Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı davalı adına kayıtlı taşınmazlar bakımından tapu iptali- tescil, 3.kişiye satılan taşınmazlar bakımından tazminat isteğine ilişkindir.
Davalı, miras bırakandan kalan taşınmazların aralarındaki anlaşmaya göre taksimi için verilen vekaletnamelerin dışına çıkılmayıp, vekiledenlerin zarara uğratılmadığını ve davacıların iradesinin sakatlanmadığını savunmuştur.
Mahkemece, davalının davacıları zararlandırma kastı ile hareket ettiğinin anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 134, 1519, 486, 500, 511, 521, 1615, 1435, 1392, 832, 1128 parsel sayılı taşınmazların M. K. K.adına kayıtlı iken 7.3.1991 tarihinde ölümü ile tarafları ve dava dışı kişileri mirasçı olarak bıraktığı, mirasçılardan davacı Aynur"un Malatya 1.Noterliğinin 19.3.2002 tarihli, diğer davacılar Z. A. A. K.A.ve S."in Ankara 25. Noterliğinin 5.9.2002 tarihli, dava dışı H.ve K."in Bakırköy 20. Noterliğinin 9.5.2002 tarihli vekaletnameleri ile davalı İ."i, dava dışı bir kısım mirasçıların da Y.K. isimli kişiyi, taksim yetkisini de içerecek şekilde vekil tayin ederek, vekilleri aracılığıyla, bir kısım mirasçıların ise bizzat hareketle 17.9.2002 tarihli akitle taşınmazların adlarına intikalinden sonra bedel ve miktar farkı gözetmeksizin aralarında yaptıkları rızai taksim neticesinde 513, 1128, 500, 1392, 521, 486, 511, 1519, 1615 ve 134 no"lu parsellerin davalı İ."e, 1435 parsel sayılı taşınmazın dava dışı paydaşlara 1/5"er paylarla, 832 parsel sayılı taşınmazın ise davacılar ile birlikte dava dışı paydaşlara 1/12"şer paylarla tescilini sağladıkları, davacıların, davalı vekilin kendisine duyulan güven ve iyiniyeti suistimal ederek menfaat sağladığı böylece vekalet görevini kötüye kullandığını ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir.
Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Somut olaya gelince; davacılar tarafından davalıya verilen vekaletnamelerin içeriğinden de anlaşıldığı üzere davacıların ve dava dışı mirasçıların mirasbırakanlarından kalan taşınmazların intikali yanında, açıkça taksim sözleşmesi yapma konusunda davalıyı yetkilendirdikleri, davalının da bu yetkisini kullanarak, diğer mirasçıların vekili ve bizzat bir kısım mirasçılarla birlikte çekişme konusu taşınmazların bedel ve miktar farkı gözetmeksizin taksimini sağladıkları, akde bizzat katılanların dava açmadıkları, tasarrufun akitteki paylaşıma uygun olarak sürdürüldüğü hususları yukarıdaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde temliklerin iradi olduğu, vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı sonucuna varılmaktadır.
Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
Davalının temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK."nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.2.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.