Esas No: 2019/98
Karar No: 2019/661
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/98 Esas 2019/661 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 13. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 1516-1235
Sanık ..."nın zincirleme şekilde hırsızlık suçundan TCK"nın 142/2-h, 43/1, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin İzmir 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.04.2018 tarihli ve 369-517 sayılı hükme yönelik sanık tarafından istinaf başvurusunda bulunulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince 27.06.2018 tarih ve 1516-1235 sayı ile ilk derece mahkemesinin hükmünün kaldırılmasına, sanığın TCK"nın 142/2-h, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca dört kez olmak üzere 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına, mahsuba ve aleyhe yönelen istinaf olmaması nedeniyle ceza süresi bakımından kazanılmış hakkın korunması kaydıyla sanığın cezasının 12 yıl hapis cezası olarak infaz edilmesine karar verilmiştir.
Bu hükümlerin de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 13.12.2018 tarih ve 5608-18164 sayı ile;
"Hukuki teklikle doğal anlamda teklik kavramlarının farklı olduğu, olay tarihinde gündüz vakti Özel Takev Okulunun spor salonuna girerek basketbol antrenmanı yapan öğrencilerin soyunma odasında bıraktıkları çantalar içerisinden şikâyetçilere ait dört adet cep telefonunu tek bir fiille alan sanığın, birden fazla şikâyetçiye karşı hırsızlık suçunu işlediğinin anlaşılması karşısında; sanık hakkında TCK"nın 142/2-h maddesi gereğince tek bir hırsızlık suçundan ceza verilip aynı Kanun"un 43/2. maddesi ile artırım yapılması yerine, yazılı şekilde mağdur sayısınca hüküm kurulması," isabetsizliğinden, ceza süresi bakımından sanığın kazanılmış hakkının korunması kaydıyla bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.01.2019 tarih ve 77481 sayı ile;
"...Sanığın birden fazla kişiye ait olduğunu bildiği eşyayı birden fazla hareket icra ederek çaldığının anlaşılması karşısında, her bir eylem nedeniyle ayrı ayrı mahkûmiyet hükmü kurulması gerektiği," düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 14.02.2019 tarih ve 293-2237 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Eylemlerin sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya kapsamı itibarıyla da herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; soyunma odasında bulunan mağdurlara ait çantalardan cep telefonları çalan sanık hakkında, dört ayrı hırsızlık suçundan mı hüküm kurulması, yoksa TCK"nın 43/2. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin mi uygulanması gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık ..."nın, 26.01.2018 tarihinde saat 11:00 sıralarında İzmir ili Narlıdere İlçesinde bulunan Özel Takev Lisesi"nin spor salonuna hırsızlık amacıyla gelerek soyunma odasındaki bankların üzerinde ve dolapların içinde bulunan, basketbol antrenmanı yapan öğrencilere ait spor çantalarını karıştırdığı, mağdur... İleri"ye ait çanta içerisinden 2890 TL değerindeki Iphone 6 S; mağdur ..."a ait çanta içerisinden 700 TL değerindeki Samsung; mağdur...e ait çanta içerisinden 850 TL değerindeki Huawei ve mağdur ... Kırsolak"a ait çanta içerisinden 3000 TL değerindeki Iphone 6 marka cep telefonlarını çalarak olay yerinden ayrıldığı, okulun güvenlik kamerası görüntülerinin incelenmesi sonucunda yakalanan sanığın atılı suçları kabul ettiği, olay nedeniyle meydana gelen zararların sanık tarafından giderilmediği anlaşılmıştır.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için "zincirleme suç" hükümleri üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza" söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda; "Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır." şeklinde dile getirilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK"nın "suçların içtimaı" bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Ceza hukukunda kanundaki suç tanımına uygun şekilde gerçekleşen her netice ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmiş ise o kadar suç işlemiş sayılarak her birinden dolayı ayrı ve bağımsız cezalandırılır. Ancak bazı hâllerde birden fazla netice meydana gelmiş olsa bile, faile meydana gelen netice kadar ceza verilmeyerek tek bir ceza verilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın faile tek ceza verilmesini gerektiren hâllerden biri de zincirleme suçtur.
Zincirleme suç, 765 sayılı Kanun"un 80. maddesinde; "Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır." şeklinde düzenlenmiştir. Buna karşın 5237 sayılı Kanun"un 43. maddesinin ilk fıkrasında; "Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır." biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır." denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; "Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz." düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
5237 sayılı TCK"nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
TCK"nın 43/1. maddesinin düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hâllerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.
Zincirleme suça ilişkin bu genel açıklamalardan sonra, öğretide aynı neviden fikri içtima olarak tanımlanan TCK"nın 43. maddesinin ikinci fıkrasının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
TCK"nın 43. maddesinin ikinci fıkrası; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır." hükmünü içermekte olup zincirleme suçtan farklı bir müessese olan ve aynı neviden fikri içtima olarak kabul edilen bu durumda, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacağı, ancak bu cezanın Kanun"un 43/1. maddesine göre artırılacağı öngörülmüştür.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından Kanun"un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğunun irdelenmesi gerekmektedir.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlâl edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Buna göre Kanun"un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen “tek bir fiil” ifadesi ile kastedilen fiil ya da hareketin doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmasıdır. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Örneğin; failin mağduru birden fazla yumruk ve tekme vurmak suretiyle yaralaması, yalan tanıklık yapan failin birden fazla beyanda bulunması, kasten öldürme fiilinin herbiri tek başına öldürücü nitelikte beş bıçak darbesi ile işlenmesi gibi. Failin mağdura birden fazla yumruk vurması suretiyle yaralaması durumunda, failin birden fazla hareketi olmasına rağmen kastı bir kişiyi yaralamaya yönelik olduğundan ortada tek fiil ve neticesi itibarıyla tek suç vardır. Bazı suç tiplerinde ise, kanundaki tanımda belirtilen birbirinin alternatifi olan birden fazla hareketin gerçekleştirilmesiyle suç işlenebilmektedir. Öğretide "seçimlik hareketli suçlar" olarak isimlendirilen bu suç tiplerinde, sayılan seçimlik hareketlerin herhangi birisinin gerçekleştirilmesi suçun oluşumu açısından yeterlidir. Belirtilen seçimlik hareketlerden birkaçının ya da tamamının yapılması hâlinde de birden fazla suç değil, tek suç oluşacaktır. Ancak seçimlik hareketli suçtan söz edebilmek için kanunda sayılan seçimlik hareketlerin aynı konuya ilişkin olması gerekmektedir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 11. Bası, Ankara, 2015, s.169; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara, 2015, s.114.).
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nda bazı suçlarda özel olarak aynı neviden fikri içtima hükmüne yer verilmiştir. Örneğin; belirsiz sayıda kişilerin sağlığını bozmak amacıyla ve bu amacı gerçekleştirmeye elverişli olacak surette, radyasyona tabi tutulması hâlinde, radyasyon yayma suçunun temel şekline nazaran daha ağır ceza öngörülmüştür. (TCK 172/2) Bu suçlar için özel bir aynı neviden fikri içtima kuralı öngörülmüş olduğundan, ayrıca TCK"nın 43/2. maddesi uyarınca cezanın arttırılması yoluna gidilmeyecektir.
Aynı neviden fikri içtimadan söz edilebilmesi için;
1- Hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması,
2- Birden fazla suçun işlenmiş olması,
3- İşlenen birden fazla suçun "aynı suç" olması,
4- Bu suçların mağdurlarının farklı olması gerekmektedir.
Bu dört şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda, faile tek ceza verilecek, ancak bu ceza artırılacaktır. Örneğin; bir sözle birden çok kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması, bir mektupla birden çok kişiye hakaret edilmesi, bir odada bulunan çok sayıda kişinin üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle hürriyetlerinden yoksun kılınmaları hallerinde aynı neviden fikri içtima söz konusu olup, TCK"nın 43/2. maddesi uyarınca uygulama yapılması gerekmektedir.
Yapılan bu açıklamalar göz önüne alındığında; hukuki anlamda tek olarak kabul edilemeyecek fiil ile birden fazla mağdura karşı hırsızlık suçunun işlenmesi hâlinde TCK"nın 43/2. maddesinde düzenlenen aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanması mümkün değildir ve mağdur sayısınca hırsızlık suçunun oluştuğunun kabulü gerekir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.11.2013 tarihli ve 7-535, 15.04.2014 tarih ve 282-192, 22.04.2014 tarihli ve 5-204 ve 06.06.2017 tarihli ve 566-317 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, mağdurların antrenman yaptıkları spor salonuna hırsızlık amacıyla gelerek soyunma odasındaki bankların üzerinde ve dolapların içinde bulunan, basketbol antrenmanı yapan mağdurlara ait çantaları karıştırıp her bir mağdurun çantasından cep telefonlarını çaldığı olayda; dört ayrı çantada bulunan cep telefonlarının ayrı ayrı çalınması nedeniyle doğal anlamda tek bir fiilden bahsedilemeyeceği, her bir hareketin ayrı ayrı neticeleri meydana getirdiği, kaldı ki, eylemlerin gerçekleştiriliş şekli itibarıyla da hukuki anlamda tek bir fiilin söz konusu olmadığı, sanığın, ekonomik değeri olan ve kolayca paraya dönüştürebileceği bir şeyler bulabilmek amacıyla her bir mağdurun çantasını bulduğu fırsattan yararlanarak yeni bir kararla ayrı ayrı karıştırıp ayrı ayrı hareketler ile suça konu cep telefonlarını çaldığı, buna göre, soyunma odasında bulunan ve içinde kıyafetler ile cep telefonları olan çantaların farklı kişilere ait olduğunu bilebilecek durumda olan ve eylemleri arasında sübjektif bir bağlantı da bulunmayan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasının mümkün bulunmadığı anlaşıldığından, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesince sanık hakkında her bir mağdura yönelik hırsızlık suçu nedeniyle ayrı ayrı mahkûmiyet hükmü kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...; "Sanık ..."nın olay günü Özel Takev Lisesi öğrencilerinin spor salonunda basketbol antrenmanı yaptığı bir sırada soyunma odasına giderek ayrı ayrı spor çantaları içerisinde bulunan 4 adet telefonu alarak uzaklaşmasından ibaret olayda; suça konu telefonların ayrı ayrı kişilere ait olduğu sanık tarafından bilinebileceğinden bahisle müşteki adedince ayrı ayrı hırsızlık suçunun oluşacağını kabul eden Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Ceza hukukunda temel ilkelerinden biri de "kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza vardır" şeklinde ifade edilen ilkedir. Bu ilkeye göre, ceza hukukunda cezaların içtimaı (gerçek içtima) kural olup; işlenen her bir suçtan ayrı cezaya hükmedilir ve her bir ceza bağımsızlığını korur. Buradan hareketle cezaların içtimaının kural, suçların içtimaının ise istisna olduğu görülmektedir.
İçtima öğretisinin özünde, bir taraftan failin gereksiz ve kusurunu aşan şekilde cezalandırılmaması; diğer taraftan haksız bir yarar sağlamaması esasına dayanan adil ve rasyonel bir ceza yaptırımının uygulanması düşüncesi yatar. İşte bu nedenle, birden fazla suç tipinin ihlâli hâlinde adil cezanın belirlenebilmesi, içtima öğretisinin ceza hukuku sisteminde doğru bir biçimde düzenlenmesini gerekli kılar.
765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu"nda mağdurun aynı kişi olması şartı bulunmamakla birlikte, uygulamada bazen farklılıklar yaşanmıştır. İlk olarak 1929 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı ile kişilere karşı işlenen suçlarda zincirleme suç hükümlerinin uygulanamayacağına karar verilmiştir. Sonra ise mağdurların farklı olmasının suç işleme kararındaki birliği ortadan kaldıracağına yönelik olarak içtihatlar ortaya çıkmıştır. Bu kararlar Türk hukuk doktrininde kabul görmemiş ve eleştirilmiştir.
Günümüzde bu hüküm tamamen değiştirilerek bir taraftan TCK"nın 43/1 maddesindeki zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için mağdurun aynı kişi olması şartı getirilirken, diğer taraftan TCK"nın 43/2 maddesiyle tek fiille farklı mağdurlara karşı aynı suçun işlenmesi durumunda aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanacağı düzenleme altına alınarak aynı maddenin birinci fıkrasındaki artırım hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Diğer bir deyişle, kişi bakımından zincirleme suç 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu’na göre aşırı şekilde sınırlandırılmıştır. Suçun mağdurunun belli bir kişi değil, toplumu oluşturan herkesin olduğu hâllerde de zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır.
Gerek 765 sayılı TCK"nın 79 ve 80. maddelerinde, gerekse 5237 sayılı TCK"nın 42, 43 ve 44. maddelerinde fiil terimi kullanılmış, ancak fiilin ne anlama geldiği kanunda net bir şekilde açıklanmadığı için, her iki kanun döneminde de fikri içtima ve zincirleme suç kurumlarında gerek öğretide gerek uygulamada görüş birliği sağlanamamıştır.
Uyuşmazlığın çözümü için, hareket ve fiil kavramlarından ne anlaşılması gerektiğinin teoride benimsenen görüşlerden yararlanılması suretiyle açıklanmasından sonra, 5237 TCK"nın 43/2. maddesinin, Türk Ceza Kanunu"nun 3. maddesinde düzenlenen hakkaniyet ilkesi ve ceza kanununun amacı ile birlikte değerlendirilerek benzer olaylardaki yargı kararlarından yararlanılması suretiyle somut olayımızda TCK"nın 43/2. maddesindeki koşulların oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Hareketle, fiilin; tanımı konusunda çok farklı görüşler mevcut olmakla birlikte; Ord. Prof. Dr. Sulhi Dönmezer ve Prof. Dr. Sahir Erman;
"Ceza hukukunda hareketle neticeyi birlikte belirtmek üzere fiil terimi kullanılır. Şu hâlde, fiil dediğimiz zaman, sadece hareketi veya sadece neticeyi değil, fakat bunlardan her ikisini birlikte kastetmiş oluruz". Fiilin iki unsuru olan hareketle, netice arasındaki bağlantıda fiilin varlığı için şarttır ve buna "Nedensellik Bağı" denilir.
Hareket:
Hareket esas itibarıyla insan bedeninin bir işidir. İradenin sinir sistemi aracılığı ile adalelere ve organlara yaptırdığı işlerin bütünüdür. Bu işler, söz, yazı ve diğer adali hareketler, hatta vücudun yer değiştirmesi, bazen bir bakış şeklinde belirir. Bir sözcük ile dış alemde iradenin açığa vurulmasını sağlayan her şey bir harekettir.
Sonuç itibarıyla hareket; Kanunun suç saydığı neticeye sebep olan eylem olarak tanımlanmıştır.
Maddi unsuru teşkil eden fiilin ikinci kısmı neticeden ibarettir. Maddi unsurun ikinci kısmı olan netice ise; "Kanuni tarifte yer alan dış alemdeki değişiklik olarak tanımlanmıştır".
Prof. Dr. Türkan SANCAR;
"Kanun, birden fazla kişinin mağdur olması durumunda zincirleme suçtan söz edilebilmesi için, "fiilin tekliği"ni aramaktadır. Yani birden fazla kişiye karşı işlenen suçlar sadece fiil tek ise zincirleme suç sayılabilecektir. Burada kullanılan fiilin tekliği ifadesi doğru değildir. Tek fiille, fikri içtimada olduğu gibi, kanunun farklı hükümleri ihlâl edilebilir, ancak tek fille kanunun aynı hükmünü birden fazla ihlâl etmek mümkün değildir. Çünkü ceza hukukunda fiil sayısını belirleyen netice sayısıdır ve kanunun aynı hükmünün ihlâlinin söz konusu olduğu zincirleme suçta, birden çok netice, birden çok fiil ve birden çok suç vardır. O nedenle burada "fiilin tekliği"nden değil, "hareketin tekliği"nden söz edilmeliydi. Birden çok mağdurun varlığı hâlinde de birden çok netice ve birden çok fiil vardır. Oysa hareketin tekliği fiil sayısından bağımsızdır, tek hareketle birden çok suçun işlenebilmesi mümkündür. Yani kanunun aynı hükmünün ihlâli biçiminde ortaya çıkan birden çok suçun tek fiille değil, tek hareketle işlenebilmesi mümkündür. Hareketin tek olması nedeniyle, birden fazla kişiye karşı işlenen suçların da kural olarak aynı anda gerçekleşmesi gerekecektir."
Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları ile Prof. Dr. Muharrem Özen;
"Neticenin tabiatçı anlayışını göz önünde tutarak, neticeli suçlarda neticenin sayısının fiil sayısını, fiilin sayısının da suçun sayısını belirlediğini, buna karşılık neticesiz suçlarda; salt hareketin fiilin sayısını, filin sayısının da suçun sayısını belirlediğini, buna bağlı olarak da, bir tek fiille kanunun birden çok hükmünün ihlâli mümkündür. (Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler, Sayfa: 356.)
Türk doktrinindeki genel eğilim, fiilin hareket dışında neticeyi de kapsar şekilde anlaşılması yönündedir. Suç teorisinde neticeyi fiilin bir unsuru olarak kabul eden görüş, içtima öğretisi anlamında fiil sayısının tespitinde, suçun yasal tanımında neticeye yer verilen hâllerde tipik neticeyi esas alır ve dış alemde birden fazla tipe uygun neticenin gerçekleşmesi durumunda birden fazla fiilin bulunduğunu kabul eder. Bu görüş, fiil tekliği - fiil çokluğu ayırımında tipik neticenin sayısını esas alır; gerçekleşen tipik neticenin sayısı kadar fiil ve dolayısıyla suç vardır.
765 sayılı Kanun müteselsil suçu tanımlarken mağdurun aynı olması şeklinde bir şart getirmemesine karşın, bazı yazarlar tarafından hayat, vücut bütünlüğü, hürriyet, cinsel özgürlük gibi münhasıran kişiye ait değerleri ihlâl eden suçların zorunlu olarak teselsül dışında kaldığı savunulmuş, ancak mala karşı işlenen suçlarda mağdurlar farklı olsa da, suç işleme kararının değişmeyebileceği kabul edilmiştir. Yargıtayın bu konudaki kararları aynı yönde olmamakla birlikte, kişilik haklarına karşı işlenen suçlarda müteselsil suçun kabul edilmediği, mala karşı işlenen suçlarda ise kabul edildiği görülmektedir.
Bu hususta en dikkat çekici yorumlardan birisi Manzini tarafından yapılmıştır. Manziniye göre; subjektif şartın ortadan kalkması için, farklı kişilerin menfaatlerinin zarara sokulmuş veya tehlikeye konulmuş olması yeterli değildir. Ayrıca söz konusu menfaatlerin kanun tarafından kollektif olarak değil, ferdi olarak göz önüne alınmış olması gerekir. Böyle olunca, birden çok kişinin yaralanmasında kural olarak müteselsil suç kabul edilemez. Oysa İ.C.K"nın 440. maddesinde öngörülen hâlde, birden çok kişinin sağlığının tehlikeye konulmuş olması, müteselsil suçun reddini gerektirmez. Çünkü bu hâlde sağlık, ferdi bir değer olarak değil, kollektif bir değer olarak dikkate alınmıştır. Farklı kişilerin yaralanmasında ise fail her bir yaralama fiilinde, yeni bir suç işleme kararı vermektedir. Çünkü bu fiillerin kimlere karşı işlendiği fail için önem taşımaktadır. Fakat, hırsızlık suçunun kimlere karşı işlendiği fail bakımından hiç bir önem taşımayabilir. Ayrıca, ceza kanunları hırsızlığı cezalandırırken A"nın veya B"nin malını himaye etmemekte, aksine genel olarak malı himaye etmektedir. Mal, kollektif bir değer olarak değil, ferdileştirilmeleri, belli kimselere ait olmaları önem taşımayan bir değer olarak göz önüne alınmaktadır.
Yasa koyucu tarafından 765 sayılı TCK’nın 80. madde uygulanmasından kaynaklanan sorunları çözmek amacıyla bir taraftan 5237 sayılı TCK"nın 43/1. maddesinin uygulanabilmesi için mağdurun aynı olması şartı getirilirken, diğer taraftan da farklı mağdurlara karşı aynı zaman dilimi içerisinde işlenen aynı suçlar açısından 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenleme yapılarak işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmedilmesinin sağlanması istenmiştir
5237 sayılı TCK"nın 43. maddesinin 2. fıkrasında,
Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkranın uygulanacağı belirtilerek, aynı nevi fikri içtima olarak adlandırılan yeni bir düzenleme ihdas edilmiştir. Çünkü burada tek bir fiille birden çok kişiye karşı aynı suç işlenmektedir. Tek bir sözle birden çok kişiye hakaret edilmesinde olduğu gibi. Aslında 2. fıkradaki hâl, 1. fıkradaki gibi tipik bir zincirleme suç değildir. Bunun aslında aynı nedenden, fikri içtima olarak, fikri içtimaya ilişkin ikinci fıkrayı oluşturması gerekirdi. Ancak burada kalması önemli bir farklılığa yol açmamaktadır. Bu durumda da, ceza, 43. maddenin 1. fıkrasındaki oranlarda arttırılacaktır.
765 sayılı Kanun döneminde çok tartışılan fiil kelimesine, 5237 sayılı Kanun"da da yer verildiği gibi bazı maddelerde fiil kelimesinin hareket anlamında kullanıldığı gerek maddenin anlam bütünlüğünden gerekse madde gerekçesinden anlaşılmasına karşın, bazı maddelerde ise farklı anlamlarda kullanılarak zaten tartışmalı olan bir konunun daha fazla tartışılmasına sebebiyet verildiği bazı yazarlar tarafından ileri sürülmüştür.
Gerek teoride, gerekse uygulamada görüş birliğine varılamayan fiil kelimesinin somut olayımızda TCK"nın 43/2. maddesinde kullanıldığı yer, anılan maddenin konuluş amacı, ceza hukukunun temel ilkelerinden olan hakkaniyet, adalet, kanun önünde eşitlik ve orantılılık ilkelerinin birlikte değerlendirilmesi suretiyle daha sağlıklı bir çözüme ulaşılacağı kanaatindeyiz.
Muhalefete konu uyuşmazlığa ışık tutmak amacıyla Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun benzer olaylardaki içtihatları incelendiğinde;
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 02.03.2010 tarihli ve 259-47 sayılı ilamında;
"5237 sayılı TCK’nın "Zincirleme Suç" başlıklı 43. maddesinin 1. fıkrasında; "Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır." şeklinde zincirleme suç, ikinci fıkrasında ise; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır." denilmek suretiyle de zincirleme suçtan farklı bir müessese olan aynı nev’iden fikri içtima düzenlenmiştir
Aynı nev’iden fikri içtima hâlinde, fiil yani hareket tektir ve bu fiille aynı suç birden fazla kişiye karşı işlenmektedir. Burada, hareket tek olduğu için, fail hakkında bir cezaya hükmolunacak, ancak bu ceza TCK’nın 43/1. maddesine göre artırılacaktır.
Ancak burada kastedilen, fiil ya da hareketin, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliğidir. Bazen suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun yasal tanımında yer alan hukuksal anlamdaki "tek bir fiili" oluşturmaktadır.
Somut olayda, sanığın suçun yasal tanımında yer alan ve hukuksal anlamda tek bir fiili oluşturan davranışları, görevini ifa eden altı kamu görevlisine karşı görevlerini yaptırmamak için gerçekleştirmiş olması nedeniyle aynı nev’iden fikri içtimaın koşulları gerçekleşmiş bulunduğundan, sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 43/2. maddesinin uygulanması gerekmektedir."
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 29.06.2010 tarihli ve 110-161 sayılı ilamında;
"Aynı mağdurun, değişik zamanlarda, aynı suç işleme kararıyla hürriyetinden yoksun bırakılması hâlinde 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesinin 1. fıkrası, failin aynı suç işleme kararının icrası düşüncesiyle, tek bir fiille birden fazla kişiyi özgürlüğünden yoksun bırakması hâlinde ise aynı maddenin 2. fıkrası uygulama olanağı bulunacaktır. Örneğin, bir odada bulunanların üzerine kapının kilitlenmesi suretiyle suçun işlenmesi, bir otobüsün hareket halinde iken durdurulması suretiyle yolcuların özgürlüğünün kısıtlanması, bir uçağın kaçırılması, hâllerinde somut olayın gerçekleşme biçimi de nazara alınarak, 43. maddenin 2. fıkrası uygulanabilecektir.
Gerek 765 sayılı Kanun döneminde, gerekse 5237 sayılı Kanun"un yürürlüğe girmesinden sonra; fiil sayısının neticeye göre belirlenmesi gerektiği yönündeki görüşlerin çok büyük oranda benimsenmesine karşın, fiil sayısını hukuki anlamda hareket olarak kabul eden görüşlerin de azımsanamayacak oranda kabul gördüğü yukarıda ayrıntılı bir şekilde yer verilen görüşlerden açıkça anlaşılmıştır."
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 03.12.2013 tarihli ve 575 karar sayılı; 10.12.2013 tarihli ve 600 karar sayılı ilamlarında;
"5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinde yer alan "bir fiil" ibaresi ve aynı Kanun"un 43. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen "tek bir fiil" ifadesi ile kast edilen hususun ne olduğunun açıklanması gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedeni hareket ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlâl edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki "tek bir fiili" oluşturmaktadır. Nitekim öğretide de benzer nitelikte görüşler ileri sürülmüştür. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, Ankara, 2013, s.476 vd., Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, İstanbul, 2013, s. 462 vd., Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, Ankara, 2013, s.653 vb.)
Yukarıda öğretide ve uygulamada benimsenen ana ilkeleri açıkladıktan sonra; somut olayımıza baktığımızda; TCK"nın 43/2 maddesindeki "tek fiil" kavramının hukuki anlamda hareket anlamında mı yoksa doğal hareket anlamında mı kullanıldığının belirlenmesi uyuşmazlığın temelini teşkil etmektedir.
765 sayılı Kanun döneminde; fiil kelimesi çok tartışılmasına rağmen, 5237 sayılı Kanun döneminde tekrar fiil tabirine yer verilmesi, kanun koyucunun bu tabiri bilinçli bir şekilde kullandığının göstergesidir. Zira 765 sayılı Kanun döneminde bu kadar tartışma yaratan bir kelime (fiil) yerine hareket kelimesini çok rahatlıkla kullanma seçeneği bulunun kanun koyucunun, madde metninde "fiil" tabirine yanlışlıkla yer verdiğinin kabul edilmesinin ve TCK"nın 43/2. maddesinde aynı neviden fikri içtimada artırım hükümleri öngörülürken, farklı suçların oluşması durumunda TCK"nın 44. maddesinde artırım hükümlerinin unutulmasının, çağdaş anayasaların temel kurallarından birisi olan kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği kuralına aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Yasa koyucunun fiil tabirini bilinçli bir şekilde kullandığı ve tek fiil kelimesinden yukarıdaki içtihatlarda belirtildiği üzere hukuki anlamda tek hareketin anlaşılması gerektiğinin hakkaniyete, adalete ve suç işlenmesini önleyerek toplumsal barışı sağlamayı hedefleyen ceza kanununun amacına daha uygun olacağı açıktır. Zira, suça konu eşyaların farklı mağdurlara ait olduğunu bilen sanığın bu eşyaları doğal anlamda tek hareketle alması ile ardışık olarak birden fazla doğal hareketle alması arasında sonuç itibarıyla (farklı mağdurlara ait eşyaların alınması) hiç bir farkın bulunmamasına karşın, cezai açıdan bu kadar farklı sonuçlara ulaşılmasının profesyonel suçlulara prim tanıyacağı gibi somut olay adaletini de sağlayamayacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak etmemekle birlikte bir an için sayın çoğunluğun görüşünün doğru olduğunun kabul edilmesi hâlinde, yasanın yorumundan kaynaklanan boşluğu çok iyi bilen profesyonel bir sanığın, bir dolap içerisinde bulunan 100 mağdura ait olduğunu bildiği çok pahalı eşyaları dolapla birlikte alması hâlinde doğal anlamda tek hareket kullanıldığından TCK"nın 43/2 maddesi uyarınca tek hırsızlık suçundan sorumlu tutularak aynı maddenin birinci fıkrasındaki artırım hükümlerinin uygulanması ile yetinilirken, 100 kişiyi mağdur etmek istemeyen daha iyiniyetli başka bir sanığın dolabın içerisinde bulunan 10 ayrı mağdura ait eşyayı seçerek alması hâlinde her bir mağdura ait eşyanın doğal anlamda ayrı bir hareketle alınmasından dolayı 10 ayrı hırsızlık suçundan sorumlu tutulacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Her iki olaydan dolayı cezanın belirlenmesi sırasında hâkimlik sanatı son derece isabetli kullanılsa dahi, sonuç cezalar arasında çok büyük bir uçurumun bulunacağı, bununda çağdaş ceza hukuklarının olmazsa olmazı olan ve TCK"nın 3. maddesinde yer verilen adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi ile suçun işlenmesini önleyerek toplumsal barışı sağlamayı en önemli görev olarak kabul eden TCK"nın 1. maddesinde düzenlenen amacına da aykırı olacağı ve böyle bir sonucun adalet duygusunu da zedeleyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Kaldı ki, aynı mağdura ait pek çok eşyayı, aynı zaman dilimi içerisinde ardışık çok sayıda doğal hareketle alan sanığın eyleminin hukuki anlamda tek hareket kabul edilerek tek hırsızlık suçundan sorumlu tutarken, sırf suça konu eşyaların farklı mağdurlara ait olduğundan bahisle farklı hareket olarak hele hele sanık aleyhine hüküm doğuracak şekilde yorumlanması, kanunda düzenlenmeyen bir hususun, yorum yolu ile kanuna dahil edilmesi anlamına gelir ki böyle bir yorumla ulaşılan sonucun ceza hukukunun 2. maddesinde düzenlenen ve ayrıca Anayasa"nın 38. maddesi ile güvence altına alınan "kanunilik ilkesine" de aykırı olacağı açıktır. Bu tür sakıncaların önüne geçmek isteyen kanun koyucunun, tartışmalara rağmen tek fiil tabirini hukuki anlamda tek hareket anlamında bilinçli bir şekilde tercih etmesine karşın, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğun sırf farklı mağdurlara ait çantalar içerisindeki telefonların alınması sırasındaki doğal hareket sayısına bakarak fiil sayısını belirlemesinin, gerek Yargıtay Özel Dairelerinin gerekse Ceza Genel Kurulunun bu güne kadar çok nadir istisnalar dışında yerleşik uygulamaya dönüşen içtihatlarına aykırı olacağı ve buna bağlı olarak hukuki güvenlik ilkesini zedeleyeceği açıktır.
Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bu düşüncelerden hareketle, 02.10.2007 tarihli, 2007/6-195 esas ve 2007/197 karar sayılı kararında, "fiilin tekliği" konusunda geniş yorumu benimsenmek suretiyle, "yakınanın evinden para ve bir kısım eşya ile birlikte alınan otomobil anahtarıyla evin otoparkında bulunan aracın çalınmasının tek bir hırsızlık suçunu oluşturacağı"nı kabul etmiştir. YCGK, 21.05.2013 tarihli, 2012/1543 esas ve 2013/257 karar sayılı kararında; "gündüzleyin bina içinden mağdura ait cep telefonu ve araç anahtarının çalınması, aynı günün gecesinde de; gündüz çalınan anahtarla mağdurun otomobilinin çalınmaya teşebbüs edilmesi suçlarını" fiiller arasında zaman bakımından aralık (fiili kesinti) bulunması nedeniyle zincirleme suçun varlığını kabul etmiştir.
YCGK, 08.06.2010 tarihli, 11/98–143 esas ve karar sayılı kararında ise; "Kanunda "aynı zaman" ve "değişik zaman" kavramları konusunda açıklık bulunmadığından, bu hususun her somut olayın özelliği göz önüne alınarak değerlendirilmesi ve eylemin değişik zamanlarda işlenip işlenmediğinin belirlenmesi, bu bağlamda, aynı zaman kavramının dar yorumlanmayarak, çok kısa zaman aralıklarının da aynı zaman dilimi olarak kabul edilmesi" gerektiğini açıkça vurgulamıştır.
Tıpkı hırsızlık suçu gibi malvarlığına karşı işlenen suçlardan olan dolandırıcılık suçuna ilişkin olarak YCGK, 16.04.2013 tarihli, 2012/15-1407 esas ve 2013/140 karar sayılı kararında; "sanığın eyleminin 12.000 Liralık bir araç satışına özgülenmesi nedeniyle, mağdura değişik tarihlerde birden fazla havale yaptırmak suretiyle" ve 13.03.2012 tarihli, 2012/15-488 esas ve 2012/97 karar sayılı kararında ise; "sanığın, kendisinin olmayan arsayı hileyle satarak mağdurdan önce 5.000 Lira, birkaç gün sonra da kardeşi öldüğü için tapuda devri sonradan vermek bahanesiyle 20.000 Lira daha alması" eylemlerinin tek fiil ve tek suç olarak kabul edildiğini görüyoruz. Yargıtay 15. CD"nin de bu yönde çok sayıda kararı mevcuttur.
Aynı şekilde; yağma suçuna ilişkin olarak YCGK"nın 07.02.2012 tarihli, 2011/6-332 esas ve 2012/21 karar sayılı kararında; "iş görüşmesi bahanesiyle iki mağduru ıssız bir yere götürüp darp ettikten sonra, önce kadın bulmalarını istediği, daha sonra mağdurlardan birini rehin tutup diğerini 1.000 Lira getirmesi için tehdit ettiği, köye giden mağdurun bir miktar nakit para ve çeyrek altın bulup sanığa verdiği, "500 Lirayı daha cuma gününe kadar getireceksin" diyerek rehin tuttuğu mağduru salıvermesi" eyleminde, sanığın iradesinin baştan itibaren mağdurdan belli bir miktar para almaya özgülenmiş olması gerekçesiyle, eylemde birden birden fazla mağdur ve fiil olmasına rağmen, tek bir fiil ve tek bir suçun varlığı kabul edilmiştir. Yargıtay 6. CD"nin de bu yönde çok sayıda kararı mevcuttur.
Sonuç itibarıyla; gerek fiili, hareket olarak kabul eden görüşe göre gerekse fiil kelimesinin neticeyi de içerisinde barındırdığını kabul eden görüşe göre içerisinde neticeyi barındıran tek fiil ile kanunun aynı hükmünün birden fazla ihlâli söz konusu olamayacağından, TCK"nın 43/2 maddesindeki fiil tabirinden zorunlu olarak hareketin anlaşılması gerekeceği ve her iki durumda da aynı zaman dilimi içerisinde aynı amaca yönelik olarak ard arda yapılan doğal hareketlerin tamamının hukuki anlamda tek hareket olarak kabul edileceği hususunda herhangi bir duraksama bulunmadığından; somut olayımızda aynı yerde bulunan farklı mağdurlara ait çantaların içerisinden cep telefonlarının alınmasından ibaret eylemden dolayı TCK"nın 43/2 maddesindeki koşulların bulunmadığı söylenemez. Aksine düşünce, hırsızlık suçunda 10 adet eşyayı yerden alan, kavga esnasında karşısındaki kişiye 10 adet yumruk atan şahsın, 10 ayrı fiil işlediğinden işlenen suçun özelliğine göre zincirleme suç ya da ayrı ayrı bağımsız suçların oluşacağının kabul edilmesi anlamına gelir ki böyle bir kabule bütün çağdaş hukuk sistemlerinin kabul ettiği evrensel değerleri bünyesinde barındırdığı konusunda hiçbir kuşku bulunmayan hukuk sistemimizin izin vermesi beklenemez. Zira, suça konu farklı mağdurlara ait eşyayı tek doğal hareketle almakla, aynı zemin ve zaman dilimi içerisinde hukuki anlamda tek hareket olarak kabul edilebilen birden fazla doğal hareketle almak arasında hiçbir fark olmamasına karşın yukarıdaki örnekte açıklandığı üzere, ihtiyacı kadar 10 mağdura ait telefonu seçerek alan daha az kötü niyetli sanığın, mağdur ettiği kişi sayısına bakmaksızın 100 farklı mağdura ait telefonun bulunduğu dolabı sahiplerini de bilerek eşyalarla birlikte alan çok daha kötü niyetli sanıktan çok daha fazla ceza almasına müdahale edememek gibi kamu vicdanını son derece rahatsız eden çok ağır sonuçların ortaya çıkmasına sebebiyet vereceği kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır.
Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, spor salonunun soyunma odasındaki sıraların üzerinde bulunan 4 ayrı mağdura ait çantalar içerisindeki cep telefonlarının alınmasından ibaret eylemden dolayı tek hırsızlık suçundan hüküm kurularak TCK’nın 43/2 maddesinin uygulanması gerekirken, 4 ayrı hırsızlık suçunun oluştuğuna yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazın kabulüne ilişkin Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemiştir." açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer nedenlerle itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 13. Ceza Dairesinin 13.12.2018 tarihli ve 5608-18164 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi amacıyla Yargıtay 13. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.11.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.