19. Ceza Dairesi 2015/36080 E. , 2017/7049 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : 6831 Sayılı Kanuna Aykırılık
HÜKÜM : Mahkumiyet
Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1) Sanık hakkında ağaç kesmek eylemi nedeniyle verilen karara ilişkin yapılan incelemede,
Bilirkişi raporuna göre sanığın, ağaçların dal ve çubuklarını kesmiş olduğu ve ağaçların hayatını devam ettirdiğinin belirtilmesi karşısında, sanığın eyleminin 6831 sayılı Kanunun 91/5. maddesi kapsamında olduğu ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu gereğince kabahat nevinde olup eylem tarihi ile inceleme tarihi arasında 5326 sayılı Kanunun 20/2-c maddesinde öngörülen zamanaşımı süresinin gerçekleştiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı ve sanığın ve katılan vekilinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, HÜKMÜN BOZULMASINA, gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle 5326 sayılı Kanunun 20. maddesi gereğince sanığa İDARİ PARA CEZASI VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, eyleme konu orman emvalinin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine,
2) Sanık hakkında taksirle orman yangınına neden olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne ilişkin yapılan incelemede,
a) Kural olarak suç; ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle işlenir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir. TCK"nın 22/2. maddesinde taksir; "dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir" şeklinde tanımlanmıştır.
Öğretide de benimsendiği üzere, Ceza Genel Kurulunun birçok kararında taksirin unsurları;
1- ) Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- ) Hareketin iradi olması,
3- ) Neticenin iradi olmaması,
4- ) Hareket ile netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- ) Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülememiş olması, Şeklinde kabul edilmektedir.
Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, "kaza" ya da "tesadüf" olarak adlandırılan bu hal sebebiyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir.
Diğer bir anlatımla; taksirle işlenen suçlarda icrai ya da ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmekte olup, iradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de kaza ya da tesadüf söz konusu olacağından, failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeye- cektir. Öngörülebilme, belirli niteliklere sahip olan failin gerçekleştireceği hareketinin zararlı neticelerini tahmin edebilmesi imkanı olarak açıklanabilecek olup, öngörülebilme imkansız ise, kaza ve tesadüf söz konusu olacaktır.
Taksirle işlenen suçlarda "neticenin öngörülebilirliği" şartı ile ilgili olarak Ceza Genel Kurulunun 12.10.2004 gün ve 163-194 Sayılı kararında; "Neticenin istenmemiş olması (iradi olmaması ), taksirin önemli bir özelliğini oluşturmakta ve onu kasttan ayırmaktadır. Yine, neticenin öngörülebilir olması, taksirin başlıca şartını hatta sınırını oluşturur. Netice öngörülebilir değilse, bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerde bulunmaktan çekinmesi kimseden doğal olarak istenemeyeceği için, ortada kusurluluk kalmaz ve artık bir kaza veya tesadüfün bulunduğundan söz edilir"; 11.5.2004 gün ve 97-115 Sayılı kararında da; "Neticenin öngörülebilmesi (tahmin edilebilmesi ) ise failin hareketlerinin sonuçlarını tahmin edebilme yeteneğini ifade eder. Bu bakımdan failce neticenin öngörülebilir olup olmadığının belirlenmesi bakımından failin yaş, görgü, meslek vs. gibi niteliklerinin nazara alınmasını zorunlu kılar. Zira öngörülebilmenin imkansız olması durumunda taksirden değil, kaza ve tesadüflerden söz edilebilir.
Somut olayımızda sevk ve idaresindeki araç ile orman alanında seyir halinde iken toprak kütleye çarpan sanığın, aracın alev alması sonucu yangının ormanlık alana sıçrayarak ormanlık alanın yanması şeklinde gelişen olayda; yeterli dikkat ve özeni göstermeden sevk ve idaresindeki aracın devrilmesine neden olan sanığın, aracın devrilebileceğini ve bunun sonucunda zararlı bazı sonuçların doğabileceğini öngörmesi gerekirken, aracın yanması sonucunda alevlerin ormanlık alana sıçrayarak ağaçların yanması şeklinde gerçekleşen neticeyi öngörmesinin mümkün olmadığı gibi böyle bir neticenin öngörülmesi de mümkün değildir. Zira meydana gelen neticenin , insanın hükmedebileceği alanın dışında kaldığı hususunda herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Hükmedilebilirlik neticenin önemli oranda sevk ve idare edilebilirliği anlamına gelir. Bu itibarla fail hukuken önemli bir tehlike oluştursa bile, şayet tamamen atipik bir netice söz konusu ise yani olayın gelişimi hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin tamamen dışında olması nedeniyle netice kimse tarafından beklenebilir değilse, netice faile yüklenemez. Çünkü netice artık failin bir eseri değil, aksine tesadüfün bir sonucudur. Aracın devrilmesi sonucunda yanmasının ve ayrıca çıkan yangının ormana sirayet etmesinin günlük hayat tecrübelerine göre beklenen bir sonuç olmadığı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Aksine düşünce; hukuk sistemimizde hukuken önemli bir tehlikenin bulunmadığı hallerde kabul edilmeyen objektif isnadiyet teorisinin kabulü anlamına gelir ki Böyle bir kabulün, ceza hukukunun vazgeçilmez ilkelerinden olan kanunilik ve hakkaniyet ilkelerine aykırı olacağı gibi yerleşik içtihatlara da aykırı olacağı açıktır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında; aracın devrilmesi sonucundan çıkan yangının ormana sirayet ederek ağaçlık alanın yanması ile sonuçlanan olayda neticenin sanık tarafından öngörülmediği gibi öngörülebilir nitelikte de olmaması nedeniyle unsurları bakımından oluşmayan suçtan dolayı sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken, meydana gelen neticenin öngörülmesi gerektiği bilgisine nasıl ulaşıldığı karar yerinde denetime olanak sağlayacak şekilde açıklanmadan yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,
Kabule göre de;
aa) TCK"nın 53/1. maddesinin taksirli suçlarda uygulanamayacağının gözetilmemesi,
ab) Davada kendisini vekil ile temsil ettiren katılan lehine karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı ve katılan vekili ile sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 sayılı Kanun"un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 321. maddesi uyarınca tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.