Esas No: 2021/6036
Karar No: 2022/2285
Karar Tarihi: 23.03.2022
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2021/6036 Esas 2022/2285 Karar Sayılı İlamı
11. Hukuk Dairesi 2021/6036 E. , 2022/2285 K."İçtihat Metni"
MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 14. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 21. Asliye Ticaret Hukuk Mahkemesince verilen 26.02.2020 tarih ve 2019/1013 E. - 2020/150 K. sayılı kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi’nce verilen 17.06.2021 tarih ve 2020/1415 E. - 2021/774 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davacının İstanbul ...'ne kayıtlı İstanbul Denizcilik ve Tur. Tic. Ltd. Şti.'nin ortağı olduğunu, şirketin 07.07.2014 tarihinde TTK'nın geçici 7. maddesi gereğince re'sen terkin edildiğini, oysa şirket adına kayıtlı M/T Kaptan Şahinkaya isimli geminin bulunduğunu, Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2001/285 Esas sayılı dosyasında yargılama konusu yapılarak teknenin iadesine karar verildiğini ve kararın kesinleştiğini, teknenin satışı için şirketin ihyası gerektiğini ileri sürerek, tüzel kişiliğin ihyasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı cevap dilekçesi vermemiştir.
İlk derece mahkemesince tüm dosya kapsamına göre, ihya talebinin haklı nedene dayanması ve terkin işlemi tarihinden itibaren 5 yıl içerisinde ileri sürülmesi gerektiği, oysa terkin tarihinden dava tarihine kadar 5 yıldan daha fazla süre geçtiği, satışı istenen geminin de battığı ve terkin edildiği, bu durumda şirket envanterinde ve mülkiyetinde bulunmadığı, ek tasfiye konusunda da karar verilmesini gerektirir bir husus olmadığı, bu nedenle TTK'nın 547. maddesi uyarınca ek tasfiyesine de gidilemeyeceği, şirketin ihyasında davacının hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, davacı vekilince istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge adliye mahkemesince tüm dosya kapsamına göre, ilk derece mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf isteminin esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince verilen kararda bir isabetsizlik olmadığının anlaşılmasına göre yapılan istinaf başvurusunun HMK'nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu kanısına varıldığından Bölge Adliye Mahkemesi kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz isteminin reddi ile Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın HMK'nın 370/1. maddesi uyarınca ONANMASINA, HMK'nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı bakiye 21,40 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 23/03/2022 tarihinde kesin olarak oyçokluğuyla karar verildi.
MUHALEFET ŞERHİ
Dava 6102 sayılı TTK'nın Geçici 7. maddesi gereğince unvanı ticaret sicilinden re'sen terkin edilen limited şirketin ihyası istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, Geçici 7. maddenin 15. fıkrası gereğince beş yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karara yönelik istinaf başvurusu da BAM tarafından esastan reddedilmiştir.
Kanaatimizi iki başlık altında açıklamaya çalışacağız.
Birinci başlıkta Geçici 7. maddenin 15. fıkrasının son cümlesinde düzenlenen beş yıllık hak düşürücü sürenin Anayasaya aykırı olup olmadığı hususunu irdeleyeceğiz. İkinci başlıkta ise Anayasaya aykırılık sorunundan ayrık olarak Geçici 7. maddenin uygulama şartlarının neler olduğu hususuna değineceğiz.
1- 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması başlıklı 13. maddesi "Temel Hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz." hükmünü havidir. Mülkiyet hakkı başlıklı 35. maddesi ise "Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz." düzenlemesini içermektedir.
İlgili düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere en temel haklardan biri olan mülkiyet hakkı kanunla sınırlanacak olsa bile bu sınırlama asla hakkın özüne dokunmamalı hele hele onu sonlandıracak şekilde bir düzenleme yoluna gidilmemelidir. Aksi halde sınırlamayı yapan kanun AY'nin yukarıda zikredilen 13. ve 35. maddelerine açıkça aykırı olacaktır.
Bu bilgiler ışığında Geçici 7. maddenin 15. fıkrasına baktığımızda; ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir. Peki terkin tarihinden itibaren beş yıl geçtikten sonra terkin edilen şirketin malvarlığı (sözgelimi taşınmazı) olduğu ortaya çıkarsa durum ne olacak. 15. fıkraya göre böyle bir marvarlığı terkin tarihinden itibaren on yıl sonra Hazine'ye intikal eder. İhya istemek için beş yıllık süre kaçırılmışsa, beşinci yıl ile onuncu yıl arasında geçecek beş yıllık sürede malvarlığının kaderi ne olacak. Altıncı ve devam eden yıllarda malvarlığını tasfiye etmek için ihya istenemeyecek mi? Bu hususta Kanunda açık bir düzenleme bulunmamakta olup madde bu haliyle mülkiyet hakkının özünü ortadan kaldırdığından açıkça Anayasaya aykırıdır. Aynı durum şirketten alacağı olan alacaklılar için de geçerlidir. Aksine bir düzenleme yoksa sözleşmeden doğan alacak hakları on yılda zamanaşımına uğrar. Beş yıllık ihya süresini şu ya da bu nedenle kaçıran alacaklı veya hukuki menfaati bulunanlar geri kalan zamanaşımı süresi içinde alacağını isteyemeyecek mi? Hemen belirtelim ki Daire son kararlarında şirketin malvarlığının bulunduğu hususu beş yıllık hak düşürücü sürenin geçmesinden sonra tespit edilmesi halinde ihya istenebileceğini (beş yıllık hakdüşürücü sürenin aranmayacağını) içtihat etmeye başlamıştır. Ancak alacaklılar ve hukuki menfaati bulunanların talepleri için bu yönde bir içtihadı bulunmamaktadır.
Özetle Geçici 7. maddenin 15. fıkrasında düzenlenen beş yıllık hak düşürücü süre yukarıda açıklanan nedenlerle mülkiyet hakkının özüne dokunduğundan somut norm denetimi (itiraz, def'i) yoluyla iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiğini düşündüğümden, tercihini hükmü uygulamaktan yana kullanan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
2- Anayasaya aykırılık sorununu bir kenara bırakarak maddenin uygulama şartlarına bakacak olursak; Geçici 7. maddenin 15. fıkrasında düzenlenen beş yıllık hak düşürücü süreyi uygulayabilmek için iki şartın aynı anda gerçekleşmiş olması gerekir. Birinci şart terkin işleminin Geçici 7. maddenin 1. fıkrasında düzenlenen nedenlerden en az birinin gerçekleşmiş olması nedeniyle yapılmış olması, ikinci şart terkin işleminin maddede öngörülen usullere ve süreçlere uyularak gerçekleştirilmesi. Maddenin uygulaması mülkiyet hakkını sonlandırma gibi çok ağır sonuçlar doğuracağından bu iki şart aynı anda bulunmadan yapılacak terkin işlemi keenlemyekün hükmünde olacaktır. Böyle bir durumda ise esasında ihya talebi şirketin tüm organlarıyla varlığını devam ettirdiğinin tespiti niteliğinde olduğundan (adeta şirketin aynen geriye avdeti talep edildiğinden) beş yıllık sürenin uygulanması da söz konusu olamayacaktır. Hatta ihya kararı ile ek tasfiye memuru atanmasına da lüzum kalmayacaktır. Çünkü şirket hatalı terkin edildiğinden verilecek ihya kararı şirketin tüm organlarıyla yeniden hayatiyet kazanması anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut davaya baktığımızda; TTK'nın Geçici 7. maddesinin 4. fıkrasının a Bendi "Kapsam dahilindeki şirket ve kooperatiflerin ticaret sicilindeki kayıtlı son adreslerine ve sicil kayıtlarına göre şirket ve kooperatifi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere bir ihtar yollanır. Yapılacak ihtar, ilan edilmek üzere Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi Müdürlüğü'ne aynı gün gönderilir. İlan, ihtarın ulaşamadığı durumlarda, ilan tarihinden itibaren otuzuncu günün akşamı itibarıyla, 11/02/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılmış tebliğat yerine geçer. Ayrıca anılan ilan, bildirici niteliği haiz olarak ilgili ticaret ve sanayi odası veya ticaret, sanayi ya da deniz ticaret odasının internet sitesinde aynen yayımlanır." hükmünü içermektedir.
Davalı ..., terkin işleminden önce yukarıdaki 4. fıkranın a Bendi uyarınca gerekli ihtar ve ilanı yaptığına dair belgeleri dosyaya kazandırmamıştır. Oysa bu ihtar ve ilan ile ilgili şirket, şirket temsilcileri ve alacaklılar tasfiye sürecinden, kendilerine yüklenen hak ve yükümlülüklerden ve hak ve yükümlülükler için öngörülen sürelerden haberdar olacak, terkin süreci de bu ihtar ve ilan ile başlayacaktır. Şayet 4. fıkra uyarınca gerekli ihtar ve ilan yapılmadan terkin yapılmışsa artık bu usulüne uygun bir terkin olmadığından yok hükmünde sayılacak beş yıllık hak dürüşücü süreye bakmaksızın (Geçici 7. madde uygulanmaksızın) her zaman şirketin tam ihyası istenebilecektir. İşbu davada ise mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmamıştır. Mahkemece yapılması gereken Geçici 7. maddenin 4. fıkrası uyarınca gerekli ihtarın ve ilanın yapılıp yapılmadığını araştırmak, şayet gerekli ihtar ve ilan yapılmamışsa, beş yıllık hak düşürücü süreye bakmaksızın işin esasına girip bir karar vermekten ibarettir.
Açıklanan nedenlerle eksik inceleme ile verilen İlk Derece Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine dair Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulmasına hükmetmek gerekirken aksi yöndeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum.