1. Hukuk Dairesi 2016/18482 E. , 2020/304 K.
"İçtihat Metni"MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 21.01.2020 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat ... ile temyiz edilen davalı vekili Avukat Aslan Şahingöz geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, eşi olan davalı... ile 1974 yılında evlendiklerini, dava konusu 2338 ada 16 parsel sayılı taşınmazdaki 8 nolu bağımsız bölümde 12 yıldır ikamet ettiklerini, davalı Ahmet’in boşanma davası açtıktan bir hafta sonra aile konutu niteliğinde olan çekişmeli taşınmazı bilgisi ve rızası olmaksızın, mal kaçırmak amacı ile diğer davalı ...’a satış yoluyla devrettiğini, temlik tarihinde davalı Ahmet’in ehliyetsiz olduğunu, ayrıca davalı ...’ın başka şehirde yaşadığını ve taşınmazı görmeden satın almasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, iyiniyetli olmadığını, temlikin muvazaalı ve mal kaçırma amaçlı olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı Ahmet adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılardan Nezahat, taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını, iyi niyetli olduğunu, ödediği bedellerin karşılanması halinde taşınmazı devretmeye hazır olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş, diğer davalı Ahmet vasisi ise davayı kabul etmiştir.
Mahkemece, davacının aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 2338 ada 16 parsel sayılı taşınmazdaki 8 nolu bağımsız bölümü davalı Ahmet’in 30.01.2012 tarihinde diğer davalı ...’a satış yoluyla devrettiği, taşınmazın temlik tarihinde ve halen davacı ve çocukları tarafından kullanıldığı, davalı Ahmet’in Sivas 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/141 Esas, 2014/1604 Karar sayılı, 14.12.2014 tarihli ilamı ile kısıtlanarak vesayet altına alınmasına ve oğlu Halim’in vasi olarak tayinine karar verildiği, anılan davada alınan Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulu raporuna göre, Ahmet’in fiil ehliyetini haiz olmadığının bildirildiği, Ahmet’in yargılama sırasında 15.04.2016 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır.
Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada, ehliyetsizlik ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayanıldığı anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.
Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.
Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
TMK"nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.
Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.
Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK"nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.
Öte yandan, “aile konutu” müessesesi Türk Medeni Kanununun 194. maddesinde düzenlenmiş olup, bu düzenleme gereğince; evlilikte eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.
O halde, aile konutu niteliğinde bulunan bir taşınmazı eşlerden birinin diğer eşin açık rızası bulunmadan üçüncü bir kişiye devretmesi halinde, rızası alınmayan eşin talepte bulunabileceği kuşkusuzdur.
Bunun yanında, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 55.maddesi gereğince; taraflardan birinin ölümü halinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunda belirlenen süreler geçinceye kadar dava ertelenir. Mirasçılardan bazısı duruşmaya gelmezse, gelen mirasçıya, gelmeyen mirasçıların olurlarının alınması ya da TMK"nın 640. maddesi uyarınca terekeye temsilci atanması için süre verilir. Temsilci atanırsa davaya temsilci huzuru ile davaya devam edilir.
Somut olayda; taraf teşkili sağlanmadan ve ehliyetsizlik iddiası yönünden araştırma yapılmadan sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, taraf teşkilinin sağlanması zorunlu bulunduğundan, öncelikle kısıtlı olup dava sırasında ölen Ahmet’in tüm mirasçılarının tespit edilerek davaya olur verip vermediklerinin saptanması, olur verilmezse TMK’nın 640. maddesi uyarınca terekesine temsilci atanması yönünde dava açılmasının sağlanması, tereke temsilcisi atanır ise huzurunda davaya devam olunması, kısıtlı Ahmet’in temlik tarihinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz olması halinde davanın kabulüne karar verilmesi, ehliyetli olması halinde muvazaa iddiası yönünden araştırma ve inceleme yapılarak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir.
Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK"un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.540.00. TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.