
Esas No: 2018/992
Karar No: 2021/1036
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2018/992 Esas 2021/1036 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 9. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme sonunda bozulmuş, mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı ... Başkanlığına (Belediye) ait işyerinde alt işveren işçisi olarak çalışması devam ederken avans olarak 2.700,00TL kıdem tazminatı ödendiğini, iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ile yıllık izin ücreti alacaklarının davalından tahsiline ve her haktan bakiye alacağının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı ... vekili cevap dilekçesinde; davacı alt işveren işçisi olduğundan feshe ilişkin bilgilerinin bulunmadığını, son alt işverene davanın ihbarını talep ettiklerini, davacının fazla çalışma yapmadığını, ulusal bayram ve genel tatillerde ancak nöbetçi olduğunda çalıştığını, devam eden günlerde izin kullandığını, zamanaşımı def’inde bulunduklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı:
6. Bursa 9. İş Mahkemesinin 21.11.2014 tarihli ve 2014/67 E., 2014/566 K. sayılı kararı ile; alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı:
7. Bursa 9. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 7. Hukuk Dairesinin 25.11.2015 tarihli ve 2014/21962 E., 2015/23298 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “…2-…Somut olayda, mahkemece, davacının 01.01.2012 tarihine kadar olan çalışma süresinde haftada 3 saat, 01.01.2012 tarihinden sonraki çalışma döneminde ise iki haftada bir 12 saat fazla mesai yaptığı kabul edilmiştir. Dosyaya, 01/06/2011-31/03/2012 tarihleri arasındaki dönem için davacının işe giriş çıkış saatlerini gösteren el yazılı ve imzalı kayıtlar ile 03/04/2012 tarihinden sonraki dönem için işe giriş çıkış saatlerini gösterir bilgisayar ortamında hazırlanmış kayıtlar sunulmuştur. Davacının el yazılı ve imzalı formlardaki imzaya yönelik açık itirazı bulunmamaktadır. Bu nedenle, işe giriş çıkış kayıtlarının kapsadığı döneme ilişkin olmak üzere kayıtlarda gösterilen giriş-çıkış saatleri gözönüne alınarak haftalık yasal 45 saatlik çalışmayı aşan saatlerin belirlenmesi gerekirken tanık beyanları doğrultusunda yapılan hesaplamaya itibarla hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Ayrıca, hükme esas alınan bilirkişi raporunda 01.01.2012 tarihine kadar olan dönem için davacı tanıklarının beyanlarına göre davacının haftanın 6 günü 07:30-17:30 saatleri arasında 10 saat çalıştığı, 2 saat ara dinlenme süresinin tenzili ile günde 8 saat ve haftada 48 saat çalıştığı ve haftalık 3 saat fazla çalışma yaptığı kabul edilmiştir. Ancak davacı tanıkları davacının haftanın 5 günü 07:30-17:30 saatleri arasında, cumartesi günleri ise 07:30-13:00 saatleri arasında çalıştığını beyan etmişlerdir. Davacının cumartesi günleri yarım gün çalıştığı tanık beyanları ile belirlenmişken tam gün çalıştığı kabulüyle hesaplama yapılması isabetsiz olmuştur.
Mahkemece davaya karşı süresinde yapılan zamanaşımı savunmasının değerlendirilmemesi de hatalı olmuştur.
3-Dosya içerisinde davacıya 7.558,08 TL net kıdem tazminatı ödemesi yapıldığına ilişkin "Kıdem Tazminatı Bordrosu" başlıklı belge bulunmaktadır. Bu belge ile ilgili davacı tarafın beyanı alınmamıştır. Tarihsiz olarak hazırlanmış bu belgenin neden dolayı imzalandığı araştırılmadan karar verilmesi hatalı olmuştur. Yapılacak iş, davacıyı usulüne uygun bir şekilde düzenlenecek davetiye ile duruşmada hazır ederek isticvap etmek ve altında imzası bulunan belgeye karşı diyeceklerini sormak, kendisine herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığı konusunda beyanı alındıktan sonra çıkacak sonucu göre bir karar vermektir. Mahkemece bu husus yerine getirilmeksizin eksik inceleme ile hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır…” gerekçeleriyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı:
9. Bursa 9. İş Mahkemesinin 07.12.2016 tarihli ve 2016/36 E., 2016/637 K. sayılı kararı ile; bozma kararına uyulmasına karar verildikten sonra, davacı asılın 01.03.2016 tarihli duruşmada işverence sunulan tarihsiz kıdem tazminatı bordrosu başlıklı belge konusunda dinlenildiği, davalı işverenin banka ile ödeme yükümünü yerine getirmediği, yemin deliline de dayanmadığı, anılan belgede belirtilen tutarın tamamının ödendiği yönündeki savunmasına karşılık davacı asılın 01.03.2016 tarihli duruşmadaki anlatımına değer verildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı:
10. Bursa 9. İş Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
11. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 14.02.2018 tarihli ve 2017/5987 E., 2018/2728 K. sayılı kararı ile; davalının sair temyiz itirazlarının reddine karar verildikten sonra, “…2-Davacı asil, dosyada bulunan fesihle birlikte kendisine net 7.558,08 TL kıdem tazminatı ödendiğine ilişkin kıdem tazminatı ödeme bordrosu altındaki imzayı kabul etmiş ancak bordroda yazan miktarı değil, kıdem tazminatına mahsuben 2.700 TL aldığını beyan etmiştir. Mahkeme de kıdem tazminatını hüküm altına alırken bu beyana itibar ile sadece 2.700 TL’nin mahsubu ile yetinmiştir.
Davacının ödemenin kıdem tazminatına ilişkin olduğunu ve bordrodaki imzayı kabul etmiş olması karşısında, imzaladığı miktarı değil, daha az miktarda bir parayı aldığı şeklindeki savunmasına itibar olunamaz. Mahkemece kıdem tazminatı hüküm altına alınırken fesihle birlikte yapılan ödemenin net 7.558,08 TL olduğu kabul edilerek bu miktarın mahsubu gerekirken, yazılı gerekçeyle sadece net 2.700 TL’nin mahsubu yoluna gidilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
12. Bursa 9. İş Mahkemesinin 28.06.2018 tarihli ve 2018/119 E., 2018/276 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe de eklenmek suretiyle, anılan belgede belirtilen kıdem tazminatı tutarının tamamının davacı işçiye ödendiğine ilişkin ispat yükünün davalı işverene ait olduğu, davacı asılın 01.03.2016 tarihli duruşmadaki anlatımının sadece hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamında olduğu, ispat yükünün davacı işçiye geçmediği, aksi görüş ile davalı işverenin ispat yükünün, hâliyle yasal olarak banka ile ödeme yapma yükümlülüğünün ortadan kaldırılamayacağı, cevap dilekçesinde yemin deliline dayanılmadığı ve/veya davacı işçiye yemin teklif edilmediği, işçi-işveren ilişkisinde zayıf konumda olan işçinin beyanına üstünlük tanınması gerektiği (işçi lehine yorum ilkesi) gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
13. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, hesaplanan kıdem tazminatı alacağı miktarından, davacı işçi imzalı ve “Kıdem Tazminatı Bordrosu” başlıklı belgede belirtilen net 7.558,08TL’nin mi yahut mahkemece 01.03.2016 tarihli duruşmada beyanı alınan davacı asılın ödendiğini beyan ettiği net 2.700,00TL’nin mi mahsup edilmesi gerektiği noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
15. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ifa ve ibra kavramlarına ilişkin açıklama yapmakta yarar bulunmaktadır.
16. Geçerli olarak kurulmuş olan bir borç ilişkisinin borçlu bakımından doğurduğu en önemli sonuç, borcun borç ilişkisine uygun olarak yerine getirilmesidir. Borçlunun yerine getirmekle, yani ifa etmekle yükümlü olduğu borç konusu, borcun kaynağına göre değişir. Ancak kaynağı ne olursa olsun her borç ilişkisinde ifanın konusu olan edim, verme, yapma veya yapmamaya ilişkin olabilir.
17. İfa borcu sona erdiren bir sebeptir. Ancak, borç ilişkisinden dolayı birden fazla borç doğmuşsa, ifa sadece konusu olan borcu sona erdirir. Bu durumda, ifa ile borç ilişkisinden doğan bütün borçlar son bulmaz. Buna göre ifa, dar anlamda borcu sona erdirir. İfanın borç ilişkisini sona erdirebilmesi için ise, bu ilişkiden doğan tüm asli ve bağlı (fer’i) borçların ifa edilmesi gerekmektedir (Kılıçoğlu, Ahmet: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 24. Bası, 2020, s. 675).
18. İbra ise, borcun özel bir sona erme sebebi olup, alacaklının alacak hakkından vazgeçmesini ve bu surette borçlunun borcundan kurtulmasını sağlayan bir sözleşmedir. İş ilişkilerinde ibraname, genellikle işçinin borçlu durumundaki işverene karşı işçilik alacağının kalmadığını gösteren bir belge niteliğini taşır (Süzek, Süzek: İş Hukuku, 19. Baskı, 2020, s. 793).
19. İş kanunlarında ve 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda düzenlenmeyen ibra sözleşmesi, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 132. ve 420. maddeleri ile yasal dayanağa kavuşmuştur.
20. Türk Borçlar Kanunu’nun 132. maddesinde yer alan “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.” şeklindeki düzenleme ile ibra, borcu tamamen veya kısmen ortadan kaldıran bir sebep olarak borcun sona erme halleri arasında sayılmıştır.
21. Türk Borçlar Kanunu’nun “Ceza koşulu ve ibra” başlıklı 420. maddesinde ise,
“Hizmet sözleşmelerine sadece işçi aleyhine konulan ceza koşulu geçersizdir.
İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.
Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur.
İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün tazminat alacaklarına da uygulanır.” hükümlerine yer verilmiştir.
22. Yapılan bu genel açıklamalardan sonra, Türk Borçlar Kanunu uyarınca ibranamenin geçerlilik koşullarından bahsetmek gerekmektedir.
23. İşçinin işverenden olan alacaklarına ilişkin vereceği ibra sözleşmesinin geçerlilik şartları TBK’nın 420. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre, ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibariyle sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi ile ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığı ile yapılması gerekmektedir. Bu koşulları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibranamenin kesin olarak hükümsüz olduğu kabul edilmiştir.
24. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında ise hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri ile ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgelerinin, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmünde olduğu kabul edilmiştir. Ancak, bu hâlde dâhi ödemelerin banka aracılığı ile yapılması koşulu öngörülmüştür.
25. Diğer taraftan, ibra sözleşmeleri içerikleri dikkate alındığında feragat, olumsuz borç ikrarı, sulh sözleşmesi ve makbuz gibi kurumlarla benzerlik göstermekte ancak söz konusu bu kurumlardan belirli noktalarda ayrılmaktadır.
26. Bu kapsamda olmak üzere, makbuz, borç ifa edildiğinde bunu göstermek üzere alacaklı tarafından verilen imzalı bir belgedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 103/1. fıkrasına göre borcu ödeyen borçlu bir makbuz verilmesini isteyebilecektir. Elinde makbuz olan borçlu ifayı gerçekleştirdiğini ispatlayabilecektir. Bu anlamda ibra ile makbuzun farkı ortaya çıkmaktadır. Zira makbuz borcun ifa edildiğini gösterirken, ibra ifa olmaksızın borcu sona erdiren bir hâldir. İfa ile borç zaten sonra ermiş olduğu için, bunun bir de ibra ile sona erdirilmesi mümkün olmaz (Keser, Hakan: “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Kapsamında İbraname Uygulamaları”, Sicil İş Hukuku Dergisi, Sayı:24, 2014, s. 137).
27. Somut uyuşmazlıkta, 25.04.2003 tarihinde davalı asıl işveren ... nezdinde alt işveren işçisi olarak çalışmaya başlayan davacı işçi, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinin 1. fıkrasının 5. bendi gereğince 15 yıl sigortalılık süresi ve 3600 prim gün sayısı şartını sağladığı gerekçesiyle 22.07.2013 tarihinde iş sözleşmesini feshetmiş, kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ile yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
28. Dosya içeriğine göre 25.04.2003 tarihinden 22.07.2013 fesih tarihine kadar davacının değişen alt işverenler yanında çalıştığı, hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının tüm çalışma süresi dikkate alınarak kıdem tazminatının hesaplandığı ve davacı tarafından ödendiği belirtilen 2.700,00TL’nin hesaplanan miktardan mahsup edildiği anlaşılmaktadır.
29. Bununla birlikte “Kıdem Tazminat Bordrosu” başlıklı belgede davacının 16.02.2007 ilâ 14.10.2012 tarihleri arasında yanında çalıştığı dava dışı alt işveren Reis Turizm Taşımacılık ve Temizlik Hiz. San. Tic. Ltd. Şti.’den, belirtilen çalışma dönemine ilişkin olmak üzere 7.558,08TL kıdem tazminatı tutarını tam ve eksiksiz olarak aldığına dair imzasının bulunduğu, ayrıca aynı belge üzerine el yazısı ile “elden aldım” ibaresinin yazıldığı görülmüştür.
30. Söz konusu belgeye ilişkin olarak beyanı alınan davacı işçi 01.03.2016 tarihli duruşmada “Bordro altındaki imza bana aittir. Ancak bana ödenen kıdem tazminatı miktarı bordroda belirtildiği gibi 7.608,29 TL değildir. Bana ödenen kıdem tazminatı miktarı 2.700,00 TL"dir. Belgeyi bana okutmadan imzalattılar” şeklinde beyanda bulunmuştur.
31. Öte yandan “Kıdem Tazminat Bordrosu” başlıklı belgenin altındaki imzanın davacıya ait olduğunun kesinleşmesine karşın, davacı iradesinin fesada uğratıldığını da ispatlayamamıştır.
32. Ayrıca belirtmek gerekir ki, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin 2. fıkrasında ücret, prim, ikramiye ve bu nitelikteki her çeşit istihkakın kural olarak işyerinde veya özel olarak açılan bir banka hesabına ödeneceği hüküm altına alınmış ise de, gerek 4857 sayılı İş Kanunu’nda gerekse 1475 sayılı İş Kanunu’nun hâlen yürürlükte bulunan 14. maddesinde kıdem tazminatının banka hesabına ödenmesi gerektiğine dair bir hüküm bulunmamaktadır.
33. Yukarıda da ifade edildiği üzere ibra, borcun özel bir sona erme sebebi olup, alacaklının alacak hakkından vazgeçmesini ve bu suretle borçlunun borcundan kurtulmasını sağlayan bir sözleşme olduğu dikkate alındığında, “Kıdem Tazminat Bordrosu” başlıklı belgenin hukukî niteliği itibariyle ibraname olmadığı açıktır.
34. Nitekim, söz konusu belgede yer alan “tam ve eksiksiz olarak aldım” ifadesinin belgede yazılı kıdem tazminatı tutarının ifasına yönelik olduğu, davacının ilgili alt işveren şirketi kıdem tazminatı alacağı bakımından borçtan kurtardığına yönelik herhangi bir ibarenin de mevcut olmadığı anlaşılmaktadır.
35. Bu itibarla, anılan belgenin TBK’nın 420. maddesi kapsamında ibraname veya ibra beyanını içeren belge niteliğinde olmayıp makbuz olduğu anlaşıldığından, belgede yazılı kıdem tazminatı miktarının banka aracılığı ile ödenme zorunluluğu bulunmamaktadır.
36. Açıklanan bu maddi ve hukukî olgular ışığında, “Kıdem Tazminat Bordrosu” başlıklı belge altındaki imzanın davacıya ait olduğunun ve belge içeriğinin gerçeği yansıtmadığı hususunun ispatlanamadığının anlaşılmasına göre, söz konusu makbuzun, makbuzda belirtilen miktar kadar borcun ifa edildiğini kanıtlar nitelikte bulunduğu ve hesaplanan kıdem tazminatı tutarından mahsup edilmesi gereken miktarın 7.558,08TL olduğu sonucuna varılmıştır.
37. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, anılan belgede “tam ve eksiksiz olarak aldım” ibaresine yer verildiği, belgenin başlığında ibraname yazılmasa da içerik itibariyle belgenin ibraname olarak kabul edilmesi gerektiği, TBK’nın 420. maddesine yer alan hükme göre ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgelerinin, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmünde olduğunun kabul edildiği ve bu hâlde dâhi ödemelerin banka aracılığı ile yapılması koşulunun öngörüldüğü, somut olayda banka aracılığı ile ödeme yapılmadığından kıdem tazminatından mahsup edilmesi gereken miktarın davacının beyanı uyarınca 2.700,00TL olduğu ve bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
38. Hâl böyle olunca direnme kararının, Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenlerle bozulması gerekmiştir.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu"nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu"nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21.09.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
İbra ve makbuz borç ifasıyla ilgili kavramlar olup buna ilişkin belgeler borcun ifa edilmiş olduğu veya ifa edilmiş sayıldığını gösteren belgelerdir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) ibra genel hüküm olarak 132. maddede düzenlenmiş ve “borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Makbuz konusunda ise en genel hükmün yer aldığı maddede; borcu ödeyen borçlunun, bir makbuz ve borcun tamamı ödenmişse, buna ilişkin borç senedinin geri verilmesini veya iptalini isteyebileceği (TBK 103/1), borcun tamamı ödenmemiş veya borç senedi alacaklıya başkaca haklar da vermekte ise borçlunun, ancak makbuz verilmesini ve ödemenin borç senedine işlenmesini isteyebileceği (TBK 103/2) hükümlerine yer verilmiştir.
Aynı Kanunun 420. maddesinde ise ibra ve makbuz konusundaki bu genel hükümlere sınırlamalar getiren özel bir düzenlemeye yer verilmiş olup şu hükümler yer almaktadır:
İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür (TBK 420/2).
Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması zorunludur (TBK 420/3).
Belirtilen bu sınırlayıcı kurallar nedeniyle, işçinin işverenden alacağına ilişkin borç ifası kuralları ibra ve makbuz konusundaki genel hükümlerden ayrılan bir kapsama sahiptir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; davacının imzasını taşıyan tarihsiz “Kıdem Tazminatı Bordrosu” başlıklı belgede giriş tarihi 16.02.2007, çıkış tarihi 14.10.2012 ödenecek kıdem tazminatı 7.558,08TL olarak gösterilmiş olup en altında iş bu bordro mucibi kıdem tazminatım tutarını Reis Turizm Taşımacılık ve Temizlik Hiz. San. Tic. Ltd. Şti."nden tam ve eksiksiz olarak aldım ibaresi bulunmaktadır. Bu belge başlığı veya içeriğinde ibraname ibaresine yer verilmemiş olsa da kıdem tazminatını tam ve eksiksiz olarak aldım açıklamasıyla imzalandığından başka kıdem tazminatı alacağı kalmadığını da belirtir şekilde düzenlenmiş olduğundan bu belge ibraname niteliğinde düzenlenmiştir.
İbraname niteliğinde hazırlanan bu belgede gösterilen çıkış tarihi gözetildiğinde TBK’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlendiğinden geçerli olup olmadığı TBK 420. madde hükmüne göre değerlendirilmelidir. Yapılan ibraname elden ödemeyi gösterdiği ve banka aracılığıyla yapılmadığından bu belge ibraname olarak geçerli değildir.
Bu belge ibraname olarak geçerli değil ve daha fazla kıdem tazminatı alacağı bulunması hâlinde istenebilmesine engel olmaz ise de bu belgenin, içerdiği miktar kadar kıdem tazminatı ödemesi yapıldığını ispatlayan makbuz niteliğinde yazılı belge olup olmadığı üzerinde de durulmalıdır. TBK 420/3. maddede; hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgelerinin, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmünde olduğu belirtilmiş ise de maddenin devamı cümlede, bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olmasının zorunlu olduğu belirtilmek suretiyle hangi şartla bu belgenin makbuz hükmünde olacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükümlere göre bu belgenin ödemeyi gösteren makbuz sayılabilmesi için ödemenin de banka aracılığıyla yapılmış olması gerekmektedir. Yukarıda da açıklandığı gibi ödeme banka aracılığıyla yapılmış olmadığından bu belge makbuz niteliğinde de sayılmayacağı için ödenen miktarı ispatlamaya elverişli değildir.
Kıdem tazminatı alacaklarının bankaca ödenmesi yönünde bir zorunluluk bulunup bulunmadığı hususu da bu belgenin ödeme miktarını gösteren makbuz sayılmasını gerektirmemektedir. Zira TBK 420. maddede hizmet sözleşmesinden doğan hangi alacaklar için bu belgenin makbuz sayılacağı veya sayılmayacağı konusunda bir istisnaya yer verilmeksizin düzenleme yapılmış olduğundan bu belgenin makbuz sayılabilmesi için, işçinin işverenden kıdem tazminatı dahil her türlü alacağına ilişkin olarak ödemenin bankaca yapılmış olması gerekir.
Senetle ispat zorunluluğu ve senede karşı senetle ispat zorunluluğunun düzenlendiği 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 200 ve 201. maddedeki düzenlemeler ile senet (yazılı delil) bir ispat vasıtası olarak kesin delillerden ise de TBK 420. madde hükmü banka ödemesine dayanmayan makbuzu geçerli kabul etmediği için bu belgenin HMK 200 ve 201. madde anlamında borç ifası ve ödeme miktarını ispata elverişli yazılı delil sayılması mümkün değildir. Zira TBK 420. maddedeki düzenleme bir maddi hukuk kuralı olsa da içeriği itibarıyla aynı zamanda güçlendirilmiş ispat kuralı getirilmiş ve yazılı delil sayılması için imzalı olması yeterli görülmemiş ayrıca ödemenin banka aracılığıyla yapılması şartı aranmıştır.
Yasa koyucu elde edilen bu yazılı delilin güvenli olmayacağını düşünerek bir istisna getirip işçiyi korumaya çalışmış ve bu konuda güçlendirilmiş yazılı delil esasını benimsemiştir. Yasa koyucunun bu iradesine rağmen istisnaya değer verilmeksizin genel hükümlere başvurularak, banka aracılığıyla ödeme yapılarak güçlendirilmemiş bu belgenin makbuz ve yazılı delil sayılması TBK 420. maddenin getiriliş amacıyla da bağdaşmayacaktır.
Kıdem tazminatı ödemesi yönünden dayanılan belgenin, yazılı delil (senet) olarak yapılan ödemeyi ispatlaması mümkün değil ise de ödemenin ikrar ve yemin gibi diğer kesin delillerle ispatlanması mümkündür. Nitekim davacı bu belge kapsamında 2.700,00TL aldığını kabul etmiş olup ikrar niteliğindeki bu beyan nedeniyle 2.700,00TL’lik ödemenin ispatlandığı da mahkemece kabul edilmiştir.
Davalı ikrar edilen bu miktar dışında kıdem tazminatı ödemesi yapıldığını ispatlamış olmadığından dayanılan belgenin ödemeyi ispatlayan belge sayılmayarak sonuca gidilip karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik olmadığı için direnme hükmünün onanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan, belgede yazan miktara itibar edilerek karar verilmesi gerektiği sonucunu içerir biçimde özel daire kararında belirtildiği şekilde hükmün bozulması yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.