Esas No: 2014/21867
Karar No: 2015/1001
Karar Tarihi: 12.02.2015
Yargıtay 16. Hukuk Dairesi 2014/21867 Esas 2015/1001 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
54254MAHKEMESİ :KADASTRO MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : KADASTRO
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay"ca duruşmalı olarak incelenmesi istenilmekle; duruşma için belli edilen 16.09.2014 gün ve saatte temyiz eden .... vs. vekili Avukat .... ile aleyhine temyiz istenilen ... vekili Avukat .... geldiler. Gelenlerin yüzlerine karşı duruşmaya başlandı. Tarafların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. Süresi içinde inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu. GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Kadastro sırasında ... Köyü çalışma alanında bulunan 232 ada 41 parsel sayılı taşınmaz, Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik ve miktar hanesi açık bırakılmak suretiyle tespit edilmiştir. Davacılar .... ve diğerleri tarafından davalı ... aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan tapu iptali ve el atmanın önlenmesi davası davaya konu olan parsel hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Kadastro Mahkemesinde çekişmeli parsel tutanağı ile dava dosyası birleştirilerek yapılan yargılama sırasında, ... ve (9) müştereği vekili Avukat ..... 01.10.2009 tarihli; Avukat .... 30.10.2009 havale tarihli ve davalı ... vekili ile ortak imzalı dilekçe ile davadan feragat etmişlerdir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda 17.3.2011 tarihli karar ile, davacıların davalarının reddi ile çekişmeli taşınmazın davalı .... adına tesciline dair karar ve davacılar ..., .... ve ... vekili tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Yüksek 7. Hukuk Dairesinin 28.5.2012 tarihli ve 2011/7380 Esas, 2012/3973 Karar sayılı ilamı ile karar tarihinden önce öldüğü anlaşılan davacı ...."nin tüm mirasçılarına husumet yaygınlaştırılarak bir karar verilmesi gereğine değinilerek bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davacıların davalarının reddi ile çekişmeli taşınmazın davalı ... adına tesciline karar verilmiş; hüküm, davacılar ... ve müşterekleri vekili tarafından temyiz edilmiştir. . .... mirasçıları olan ..., .... ve ... dışındaki davacılar yönünden yapılan temyiz incelemesinde Mahkemece verilen 17.03.2011 tarihli önceki karar, .... mirasçıları olan ..., ..... ve .... dışındaki davacıların o tarihte vekilleri bulunan Avukat ...."a yöntemince tebliğ edildiği halde temyiz edilmemiştir. Anılan önceki karar; davacılar ..., ... ve ... vekilinin temyizi üzerine usülden bozulmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonunda verilen aynı nitelikteki kararın bu kez tüm davacılar vekili tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır. Önceki karar, temyiz etmeyen davacılar yönünden kesinleşmiş olup, yeniden kurulan hükmü temyiz etme hakları
bulunmadığından .... mirasçıları olan davacılar ..., ... ve ... dışındaki davacıların temyiz istemlerinin REDDİNE;
II. .... mirasçıları olan davacılar ..., ... ve ..."nin temyiz istemlerine gelince; çekişmeli taşınmaz, kadastro tespiti sırasında Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğundan söz edilerek malik hanesi açık bırakılarak tespit edilmiştir. Davacılar ... ve müşterekleri tarafından Mart 1290 tarih 9/18 defter varak sayılı ... mevkiindeki 4000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan “....” ve “....” ve “....” ve “....” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/19 defter varak sayılı, .... (....) .... mevkiindeki 3000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, “....” ve “....” ve “...” ve “....” ve “....” sınırlı; Mart 1290 tarih 9/20 defter varak sayılı, ...-.... ... mevkili 7000 dönüm yüzölçümlü çiftlik hakkında oluşturulan, “... ve ....”, “....” ve “...”, “....”, “...” ve “....” ve “....” sınırlı tapu kayıtları ile bu kayıtlardan gelme Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 nolu ve Şubat 1962 tarih 1, 2 ve 3 nolu tapu kayıtlarına dayanılarak davalı .... aleyhine açılan tapu iptali ve men"i müdahale davası, davaya konu olan taşınmaz hakkında tutanak düzenlenmiş olması nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davalı ve öncüllerinin çekişmeli taşınmaz üzerinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce 10 yılı aşkın süre aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla zilyetliğinin sürdüğü, davalı ve öncüllerinin malik sıfatıyla zilyetliğinin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonra ve kadastro tespitine kadar kesintisiz olarak devam ettiği, bu suretle Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince davacıların dayanağını oluşturan tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği, davalını dayanağını oluşturan tescil ilamı ile oluşmuş tapu kaydının çekişmeli taşınmazı kapsadığı kabul edilmek suretiyle çekişmeli taşınmazın davalı adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Yukarıda belirtildiği ve dosya kapsamından da anlaşılacağı üzere; davacılar tarih ve numarası yazılı tapu kayıtlarına dayanmışlar, davalı ve öncüllerinin arazi üzerindeki zilyetliklerinin malik sıfatı ile değil, kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ileri sürmüşler, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesi ile Arazi Kanunnamesi Yürürlükten kalktığı için, Arazi Kanunnamesi"nin 20 ve 78. maddeleri hükümlerinin davalı taraf yararına uygulanma imkanının bulunmadığını iddia etmişlerdir. Davacıların bu iddialarına karşılık olarak karşı taraf; dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmazı kapsamadığını, Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan kapsam belirlemesinin kendileri yönünden bağlayıcı olamayacağını, kayıt maliki ile davacılar arasında akdi veya ırsi bir ilişkinin kurulamaması sebebiyle davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddedilmesi gerektiğini, taşınmaz üzerindeki çok uzun süreli zilyetliğin kiracılık değil malik sıfatıyla sürdüğünü, davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtları taşınmaza uysa dahi uzun süreli nizasız kullanma nedeniyle kaydın hukuki kıymetini kaybettiğini ileri sürmüşlerdir. Bu iddia ve savunma çerçevesinde yerel mahkemece yapılan araştırma, inceleme ve uygulamanın yeterli olup olmadığı, delillerin değerlendirilmesinde hataya düşülüp düşülmediği, varılan sonucun usul ve Yasa’ya uygun bulunup bulunmadığı konularında yargıya varmadan önce, tarafların iddia ve savunmaları ile ilgili olarak ileri sürdükleri yukarıda özetlenen tüm vakıa ve delillerin ayrı ayrı tahlillerinin yapılıp buna göre bir sonuca ulaşılması uygun olacaktır. Şöyle ki;
1- Davacılar ... ve müştereklerinin kök kayıt malikinin mirasçısı olup olmadığı: Karşı taraf, kayıt maliki ile davacıların murisi .... arasında irs ilişkisi
olmadığını ileri sürmüşlerse de; davacı tapu maliklerinden ... ve müştereklerinin ...."ın mirasçısı oldukları hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Tereddüt karşı tarafın iddia ettiği gibi ...."ın tapu maliki ....’nin kızı olup olmadığı konusundadır. Dosyada ...."ın nüfus kaydı mevcut olup, bu kayıtta baba adı ....’dir. Tapu kayıtlarında ise “.... ” olarak geçmektedir. Ancak, davacılar tarafından ibraz edilen ve Osmanlı arşivleri ile şer’i sicil kayıtları üzerinde yapılan araştırmanın yer aldığı klasör içindeki belgeler arasında yer alan 1303 tarihli vekaletnamede; vekil eden olarak “...., .... Mahallesi sakinlerinden ....... ... .... adı geçmektedir. ..."nın ...."ın kardeşi olduğu sabittir. Yine Şer’i sicil defterinde kayıtlı ..."ya ait bir dilekçede “.... .... ......., ....” ve “kız kardeşim .... ....” yazılıdır. Yine aynı belgeler içerisinde yer alan.... sunduğu 4 Nisan 1311 tarihli tezkerede “.... .... ...."ın uhdei tasarrufunda bulunan ....“... ....” ifadeleri yer almaktadır. Bu ve benzeri kayıtlardan .... ile ....’nin aynı kişi ve ...."ın ....’nin kızı olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla karşı tarafın kayıt maliki ile davacıların murisi veya öncülleri .... arasında irs ilişkisi olmadığına ilişkin iddiasında isabet bulunmamaktadır.
2- 1274 tarihli Arazi Kanunnamesi"nin tespit ve dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunup bulunmadığı ve şartları mevcut olduğu takdirde uygulanıp uygulanamayacağı: Türk Medeni Kanunu’nun 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte bulunup bulunmadığı uzun süre tartışılmıştır. Bazı hukukçular Medeni Kanunun taşınmaz mal mülkiyetini yeni baştan düzenlediğini, 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin yürürlükten kaldırıldığının kabul edilmesi gerektiği savunmuşlarsa da; tatbikatta Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanuna aykırı olmayan Hükümlerinin yürürlükte bulunduğu kabul edilmiş, uygulama da istikrarlı olarak bu yönde sürdürülmüştür. Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğunu kabul eden hukukçular; 864 sayılı Uygulama Kanunu’nun 43. maddesinde “MECELLE” açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, Arazi Kanunnamesi’nin kaldırılan kanunlar arasında sayılmamasını, Medeni Kanun’un kabulünden sonra, ancak yürürlüğünden önce kabul edilen 2.5.1926 tarih 87 sayılı Kanunla Arazi Kanunnamesi’nin 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. maddeleri yürürlükten kaldırıldığı halde diğer maddelerin yürürlükte olduğunun kabul edilmiş bulunduğunu, Yargıtay’ın 27.1.1943 tarih 5/7 ve 9.2.1944 tarih 4 numaralı İçtihadı Birleştirme Kararları ile 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mer’a Kanunu’nun 36. maddesi ile Arazi Kanunnamesi’nin 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmasını görüşlerine dayanak yapmışlardır. Dairemiz de Arazi Kanunnamesi’nin Medeni Kanun’a aykırı düşmeyen hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunu kabul etmiş ve uygulamalarını bu yönde sürdürmüştür. Daha önceki dönemlerde gayrimenkul davalarına bakmakla görevli bulunan Yargıtay Dairelerinin de benzer uygulamalarda bulunmuş oldukları bilinmektedir. Bu durumda davaya konu parselin tespiti ve dava tarihi itibariyle, Medeni Kanuna aykırı düşmeyen Arazi Kanunnamesi hükümlerinin, bu arada Arazi Kanunnamesi’nin 20. ve 78. maddelerinin yürürlükte bulunduğunun kabulü ile olayda anılan Yasa hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediğinin araştırılıp tartışılması zorunludur. Mevcut uygulama karşısında davacıların bu konudaki itirazları yerinde değildir.
3- Kadastro Mahkemesinin 1996/11 Esas sayılı dosyasında yapılan tapu kaydı kapsamının belirlenmesi işleminin karşı tarafı bağlayıp bağlamayacağı: Söz konusu dosyada karşı tarafın taraf olmaması ve kapsam belirleme işleminin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20. maddesinde yazılı ilkelere uyularak yapılmamış bulunması nedeniyle karşı tarafı bağlamayacağı açıktır.
4- Dayanılan kayıtların kapsamının nasıl belirleneceği: Belirtildiği üzere davacılar tapu kayıtlarına dayanmışlardır. Dayanılan kayıtlardaki hudutların arazinin tamamının etrafını kapatır şekilde çevrelememesi bazı hudutların nokta hudutlar olması, hudutların birbiri ile düz hatlarla birleştirilmesi suretiyle meydana gelen geometrik şekil içerisinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dağ, dere, orman, ırmak, tepe gibi yerlerin bulunması nedeniyle dayanılan kayıtlar hudutları ile değil miktarı ile geçerli olan tapu kayıtlarıdır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 20/B maddesinde yazılı “harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır.” hükmü karşısında; arazinin ve sınırlarının yukarıda belirtilen özelliği nazara alındığında kayıtların sınırlarını sabit kabul edip buna göre hüküm kurmak mümkün bulunmamaktadır. Davacıların anılan dosyada yapılan kapsam belirlemesinin doğru ve tarafları bağlayıcı olduğu yolundaki iddiası yasaya uygun bulunmamaktadır.
5- Taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin niteliği: Davacılar, taşınmaz üzerindeki karşı taraf zilyetliğinin kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu, malik sıfatıyla kullanmanın söz konusu olmadığını iddia etmişlerse de bu yönde inandırıcı delil ibraz edemedikleri gibi, karşı tarafın arazi üzerindeki zilyetliklerinin kendilerine teb’an ve kiracılık ilişkisine dayalı olduğunu ispat da edememişlerdir.
6- Taşınmaz üzerindeki uzun süreli davalı taraf zilyetliğinin kaydın hukuki kıymetini kaybı için yeterli olup olmadığı: Arazi başında dinlenen zilyet tanıkları taşınmazın atalarından intakalen davalı tarafa ait olup kendilerini bildiklerinden beri davalı tarafça aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla kullanıldığını, davalının ve öncüllerince davacılara icar verildiğini duymadıklarını bildirmiştir. Dosya kapsamından taşınmazın insan ömrünü aşan bir süredir davalı tarafça malik sıfatıyla kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu süre içerisinde davalının zilyetliği hiçbir şekilde itiraza uğramamıştır. İnsan ömrünü aşan bir süredir araziyi kullanan davalı tarafın daha önce de bu yeri kullandığının kabulü zorunlu ve hayatın olağan akışı gereğidir. İnsan ömrünü aşan bir süre önce cereyan eden olaya tanık bulmak imkansızdır. Davalı taraftan böyle bir talepte bulunmak da hukuka uygun değildir. Bu durumda davalı tarafın taşınmaz üzerindeki zilyetlik süresinin Arazi Kanunu’nun 20. maddesinde öngörülen süreye ulaştığının kabulü zorunlu bulunmaktadır.
7- Tapu kayıtlarının kapsamının belirlenmesine gerek olup olmadığı: Yukarıda da belirtildiği üzere davacıların dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının uygulanması ve kapsamlarının belirlenmesi yeterli ve yasaya uygun bulunmamaktadır. Ancak dosya kapsamından taşınmazın Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 1926 tarihinden önce 10 yıldan fazla süre ile davalı taraf ve öncüllerince zilyet edildiği, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un yürürlüğünden sonrada kadastro tespitine kadar kesintisiz devam ettiği, bu suretle tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği, mülk edinme şartlarının davalı taraf yararına
gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Tapu kaydı hukuki kıymetini kaybettiğine göre, kaydın mahalline yeniden uygulanıp kapsam belirlenmeye çalışılmasında bir yarar bulunmamaktadır. Bu ilkeler nazara alınarak değerlendirme yapıldığında; dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, davacıların dayandığı tapu kayıtlarının değişebilir sınırlı olup miktarı ile geçerli bulunmasına, bir an için dayanılan kayıtların çekişmeli parseli kapsadığı kabul edilse bile, davalı tarafın 743 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önce 10 yılı aşkın süreyle taşınmaz üzerinde zilyet oldukları, bu zilyetliğin Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra da hiç itiraza uğramadan aralıksız, çekişmesiz ve malik sıfatıyla tespite kadar devam ettiğinin saptanmış bulunmasına, davacıların taşınmaz üzerindeki davalı taraf zilyetliğine sessiz kalıp, çekişme yaratmamalarına, davalı tarafın insan ömrünü aşan zilyetliklerinin davacılara teb’an ve kiracılık sıfatına dayalı olduğunun kanıtlanamamış olmasına, davalı tarafın uzun süreli malik sıfatı ile kullanmaları karşısında Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden önce uygulanmakta bulunan ve Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra da Medeni Kanun"a aykırı olmayan hükümlerinin yürürlükte olduğu kabul edilen Şevval 1274 tarihli Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddelerine göre tapu kayıtlarının davalı yararına hukuki kıymetini kaybetmiş bulunmasına, taraflar arasındaki uyuşmazlığın iktisap şartlarının oluştuğu tarihte yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerektiğinin hukukun temel ilkeleri arasında yer almış olmasına, mahkemece toplanan delillerle ilgili olarak belirtilen yasa hükümleri nazara alınarak değerlendirme yapılıp sonuca gidilmesinde yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, delillerin takdiri mahkemeye ait olup takdirde de bir isabetsizlik tespit edilememiş olmasına göre anılan davacılar vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, Yargıtay duruşması için belirlenen 1.100.00 TL vekalet ücretinin temyiz edenlerden alınarak, kendisini vekil ile temsil ettiren davalı tarafa verilmesine,
aşağıda yazılı bakiye temyiz karar harcının davacılardan alınmasına,
12.02.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.