davalı vekili tarafından ise hükmün esasına yönelik temyiz edilmiştir.
Dosyada bulunan kanıt ve belgelere göre, dava konusu ... köyü 1685 parsel sayılı 31200 m² yüzölçümlü taşınmazın, orman sayılan yerlerden olduğundan ... Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.07.1999 gün 1998/232-390 sayılı ilâmı ile adına tesciline ilişkin verilen karar, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından 17.02.2000 gün 2000/918-1459 sayılı karar ile “orman niteliği ile adına tapuya kayıt ve tesciline” cümlesinin yazılması suretiyle düzeltilerek onandığı ve karar düzeltme yoluna başvurulmadan 11.04.2000 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.
Mülkiyet hakkı Anayasanın 35. maddesi ve bu maddeye uygun olarak çıkarılan yasalarla korunduğu gibi, 5170 sayılı Kanun ile değişik Anayasanın 90. maddesi ile kanun hükmünde olduğu kabul edilen, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 Numaralı Protokolün 1. maddesiyle de güvence altına alınmıştır.
..., ... davası kararında, Devlet tarafından tazminat ödenmeksizin taşınmazın geri alınmasının, orantısız bir müdahale olduğunu ve söz konusu davada tazminat ödememeyi gerektirecek istisnai şartların bulunmadığına işaret ederek, kamu yararı ile bireysel haklar arasındaki adil dengenin kurulamamasını ihlal nedeni olarak saymış, ... davasında ise, başvuranlara uygulanan mülkiyetten yoksun bırakma işlemine gerekçe olarak gösterilen tabiatın ve ormanların korunması amacının, 1 No.’lu Ek Protokolün 1. maddesi anlamında kamu yararı kapsamına girdiğine dikkat çekmekle birlikte, mülkiyetten yoksun bırakma halinde, ihtilaf konusu tedbirin arzu edilen dengeye riayet edip etmediğinin ve bilhassa da başvuranlara orantısız bir yük yükleyip yüklemediğinin belirlenmesi için, iç hukukta öngörülen telafi yöntemlerinin dikkate alınması gerektiğini hatırlatarak, mülkün değerine karşılık gelen makul bir meblağın ödenmeden, mülkten mahrum bırakmanın aşırı bir müdahale teşkil edeceğini ifade etmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 18.11.2009 gün ve 2009/4-383 E. - 2009/517 K.; 16.06.2010 gün ve 2010/4-349 E. - 2010/318 K sayılı kararlarında da vurgulandığı gibi; Tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK m. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Anılan Kanun maddesinde düzenlenen sorumluluk, objektif (kusursuz) sorumluluk olup, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 41. ve devamı maddesinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığından, aynı Kanunun 72. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 66. maddesi) zamanaşımı kurallarının uygulanma imkanı olmadığı gibi, TMK"nın 1007. maddesine dayanılarak açılan davalar için de, ayrıca zamanaşımı süresi belirlenmemiştir. Bu itibarla, 6098 sayılı Borçlar Kanununun 146. maddesindeki (818 sayılı Kanunun 125. maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması esas olup, bu süre Asliye Hukuk Mahkemesinin 06.07.1999 gün ve 1998/232 - 390 sayılı ilâmının kesinleştiği tarih olan 11.04.2000 tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.
Hernekadar davalı vekili tarafından zamanaşımı süresinin yargılanmanın yenilenmesi istemiyle açılan ve istemin reddine karar verilen aynı mahkemenin 23.12.2013 gün ve 2003/18-1101 sayılı kararının kesinleştiği 17.03.2005 tarihinden itibaren işlemesi gerektiği iddia edilmiş ve bu mahkemece de kabul edilmiş ise de, yargılanmanın yenilenmesi olağanüstü bir kanun yolu olup, 6100 sayılı HMK"nın 375. maddesinde (1086 sayılı HUMK madde 445) tahdidi olarak düzenlenen sebeplere dayanılarak başvurulabilir, kabul edilmesi ve yargılanmanın yenilenmesine karar verilmesi halinde zamanaşımı süresi yeniden başlayabilir. Aksi halde yani istemin reddi halinde ise, hiçbir hukukî sonuç doğurmaz. Davacı tarafından başvurulan yargılamanın yenilenmesi istemi de, mahkemece reddedilmiş ve derecattan geçerek kesinleşmiş olduğuna göre, davacı taraf yararına hiçbir hukuki sonuç doğurmayacak ve zamanaşımı süresini kesmeyecektir.
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Yani bir hakkın ileri sürülebilmesine engel nitelikte ve davalının borcu, özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir hak niteliğindedir. Bu nedenle, zamanaşamı hukukî niteliği itibariyle, maddî hukuktan kaynaklanan bir def"i olup; usûl hukuku anlamında ise, hakkın yerine getirilmesine engel bir savunma aracıdır.
Gerek 6100 sayılı HMK"ya gerekse de 1086 sayılı HUMK"na göre, eldeki dava yazılı yargılama usûlüne tâbi bir dava olup, davalı taraf, itiraz ve defilerini cevap süresi içerisinde ileri sürmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra, savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; bir başka değişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. HMK"nın 319. maddesi (HUMK 202. maddesi) savunmanın genişletilmesi yasağı veya savunmayı genişletme yasağı olarak adlandırılan bu yasağın istisnaları ise davacının muvafakati, ıslah ve müddeabbihin temlikidir. Zamanaşımı, defi niteliğinde bulunduğundan, davalı tarafından cevap dilekçesiyle veya yargılamanın devamı sırasında ıslah suretiyle ileri sürülmedikçe veya davacı tarafın muvafakatı olmadıkça hâkim tarafından re"sen nazara alınamaz.
Yukarıda açıklanan tüm olgular ışığında somut olaya bakıldığında, Dairece yapılan bozma kararından sonra, ...ye husumet yöneltilmekle taraf teşkilinin sağlandığı, davalı vekili tarafından ibraz olunan cevap dilekçesinde ve yargılama aşamasında zamanaşımı definde bulunulduğu ve zamanaşımı süresinin dava tarihinden önce 11.04.2010 tarihinde dolduğu anlaşıldığından, davanın esasa girilmeden bu nedenle reddine karar verilmesi gerekirken, Medenî Kanunun 1007. maddesi uyarınca, Devletin objektif sorumluluğuna dayalı olarak açılan temyize konu davada, BK"nın 146. maddesinde düzenlenen 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilmeden ...ye karşı açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usûl ve kanuna aykırıdır.
Kabule göre de; eldeki dava, tapu sicilinin tutulması nedeniyle Devletin kusursuz sorumluluğuna dayalı tazminat davası olması nedeniyle nisbi vekalet ücretine tâbi iken, hüküm yerinde davacı yararına maktu vekalet ücretine hükmedilmesi de doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekili ve davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması nedeniyle 1.100.T-L vekâlet ücretinin davanın taraflarına karşılıklı olarak verilmesine, taraflarca 6100 sayılı HMK"nın geçici 3. maddesi atfıyla HUMK"nın 388/4. (HMK m. 297/ç) ve HUMK"nın 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilâmının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, temyiz harcının istek halinde iadesine 12/05/2015 tarihinde oy birliği ile karar verildi.