Esas No: 2019/218
Karar No: 2019/636
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2019/218 Esas 2019/636 Karar Sayılı İlamı
"İçtihat Metni"
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 11. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 810-459
Resmî belgede sahtecilik suçundan inceleme dışı sanık ... ve sanık ..."ın TCK"nın 204/1, 62 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve cezalarının ertelenmesine ilişkin Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 26.04.2011 tarihli ve 383-216 sayılı hükmün, inceleme dışı sanık ... tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay (Kapatılan) 21. Ceza Dairesince 16.11.2016 tarih ve 9767-6898 sayı ile;
"...1) Sanık hakkında, katılanın imzasını taklit ederek suça konu senedi düzenleyip, katılanın hukuk davasından vazgeçmesi karşılığında bu senedi işleme koymayacaklarını beyan ederek, resmi belgede sahtecilik suçunu işlediğinin iddia edilmesi karşısında belgelerde sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime ait olduğu cihetle, suça konu belge aslının duruşmaya getirtilip incelenmek suretiyle, özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması, aldatıcı nitelikte olup olmadığının kararda tartışılması ve denetime imkan verecek şekilde dosya içine konulması gerektiğinin gözetilmemesi yasaya aykırı;
2) Kabule göre de;
a) Dosya içerisinde yer alan senet fotokopisi incelendiğinde keşide yeri bulunmadığı, ödeyecek kişi bölümünde "...-Elvan Kent Sude Apt No:12" ifadeleri yazıldığı görülmüş olup, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu"nun 14.12.1992 tarih, 1/5 ve Ceza Genel Kurulu"nun 24.03.1998 gün ve 51/106 sayılı kararlarında açıklandığı üzere; kambiyo senetlerinde yapılan sahteciliğin resmi belgede yapılmış sayılabilmesi için, ilgili kambiyo senedinin Türk Ticaret Kanununda öngörülen bütün unsurları taşıması gerekir. Aksi takdirde yasal unsurları taşımayan bir kambiyo senedinde sahtecilik yapılması halinde fiilin, özel belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı, Türk Ticaret Kanununun 688/6 ve 689/4. ( 6102 sayılı TTK"nun 776 ve 777.) maddeleri uyarınca bonoda tanzim yerinin yazılı bulunması zorunlu olup, tanzim edildiği yer gösterilmeyen bir bono, tanzim edenin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde tanzim edilmiş sayılacağından, düzenleme (keşide) yerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek ve başka yerleşim yerlerini de çağrıştırmayacak biçimde açık, net ve herkes tarafından anlaşılabilir şekilde gösterilmesi gerektiği; dosya içerisinde bulunan suça konu bonoda keşide yeri bulunmadığı, ödeyecek kişi bölümündeki belirtilen adres hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde anlaşılabilir bir idari birim adını ifade etmediğinden suça konu senedin bono vasfını taşıdığının kabulü mümkün bulunmayıp, özel belge niteliğinde olduğu gözetilmeden, suç vasfında yanılgı sonucu yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan hüküm tesis edilmesi,
b) Adli Emanetin 2010/4085 sırasında kayıtlı suça konu belgenin akıbeti hakkında bir karar verilmemesi yasaya aykırı,
c) Uzun süreli hapis cezası ertelenen sanık hakkında TCK’nun 53. maddesinin 3. fıkrası gereğince aynı maddenin 1. fıkrasının a, b, c ve d bendlerinde yazılı hak yoksunluklarına aynı Yasanın 53/3. maddesi de nazara alınarak hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi ve T.C. Anayasa Mahkemesi"nin, TCK"nın 53. maddesine ilişkin olan, 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı iptal kararının 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazete"de yayımlanmış olmasından kaynaklanan zorunluluk,
Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 6723 sayılı Yasa ile değişik 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına ve CMUK"nun 325. maddesi gereğince, bozma nedeninin maddi ceza hukukuna ilişkin olması göz önüne alınarak, bozmanın hükmü temyiz etmeyen diğer sanık ..."a da teşmiline...” karar verilmiştir.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, inceleme dışı sanık ... ve sanık ..."ın TCK’nın 207/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 23.05.2017 tarihli ve 810-459 sayılı hükümlerin, sanık ... ve inceleme dışı sanık ... müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 15.01.2019 tarih ve 15689-449 sayı ile;
"Sanıklar hakkında kurulan ilk hükmün sanık ... tarafından temyizi üzerine verilen bozma kararının sanık ..."a sirayetine karar verildiği, Mahkeme tarafından bozmaya uyularak ve sirayet kabul edilerek yeni bir yargılamaya başlanıldığı, sanık ... hakkında yeni bir hüküm kurulduğu anlaşıldığından, sanığın temyiz hakkının bulunduğu kabul edilerek inceleme yapılmıştır.
Sanıkların, katılanın imzasını atarak, katılanı borçlu sanık ...’ü alacaklı gösterdikleri bonoyu, katılanın kendi aleyhlerine açtığı davadan vazgeçmesi karşılığında işleme koymayacaklarını söyledikleri iddiasıyla açılan kamu davasında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması için;
1- Sanık ...’in ortağı olan ve suça konu bonoyu sanık ...’in çantasından alarak sanık ...’a verdiği iddia edilen...’ün, açık kimlik ve adresinin sanıklardan sorularak tespiti ile CMK"nin 48. maddesi uyarınca çekinme hakkı hatırlatılarak tanık olarak dinlenmesi,
2- Suça konu bono üzerindeki yazı ve imzaların sanıkların ve...’ün eli ürünü olup olmadığının belirlenmesi için uzman bir kurum veya kuruluştan rapor alınması,
3- Katılan tarafından sanıklar aleyhine açılan hukuk davası ile suç duyurusu üzerine açılmış olan davanın dosyalarının getirtilerek incelenmesi, bu davayı ilgilendiren belgelerin onaylı örneklerinin dosya arasına alınması,
4- Özel belgede sahtecilik suçlarında, belgenin kullanılması suçun unsuru olduğundan, unsuru eksik olduğu için özel belge niteliğinde olan suça konu bononun kullanma olgusunun ne şekilde gerçekleştiğinin belirlenmesi,
Sonucuna göre sanıkların ve katılanın beyanlarından hangisine neden üstünlük tanındığıda tartışılarak sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde hükümler kurulması..." isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 25.02.2019 tarih ve 53509 sayı ile;
"...Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında verilen hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurulmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, "davasız yargılama olmaz" ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; "bozmanın sirayeti", "bozma kararının genişleme etkisi" ya da "teşmili (yayılma) etkisi" denilmektedir.
1412 sayılı CMUK"nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken "Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti" başlıklı 325. maddesi; "Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler" şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK"nun "Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi" başlıklı 306. maddesi ise; "Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar" biçiminde düzenlenmiş olup, hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi halinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise, temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır.
Uygulamada, Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 gün 163-121, 07.12.1987 gün 322-588 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile, önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK"nun 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; "Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek yeni son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 26/04/2011 gün ve 2010/383 Esas, 2011/216 Karar sayılı ilamı ile sanıklar ... ve ..."ün resmi belgede sahtecilik suçundan eylemlerine uyan TCK"nun 204/1, 62, 51 maddeleri uyarınca erteli 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, sanık ... hakkındaki hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, inceleme dışı sanık ..."ün temyiz talebi üzerine bu sanık hakkındaki hükmün lehe bozulmasının ve bu bozmanın sanık ..."a sirayet ettirilmesinin ardından, Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesinin 23/05/2017 gün ve 2016/810 Esas, 2017/459 Karar sayılı mahkûmiyet hükmünü sanıklar ... ve sanık ..."ün temyiz ettiği anlaşılmakla; sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmayıp, sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması karşısında; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ..."ın, yalnızca inceleme dışı sanık ... hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle, yerel mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu"nun 31/01/2017 gün ve 2016/13-982 Esas, 2017/29 Karar sayılı kararı da aynı yöndedir.
Bu nedenle sanık ..."ın temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerektiği..." görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesince 02.04.2019 tarih ve 1776-3417 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık ... hakkında özel belgede sahtecilik suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ...’ın, inceleme dışı diğer sanığın temyizi üzerine hükmün lehe bozulmasının ardından, sirayet nedeniyle hakkında kurulan ikinci hükmü temyiz etmesinin olanaklı olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemece 26.04.2011 tarih ve 383-216 sayı ile, sanık ... ve inceleme dışı sanık ...’ün resmî belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyetlerine karar verildiği, sanık ... hakkındaki hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, inceleme dışı sanık ...’ün kendisi hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünü temyiz etmesi üzerine Özel Dairece yapılan incelemede, sanık ... hakkındaki hükmün, suça konu belge aslının aldatma kabiliyetini haiz olup olmadığı yönünden mahkeme hâkimince inceleme yapılmaması ve denetime olanak verecek şekilde dosya içerisine konulmaması ile suça konu bononun 6762 saylı TTK’nın 688. maddesinde düzenlenen unsurları taşımaması isabetsizliklerinden bozulmasına ve bozma kararının hükmü temyiz etmeyen sanık ...’a sirayet ettirilmesine karar verildiği, bozmaya uyan Yerel Mahkemece 23.05.2017 tarih ve 810-459 sayı ile sanık ve inceleme dışı sanık hakkında özel belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyet hükümleri kurulduğu, sanık ve inceleme dışı sanık müdafisi tarafından kurulan mahkûmiyet hükümlerinin temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece her iki sanık yönünden de temyiz incelemesi yapılarak eksik araştırma ile hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ise ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ...’ın, yalnızca inceleme dışı sanık ... hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle Yerel Mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığı, sanık ..."ın temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurduğu anlaşılmaktadır.
Çok sanıklı dosyalarda, sanıkların her biri birbirlerinden bağımsız olarak kanun yoluna başvurma hakkına sahiptir. Kural olarak sanıklardan birinin verilen karara karşı yaptığı kanun yolu başvurusu, diğer sanıklar hakkında verilen hükümleri kapsamaz. Kanun yoluna başvurulmayan diğer sanıklar hakkında verilen hüküm, kanun yoluna başvurma için öngörülen sürenin sonunda kesinleşir. Bu durum, “davasız yargılama olmaz” ilkesinin bir sonucudur.
Ancak temyiz kanun yolu bakımından, gerek 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda gerekse 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, ilgili hükümlerdeki koşullar oluştuğu takdirde, temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmaları kabul edilmiştir. Buna; bozma kararının "sirayeti”, “genişleme etkisi” ya da “teşmili (yayılma) etkisi” denilmektedir.
1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken “Hükmün bozulmasının diğer maznunlara sirayeti” başlıklı 325. maddesi; “Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.” şeklinde,
Benzer düzenlemeyi içeren 5271 sayılı CMK"nın “Hükmün bozulmasının diğer sanıklara etkisi” başlıklı 306. maddesi ise “Hüküm, sanık lehine bozulmuşsa ve bu hususların temyiz isteminde bulunmamış olan diğer sanıklara da uygulanması olanağı varsa, bu sanıklar da temyiz isteminde bulunmuşçasına hükmün bozulmasından yararlanırlar.” biçiminde düzenlenmiş olup hükmü temyiz etmeyenlerin veya temyiz istemi reddedilenlerin, temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini gidermek amacı ile yasaya konmuştur. Bu suretle temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz etmeyenlerin de istifadesi sağlanmış olacaktır. Bozmanın sirayetinde yerel mahkeme hükmü, temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmamakta, anılan maddeler uyarınca sanık, bozma kararının sonucundan yararlandırılmaktadır.
Hükmü temyiz etmeyen ya da temyiz istemi reddedilen sanık, bozma kararının sonucundan yararlanacağı için, öncelikle bozmaya uyulması ve cezanın uygulanmasında temyiz eden sanık lehine yeni bir karar verilmesi zorunludur. Lehe bozma bu takdirde, hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirilecektir. Bunun sonucu olarak önceki kararda direnilmesi hâlinde, sirayetten söz edilemeyecektir. Aksi takdirde temyiz davası açan sanık için kabul edilmeyen bir bozma nedeninin, kanun yoluna başvurmayan sanık lehine kabulü gibi bir sonuca ulaşılacaktır. Bu sonuç ise temyiz edenin aleyhine, temyiz etmeyenin lehine olup çelişkili bir uygulamaya neden olacağından sirayet müessesesinin amacına aykırıdır. Ayrıca hukukta yasa yollarına başvurmak olmazsa olmaz bir hak ise de bunun kurallara ve sürelere tabi olması da gelişmiş toplum düzeni ve hukuk devletinin gereğidir. Burada savunma hakkının kısıtlanmasından değil ilgilinin hukukun işleyiş kuralına riayet etmemesinden bahsedilebilir. İlk hükmü temyiz etmeyen sanık ceza adaleti gereği bozmanın sirayeti sureti ile bir kez yararlandırılmıştır. Bu kapının tekrar açılması usul hukukunun denetlenebilirlik ve ön görülebilirlik amaçları ile bağdaşmaz. Bu durum sanıklara ilanihaye hak sağlayacağı için bu kez suçun mağdurlarının daha fazla mağdur olmasının yolu açılmış olur. Bu nedenle uygulamada, Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 tarihli ve 163-121, 07.12.1987 tarihli ve 322-588, 31.01.2017 tarihli ve 982-29, 21.05.2019 tarihli ve 171-453 sayılı ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararları ile önceki hükmü temyiz etmeyen veya temyiz istemi reddedilen, ancak lehe bozmadan 1412 sayılı CMUK"nın 325. maddesi uyarınca faydalanan sanığın, bozmadan sonra yeniden kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Öğretide de; “Temyiz etmişcesine faydalanma kabul edilmesi, bu kimselerin bozmadan sonra verilecek yeni son kararları da temyiz edebilmelerinin kabul olunması demek değildir.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Bası, s. 1771.) denilmek suretiyle uygulamadaki bu görüş benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince 26.04.2011 tarih ve 383-216 sayı ile, sanık ... ve inceleme dışı sanık ...’ün resmî belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyetlerine karar verildiği, sanık ... hakkındaki hükmün temyiz edilmeksizin kesinleştiği, inceleme dışı sanık ...’ün kendisi hakkında kurulan mahkûmiyet hükmüne yönelik temyiz talebi üzerine bu sanık hakkındaki hükmün lehe bozulmasının ardından, aynı Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda sanık ..."ın 1412 sayılı CMUK"nın 325. maddesi uyarınca lehe bozmadan yararlandırılması suretiyle kurulan 23.05.2017 tarihli ve 810-459 sayılı mahkûmiyet hükmünü sanık ve inceleme dışı sanık müdafisinin temyiz ettiği anlaşılmakla; sirayet kurumunun, koşulları oluştuğu takdirde, hükmü temyiz edenler lehine oluşacak durumdan, temyiz yoluna başvurmayan, süresinden sonra başvuran veya temyize başvurmakla beraber başvurusu kabul edilmeyen sanıkların da yararlanmalarının sağlanması suretiyle, bu kişilerin temyiz edenlerden daha ağır bir ceza ile cezalandırılmaları adaletsizliğini giderme amacını taşıması ve bozmanın sirayetinde, yerel mahkeme hükmünün temyiz etmeyen sanık yönünden bozulmayıp sanığın sadece bozma kararının sonucundan yararlandırılması karşısında; ilk hükmü temyiz etmeyen sanık ..."ın, yalnızca inceleme dışı sanık hakkındaki lehe bozmanın sonucundan yararlanması nedeniyle, Yerel Mahkemece kurulan ikinci hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri ..., ... ve ...; "Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi açıklanarak; 5320 sayılı Kanunun 8/1 maddesi delaletiyle hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK"nın 325, 320, 326/son maddelerinin adil yargılanma hakkı, etkili kanun yoluna başvuru hakkı ve cezai konularda temyiz hakkı ile irtibatlandırılması suretiyle ilk hükmü temyiz etmemesine karşın diğer sanığın temyizi üzerine bozmadan yararlanan sanığın ikinci hükmü temyiz yetkisinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Ceza usulü, ya da günümüzün deyimi ile ceza muhakemesi hukuku, kişi için öylesine önemlidir ki dünyada ceza usulü kadar hiçbir şey insanları ilgilendirmez. Hatta ceza usulü kusurlu bulunan bir toplumda huzurdan söz edilemez. Ceza kanunlarına karşı gelmemek insanların elinde olan bir şey olmasına karşın, kimsenin haksız yere takibata uğramayacağından söz etmek olası değildir. Bu hukuk dalının özgürlükler için ne denli önem arz ettiğini Ferri’nin şu sözleri en güzel şekilde açıklamaktadır; "ceza kanunu suçluların, usul kanunu, suçluluğu sabit oluncaya kadar masumların teminatıdır."
Hem kişilerin, hem de toplumun çıkarlarını korumak, gerçeğe uygunluk demek olan, maddi hakikati araştırmakla mümkün olacaktır. Bu bağlamda şüphesiz, en iyi ceza muhakemesi, maddi gerçeği yüzde yüz yansıtandır. Bu amaçla da ceza muhakemesi kanunları kabul edilmiştir. Bu sebeple Ceza Muhakemesi Hukuku, kişilerin hak ve özgürlüklerini sağlamak üzere kimi şekil ve formaliteler kabul etmiştir. Bu kurallar, genelde yürütme ve yargının bu konudaki yetkilerini sınırlandırdığı için insan hak ve özgürlüklerinin bekçisi olmuştur.
Bunun içindir ki "şekle bağlanmayan adalet cebir ve istibdattır" denilmiş, "şeklin hukuki emniyeti sağladığı" söylenmiştir.
Ceza muhakemesinin amacı yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, adalet gerçekleştirilmeli ve hukuki barış sağlanmalıdır.
Ceza muhakemesi hukukunun amacı bu şekilde açıklandıktan sonra; şimdi konumuzu ilgilendiren ilgili hukuki düzenlemeleri aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.
5320 sayılı kanunun 8/1 maddesi delaletiyle hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK"nın 320-325 ve 326/son maddeleri şöyledir:
320 Madde;
Temyiz Mahkemesi, temyiz istida ve layihasında irat olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz istidasında bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder.
325 madde;
Hüküm, cezanın tatbikatında kanuna muhalefet edilmesinden dolayı maznun lehine olarak bozulmuşsa ve bozulan cihetlerin temyiz talebinde bulunamamış olan diğer maznunlara da tatbikı kabil olursa bu maznunlar dahi temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade ederler.
326/son maddesi:
Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291 inci maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz.
A. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin genel kuralı koyan 1. fıkrası, adil yargılama kavramını oluşturan hak ve ilkelerin bir kısmını açıkça saymıştır. Bunlar, yargılamanın (a) kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde, (b) makul sürede, (c) açık/aleni ve (ç) hakkaniyete uygun olarak yapılmasıdır. Fakat bu hak ve ilkeler yorumlanırken, Mahkeme, bazı başka ilkeleri veya hakları maddede açıkça sayılmamasına rağmen, 6. maddenin 1. fıkrası kapsamı içinde, zımni unsurlar olarak görmektedir. Mahkemeye başvurma hakkı, silahların eşitliği, çekişmeli yargılama, gerekçeli karar, delilere ilişkin ilkeler, hukuki kesinlik ilkesi, susma ve kendini suçlamama hakkı, duruşmada hazır bulunma ve etkili katılım hakları bunlar arasındadır.
Bireysel başvuru çerçevesinde Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan "adil yargılanma hakkı" başvuru dayanağı kabul edilen kilit maddedir. Adil yargılanma hakkının somut görünümleri olarak Sözleşme’nin metninden ve İHAM kararlarından ortaya çıkan alt ilke ve haklar Anayasa’nın 36. maddesinin bir parçasıdır. Örneğin mahkemeye başvurma hakkı, gerekçeli karar, kendi aleyhine delil sunmama, duruşmada hazır bulunma, masumiyet karinesi, bağımsız ve tarafsız mahkeme gibi aşağıda incelenecek olan hak ve ilkeler 36. maddede yer alan adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Diğer bir deyişle 36. madde zımnen bu alt ilke ve hakları içermektedir.
Anayasa"nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
AYM şöyle demektedir: "Mahkemeye erişme hakkı sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir..."
AİHS Ek 7 No’lu Protokol’ün 2. maddesi denetim muhakemesine başvuru hakkını "Mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkum edilen herkes, mahkumiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlama hakkına sahiptir. Bu hakkın kullanımı, kullanımının dayanakları dahil kanunla düzenlenir." şeklinde düzenlemiştir.
Protokol imzaya 22.11.1984’te açılmış ve 01.11.1988’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye bu Protokol’ü 14.3.1985’te imzalamıştır. 10.3.2016 tarihli 6684 sayılı Kanunla onaylayarak da Protokol’e en son taraf olan devlettir.
Kanun yolları, yargılama makamlarınca verilen kararların, hukuka aykırı ya da maddi gerçeği yansıtmadığı iddiası ile kural olarak başka bir yargılama makamı tarafından yeniden incelenmesini sağlayan hukuksal çarelerdir.
Denetim muhakemesine başvurunun olası maddi ve hukuki hataların düzeltilmesi, hukuk prensibinin gelişmesi, başvurulacak hukukun standardizasyonu ve hukukun üstünlüğüne saygının gelişimi fonksiyonları olmakla beraber ayrıca ceza muhakemesi bakımından haksız mahkumiyet ve cezalara karşı güvence temin etme fonksiyonu da bulunmaktadır.
Adil yargılama, yargılama makamları tarafından bir yükümlülük iken kişiler bakımından haktır ve bu hakkın gereklerine yalnız ilk derece mahkemesince değil, denetim muhakemesi süresince de yargılama makamlarınca da riayet edilmelidir.
Adil yargılanma hakkının alt unsur ve ilkeleri niteliğine uygun düştükçe kanun yolları aşamasında da uygulanır.
Konu ile ilgili yasal düzenlemeler bu şekilde ise de, doktrinde farklı görüşler bulunan müessese hakkında yeni kurulan hükmün, sirayetten istifade eden tarafından temyiz edilemeyeceğini savunan görüşlerin ortak çıkış noktası, "sirayet ile hüküm temyiz etmeyen sanık hakkındaki hüküm bozulmamakta sadece temyiz etmeyen sanık "Ceza Muhakemesinin Genişleme Etkisi" nden istifade ile aynı konumda bulunan sanıkların farklı ceza almalarının önüne geçmek için bozmanın sonuçlarından yararlandırılmaktadır" fikridir. Oysa ki; fiilen ve hukuken durum böyle olmadığından bu görüşe katılmak zordur. Zira, hüküm diğer sanıklar yönünden bozulup, bozma kararı da temyiz etmeyen sanığa sirayet ettirildiğinde; önceki mahkumiyet hükmü infaza verilmiş ise geri istenmekte ve tüm neticeleri ile ortadan kalkmaktadır. İnfazı yapılacak olan ve sanık hakkında adli sicil kaydına geçecek olan artık yeni hükümdür. Nitekim; Profesör Faruk Erem"in Ankara Barosu Başkanlığı"na konu ile ilgili bildirdiği görüş yazısında, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.07.1948 tarih, 1948/163-121 esas-karar sayılı aksi yöndeki içtihadına atıf yaparak "Bozmanın sirayetinden faydalanan kimselerin bozmadan sonra verilecek hükmü temyize hakları olmadığına karar verilmiştir. Bu kararın haklı olduğunu sanmıyoruz. Zira kanun temyiz etmemiş olan sanıkların da temyiz talebinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından istifade edeceklerini bildirmektedir.(CMUK.325) Bu ibareyi manaca daraltmaya sebep yoktur. Bu hükmün esası "adalet fikri" ise mananın daraltılması yorum kaidelerine de uygun değildir" fikri beyan edilmiştir. Bu fikri destekler mahiyette Profesör Sami Selçuk, "Bozma kararına uyulmadığı takdirde, bozmanın hükmü temyiz etmeyen sanığa sirayeti mümkün olmadığından, ilk kararı temyiz etmeyen sanığın direnme kararına karşı (temyiz) kanun yoluna başvurması olanaksızdır" sonucuna varan 03.12.1990 tarihli, 1990/6-218 esas, 1990/322 karar sayılı Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına karşı yazdığı muhalefet şerhinde, "Ceza Yargılama Yasasının 325. maddesi 320 ve 326. maddeleriyle birlikte yorumlanmak gerekir. Buna göre Türk yasa denetimi sisteminde nokta temyizi benimsenmemiş; bozulmakla ilk kararın ortadan kalktığı görüşüne ulaşılmıştır. Uygulama ve Yargıtay görüşü de bu yöndedir. Bu durumda, ilk mahkeme dirense bile, ilk karara yollama yapmakla yetinmeyecek, bozulmayan noktaları da yeniden kaleme almak zorunda olduğu kararında irdeleyecek ve hükme bağlayacaktır. Olayda ilk karar, temyiz etmeyen sanık açısından da bozulmuş ve böylece bu sanıkla ilgili hüküm de ortadan kalkmıştır. Ayrıca, Ceza Yargılama Yasasının 325. maddesi, 326. maddesindeki aleyhe bozma yasağı da gözetilerek kaleme alınmıştır. Söz konusu 325. maddenin uygulama koşulları ile sonucunu; bir başka deyişle yasa maddesinin varlık nedenleriyle sonucunu birbirine karıştırmamak gerekir. Uygulama koşulları söz konusu olunca, sanık, Yasanın anlatımına göre "temyiz isteğinde bulunmuşcasına hükmün bozulmasından" yararlanacaktır. Bozulan bir kararın, hem bütünüyle ortadan kalktığını ve hem de direnmeyle bu kez eski kararın kesinleştiğini benimsemek yalnız bir çelişki değil, Türk sisteminde reddedilen kısmi temyiz ve bozmayı bir başka yolla yeniden benimsemek, ayrıca Ceza Yargılamaları Yasasının 325. maddesinde öngörülen nedenlerle sonucu birbirine karıştırmak olacaktır " fikrini savunmuştur.
Gerek Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu, gerekse özel dairelerin ilk hükmü temyiz etmemesine karşın bozmadan yararlanan sanığın yeniden kurulan hükmü temyiz edemeyeceği tereddütsüzce kabul edilmiş, uzun yıllar içerisinde içtihatlar giderek istikrar kazanmış ise de; böyle bir kabulün zaman içerisinde ceza hukukunun olmazsa olmaz ilkeleri arasında yer alan adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırı sonuçlara yol açacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Zira doktrinde suç vasfının değiştiğinden bahisle bozulan kararların sirayet edemeyeceği hususu genel kabul görmesine karşın, aşağıda örnek olayda açıklandığı üzere uygulamada suç vasfının değiştiğinden bahisle lehe bozma hükmünün temyiz etmeyen sanığa da sirayet ettirildiği sıkça görülmektedir.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 1997/224 K sayılı ilamında;
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, yasa koyucu 765 sayılı TCY’nın 339. maddesinde resmi belgedeki sahteciliği daha ağır yaptırıma bağlarken, bazı belgelerdeki sahteciliğin kamu güvenliğini bozmaktaki etkinliğini daha hafif bir yaptırıma bağlamak istemiş, bu nedenle 355. maddeyi getirmiştir. O halde, Muğla’da görevli pratisyen hekimin askerlik yükümlülüğünün geçici bir süreyle ertelenmesini sağlayabilmek için, adıgeçeni Adıyaman’da çalışıyor gibi gösteren sahte belge düzenleme eylemi 765 sayılı TCY’nın 355. maddesine uyar niteliktedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının öncelikle açıklanan nedenle kabulü ile, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, eylemi aynı Yasanın 339/1. maddesinde yazılı resmi belgede sahtecilik suçu olarak nitelendiren Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Ankara 10. Ağır Ceza Mahkemesinin sanık Hacı Çelik’in resmi belgede zincirleme biçimde sahtecilik suçundan mahkûmiyetine dair 08.07.2005 gün ve 49-101 sayılı hükmünün suçun nitelendirilmesinde ve zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasındaki yanılgılar nedeniyle BOZULMASINA, bozma nedenlerinin mahkum olan diğer sanıklara 1412 sayılı CYUY’nın 325. maddesi uyarınca sirayeti hususunun Yerel Mahkemece dikkate alınmasına, karar verilmiştir.
Bozmanın sirayetinden sonra yeniden kurulan hükümde, bozma öncesi ilk hükümde uygulanma ihtimali bulunmayan adli para cezası veya diğer tedbirlerden birisinin, ya da erteleme veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi cezanın bireyselleştirilmesi müesseselerinin uygulanma ihtimalinin mevcut olabileceği gibi suç vasfından dolayı daha az ceza alınma ihtimaline binaen bozmanın sirayet ettirilmesine ve yeniden kurulan hükmün daha az cezayı içermesine karşın, sanık açısından sonuçları çok daha ağır olabilir. Örneğin önceden kurulan hükmün memuriyete engel olmamasına karşın, yeniden kurulan hükmün memuriyete engel olma ihtimalinin mevcut olabileceği gibi sanık ya da ailesi açısından katlanılması çok zor yüz kızartıcı bir suça dönüşme ihtimalide dikkate alındığında; istemediği ya da daha az cezaya rağmen sonuçları daha ağır bir suça dönüşen cezayı sırf önceki hükmü katlanabilir bulduğu ya da sonuç değişmez diye temyiz etmeyen ya da bir şekilde temyiz süresini geçiren sanığa kendisi için çeşitli sebeplerle katlanılması çok zor sonuçların doğmasına yol açan yeni hükme karşı temyiz hakkının tanınmamasının, hakkaniyet ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacağı gibi anayasamızda büyük bir titizlikle muhafaza edilen mahkemeye erişim hakkının engellenmesi anlamına gelir ki kanaatimizce hukuk sistemimizin böyle bir sonuca izin vermesi beklenemez.
Anayasa Mahkemesinin 20/03/2014 gün, 2013/500 başvuru numaralı kararında yukarıda açıklanan kararlarda (2013/6763-2012/833 Başvuru numaralı) olduğu gibi; Mahkemeye erişme hakkı aşağıdaki şekilde tanımlanmıştır.
"Mahkemeye erişme hakkı, sadece ilk derece mahkemesine dava açma hakkını değil, eğer iç hukukta itiraz, istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkanı tanınmış ise üst mahkemelere başvurma hakkını da içerir. Mahkemeye erişme hakkı, cezai olaylarda da uygulanabilir bir haktır. Bu bağlamda mahkemeye erişme hakkı, hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin bu isnat hakkında bir mahkeme tarafından bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini isteme hakkıdır"
Yukarıda belirtilen ihtimalleri somutlaştırdığımızda; örneğin 3 yıl hapis cezasına çarptırılan sanık erteleme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, 2 yıl hapis cezasına çarptırılan sanık ise adli para cezası veya tedbirlere hükmolunmasına yasal engel bulunduğunu görerek, hükmü temyiz etmemesine karşın, bozmanın sirayeti sonucunda 3 yıl hapis cezasının 2 yıl hapis cezasına, 2 yıl hapis cezasının ise 1 yıl hapis cezasına inmesi durumunda; hükmün açıklanmasının geri bırakılması, ertelenmesi yada kısa süreli hapis cezasının adli para cezası veya diğer tedbirlere dönüştürülmesine yasal engel bulunmadığı halde tamamen hatalı gerekçelere dayanılarak farklı sonuçlara ulaşıldığını gören sanığın sırf kanunu çok iyi bildiği için sonuç alamayacağı temyizde bulunmadı diye yeniden hatalı gerekçeye dayanılarak yeniden verilen hükmü temyiz edememesinin kanaatimizce adalet ve hakkaniyet ilkeleri ile bağdaşamayacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Gerek 1412 sayılı CMUK"nın 325 maddesi gerekse 5271 sayılı CMK"nın 306 maddesinde böyle bir yoruma gitmeyi gerektirecek bir düzenlemenin mevcut olmadığı gibi tam aksine her iki düzenlemede de temyiz talebinde bulunmayan sanığın, sirayet sonucunda temyiz talebinde bulunmuş gibi bozmanın sirayetinden istifade edeceği belirtilerek, yeniden verilen hükmün temyiz edilebileceğinin önündeki engeller aşılmıştır. Hakkındaki hüküm kesinleşinceye kadar masumların teminatı olan ceza muhakemesi hukukunun, kanunda açık düzenleme bulunmamasına karşın sanık aleyhine yorumlanarak haklarının kısıtlanmasının, ceza muhakemesi hukukunun ruhuna aykırı olacağı gibi kanunilik ilkesine de aykırı olacağı açıktır. Yargıtayın uzun yıllar öncesine dayanan ve yerleşik uygulamaya dönüşen aksine görüşünün, kanaatimizce Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 7 No’lu Protokol’ün 2. Maddesini 16/03/2016 tarihinde ülkemiz tarafından onaylanarak iç hukuk hükmü haline getirilmesinden sonra artık kanuni dayanağı da kalmamıştır.
Yukarıda açıklanan kanuni düzenlemeler ve yargı kararları ışığında; somut olayımıza baktığımızda;
Gerek 1412 sayılı CMK"nın 325 maddesi gerekse 5271 sayılı CMK"nın 306 maddesinde, hüküm sanık lehine bozulmuş ve bozma nedeninin temyiz talebinde bulunmayan sanıklar açısından uygulanma olanağı varsa, bu sanıklarında temyiz isteminde bulunmuş gibi hükmün bozulmasından yararlanacağının çok net bir şekilde belirtilmiş olması, bozmadan temyiz etmişcesine yararlanmanın yeniden verilen hükmü temyiz yetkisini de içermiş olmasının suçluluğu kesinleşinceye kadar suçsuzların teminatı olarak kabul edilen ceza muhakemesi hukukunun ruhuna daha uygun olması, hüküm tarihi itibariyle 5320 sayılı kanunun 8/1 maddesi itibariyle yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK"nın 305 maddesinde incelemeye konu hükmün temyiz edilemeyen hükümler arasında sayılmamış olması, bozma öncesi sanık hakkında hükmedilen 1 yıl 8 ay hapis cezasının TCK"nın 50/1 maddesindeki adli para cezası veya diğer tedbirlere dönüştürülme ihtimalinin bulunmamasına karşın, bozma sonrası hükmedilen 10 ay hapis cezasının TCK"nın 50/1 maddesindeki adli para cezası veya diğer tedbirlere dönüştürülmesinin mümkün olması, yeniden kurulan hükümde yapılan bariz hatalardan bir kısmının kanun yararına bozma yolu düzeltilmesinin mümkün olmasına karşın, takdir hakkına ilişkin hataların kanun yararına bozmaya konu edilemeyeceğinin yerleşik uygulamalarda benimsenmiş olması, Yargıtay uygulamalarına rağmen daha önce ülkemiz tarafından imzalanan AİHS Ek 7 No’lu Protokol’ün 2. maddesinin 10.3.2016 tarihli 6684 kanunla onaylanarak Anayasanın 90 maddesinde; usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmü haline geldiği gibi usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınacağının belirtilmiş olması karşısında; Yargıtay Yüksek 11. Ceza Dairesinin 15/01/2019 tarih, 2019/449 K sayılı onama kararına karşı önceki hükmü temyiz etmemesine karşın bozma hükmünden yararlanan sanık ..."ın yeniden kurulan hükmü temyiz yetkisinin bulunmadığından bahisle itirazda bulunan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 15.01.2019 tarihli ve 15689-449 sayılı sanık ve inceleme dışı sanık hakkında özel belgede sahtecilik suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin bozulmasına ilişkin kararının sanık ... yönünden KALDIRILMASINA,
3- İlk hükmü temyiz etmeyen ve lehe bozmadan sirayet nedeniyle yararlanan sanık ...’ın, bozma sonrası Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesince 23.05.2017 tarih ve 810-459 sayı ile kurulan mahkûmiyet hükmünü temyiz etme hakkı bulunmadığından bu hükme yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN REDDİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 05.11.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.
Bu alandan sadece bu kararla ilintili POST üretebilirsiniz. Bu karardan bağımsız tamamen kendinize özel POST üretmek için TIKLAYINIZ
Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.