Esas No: 2018/1019
Karar No: 2021/1037
Karar Tarihi: 06.07.2015
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/1019 Esas 2021/1037 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi Sıfatıyla)
1. Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Kırşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesince (İş Mahkemesi sıfatıyla) verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı ... Kurumu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı ... Kurumu tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının Kırşehir 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 13.10.1992 tarihli 1992/640 E., 1992/593 K. sayılı kararı ile eşinden boşandığını, talebi üzerine 2010 yılından itibaren ölüm aylığı bağlandığını, eski eşi ile 10.03.2015 tarihinde tekrar evlenmesi sonrası Kuruma başvurarak ölüm aylığını iptal ettirdiğini, davacının ayrıldığı eşi ile birlikte yaşamaya devam ettiği gerekçesiyle 05.01.2016 tarih ve 119243 sayılı borç bildirimi ile 25.12.2010-25.03.2015 tarihleri arasında kendisine ödenmiş olan aylıkların 39.728,27TL asıl alacak ile 10.394,52TL yasal faiz olmak üzere toplam 50.122,79TL borç çıkarıldığını, Kuruma yapılan itirazın reddedildiğini, müvekkilinin aralarındaki problemler nedeni ile eşinden boşandığını, ayrıldıktan sonra hiç bir şekilde müşterek hayatı paylaşmadığını, boşanma tarihinden sonra müvekkilinin müşterek çocuklarının öğrenimi nedeni ile 2002 yılına kadar Kırşehir’de daha sonra da Kayseri’de yaşadığını, seçimlerde Kayseri’de oy kullandığını ve ameliyat olduğunu ileri sürerek davanın kabulü ile haksız tahakkuk ettirilen 50.122,79TL alacağın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... Kurumu (SGK/Kurum) vekili cevap dilekçesinde; Kurum tarafından düzenlenen 27.10.2015 tarih ve 2015/TS-098 sayılı rapor ile davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığının tespit edildiğini, Kurum işleminin yasal düzenlemeye uygun olduğunu, davanın hukukî dayanaktan yoksun ve haksız olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesi Kararı:
6. Kırşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 04.04.2017 tarihli ve 2016/153 E., 2017/320 K. sayılı kararı ile; medula kayıtlarından davacının 05.02.2010 tarihinden itibaren genel olarak Kayseri’deki hastanelerde daha çok tedavi olduğu, bazı zamanlarda Kırşehir"de bulunan hastanlere gittiği, Kırşehir Merkez İlçe Seçim Kurulu Başkanlığı yazısına göre davacı ve boşandığı eşi Recep Kurt"un tekrar evlenmeden önce farklı yerlerde oy kullandıkları, emniyet müdürlüğü tarafından gönderilen yazıda davacı ile boşandığı eşinin 4-5 yıl birlikte yaşadığı belirtilmiş ise de, dinlenen tanık beyanları ve tüm dosya kapsamından anlaşılacağı üzere davacı ile boşandığı eşinin 10.03.2015 tarihinde tekrar evlendikleri, davacı ile eşinin bu tarihten sonra birlikte yaşadıkları emniyet müdürlüğü tarafından belirtilen sürede bu tarihten sonraki durumun kast edildiği, ayrıca davalı SGK tarafından tarafların aynı adreste oturdukları beyan edilen yerde ikamet eden davacının komşuları ..., ... ve Ülkiye Kurukafa"nın tanık olarak dinlendiği, tanıkların beyanlarından da davacının eski eşi ile evlenmeden önce Kayseri ilinde; eski eşin ise Kırşehir ilinde ikamet ettiği, davacının çocuklarının Kırşehir’de olması nedeni ile boşandığı eşinin Kırşehir"de olmadığı zamanlarda Kırşehir’e gelerek çocuklarını gördüğü, birkaç gün kaldıktan sonra tekrar Kayseri’ye gittiğinin anlaşıldığı, bu nedenle tüm dosya kapsamına göre davacı ile boşandığı eşinin eylemli olarak birlikte yaşamadıkları, her ikisinin farklı illerde yaşadıkları, sadece aile bağlarının kopmaması için davacının yılda 2-3 defa özelikle bayramlarda ve özel günlerde Kırşehir"e gelerek çocuklarını bir kaç günlüğüne gördüğü ve tekrar ikamet ettiği Kayseri’ye gittiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı:
7. Kırşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) yukarıda belirtilen kararına karşı davalı Kurum vekili tarafından süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
8. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin 26.09.2017 tarihli ve 2017/1392 E., 2017/1454 K. sayılı kararı ile; Kurumun 27.10.2015 tarih ve TS-098 sayılı raporunda davacı ile boşandığı eşinin birlikte yaşadıkları kabul edilmiş ise de; bu kabulü doğrulayan delil bulunmadığı, raporda sözlü bilgisinin alındığı belirtilen kişilerin isimlerinin dahi yer almadığı, mahkemece dinlenilen tanıkların davacı ile boşandığı eşinin birlikte yaşamadıklarını söyledikleri, kolluk araştırmasının da bu yönde olduğu, SGK denetmeninin raporunda bahsi geçen Recep Kurt"un kız kardeşinin muhtemelen tanık olarak dinlenen Remziye Ocak olduğu ve davacı ile boşandığı eşinin ayrı yaşadıklarını söylediği, davacının 22.11.2007-03.03.2015 tarihleri arasında Kayseri/Melikgazi, bu tarihten sonra ise Aşıkpaşa Mah. Şehit Ahmet Tozlukçu Caddesi Barışkurt Sitesi B Blok No:19/2 Kırşehir adresinde, boşandığı eşi Recep Kurt"un ise 15.10.2008 tarihine kadar Duisburg/Almanya ve Kaman/Kırşehir, bu tarihten sonra Aşıkpaşa Mah. Şehit Ahmet Tozlukçu Caddesi Barışkurt Sitesi B Blok No:19/2 Kırşehir adresinde ikamet ettikleri, böylece davacı ile boşandığı eşinin 03.03.2015 öncesi farklı adreslerde ikamet ettikleri, davacının 2008, 2009, 2011 yıllarında Kayseri’de oy kullandığı, Kırşehir"de bu tarihten sonra ilk defa 06.07.2015 tarihinde oy kullandığı, Recep Kurt"un ise tüm seçimlerde Kırşehir"de oy kullandığı, davacı ile boşandığı eşinin 5510 sayılı Kanun"un 56/2. maddesi anlamında birlikte yaşamadıkları, borç bildirim yazısının iptaline dair incelenen mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davalı Kurum vekilinin istinaf isteminin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 353/1-b.1 bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Kararı:
9. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmiştir.
10. Yargıtay (Kapatılan) 21. Hukuk Dairesinin 25.01.2018 tarihli ve 2017/5973 E., 2018/537 K. sayılı kararı ile; “…Davanın, yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır. Fıkrada: “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda hak sahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmama yöntemi benimsenmiştir.
5510 sayılı Yasa"nın 56. maddesinde oldukça yalın olarak; "eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen" ibareleri yer almakta olup kanun koyucu tarafından örneğin; "sosyal güvenlik kanunları kapsamında ölüm aylığına hak kazanmak amacıyla eşinden boşanan", " hak sahibi sıfatını haksız yere elde etme amacıyla eşinden boşanan", "gerçek boşanma iradesi söz konusu olmaksızın (muvazaalı olarak) eşinden boşanan" veya bunlara benzer ifadelere yer verilmemiş, sade olarak kaleme alınan metinle uygulama alanı genişletilmiştir. Maddede, boşanma amacına/saikine yönelik herhangi bir düzenlemeye yer verilmediğinden, gerek Kurum"ca, gerekse yargı organlarınca uygulama yapılırken, eşlerin boşanma iradelerinin gerçekliğinin/samimiliğinin araştırılıp ortaya konulması söz konusu olmamalı, boşanmanın muvazaalı olup olmadığına ilişkin herhangi bir araştırma/irdeleme ve boşanma yönündeki kesinleşmiş yargı kararının geçerliliğinin sorgulaması yapılmamalı, özellikle kesinleşmiş yargı organının verdiği karara dayanan "boşanma" hukuki durum ve sonucunun, eşlerin gerçek iradelerine dayanıp dayanmadığının araştırılmasının bir başka organın yetki ve görevi içerisinde yer almadığı, kaldı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununda "anlaşmalı boşanma" adı altında hukuki bir düzenlemenin de bulunduğu dikkate alınmalıdır. Şu durumda sonuç olarak vurgulanmalıdır ki, boşanma tarihi itibariyle gerçek/samimi boşanma iradelerine sahip olan (evlilik birliği temelinden sarsılan) veya olmayan tüm eşlerin, maddenin yürürlük tarihi olan 01.10.2008 tarihinden itibaren her ne sebeple olursa olsun eylemli olarak birlikte yaşadıklarının saptanması durumunda gelirin/aylığın kesilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.
Somut olayda; davacı ... (Soyluş) ile eşi Recep Kurt 26.04.1993 tarihinde boşandıkları, 12.09.1978 tarihinde vefat eden babası Ali Soylu"dan dolayı 01.05.2006 tarihinden itibaren davacıya 506 sayılı Kanun"a göre ölüm aylığı bağlandığı, davacı ile boşandığı eşi Recep Kurt’un 10/03/2015 tarihinde tekrar evlendikleri, Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından düzenlenen 27/10/2015 tarih ve 2015/TS-098 sayılı rapora göre davacı ve boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, bu rapora dayanılarak davacının aylığının kesilerek, Kurumca 25/12/2010-25/03/2015 tarihleri arasında ödenmiş olan 39.728,27 TL asıl alacak ile 10.394,52 TL yasal faizi olmak üzere toplam 50.122,79 TL"nin borç çıkarıldığı anlaşılmıştır.
Ayrıca; 27/10/2015 tarih ve 2015/TS-098 sayılı denetmen raporunda; Davacı ve eşinin “Aşıkpaşa Mah. Şehit Ahmet Tozlukçu Caddesi Barışkurt Sitesi B Blok No:19/2 Kırşehir” adresinde birlikte yaşadıkları yapılan çevre soruşturmasında şifahi olarak ifade edildiği, Barışkurt sitesi A blok 1 nolu dairede ikamet eden davacının eşinin kız kardeşinin davacı ile eşinin hiç ayrılmadıkları, hep birlikte yaşadıklarını beyan ettiği, bu ifadenin denetmenlerce tutanak altına alındığı, görülmüştür.
Sonuç olarak; Sosyal Güvenlik Denetmeni tarafından tanzim edilen raporun içeriği, Kırşehir merkez ilçe Seçim Başkanlığı tarafından davacı ve boşandığı eşi Recep Kurt"un tekrar evlenmeden önce 2007’de aynı yerde, oy kullandıklarının bildirilmesi, davacının eşi Recep Kurt"un kız kardeşinin denetmene verdiği ifadesini, Mahkemede gerekçesiz ifadesini değiştirmesi davacı ve eşinin tekrar evlenmelerinin birlikte yaşamanın kuvvetli delili olması, Medula kayıt sisteminde davacının 05/02/2010 tarihinden itibaren birçok defa Kırşehir"de bulunan Ahievran Üniversitesi Eğitim ve Araştırma hastanesi, Özel Aşıkapaşa hastanesi ve Kırşehir Ağız ve Diş Hastanesinde tedavinde olması hususları birlikte değerlendirildiğinde davacı ve eşinin boşandıktan sonra birlikte yaşamaya devam ettikleri sabit olup 5510 sayılı yasanın 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin de aksi ispat edilemediğinden, davanın reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsiz olmuştur.
O halde, davalı SGK vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden hüküm kurulması gerekirken, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı ORTADAN KALDIRILMASI gerekmiştir…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararının kaldırılmasına, ilk derece mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme Kararı:
11. Kırşehir 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi sıfatıyla) 17.05.2018 tarihli ve 2018/215 E., 2018/292 K. sayılı kararı ile; bozma ilamında davacının boşandığı eşi Recep Kurt"un kız kardeşinin SGK denetmenine ifade verdiği belirtilmiş ise de, denetmen raporunda Recep Kurt"un kız kardeşinin beyanının alınmadığı, sadece raporun 4.3 bölümünde "adreslerde görüşülen kişilerin ve Recep Kurt"un kız kardeşinin vermiş olduğu şifahi beyanlardan, mernis adres beyanlarından kişilerin fiilen birlikte yaşadıkları kanaatine varılmıştır...." ibaresine yer verildiği, davacı ile boşandığı eşinin birlikte yaşadıklarına ilişkin kabulü doğrulayan delil bulunmadığı, raporda sözlü bilgisinin alındığı belirtilen kişilerin isimlerinin dahi yer almadığı, dinlenen bu şahsın Recep Kurt"un kız kardeşi olup olmadığının şüpheli olduğu, ayrıca bahsi geçen kız kardeşin bu şekilde ifade verip vermediği hususunun araştırılması için belirtilen adreste ikamet eden Recep Kurt"un kız kardeşi Remziye Ocak’ın tanık olarak dinlendiği, davacı ile boşandığı eşinin ayrı yaşadıklarını beyan etttiği, davacı ve boşandığı eşinin evlendikten sonra 2015 yılında ve 22.07.2007 tarihli milletvekili seçimlerinde aynı sandıkta oy kullandıkları, bu tarihte adreslerinin belli olmadığı, tanık beyanlarından da anlaşılacağı üzere 2007 yılında davacının Kayseri"de, boşandığı eşinin Kırşehir"de ikamet ettiği, her ne kadar aynı sandıkta oy kullanmışlar ise de 22.07.2007 tarihinde davacıların adreslerinin aynı olmadığı, davacının 2010 yılında iki, 2011 yılında dört, 2013 yılında bir, 2014 yılında dört kez Kırşehir’deki hastanelerde tedavi olduğu, 2012 yılında Kırşehir"deki hastanelerde tedavi olmadığı, ancak genel itibari ile davacının Kayseri"deki hastanelerde daha çok tedavi olduğu, tanıklarında davacının yılda 2-3 defa Kırşehir"e gelip çocuklarını gördüğünü belirttikleri, dolayısıyla davacının Kırşehir"de çocuklarını görmeye geldiği zaman gidip tedavi olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
12. Direnme kararı süresi içinde davalı ... Kurumu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
13. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; toplanan deliller ve sosyal güvenlik denetmen raporu içeriği dikkate alındığında davacının boşandığı eşiyle eylemli olarak birlikte yaşadığının sabit olup olmadığı; denetmen raporunun aksinin ispatlanıp ispatlanmadığı; buradan varılacak sonuca göre dava konusu Kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
14. Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun (5510 sayılı Kanun) 56. maddesinin 2. fıkrasıdır.
15. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” kenar başlıklı 56. maddesinde: “Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96. madde hükümlerine göre geri alınır.” düzenlemesi yer almaktadır.
16. 01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu, 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu"nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun"da yer almıştır.
17. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin 2. fıkrasının madde başlığında “bağlanmayacak” sözcüğüne yer verildikten sonra fıkra metninde “bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir” ibareleri kullanılmış, böylelikle daha önceki sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, “boşandığı eşiyle fiilen (eylemli olarak) birlikte yaşama” olgusu, gelir/aylık kesme nedeni olarak düzenlendiği gibi, aynı zamanda gelir/aylık bağlama engeli olarak kabul edilmiştir.
18. Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, düzenleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde, ilgiliyi haktan yararlandırmama; hak sahipliğine son verilmesi ve dolayısıyla gelir veya aylık bağlanmaması esası kabul edilmiştir.
19. Gerçekten de ölüm aylığı almak üzere boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel, T: Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012, s. 195).
20. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki; hak sahibinin, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası"nda (Anayasa) öngörülen bireysel özgürlük kapsamında kalmakta ise de, sosyal görevlerini, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceğine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesindeki hüküm uyarınca Devlet, sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olduğu gibi, boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün olmamakla birlikte, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakabilir.
21. Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesinin Anayasa’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile iptali için Anayasa Mahkemesine başvurular yapılmıştır.
22. Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 tarihli ve 2009/86 E., 2011/70 K. sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip, buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması, hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez. Resmî evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmî evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler, söz konusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz. Ölüm aylığı yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması hâlinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği hâlde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından, ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nın mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz” şeklindeki gerekçeyle hükmün Anayasa’nın 2, 10 ve 60. maddelerine aykırı olmadığına; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisi bulunmadığına karar verilmiş ve hükmün iptali yönündeki başvurular oy çokluğuyla reddedilmiştir.
23. Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemenin, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla getirilmiş olması, Anayasa Mahkemesince düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmesi ve yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organları tarafından uygulanmasının zorunlu olması karşısında, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen hak sahiplerine gelir veya aylık bağlanmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi usul ve yasaya uygundur.
24. Gelinen bu noktada sözü edilen hükmün zaman bakımından uygulanması konusu üzerinde durulmalıdır.
25. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik Geçici 1. maddesinde: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” düzenlemesi bulunmaktadır.
26. Kanun koyucu tarafından Geçici 1. madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce Sosyal Güvenlik Kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylıkların durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
27. Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek Özel Hukuk ve gerekse Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonra meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; yürürlük tarihinden önce gerçekleşen olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Bu ilke ile güdülen amaç; hukukî güvenliği temin etmek, kişileri ancak işlemi yaptıkları sırada yürürlükte olan kurallara göre sorumlu tutmak, böylece kazanılmış haklara saygıyı ve kazanılmış hakların korunmasını sağlamaktır. Zira hukukî güvenlik; hukuk devletinin temel taşlarındandır.
28. “Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması)” kuralının bazı istisnaları olup bu kapsamda yeni düzenleme kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin ise geçmişe etki eder şekilde uygulanması gerekir. Yine beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Bunlardan başka yargılama hukukuna ilişkin kurallar da ilke olarak geçmişe etkilidir.
29. Bu durumda 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesinin 2. fıkrasındaki hükmün zaman bakımından uygulanması yönünden herhangi bir istisnai durumun söz konusu olmaması nedeniyle madde ile getirilen düzenleme 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük tarihi öncesine ilişkin işlem yapılarak borç tahakkuk ettirilmesi mümkün değildir. Ancak 01.10.2008 tarihinden itibaren boşanılan eşle fiili birliktelik sözkonusu ise bağlanan aylığın kesilerek borç çıkarılması ve yersiz ödemeye ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun’un 96. maddesine göre uygulama yapılması gerekmektedir.
30. Ayrıca belirtilmek gerekir ki, Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.Naim: Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Sayı Özel, Ocak 2013, s.2529).
31. Bu nedenle 5510 sayılı Kanun’un 56/2. maddesi uyarınca kesme veya iptal işlemine konu ölüm aylığının veya gelirinin 01.10.2008 tarihinden önce bağlanmış olması da sonuca etkili değildir. Diğer bir ifadeyle Kurum tarafından bağlanan ölüm aylığı veya geliri dış etkiye açık olan, güncellenen bir kazanım olduğundan 5510 sayılı Kanun öncesinde bağlanmış olması kazanılmış hakkın konusunu oluşturmayacaktır.
32. Diğer taraftan, yine maddenin amacında da belirtilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
33. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre ; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz”.
34. Bu maddedeki hüküm uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, “hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı” ilkesi de gözetilmek suretiyle 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililerin her ne amaçla boşanmış olursa olsunlar, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanun ile getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya söz konusu düzenlemenin yürürlüğünden itibaren belirtilen nitelikte bir beraberliğe başlandığının tespiti hâlinde TMK’nın 2. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir. Kuşkusuz hak sahibine fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren diğer koşulların da varlığı durumunda yeniden gelir veya aylık bağlanabileceği açıktır.
35. 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da, maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşama” unsurunun diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.
36. Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir. Aynı yöndeki düzenleme 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesinin 1. fıkrasında “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde ifade edilmiştir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir (HMK m.190/2).
37. Bu noktada 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddelerindeki hükümlerine kısaca değinmekte fayda vardır.
38. 5510 Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun’un 100. maddesinde ise bilgi ve belge isteme hakkı, bilgi ve belgelerin Kuruma verilme usulü hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 13.02.2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun’un 78. maddesi ile değişik 92. maddesinin son fıkrasında da çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanakların aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olduğu hükme bağlanmıştır.
39. Somut olayda; davacı ile eşi Recep Kurt’un 13.10.1992 tarihinde boşandıkları, boşanma kararının 26.04.1993 tarihinde kesinleştiği, davacının boşandığı eşi ile 10.03.2015 tarihinde yeniden evlendiği, davacının babası Ali Soyluş’un 07.12.1981 tarihinde, annesi Fatma Soyluş’un 24.07.2010 tarihinde vefat ettiği, davacıya annesinin ölümünden sonra babasından ölüm aylığı bağlandığı, davacının eski eşi ile yeniden evlenmesi üzerine davacı ile eşinin yeniden evlenmeden önceki dönemde birlikte yaşayıp yaşamadığı konusunda Kurum tarafından 27.10.2015 tarih ve TS-098 sayılı rapor düzenlendiği, raporda davacının eşinin 20.11.2008 beyan tarihli Aşıkpaşa Mah. Şehit Ahmet Tozlukçu Caddesi Barışkurt Sitesi B Blok No:19/2 Kırşehir adresinde çevre soruşturması yapıldığı ve yapılan soruşturmada davacı ile eşinin boşanmış oldukları dönemde de birlikte yaşadıklarının, hiç ayrılmadıklarının şifahen beyan edildiği, yine aynı adreste A Blok 1 nolu dairede ikamet eden davacının eşinin kız kardeşi ile görüşüldüğü ve birlikte yaşadıklarını beyan ettiği, yazılı beyan vermekten imtina ettiği hususlarına yer verildikten sonra, yeniden evlenmeden önce eski eşi ile birlikte yaşadığı tespit edilen davacının ölüm aylığının 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi gereğince kesilmesi gerektiği yönünde görüş bildirildiği bu rapora istinaden davacının babasından dolayı aldığı ölüm aylığının kesilerek borç tahakkuk ettirildiği ve Kurum işlemine karşı eldeki davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
40. Mahkemece yapılan yargılama sırasında toplanan delillere göre davacının 1979, 1982 ve 1983 doğumlu üç çocuğunun bulunduğu, Adres Bilgileri Raporunda davacının eski eşi ile yeniden evlenmeden önce Gültepe Mahallesi Toprakkale Sokak No:79 Melikgazi/Kayseri adresinin anne baba adresinden tamamlama ile oluşturulduğu, kayıtlı adreslerinin farklı olduğu, 26.08.2016 tarihinde yapılan kolluk araştırmasında davacı ile eşinin 4-5 senedir birlikte yaşadıklarının tespit edildiği, ikinci kez yaptırılan 21.03.2017 tarihli kolluk araştırmasında da yine aynı yönde tespitin yapıldığı, davacı ile eşinin 22.07.2007 tarihli milletvekili genel seçimlerinde aynı sandıkta ve peş peşe sıra numaraları ile oy kullandıkları, getirtilen medula kayıtlarından 2010-2015 döneminde davacının Kırşehir ve Kayseri’deki hastanelerde muayene olduğu, acil tıp ve ağız diş sağlığı branşı muayenelerinin tamamının Kırşehir’de gerçekleştiği, davacı ile eşinin tespit edilen komşularının ve Kurum denetim raporunda da görüşüldüğü belirtilen Recep Kurt’un kız kardeşinin tanık olarak dinlendiği anlaşılmaktadır.
41. Denetmen tutanağında da bahsi geçen davacının eşi Recep Kurt’un kız kardeşinin tutanakta belirtildiği üzere adresinin Barışkurt Sitesi A Blok No: 1 olduğunun tespit edildiği ve mahkemece tanık olarak beyanın alındığı, beyanında davacının kardeşi ile evlenmeden önce hiç gelip gitmediğini, diğer dinlenen tanıklar ... ile Ülkiye Kurukafa’nın ise davacının çocuklarını görmek için yılda birkaç defa Kırşehir’e geldiğini beyan ederek çelişkili ifadelerde bulundukları, davacının çocuklarının Kurum işlemine esas alınan tarihte (2010) 27-31 yaş aralığında annelerini rahatça ziyaret edecek yaşlarda oldukları, medula kayıtları incelendiğinde davacının acil tıp kayıtlarının tamamının Kırşehir’de kayıtlı olduğu, davacının bu süreçte Kayseri’de acil tıp muayenesi olmadığı, acil tıp kayıtlarının tamamının yaşadığı şehir yerine sadece ziyarete gittiği belirtilen Kırşehir’de olmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yargılama sürecinde yaptırılan kolluk araştırmalarında davacı ile eşinin 4-5 yıldır birlikte yaşadıkları yönüde tespitlerin yapıldığı anlaşılmaktadır.
42. Bu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukukî olgular bir arada değerlendirildiğinde; davacı ve eşinin yeniden evlenmeden önce fiilen birlikte yaşadıkları anlaşılmakla sosyal güvenlik denetmen raporunun aksi ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmesi gerektiğine değinen bozma kararı yerindedir.
43. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, dosya kapsamındaki delillere göre davacı ile boşandığı eşinin fiilen birlikte yaşadıklarına dair kesin bir kanaat oluşmasının mümkün bulunmadığı, Kurum denetmen raporunda beyanlarına başvurulan kişilerin isimlerinin olmadığı, davacının adresinin evlenmeden bir hafta öncesine kadar Kayseri olduğu, kişinin sağlık hizmetini yaşam ve hasta hakları kapsamında istediği şehirde alabileceği, tanıkların da tarafların ayrı yaşadığını beyan ettiği ve kolluk araştırmasında birlikte yaşadıklarına ilişkin belirtilen dönemin yeniden evlenme öncesi dönem olup olmadığının net olmadığı, bu nedenle mahkeme kararının onanması gerektiği ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
44. Hâl böyle olunca direnme kararı, Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında davacı ile eşinin 4-5 senedir birlikte yaşadıkları yönünde tespitleri içeren 26.08.2016 ve 21.03.2017 tarihli kolluk tutanakları da ilave edilmek suretiyle bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı ... Kurumu Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen sebeplerle ve yukarıda yazılı ilave nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun 371. maddesi gereğince BOZULMASINA,
Dosyanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine 21.09.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki temel uyuşmazlık; somut olayda hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla ölüm aylığı alan davacının boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayıp yaşamadığına yönelik Kurum işleminin yerinde olup olmadığı ve 5510 sayılı Yasanın 59. maddesi ve 506 sayılı Yasanın 130. maddesi uyarınca kontrol memurlarınca usulünce düzenlenmiş yasal denetim raporunun aksinin eşdeğer delillerle kanıtlanıp kanıtlanmadığı, buradan varılacak sonuca göre kurum işleminin yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Yerel mahkemenin; “...Davacının, medula kayıtları, seçim kurulu kayıtları, adres nüfus kayıt sistemi bilgileri, zabıta araştırması ve tanık anlatımlarına göre Kayseri’de yaşadığı zaman zaman hastahane ve çocuklarını görmek için Kırşehir’e gittiği eski eşiyle tekrar evlendikten sonra Kırşehir’de eşiyle birlikte yaşamaya başladığı, tüm dosya içeriği ile davacı ve boşandığı eşinin eylemli olarak birlikte yaşamadıkları, her ikisinin farklı illerde yaşadıkları tespit edildiği” gerekçesiyle, kurum işleminin iptali ile davanın kabulüne ilişkin olarak verdiği kararın davalı SGK vekilince istinaf yoluna başvurulması üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 11. Hukuk Dairesince, “....dosyada mevcut delillere göre, davacı ile boşandığı eşinin 5510 sayılı Kanun’un 56/2 maddesi anlamında birlikte yaşamadığı, mahkeme kararının usul ve esas yönünden hukuka uygun olduğu” gerekçesiyle davalı kurum vekilinin istinaf başvurusu esastan reddedilmiş, bu karara karşı davalı kurum vekilinin temyiz başvurusu üzerine, Özel Daire; “... mevcut deliller, davacı ve eşinin yeniden evlenmeleri birlikte yaşamanın kuvvetli delili olduğu, 5510 sayılı Kanunun 59/2. maddesi gereğince Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından düzenlenen tutanak içeriğinin aksi ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle karar bozulmuş, bozma kararına karşı yerel mahkeme gerekçesini genişleterek önceki kararında direnmiştir. Yerel mahkemenin direnme kararı, Kurul çoğunluğunca Özel Daire bozma kararı benimsenerek bozulmuştur.
Çoğunluk görüşüne, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 56. madde gerekçesi, bu konudaki Anayasa Mahkemesi kararı ve Sosyal Güvenlik Hakkı ile sigortalı lehine yorum ilkesine aykırılık oluşturduğundan belirtilen açıklamalar nedeni ile katılınmamıştır.
5510 sayılı Kanunun 56/son maddesi uyarınca “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır”. Belirtilen düzenleme aslında kız çocuklarının yaş sınırı olmaksızın ölüm aylığından yararlanmasına olanak sağlayan 5510 sayılı kanun md.34/1-b,3. hükmüyle yakından ilgilidir.
Kız çocukları açısından ölüm aylığına hak kazanmada yaş sınırı olmadığı ve boşandıkları durumda da ölüm aylığına hak kazanma olanakları bulunduğundan, uygulamada Sosyal Güvenlik Kurumundan aylık almakta olan bazı hak sahiplerinin, sırf aylık alma hakkına kavuşmak için eşlerinden boşanıp, yine de birlikte yaşamaya devam ettikleri saptanmıştır. Önceki 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu döneminde boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşayanların aylıklarının kesileceği yönünde bir düzenleme bulunmadığından, bu konuda ortaya çıkan düzenleme ihtiyacı, 5510 sayılı Kanun ile kurala bağlanmıştır.
Kurala bağlanan durum, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamaya devam edilmek suretiyle hakkın kötüye kullanılması nedeniyle ölüm aylığının kesilmesi olarak algılanmaktadır. Nitekim 5510 sayılı Kanunun gerekçesinde de hükmün getirilme nedeni, hakkın kötüye kullanılması gerekçesiyle ilişkilendirilmiştir. Ancak ne zamandan itibaren hakkın kötüye kullanıldığı sonucuna varılacağı konusunda açıklık bulunmamaktadır.
5510 sayılı Kanun ile getirilen 56/son maddesindeki düzenlemenin anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesine gidilmiştir. Anayasa Mahkemesine başvuru gerekçesinde, “ ...Sosyal Güvenlik Kurumu görevlilerince boşanan eşlerin fiilen yaşadıklarının tespit edilmesinin kişinin maddi ve manevi varlığının gelişimini engellendiği” hususları belirtilmiştir. İptal istemini inceleyen Anayasa Mahkemesi verdiği kararında, “5510 sayılı Yasa’nın 34. maddesinde öngörülen ölüm aylığını alabilmek için “evli olmamak” koşulunu aşmak amacı ile iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez” ifadelerine yer verilerek, 5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin son fıkrasının, Anayasanın 2., 10. ve 60. maddelerine aykırılık oluşturmadığı kabul edilerek itiraz oy çokluğuyla reddedilmiştir (AYM, 28.04.2011, 2009/86 E. – 2011/70 K).
İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden birisi de, işçi - sigortalı lehine yorum ilkesidir. İş hukukunun temel prensipleri arasında yer alan işçinin korunması ilkesinin bir sonucu olan işçi lehine yorum ilkesi, sosyal güvenlik hukukunda kendini sigortalı lehine yorum şeklinde göstermektedir. Sosyal güvenlik hukukunda genel amaç, bu haktan olabildiğince fazla kesimin yararlanabilmesi yani kapsamının genişletilmesidir. Diğer bir ifadeyle bu hukukun uygulanmasında esas alınacak temel ilkelerden birisi de şartlar elverdiği ölçüde sigortalı lehine yorum yapılmasıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 14.2.1990 tarih, 1989/10-391 E, 1990/83 K kararında; "Kanunun çok açık olmasına karşın yine de kuşkulu bir durumun varlığı iddia edildiği taktirde şüphenin sigortalının lehine yorumlanacağı iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerindendir" diyerek bunu vurgulamıştır.
Belirtmek gerekir ki sosyal güvenlik hakkı anayasal bir hak olup, ölen muris hak sahibi babadan dolayı bağlanan ölüm aylığının kesilmesi için, kız çocuğun boşandığı eşi ile salt fiilen birlikte yaşamasına ilişkin tespit ve boşanılan eşin desteğini almak yeterli değildir. Zira kanun koyucu salt desteği yeterli görse idi eşitlik ilkesi uyarınca boşanılan eş dışında gayri resmi üçüncü kişi ile birlikte yaşamayı ve onun desteğini almayı da düzenler ve aylık kesilmesi gerektiğini belirtirdi. Burada en önemli koşul (unsur), kanunun gerekçesi ve Anayasa Mahkemesinin iptal etmeme gerekçesinde belirtildiği gibi boşanmanın aylık almak için gerçekleştirilmesi, boşanma hakkının bu amaçla kötüye kullanılmasıdır.
Kurum tarafından muris hak sahibi sigortalıdan bağlanan ölüm aylığının kesilebilmesi, kurum denetim raporuna dayanmakta olup düzenlenen tutanaklar ve rapor ciddi olmalıdır.
Ayrıca denetim raporu üzerine sosyal güvenlik ile ilgili kamu düzeninden olan bu davada mahkemece yapılacak araştırma sonucunda verilecek karar, yaklaşık ispata göre değil, tüm delillerin incelenmesi sonrası tam ispata göre oluşturulmalıdır.
5510 sayılı 59. maddesinde Kurumun denetleme ve kontrol yetkisi belirtilmiş, 59/2. maddesinde; “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurlarının görevleri sırasında tespit ettikleri Kurum alacağını doğuran olay ve bu olaya ilişkin işlemler, yemin hariç her türlü delile dayandırılabilir. Bunlar tarafından düzenlenen tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir. 5510 sayılı Kanun"un 59. ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazı kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ise ancak yazılı delille kanıtlanabilir.
Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların, anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesinde de açıkça hüküm altına alınmıştır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 14.11.1979 tarihli ve 1014 E., 1364 K. ile 04.02.2009 tarihli ve 2009/9-2 E., 2009/48 K. sayılı kararlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu yerleşik içtihadında; “Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanun’un 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir. Ayrıca 5510 sayılı Kanun"un 59/2. maddesinde belirtilen aksi sabit oluncaya kadar geçerli olan tutanakların, Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olması veya belgeye dayalı olmamakla birlikte hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek, doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklar olması gerekmektedir.
Buna göre, 5510 sayılı Kanun"un 59. ve 100. maddelerinde söz edilen görevliler tarafından düzenlenen tutanaklar üçüncü kişilerin imzalı beyanları alınarak düzenlenmiş ve imza inkârına da konu olmamış ise artık aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilecektir. Bu tutanakların aksi ise ancak yazılı delille ispatlanabilir.” hükmüyle, tutanak ve raporların imzalı ve belgeye dayalı olması aranmaktadır (Y.HGK 2016/10-1959 E, 2019/1120 K, Y HGK 20116/10-2139 E, 2019/1118 K, Y.HGK 2016/10-2345 E, 2019/1172 K, Y.HGK 2016/10-378 E, 2019/1240 K, Y.HGK 2016/10-670E, 2019/1126K,Y.HGK 2016/10-918 E, 2019/1104 K, Y.HGK 2016/10-1244E, 2019/963K, Y.HGK 2016/10-1525 E, 2019/1189 K, Y.HGK 2016/10-1527 E, 2019/2003 K, Y.HGK 2016/21-1789 E, 2019/612 K).
Buna göre, 5510 sayılı Kanun"un 59. ve 100. maddelerinde söz edilen görevliler tarafından düzenlenen tutanaklar üçüncü kişilerin imzalı beyanları alınarak düzenlenmiş ve imza inkârına da konu olmamış ise artık aksi sabit oluncaya kadar geçerli kabul edilecektir. Bu tutanakların aksi ise ancak yazılı delille ispatlanabilir.
Görevliler tarafından düzenlenen tutanaklar ve raporun, aksinin ispatı yönünden yazılı belge olarak; mahkemece, elektrik, su, doğal gaz, telefon abonelik kayıtları, nüfus adres kayıtları, seçim kayıtları, hasta medula kayıtları araştırılmalı, zabıta araştırması ve yeminli tanık beyanları da değerlendirilerek yapılacak araştırma sonucunda tam ispata göre karar oluşturulmalıdır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; fiili birlikteliğin tespiti yönünden, davacı ve eski eşinin fiilen birlikte yaşayıp yaşamadıklarının tespiti önem taşımaktadır. Somut olayda, davacı 26.04.1993 tarihinde kesinleşen karar ile boşanmış ve kendisine 25.12.2010 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanmıştır. Davacı, boşandığı eşi ile 10.03.2015 tarihinde yeniden evlenmiş ve kuruma bizzat başvurusu üzerine ölüm aylığı kesilmiştir.
Davacı hakkında, Sosyal Güvenlik Kurumunca 07.06.2015 tarihinde inceleme emri verilmesi üzerine düzenlenen 27.10.2015 tarih TS-098 sayılı denetmen raporunda, hak sahibi ...’un boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespiti üzerine, 05.01.2016 tarihli yazı ile yersiz ödendiği iddia edilin 50.122TL"nin iadesi talep edilmiştir. İşleme esas alınan denetmen raporunda, davacı ve beyanına başvurulduğu belirtilen kişilerin isim, beyan ve imzaları bulunmamaktadır.
Nüfus adres kayıt bilgilerine göre; davacının, 22.01.2007–03.03.2015 tarihleri arasında, Kayseri- Melikgazi adresinde, boşandığı eşinin 02.03.2007-19.09.2007 tarihleri arasında Kırşehir- Kaman, 19.09.2007-15.10.2008 tarihleri arasında Dusburg Almanya, 20.11.2008 tarihinden sonra Kırşehir merkez Aşıkpaşa mahallesindeki adresinde ikamet ettiği, seçim kayıtlarına göre de, davacının 29.03.2009-12.09.2010-12.06.2011 seçimlerinde Kayseri’de oy kullandığı, boşandığı eşinin ise tüm seçimlerde Kırşehir’de oy kullandığı, medula kayıtlarında, davacının, 2010-2015 yıllarında Kayseri ve Kırşehir’de çeşitli hastahanelerde tedavi gördüğü tespit edilmiştir. Farklı tarihlerde Kırşehir"de de tedavi olması yaşam hakkı ve kişinin hasta hakları kapsamında doktorunu seçme hakkı gözetildiğinde aleyhe değerlendirilmemelidir. Yine, 2007 yılında ikamet adresini Kayseri olarak beyan etmesi, seçimlerde Kayseri’de oy kullanması, 2010 yılında ölüm aylığı almak için önceden delil yaratmak olarak kabulü de doğru değildir.
Kurum denetmeni tarafından düzenlenen, aylıkların geri alınma işlemine esas alınan denetmen raporu belgeye dayanmadığı gibi beyanına başvurulan kişilerin isim ve imzasını da taşımadığı, bahsedilen resmi kayıtlar, zabıta araştırması ve yeminli tarafsız tanık anlatımlarıyla, davacının ölüm aylığı aldığı dönemde boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamadığı ve denetmen raporunun aksi kanıtlandığından, açıklanan bu gerekçelerle, yerel mahkeme kararının onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan Sayın çoğunluğun bozma gerekçelerine katılınmamıştır.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.