Abaküs Yazılım
Hukuk Genel Kurulu
Esas No: 2017/1300
Karar No: 2021/922
Karar Tarihi: 06.07.2021

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1300 Esas 2021/922 Karar Sayılı İlamı

Hukuk Genel Kurulu         2017/1300 E.  ,  2021/922 K.

    "İçtihat Metni"

    MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi


    1. Taraflar arasındaki "tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ... Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
    2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
    3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü;

    I. YARGILAMA SÜRECİ
    Davacı İstemi:
    4. Davacı vekili; davalı tarafından imzalanan “Kredilendirme Talimatı ve Erken Ödeme İçin Genel ... Taahhütnamesi” uyarınca taşıt kredisi kullanarak davalıdan araç alan müşterilerin kredilerinin davalı şirkete aktarılacağının, bunun karşılığında davalının da müvekkil bankanın istediği teminatları sağlayıp araç üzerine rehin tesis edileceğinin kararlaştırıldığını, anılan rehnin en geç üç ... günü içerisinde müvekkil lehine tesis edileceğinin ... edildiğini, bu ... nedeniyle dava dışı şirketin müvekkilinden kredi kullanarak davalıdan satın aldığı araca ilişkin kredi tutarının, teminatların alınması ve rehnin tesisi beklenmeksizin fatura karşılığında davalıya ödendiğini, ancak davalı tarafından ... edilen işlemlerin aleyhine sonuç doğuracak şekilde yerine getirilmediği için müvekkilinin zarara uğradığını, bu hususta davalı tarafa gönderilen ihtarnamenin sonuçsuz kaldığını, taraflar arasında teamül hâline gelen uygulama gereği davalının taleplerini faks yoluyla bildirdiğini ileri sürerek 359.812,14TL"nin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
    Davalı Cevabı:
    5. Davalı vekili; müvekkiline araç alımı için müracaat eden dava dışı şirketin davacıya yönlendirilip kredi açıldığını, kredi tutarının 21.04.2008 tarihinde müvekkilinin hesabına havale edilmesi sonrasında 22.04.2008 tarihinde araç satışının gerçekleştiğini, satış faturasının üzerine “rehinlidir” şerhi düşülerek üzerlerine düşen özeni gösterdiklerini, aracın tescilinde rehnin kayda geçmemesinden sorumlu olmayacaklarını, ayrıca davacıya iddia edildiği gibi 17.04.2011 tarihli “Kredilendirme Talimatı ve Erken Ödeme İçin Genel ... Taahhütnamesi” verilmediğini, sunulan belgelerde imzaların müvekkili yetkilisine ait olmadığını, imza incelemesi yapılması gerektiğini, kabul anlamına gelmemek üzere anılan taahhütnamenin adi kefalet hükmünde olduğunu, davacının basiretli davranmadığını, oluştuğu iddia edilen zararda kusurun davacıya ait olduğunu, müvekkilinin talep edilen miktardan dava ile haberdar olduğunu, talep edilen bedelin fahiş olduğu belirterek davanın reddini savunmuştur.
    Mahkeme Kararı:
    6. ... Asliye Ticaret Mahkemesinin 20.05.2014 tarihli ve 2011/34 E., 2014/178 K. sayılı kararı ile; imzasına itiraz edilen davaya dayanak evrakın faks fotokopisi dışındaki aslının davacı tarafından dosyaya sunulamadığı, fotokopi belge üzerinden sağlıklı imza incelemelerinin yapılamayacağı, yerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda da davacının dayandığı belgeler ve fotokopi asıllarının bulunamadığı, taraflar arasında faks ile talep ve işlem yapıldığının teamül hâline geldiğinin ve taahhütnamenin varlığının ispatlanamadığı, davacının bir güven kuruluşu olması sebebiyle özen yükümlülüğünü çok daha ağırlaştırılmış bir şekilde yerine getirmesi gerekirken sıradan bir tacirden beklenen özeni dahi göstermediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
    Özel Daire Bozma Kararı:
    7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.
    8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 25.02.2015 tarihli ve 2014/16742 E., 2015/2587 K. sayılı kararı ile “...Dava, Genel ... Taahhütnamesi kapsamında verilen taahhütlerin yerine getirilmemiş olması nedeniyle doğan zararlarına karşılık tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir. Ancak, davacı banka vekili, uzun süreden beri ve müteaddit kereler yapılan kredi tahsisi ve araç satış işlemlerinde davalının taahütnameleri fax ile göndermesi üzerine araç kredisinin davalıya havale edildiğini, davalının da bunun karşılığında satışı yapılan araç ruhsatının üzerine banka lehine rehin şerhi düştüğünü, taraflar arasında bu uygulamanın yerleşik hale geldiğini iddia etmiş ve dosyaya çok sayıda belge sunmuş ise de alınan bilirkişi raporunda bu hususlar üzerinde bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda, Türkiye Bankalar Birliğ"nin "söz konusu bankacılık uygulamalarının bankaların kendi takdirinde olduğu" yönündeki müzekkere cevabı ile davalının satışını yaptığı araç faturası üzerine "... Bankası Davutpaşa Şubesi tarafından rehinlidir. Satılamaz." ibaresinin yazılmış olması da değerlendirilerek, taraflar arasında davacının iddia ettiği gibi yerleşik bir uygulamanın bulunup bulunmadığının araştırılması ve neticesine göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir... ” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
    Direnme Kararı:
    9. ... Asliye Ticaret Mahkemesinin 07.04.2016 tarihli ve 2016/111 E., 2016/211 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; dosya arasındaki bilirkişi raporlarının hüküm kurmaya elverişli olduğu, davacı tarafça ilgili taahhütnamenin varlığının ispat edilemediği, taraflar arasında süre gelen alışverişlerin davaya konu taşıtta olduğu gibi faks üzerinden yapılıp yapılmadığı, belge teslimlerinin yapılıp yapılmadığı, davacının delil olarak sunduğu belgelerde belirtilen araçlara taraflardan hangisinin rehin koyduğu, uygulamanın ne şekilde yapıldığı hususlarının tespiti için mahallinde inceleme suretiyle bilirkişi incelemesinin yapıldığı, rapor sonucunda davacının dayandığı belgelerin ve dosyaya sunduğu diğer fotokopi asıllarının bulunamadığının belirtildiği, ruhsat sürecindeki rehin tesisinde davalının katılımına dair bir belgenin bulunamadığı, davacının bir güven kuruluşu olması sebebiyle özen yükümlülüğünü çok daha ağırlaştırılmış bir şekilde yerine getirmesi gerekirken sıradan bir tacirden dahi beklenen özeni göstermediği, bozma kararında belirtilen hususlar yönünden her türlü araştırmanın yapılmasına rağmen davacının iddialarını ispatlamaya yeterli herhangi bir emarenin bulunamadığı, teamül şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
    Direnme Kararının Temyizi:
    10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

    II. UYUŞMAZLIK
    11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; taraflar arasında, araç satış işlemlerinde ve kredi tahsisinde, davalının dava konusu taahhütnameye benzer olan taahhütnameleri faks vasıtasıyla göndermesi üzerine araç satın alan üçüncü kişi lehine tahsis edilen araç kredisinin davalıya havale edildiği, davalının da bunun karşılığında satışı yapılan araç ruhsatının üzerine davacı lehine rehin tesisini sağladığı şeklindeki yerleşik uygulamanın varlığına yönelik iddia bakımından mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

    III. GEREKÇE
    12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukukî kavram ve kurumların ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.
    13. Somut olaya uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 110. maddesi; “Bir üçüncü şahsın fiilini başkasına taahhüt eden kimse bu üçüncü şahıs tarafından taahhüdün ifa edilmemesi halinde zarar ve ziyan tediyesine mecburdur.
    Muayyen bir müddet için yapılan taahhütlerde, müddetin bitimine kadar taahhüt edene yazılı olarak başvurulmaması halinde taahhüdün hükümsüz olacağına dair sözleşme muteberdir” hükmünü haizdir. Madde düzenlemesinde üçüncü kişinin fiilini taahhüt, bir kimsenin diğer kimseye üçüncü kişinin herhangi bir fiilini taahhüt ederek bu fiilin gerçekleşmemesi hâlinde uğranılan zararı gidermeyi üstlenmesi olarak ele alınmıştır. Başkasının edimini borçlanmada borçlu, diğer bir şahsın edimini onun mümessili sıfatıyla hareket etmeksizin kendi adına ve hesabına yaptığı bir sözleşme ile taahhüt etmektedir. Bu taahhütle yükümlülük altına giren kimse kendi fiilini taahhüt edecek yerde üçüncü kişinin fiilini taahhüt etmekte ve bu taahhüt ifa edilmediğinde, yani üçüncü kişi tarafından fiil yerine getirilmediğinde meydana gelen zararı ödemek zorunda kalmaktadır (Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 9. basım, ..., 2006, s. 1107). Her ne kadar bu ifade ile anılsa da, “üçüncü kişinin fiilini taahhüt” sözcüklerinin arkasında daima başka bir kurum gizli olmuştur ki bu kurum, ... kurumudur. Üçüncü kişinin edimini söz veren kimsenin aslında bu edimin hiçbir zaman yerine getirilmeyecek olduğunun bilincinde olması bu taahhüdün ... borcu ile olan bağlantısını kurar. Üçüncü kişinin fiilini taahhüt sözleşmesinin geçerliliği herhangi bir şekil şartına bağlı olmamakla birlikte, yazılı şekil garantinin, başka bir deyişle tazmin borcunun kapsamını ispat yönünden önem taşır.
    14. Uyuşmazlık kapsamında dürüstlük kuralına ilişkin yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
    15. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre dürüstlük kuralı; herkesin uyması gerekli olan genel ve objektif bir davranış kuralıdır. Genel olarak dürüstlük kuralı kişilerin tarafı oldukları hukukî ilişkilerde dürüst, namuslu, ahlaklı ve diğer kişilerde yaratılan güvenle tutarlı şekilde davranmalarını ifade eder. Buna göre belirli bir hukukî ilişkide dürüstlük kuralına uygun davranış; toplumdaki dürüst, namuslu ve orta zekâlı bir kişinin, genel ahlak, doğruluk ve karşılıklı güven esaslarına uygun davranış biçimidir. Dürüstlük kuralına uygun bu davranışın belirlenmesinde, toplumda geçerli olan genel ahlak kuralları, günün âdet ve uygulamaları, davranışın söz konusu olduğu hukukî ilişkilerin içerik ve amaçları da dikkate alınacaktır (Dural, M./Sarı, S.: Türk Özel Hukuku, 6. Baskı, ... 2011, s. 226, 227). Diğer bir anlatımla dürüst davranma “Bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuslu, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekâlı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
    16. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde, hukuk düzeninin kişilere tanıdığı bütün hakların kullanılmasında göz önünde tutulması ve uyulması gereken iki genel ilkeye yer verilmekte olup bunlar dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağıdır. Hukuk düzeni, kişilere tanıdığı her bir hakkın kapsamı ile bunların kullanılmasının şartlarını ve şeklini ilgili hak yönünden özel olarak düzenlemiştir. Ancak, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülmesinin ve bunların en küçük ayrıntılara kadar düzenlenmesinin imkânsızlığı karşısında, bütün hakların kullanılmasında dikkate alınacak genel bir sınırlama koyma ihtiyacı duyulmuştur. Dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, bu açıdan uyulması gerekecek genel kurallar olarak karşımıza çıkmaktadır (Dural/Sarı, s. 225). TMK’nın 2. maddesinde, hakların dürüstlük kuralına uygun kullanılması gerektiği ifade edilmiş, ardından hakların açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeninin korumayacağı belirtilmiştir. Bu ifade şeklinden yola çıkarak; bir hakkın kullanılmasında dürüstlük kuralına uyulmamasının müeyyidesinin, bu hakkın açıkça kötüye kullanılmış sayılması ve hukuken korunmaması olduğu kabul edilebilir (Dural/Sarı, s. 225).
    17. Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nın 2/1. maddesi herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve ... ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü TMK’ya göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil, hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
    18. Hakların kullanılması ve borçların ifasında geçerli davranış kuralları, herkes yönünden uygulanacağından, objektif bir nitelik taşımaktadır. Bu bağlamda TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur. Aynı maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen, hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktadır. 25.1.1984 tarihli ve 3/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında da ifade edildiği üzere, bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukukî yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hâllerinde, TMK’nın 2. maddesi uygulama alanı bulur ve olağanüstü bir imkân sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir. Bir başka anlatımla, Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hâkime özel ve istisnai hâllerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme imkânını sağlamaktır. Madde hükmünün bu özelliği, İsviçre Federal Kurulunun Medeni Kanun tasarısını Millet Meclisine sevkine ilişkin 1904 tarihli mesajında; “Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik teşkil ettiği ve gerçek hakkın tanınması ve ferdin korunması için bütün hukuki yolların kapalı bulunduğu hâllerde MK. m.2 f.2 hükmünün amacı, zaruretten doğan ve olağanüstü bir imkân sağlamaktır” şeklinde açıklanmaktadır. TMK’nın 2. maddesinin ikinci fıkrasındaki kuralla kanunun ve hakkın mutlaklığı ilkesine istisna getirilmiştir. Ancak, bu kuralın taliliği (ikincilliği) de gözetilerek, öncelikle her meseleye ona ilişkin kanun hükümleri tatbik edilmeli; uygulanan kanun hükümlerinin adalete aykırı olabileceği bazı istisnai durumlarda da maddedeki kural, haksızlığı tashih edici bir şekilde uygulanabilmelidir.
    19. Dürüstlük kuralı, bir kimseden dürüst bir insan olarak beklenen davranışı ifade eder. Bir davranışın bu nitelikte olup olmadığı, toplumda geçerli ahlak ölçülerine gelenek ve göreneklere, karşılıklı uygulanagelen teamüllere ve hakları sağlayan ilişkilerin amacına göre tayin edilir. Diğer yandan, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığı belirlenirken; o kişinin hakkın kullanılmasında geçerli ve haklı bir yararının varlığı, hakkın kullanılmasının sağlayacağı yarar ile başkalarına vereceği zarar arasında aşırı oransızlığın olmaması, bir kimsenin kendi ahlaka aykırı davranışına dayanmaması ve uyandırılan güvene aykırı davranışta bulunmaması gibi ölçütler hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığını belirler (Oğuzman, M. K.: Medeni Hukuk-Temel Kavramlar, ... 1985, s. 154 vd). Kanun, kötüye kullanılan hakkın hukuk düzeni tarafından korunmayacağını belirtmiş olmakla beraber, bir hakkın ne zaman kötüye kullanılmış sayılacağı konusunda bir açıklamaya yer vermemiştir. Esasen, önceden hangi durumlarda hakkın kötüye kullanılmış sayılacağını belirlemek ve belirtmek mümkün de değildir. Daha önce de ifade edildiği gibi, dürüstlük kuralı ve hakkın kötüye kullanılması yasağı, hayatın sonsuz ihtimallerinin önceden öngörülerek, düzenlenmesindeki imkânsızlık sonucu oluşturulmuş kurallardır. Bu nedenle, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığının her somut olayda, olayın özellikleri dikkate alınarak hâkim tarafından belirlenmesi ihtiyacı ve gerekliliği vardır. Bununla beraber, belirli olguların varlığı bir hakkın kötüye kullanılmış olduğunun göstergesi olabilir. Nitekim hakkın kötüye kullanıldığının kabul edildiği olaylar göz önünde tutularak, hakkın kötüye kullanılmış olduğunu gösteren bazı olgular ortaya konulmaktadır. Ancak, hakkın kötüye kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesine yardım eden bu olguların, somut olayda bulunması kesin olarak bir hakkın kötüye kullanıldığını göstermeyeceği gibi, bulunmaması da hakkın kötüye kullanılmamış olduğu anlamını taşımaz (Dural/Sarı, s. 239). Bir başka anlatımla, kullanılan hak soyut değil somut olaylara dayanmalıdır. Eğer bir olayda, objektif iyi niyet kurallarına aykırılık varsa, burada hakkın kötüye kullanımı söz konusudur. Dolayısıyla her somut olayda, objektif iyi niyet kurallarına aykırılığın olup olmadığının kendi şartları içerisinde değerlendirilmesi gerekir. Hakkın kötüye kullanıldığı savunma olarak ileriye sürülmüş olmasa dahi bu husus def’i değil itiraz olarak kabul edildiğinden hâkim, dava dosyasından anlaşılan böyle bir durumu re’sen göz önüne almak zorundadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.11.1964 tarihli ve 1964/2-953 E., 1964/640 K. sayılı kararı ile 14.2.1951 tarihli ve 1949/17 E,. 1951/1 K. sayılı; 8.11.1991 tarihli ve 1990/4 E., 1991/13 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları).
    20. Bütün hakların kullanılmasında ve borçların ifasında uyulması gereken dürüstlük kuralı ve hakların genel sınırlarını oluşturan hakkın kötüye kullanılması yasağı, kamu düzeni ihtiyaç ve gerekleri nedeniyle konulmuş kurallardır. Bu nedenle, TMK’nın 2. maddesinin her iki fıkrası da emredici niteliktedir. Tarafların aralarındaki ilişkide dürüstlük kuralının ve hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanmayacağını kararlaştırmaları mümkün değildir. Dürüstlük kuralına veya hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı bir davranış, doğrudan hakkın mevcudiyetini ortadan kaldırdığından bir itiraz teşkil eder. Bu nedenle, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden hâkim, dürüstlük kuralına aykırı, hakkın kötüye kullanılması oluşturan davranışı tespit ediyorsa, ilgili tarafından ileri sürülmemiş olsa bile, kendiliğinden bunu dikkate almalıdır (Dural/Sarı, s. 243-244).
    21. Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davalı ile dava dışı Sedat Efeoğlu Pet. Nak. İnş. Tur. San. Tic. Limited Şirketi arasında araç satım işlemi gerçekleştirilmiş ve anılan satış işlemiyle ilgili olarak dava dışı şirket, davacıdan kredi kullanmıştır. Kullanılan kredi tutarının davalının banka hesabına gönderilmesi için davacıya gönderilen kredi havale talimatları sonrasında anılan kredi tutarı, davalıdan sadır olduğu iddia olunan 17.04.2008 tarihli “Kredilendirme Talimatı ve Erken Ödeme İçin Genel ... Taahhütnamesi” kapsamında davacı tarafından davalının banka hesabına gönderilmiştir. Ayrıca davalı ile dava dışı şirket arasındaki araç satışına ilişkin olarak düzenlenen 22.04.2008 tarihli ve 44841 sayılı faturanın alt kısmında; “... Bankası Davutpaşa Şubesi tarafından rehinlidir–SATILAMAZ” şerhi bulunmaktadır.
    22. Davacı tarafça davalıdan sadır olduğu iddia olunan 17.04.2008 tarihli ve “Kredilendirme Talimatı ve Erken Ödeme İçin Genel ... Taahhütnamesi” başlıklı taahhütname, BK’nın 110. maddesinde düzenlenen üçüncü kişinin fiilini taahhüt niteliğindedir. Anılan taahhütnamenin içeriğinde somut uyuşmazlığa ilişkin olarak; araç satımı için kullanılacak kredinin teminatlarının tesisi beklenmeksizin fatura ibrazı ve kredi kullananın havale talimatıyla davalıya aktarılacağı, ödemenin yapılmasıyla davacının talep ettiği teminatların sağlanarak en fazla üç ... günü içerisinde satılan araç üzerinde davacı lehine rehin tescilinin asli ve bağımsız yükümlülük olarak yüklenilip ... veren olarak taahhüt edildiği, anılan şartların ihlâli durumunda sözleşmenin devamındaki cezai şartın uygulanacağının hüküm altına alındığı anlaşılmaktadır. Ancak davalı tarafça anılan belgedeki imzanın şirket yetkililerine ait olmadığı savunularak imza inkârında bulunulmuş olmakla birlikte mahkemece yapılacak imza incelemesine esas olmak üzere sözleşmenin ıslak imzaları içeren aslı dosyaya temin edilememiştir. Davacı tarafından, taraflar arasında ihtilaf konusu olan 17.04.2008 tarihli dava konusu taahhütnamenin aslı sunulmamış ise de; taraflar arasında buna benzer birçok işlemin faks yoluyla yapıldığı, bu işlemlerde belge asıllarının bankaya gönderilmediği, taraflar arasında fiili uygulama neticesinde güvene dayalı olarak gerçekleşen bu işlemler nedeniyle faks yoluyla işlem yapılması hususunda yerleşmiş bir uygulamanın bulunduğu ve bunun aksini iddia etmenin objektif iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmüştür. Dava konusu taahhütname ile aynı içerikte olan ve 2008 ilâ 2011 yılları arasında muhtelif tarihlerde düzenlenerek faks yoluyla gönderilen taahhütname suretleri ile kredi havale talimat suretleri dosyaya sunulmuştur. Sunulan bu taahhütnamelerde davalı şirket kaşesi ve imzaları bulunmakta olup anılan belgelerin faks yoluyla gönderildiği anlaşılmaktadır.
    23. Davacı bankanın, bir güven kuruluşu olması nedeniyle var olan ağırlaştırılmış sorumluluğu gereği objektif özen yükümlülüğünü çok daha ağırlaştırılmış bir şekilde yerine getirmesi gerektiği kabul edilebilir ise de; bu tür bir sorumluluk, davacının açıkça dürüstlük kuralına aykırı davranışlar karşısında korumasız bırakılmasını gerektirmez. Zira taraflar arasında oluşan güven neticesinde araç satış işlemlerinde, kredi kullanımında ve bu krediye ilişkin olarak satılan araçlarla ilgili rehin tesisinde faks yoluyla işlem yapılması yönünde fiili anlamda yerleşik bir uygulamanın varlığının ispatı, davalı tarafça ileri sürülen savunmaların TMK’nın 2. maddesi gereği dürüstlük kuralına aykırı olarak hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesini gerektirecektir. Zira taraflar arasında bu yönde bir yerleşik uygulamanın benimsendiğinin belirlenmesi durumunda anılan fiili uygulamanın korunması dürüstlük kuralının gereği olup taraf iradelerinin benimsenen yerleşik uygulamadaki esaslar çerçevesinde yorumlanması, hakkaniyete uygun bir karar tesisi için zorunludur. Bu sebeple taraflar arasında faks yoluyla işlem gerçekleştirilmesi yönünde oluşan güven sonucu ortaya çıktığı iddia olunan yerleşik uygulamanın varlığını ispat, davalı tarafın savunmalarının TMK’nın 2. maddesinde düzenlenen objektif iyi niyet kuralına (dürüstlük kuralına) aykırılık teşkil ederek hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olup olmadığının tespiti bağlamında önem arz etmektedir.
    24. Bu itibarla mahkemece; taraflar arasında varlığı iddia olunan yerleşik uygulamanın tespiti için gerekli tüm araştırmanın yapıldığı belirtilmiş ise de; dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler nazara alındığında taraflar arasında varlığı iddia olunan yerleşik uygulamanın tespiti için sadece davalı kayıtları üzerinde yapılan incelemenin hüküm kurmaya yeterli düzeyde olduğu söylenemez. Zira davacı tarafça deliller arasında gösterilen banka kayıtları üzerinde; dava konusu araç satış işlemine ait 22.04.2008 tarihli ve 44841 sayılı faturanın alt kısmındaki “... Bankası Davutpaşa Şubesi tarafından rehinlidir–SATILAMAZ” şerhi ile bankacılık uygulamalarının bankaların kendi takdirinde olduğu yönündeki Türkiye Bankalar Birliğinin 22.07.2013 tarihli müzekkere cevabı nazara alınarak, ihtilaf konusu taahhütnameye benzer nitelikteki 2008 ilâ 2011 yılları arasında muhtelif tarihlerde düzenlenerek faks ile gönderilmiş taahhütnameler ve kredi havale talimatlarıyla ilgili işlemlerin ne şekilde yürütüldüğüne, bu işlemlerdeki rehin tesis süreçlerinde davalının katılımının bulunup bulunmadığına, satılan araçlar üzerine konulacak rehin için nasıl bir yol izlendiğine, 2008 ilâ 2011 yılları arasında muhtelif tarihlerde faks ile gönderilen dava konusu taahhütnameye benzer taahhütnameler ile kredi havale talimatlarının gönderildiği faks numaralarının ilgili dönemlerde davalı tarafça kullanılan ve banka nezdinde kayıtlı faks numaraları olup olmadığına dair bir inceleme ve araştırma yapılmamıştır.
    25. Bu hususlar yanında, dava konusu taahhütnamenin aslı dosyaya sunulmadığından imza incelemesi yapılamamış ise de; fotokopi üzerinde imza incelemesinin yapılıp yapılamayacağının sorulduğu 16.11.2012 tarihli müzekkereye Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesince verilen 10.12.2012 tarihli cevapta: fotokopi belgelerde çekim koşullarına bağlı olarak bazı unsurların kayba uğrayabileceği gibi bu tür belgelerin sair usullerle elde edilebilme olasılığının bulunduğu, ayrıca belgeye imza, yazı ya da artefakt gibi harici unsurlar eklenebileceğinden fotokopi belgeler üzerinde inceleme yapılması sakıncalı olduğu, genel olarak belge asılları üzerinde inceleme yapıldığı, ancak belge aslının bulunamaması ve bulunmadığının müzekkerede belirtilerek fotokopi belge üzerinde inceleme yapılması isteminin açıkça belirtilmesi ve söz konusu fotokopi belgenin orijinal belgeden çekilmiş fotokopi olduğunun kabulü hâlinde istem doğrultusunda, fotokopi belge üzerinde mevcut koşullar altında inceleme yapılarak sonuç bildirir rapor sunulabileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda bir önceki paragrafta anıldığı şekilde davacı kayıtları üzerinde yapılacak araştırmalar yanında karar verilmesi için gerekli kanaatin oluşumunda lüzum görüldüğü takdirde Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesince verilen 10.12.2012 tarihli müzekkere cevabı da ilgi tutularak dava konusu 17.04.2008 tarihli ve “Kredilendirme Talimatı ve Erken Ödeme İçin Genel ... Taahhütnamesi” başlıklı fotokopi belge üzerinde imza incelemesi yapılabilir. Ancak önemle belirtilmelidir ki; lüzum görüldüğü takdirde ihtilaf konusu fotokopi belge üzerinde yapılacak inceleme, taraflar arasındaki yerleşik uygulamanın varlığına yönelik iddianın değerlendirilmesinde tek başına hükme esas oluşturmaz. Bu kapsamda gerek duyulduğu takdirde fotokopi belge üzerinde yapılacak olan imza incelemesiyle elde edilen sonucun, yerleşik uygulamanın varlığına dair iddia yönünden yapılacak olan diğer araştırmalar sonucu elde edilen bilgilerle birlikte değerlendirilmesi gerekir.
    26. Neticeten, dava konusu araç satış işlemine ait 22.04.2008 tarihli ve 44841 sayılı faturanın alt kısmındaki “... Bankası Davutpaşa Şubesi tarafından rehinlidir–SATILAMAZ” şerhi, davacı tarafından dava konusu taahhütnameye benzer içerikli 2008 ilâ 2011 yılları arasında muhtelif tarihlerde faks yoluyla gönderilen belge içerikleri, bankacılık uygulamalarının bankaların kendi takdirinde olduğu yönündeki Türkiye Bankalar Birliğinin 22.07.2013 tarihli müzekkere cevabı ve dava konusu taahhütnamenin gönderildiği faks numarası ile davacı tarafından dosyaya sunulan 2008 ilâ 2011 yılları arasında muhtelif tarihlerde gönderilen benzer içerikli belgelerin gönderildiği faks numaraları nazara alınarak, taraflar arasında davacı tarafından ifade edildiği şekilde bir yerleşik uygulamanın varlığına yönelik iddia bakımından davacı kayıtları üzerinde araştırma yapılarak ve lüzum görüldüğü takdirde dava konusu Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesince verilen 10.12.2012 tarihli müzekkere cevabı ilgi tutularak dava konusu 17.04.2008 tarihli ve “Kredilendirme Talimatı ve Erken Ödeme İçin Genel ... Taahhütnamesi” başlıklı fotokopi belge üzerinde imza incelemesi yapılarak elde edilen tüm bilgiler çerçevesinde yapılacak değerlendirme sonrasında hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekmektedir.
    27. Hâl böyle olunca direnme kararının Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve nedenlerden bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

    IV. SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçe ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
    İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
    Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.07.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi