Ceza Genel Kurulu 2017/873 E. , 2018/53 K.
"İçtihat Metni"Mahkemesi :Ağır Ceza
Görevi kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarından sanık ..."ın beraatine ilişkin Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 28.06.2012 gün ve 45-270 sayılı hükümlerin, katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 05.06.2014 gün ve 1780-6196 sayı ile;
"Ankara Barosuna kayıtlı avukat olan sanığın, Alanya 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/393 esas sayılı dosyasında katılanların vekilliğini üstlendiği, vekalet ilişkisine istinaden düzenlenen 26.06.2002 tarihli avukatlık ücret sözleşmesine eklemeler yaparak sözleşme ücretini arttırdığı ve bu sözleşmeye dayanarak Ankara 32. İcra Müdürlüğünün 2008/659 esas sayılı dosyası kapsamında katılanlar aleyhine icra takibi yürütmek suretiyle özel belgede sahtecilik ve görevi kötüye kullanma suçlarını işlediği iddiası ile açılan kamu davasında; sanığın, atılı suçlamaları kabul etmeyerek eklemelerin katılanların rızaları dahilinde yapıldığı savunmasında bulunduğu, ancak katılanlarca bu iddianın doğrulanmadığı ve yapılan eklemeler için okuma yazma bilmedikleri iddia edilen katılanların imza veya parmak izlerinin alınmadığı, dosya arasında aslı mevcut iki sözleşmenin bulunduğu, sözleşmelerde 35.000 İsviçre Frangı ödeme yapılacağına ilişkin elle yazılan ibareler ile tarafların isim ve imzalarının yazıldığı, yazıların aynı nitelikte kalemle yazılmış olmakla birlikte eklemelerin farklı kalemle yazıldığının gözlemlendiği anlaşılmakla, eklemelerin farklı bir kalemle değişik bir zamanda yapılıp yapılmadığı konusunda grafolojik rapor aldırılmasından, katılan tarafın İsviçre Adli Yardım Kurumundan haksız yere ödeme yapılmasını sağlamak amacıyla söz konusu sözleşmenin düzenlendiği iddiası ve sanık tarafından söz konusu birime yazıldığı iddia edilen bila tarihli yazı içeriğinde sözleşme için talep edilen ücretin 35.000 İsviçre Frangı olduğu şeklindeki ibare nazara alınarak ilgili kuruluştan yardım talebine ilişkin tüm evrak asıllarının temininden, sanık müdafinin 01.11.2010 havale tarihli dilekçesinde dinlenmesini talep ettiği tanıkların beyanlarının tespitinden sonra hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde beraat kararları verilmesi" isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 04.11.2014 gün ve 337-348 sayı ile ilk hükmünde direnerek sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükümlerin de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.04.2016 gün ve 412919 sayılı "bozma" istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 627-1603 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 01.06.2017 gün ve 137-2474 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı görevi kötüye kullanma ve özel belgede sahtecilik suçlarından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme hükmü kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairenin bozma kararından sonra sanık ...’ın hazır bulunduğu 04.11.2014 tarihli oturumda, yerel mahkemece sırasıyla katılan vekili ile sanık ve müdafiden bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulduğu, ardından Cumhuriyet savcısının görüşünün alındığı ve hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK"nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK"nun "Delillerin tartışılması" başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; "hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir" düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken "son sözün sanığa verilmesi" kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da "kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği" ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken "son sözün sanığa verilmesi" kuralına uyulmaması hali, gerek "savunma hakkının sınırlandırılamayacağı" ilkesine, gerekse CMK"nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; "Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); "Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır." (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında katılan vekili, sanık ve müdafii ile Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşü alındıktan sonra, hazır bulunan sanığa son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK"nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 04.11.2014 gün ve 337-348 sayılı direnme hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.02.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.