Esas No: 2020/7703
Karar No: 2022/1619
Karar Tarihi: 08.03.2022
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2020/7703 Esas 2022/1619 Karar Sayılı İlamı
11. Hukuk Dairesi 2020/7703 E. , 2022/1619 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : İZMİR BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 17. HUKUK DAİRESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada Eşme Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 21.04.2017 tarih ve 2014/26 E. - 2017/130 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Hukuk Dairesi'nce verilen 08.07.2020 tarih ve 2017/2141 E. - 2020/616 K. sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, taraflar arasında ticari ilişkisi bulunduğunu, bu ilişki kapsamında davacı şirketin davalı tarafa emtia teslim ettiğini, faturalar keşide ettiğini, karşı tarafında bir kısım ödemeler yaptığını, bu fatura bedelleri ve ödemeler mahsup edildiğinde davacı tarafın davalı taraftan 258.211,10 TL alacağı bulunduğunu, davalı şirketin cari hesap ilişkisine dayandığı iddiası ile 168.909,84 TL ve 84.879,36 TL bedelli 2 adet fatura keşide edip gönderdiğini, taraflar arasındaki ticari ilişkiye uygun olmayan fiktif olan bu faturalara süresinde itiraz ettiklerini, her iki fatura açıklamasında davacı şirkete "destek primi" adı altında borç çıkartılmak istendiği ancak davacı ve davalı taraf arasında böyle bir prime ilişkin anlaşma bulunmadığını, bu hususun ihtarnamelerde de açıklandığını, davacı tarafça teslim edilen emtialara herhangi bir itiraz bulunmadığı halde cari hareketten doğan borcu ödemekten kaçınan davalıdan bu alacağın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, mahkemenin yetkisine itiraz ettiklerini, davacı şirketin davalı şirketten alacağı bulunmadığını, aksine davalı şirketin davacı şirketten aksiyon/sayış fiyat indirimine ilişkin alacağı bulunduğunu, bu alacağa istinaden dava konusu 2 adet faturanın gönderildiğini, davalının itiraz ederek faturaları iade ettiğini, davalının karşı ihtarname ile faturaları birkez daha gönderdiğini, davacı şirket ile yeniden defalarca ihtarlaştıklarını, dava dilekçesinde alacağın nedeninin açıklanmadığını, buna ilişkin bir belge sunulmadığını, dava konusu 2 adet faturanın davacı şirketin aksiyon/satış fiyatı indirimine ilişkin olarak davacı şirket ile anlaşılarak düzenlendiğini, davalı şirketin kabulü ve mutabakatı bulunduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasında süt ve süt ürünleri teslimine ilişkin ticari ilişki bulunduğu, bu ilişkinin 30/04/2012 tarihinde başlayıp 10/01/2014 tarihine kadar devam ettiği, tarafların ticari defter ve kayıtları üzerinde yapılan bilirkişi incelemesine sonucu davacı tarafın ticari defter ve kayıtlarına göre davalı tarafın davacı tarafa 10/01/2014 tarihi itibariyle 256.324,12 TL borçlu olduğu, davalı tarafın ticari defter ve kayıtlarına göre söz konusu faturaların mevcut olmaması durumunda davalı tarafın davacı tarafa 253.789,20 TL borçlu olduğunun tespit edildiği, dava konusu miktarın destek primine ilişkin olduğu iddiasını ispat yükünün davalı tarafta olduğu, davalı taraf, taraflar arasında destek primine ilişkin süregelen fiili bir durumu ve sözlü bir anlaşma olduğunu iddia etmiş ise de, yazılı bir anlaşma bulunmadığı ve buna ilişkin delilin de dosyaya sunulmadığı, davacı tarafın da bu şekilde bir anlaşma olduğunu kabul etmediği, taraflar arasında süre gelen ticari bir teamülün varlığının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karara karşı davalı vekili istinaf kanun yoluna başvuruda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, taraflar arasında cari ilişki bulunduğu, davacı ticari defter ve kayıtlarına göre alacağının 256.324,12 TL olduğu, davalı tarafından düzenlenen destek prim faturaları bedeli ise 253.789,20 TL bulunduğu, aradaki farkın 2.534,92 TL olduğu, davalı tarafından düzenlenen destek prim faturalarının davacının ticari defter ve kayıtlarında bulunmadığı gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava, alacağın tahsili istemine ilişkin olup, İlk Derece Mahkemesince yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. Bölge adliye mahkemesince davalı vekilinin ileri sürdüğü bir kısım istinaf sebepleri benimsenerek, başka bir deyişle yargılamada eksiklik görülerek duruşma açılıp, tahkikat yapılmış ve bilirkişi heyetinden raporve ek rapor alınmıştır. Yapılan inceleme sonucunda ise istinaf aşamasında alınan bilirkişi raporuyla ilk defa tespit edilen delillere de dayanılarak İlk Derece Mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararında isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/(1)-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın karar tarihinde yürürlükte olan 353/1-b-1 maddesi uyarınca yargılamada eksiklik bulunmadığının ve kanunun olaya uygulanmasında hata edilmediğinin anlaşılması halinde istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekir. Başka bir anlatımla, yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğunun anlaşılması halinde ve bu hale münhasır olarak başvurunun esastan reddine karar verilmesi gereklidir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesince yukarıda da açıklandığı üzere yargılamada eksiklik görülerek dava konusu uyuşmazlık üzerinde duruşma açılarak inceleme yapılması durumunda HMK’nın 353/1-b-3. maddesi gereğince esastan yeni bir karar verilmesi gerekmektedir. Aksi halde, incelenen kararda olduğu gibi, bir yandan kararın gerekçesinde yargılama eksikliğine ve bunun giderildiğine değinilirken, bir yandan da ancak ilk derece yargılamasında usul ve yasaya hiçbir aykırılık bulunmayan hallerde verilmesi gereken istinaf başvurusunun esastan reddi biçimindeki hüküm fıkrası arasında çelişki oluşacağı açık olup bu gibi bir durum ise kanuna açık aykırılık nedeniyle re’sen bozma nedeni teşkil eder niteliktedir. Hükümden sonra 7251 sayılı Kanun ile HMK’nın 356. maddesine eklenen ve yayım tarihinde yürürlüğe giren 2. fıkra, yukarda belirtilen hallerde, farklı bir değerlendirme yapılmasını gerektirir nitelikte değildir. Nitekim, bilindiği ve HMK’nın 354. maddesinde ve özellikle bu maddenin gerekçesinde değinildiği üzere, Bölge Adliye Mahkemelerince yapılacak incelemenin biri denetim açısından, diğeri ise dava konusu uyuşmazlık bakımından olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Ayrıntıya girilmeden ifade edilecek olursa, Bölge Adliye Mahkemesince duruşma açılarak dava konusu uyuşmazlık üzerinde bir inceleme yapılması halinde, 356/2. maddede değinilen ve verilmesi öngörülen gerekli karar, “yeniden esas hakkında bir karar”
olmak durumundadır. Tüm bu nedenlerle, HMK m. 353/1-b-1 kapsamında istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın öncelikle bu nedenle ve HMK’nın 369/1. ve 371. maddeleri uyarınca bozulması gerekmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının re’sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, HMK'nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 08/03/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Dava, alacağın tahsili istemine ilişkin olup, İlk derece mahkemesince yapılan yargılama neticesinde davanın kabulünene karar verilmiştir. Davalının istinaf kanun yoluna müracaatı üzerine yeni bilirkişi raporu alan Bölge Adliye Mahkemesi, neticede itirazların yersiz olduğu kanaatine vararak istinaf başvurusunu esastan reddine karar vermiştir. Sayın çoğunlukla aramızdaki görüş ayrılığı, Bölge Adliye Mahkemesinin bir takım ek deliller topladıktan sonra, ilk derece mahkemesiyle aynı sonuca varması halinde yeni hüküm kurmasının zorunlu olup olmadığı, başka bir deyişle esastan ret kararı verip veremeyeceği hususundan kaynaklanmaktadır.
Konuyu değerlendirmeye geçmeden evvel HMK’nun konuya dair hükümlerine ve özellikle 22.07.2020 tarihli değişikliğe göz atmakta fayda bulunmaktadır. HMK’daki konuya dair düzenleme: Duruşma yapılması ve karar verilmesi (2) MADDE 356- (1) 353 üncü maddede belirtilen hâller dışında inceleme, duruşmalı olarak yapılır. Bu durumda duruşma günü taraflara tebliğ edilir.
Şeklinde iken, 22.07.2020 gün ve 7251 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonucunda aşağıdaki fıkra eklenmiştir.(2) (Ek:22/7/2020-7251/36 md.) Duruşma sonunda bölge adliye mahkemesi istinaf başvurusunu esastan reddetmek veya ilk derece mahkemesi hükmünü kaldırarak yeniden hüküm kurmak dâhil gerekli kararları verir. 7251 sayılı kanunla eklenen fıkra uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi duruşma açıp ilave delil toplamasına rağmen İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik istinaf itirazlarını yerinde olmadığı ve dolayısıyla kararın isabetli olduğu kanaatine varırsa esastan ret şeklinde hüküm kurma yetkisine de haiz olacaktır. Zira bu halde Bölge Adliye Mahkemesi ilave tahkikat yapmasına rağmen İlk Derece
Mahkemesinin kararının yerinde olduğu sonucuna varmış bir başka deyişle istinafa konu kararı ilave gerekçe koymak suretiyle teyit etmekle yetinmiştir. Değilse, bahsi geçen değişikliğin başka türlü yorumlanması, 2020 yılında yapılan değişikliği işlevsiz bırakacak, fiilen yürürlüğe girmeme gibi bir durumla karşılaşılacaktır. Bu arada, esastan retle sonuçlanan binlerce Bölge Adliye Mahkemesi karanının sair temyiz itirazlarına girilmeksizin usul bozmalarına konu yapılması Anayasanın 141. maddesinde “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir” ve buna paralel HMK madde 30 yer alan: “Hakim yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” şeklindeki emredici usul ekonomisi ilkesiyle de bağdaşmayacaktır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle Dairemizce işin esasına girilerek sair temyiz itirazlarının incelenmesi gerekirken yazılı gerekçeyle usul bozulması yapılması şeklinde tezahür eden çoğunluk görüşüne iştirak etmiyorum.