Esas No: 2019/5869
Karar No: 2020/6313
Karar Tarihi: 15.12.2020
Danıştay 10. Daire 2019/5869 Esas 2020/6313 Karar Sayılı İlamı
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/5869
Karar No : 2020/6313
TEMYİZ EDEN (DAVACI) : …
VEKİLİ : Av. …
TEMYİZ EDEN (DAVALI) : … Bakanlığı / …
VEKİLİ : I. Hukuk Müş. Yrd. …
İSTEMLERİN KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi'nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı tarafından, 10/10/2015 tarihinde Ankara Garı önünde yaşanan iki büyük patlamada yaralanması sonucu maruz kaldığını ileri sürdüğü manevi zararın tazmini istemiyle yaptığı 09/12/2015 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile 125.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile birlikte hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülen davalı idarece ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesince; davalı idare tarafından olayın bir terör saldırısı olduğunun belirtildiği, canlı bomba ile gerçekleştirilen patlama olaylarının çok sayıda vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu, 5233 sayılı Kanun uyarınca uğranılan maddi zarar nedeniyle davacıya maddi tazminat ödenmesine de karar verildiği göz önüne alındığında, olay nedeniyle yaralanan davacının yaşadığı elem ve üzüntü sebebiyle oluşan manevi zararının ilgili mevzuat hükümleri ve hukuki değerlendirmeler ışığında sosyal risk ilkesi uyarınca idarece tazmin edilmesi gerektiği, terör eyleminden dolayı ortaya çıkan manevi zarar sebebiyle hükmolunacak manevi tazminatın duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda ve zenginleşmeye yol açmayacak miktarda saptanması gerektiği, davacının dava konusu olay nedeniyle duymuş olduğu acı ve üzüntü ile orantılı olarak takdiren 5.000,00 TL manevi tazminatın yerleşik Danıştay içtihatları ile kabul edildiği üzere davalı idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idarece davacıya ödenmesi gerektiği sonucuna varılmış, fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin yerinde görülmediğine, davacı tarafından manevi zararın tazmini istemiyle yapılan 09/12/2015 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istenilmiş ise de; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 13. maddesine göre, idari eylemlerden doğan tam yargı davalarında idareye başvurarak ön karar alınmasının zorunlu olduğu, ancak böyle bir ön karar alındıktan sonra tam yargı davası açılabildiği, ancak, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi kapsamında yapılan başvurunun reddedilmesine ilişkin işlemin idari davaya konu olabilecek nitelikte bir işlem olmaması nedeniyle, anılan Kanun'un 13. maddesi uyarınca yapılan başvuru üzerine açılan tam yargı davasında başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali isteminin incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle tazminat talebinin zımnen reddine ilişkin işlemin iptali isteminin incelenmeksizin reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesince; Mahkeme kararının hukuka ve usule uygun olduğu, taraflarca ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği gerekçesiyle istinaf başvurularının reddine karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI : Davacı vekili tarafından, olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, manevi tazminat miktarının hizmet kusuruna dayalı takdir edilmesi gerektiği, belirlenen tazminatın yetersiz olduğu, müvekkilinin yakınlarının yaşanan olay nedeniyle büyük yıkım ve travma yaşadıkları, müvekkilinin psikiyatrik tedavi gördüğü, manevi tazminata dava tarihi itibarıyla faiz işletilmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Davalı İçişleri Bakanlığı tarafından, olayın davacı ve diğer göstericilerin kendi idarelerine ve Valiliğe haber vermeden kanunsuz yürüyüş yapmak için toplandıkları bir alanda meydana geldiği, bu nedenle davalı idarenin sorumlu tutulamayacağı, idarenin ancak ağır hizmet kusurunun tespiti halinde sorumlu olduğu, belirlenen manevi tazminatın fahiş olduğu ileri sürülmektedir.
TARAFLARIN SAVUNMALARI : Davacı tarafından savunma verilmemiştir.
Davalı … Bakanlığı tarafından, davacının temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Temyiz istemlerinin reddi ile usul ve hukuka uygun olan Bölge İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
Dosyanın ve aynı olaya ilişkin temyiz dosyalarının birlikte incelenmesinden; 10/10/2015 tarihinde Ankara Tren Garı’nda meydana gelen patlamalar nedeniyle zarara uğrayan davacılar tarafından, olayın engellenememesi ve sonrasında zararın büyümesi, kayıpların artması sonucunu doğuracak şekilde davalı idarenin / idarelerin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülmüş, ancak İdare Mahkemeleri ve Bölge İdare Mahkemesi tarafından olayda davalı idarenin / idarelerin hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varılmış, davacılar tarafından dosyalarda bulunan olaya ilişkin bilgi ve belgelerin değerlendirilmediği, temyiz aşamasında da hizmet kusuruna ilişkin iddiaları devam ettiğinden Dairemizce öncelikle bu hususa ilişkin ve davacıların temyiz iddiaları doğrultusunda olay öncesi, olay esnası ve olay sonrası olarak süreç değerlendirilmiştir.
Dava konusu olayın bir terör olayı olduğu açık olmasına rağmen, bu terör olayında idarenin hizmet kusuru/ kusursuz sorumluluğunun bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Dairemizin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.
Bu nedenle öncelikle idarenin / idarelerin olay öncesi genel güvenlik hizmetlerine ilişkin kusuru / kusursuz sorumluluğunun tespiti için olay öncesinde olaya ilişkin ihbar veya istihbari bilgi ve belge olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Olay öncesinde ve olaya ilişkin istihbari bilgi belge var ise idarenin bu konuda özel bir önlem almaması neticesinde oluşan zarardan hizmet kusuru ilkesi uyarınca sorumlu tutulacağı açıktır.
İncelenen dosyalarda İdare Mahkemeleri tarafından yapılan ara kararlar üzerine dosyalara giren bilgi ve belgelere göre; ... İdare Mahkemesinin E: … sayılı dosyasından yapılan ara karar üzerine Ankara Valiliği Emniyet Müdürlüğü’nce Hukuk İşleri ve Soruşturma Şube Müdürlüğüne hitaben 27/04/2017 tarihli yazı ve yine Emniyet Müdürlüğünce Asayiş Şube Müdürlüğü’ne hitaben 01/11/2016 tarihli yazı ile Şube Müdürlüğüne ve Nöbetçi Büro Amirliğine konuya ilişkin ihbarda bulunulmadığı belirtilmiştir.
... İdare Mahkemesinin bir kısım kararlarında; TEM Daire Başkanlığı’nın 14/09/2015 tarih ve 46477 EBYS sayılı Ankara ve 47 İl Emniyet Müdürlüğü TEM Şube Müdürlüklerine gönderildikleri anlaşılan DEAŞ’ın ülkemize yönelik uluslararası ses getirecek çapta büyük bir eylem yapma kararı aldığı, bu eylemle ilgili olarak seçtiği grubu Suriye Deyr-ez Zor’da bulunan bir kampta özel eğitime tabi tutmaya başladığı, planlanan eylemin uçak/gemi kaçırma ya da miting/kalabalık yerde aynı anda çok sayıda canlı bomba patlatma şeklinde kompleks bir eylem olabileceği içerikli yazının, İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliği tarafından hazırlanan … tarih ve Ö.B…, T.E…., A.A…., E.K…. sayılı Ön İnceleme Raporunda toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ilişkin emniyet tedbirlerinin planlamasını yürüten Güvenlik Şube Müdürlüğü ile paylaşıldığına dair bir belge bulunmadığı, TEM Şube Müdürlüğünce diğer istihbari bilgilerin neredeyse tamamına yakınında emniyet müdürlüğünün diğer birimlerine tamim yapıldığı halde bu istihbari bilginin TEM Şube Müdürlüğünce emniyet müdürlüğünün diğer birimlerine de tamim edildiğine dair bir belge sunulmadığı tespitleri yapılarak ilgili personel tarafından bahse konu istihbarat bilgisinin üst amirler ile paylaşılmamasının en azından bir ihmal olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin adli makamlarca soruşturulmasında kamu yararı bulunduğu şeklinde değerlendirme yapıldığı belirtilerek yaşanan patlama olayını da kapsayacak şekilde elinde yakın tarihli istihbari bilgi bulunan idarenin, önceki standart uygulamasından dahi ayrılarak, bu bilginin ilgili birimlere iletilmesi, güvenlik tedbirlerinin alınması noktasında gerekli ve yeterli hassasiyeti göstermediği ve bu suretle hizmet kusuru bulunduğu sonucuna ulaştığı görülse de; söz konusu yazıdan davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için elde edilen istihbari bilginin yer, zaman, kişi unsurlarından bir ya da bir kaçının belirtmesi ya da ihbar ile olay öğrenildiği halde idarenin önlem almadığı durumlarda söz konusu olacağı değerlendirildiğinde; söz konusu olayda elde edilen istihbari bilginin somut, açık bir bilgi içermediği, zaman ve kişi yönünden de bilgi bulunmadığı, bu nedenle bu belgeyi olaya ilişkin bir istihbarat olarak kabul etmenin mümkün olmadığı, yukarıda da belirttiğimiz üzere Emniyet birimlerinin olay öncesinde olaya ilişkin herhangi bir ihbarın bulunmadığına ilişkin yazıları da gözönünde tutularak olay öncesine ilişkin idarenin hizmet kusurundan söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Davacıların miting esnasında güvenlik tedbirleri yönünden davalı idarenin/idarelerin diğer mitinglerde yapmış oldukları rutin uygulamaları yapmadıkları, olay yerinde yeterli personel bulunmadığı, toplanma alanı olan Gar önüne girişte üst aramalarının yapılmadığı, şehre girişte araçların aranmadığı, kontrol edilmediği yolundaki iddiaları hakkında; yukarıda da belirttiğimiz İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişliğinin 25/02/2016 tarihli Ön İnceleme Raporu ve 23/10/2015 tarihli Olay Tutanağı ve Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğünün 08/10/2015 tarihli mitinge yönelik “Emniyet Tedbirleri” konulu yazılarının birlikte değerlendirilmesinden; mitingde 2044 personelin görev aldığı, Emniyetin miting ile ilgili olarak Tren Garı, yürüyüş güzergahı, Sıhhiye Meydanında güzergah ve alan bomba aramaları yaptığı, Sıhhiye Meydanı’na açılan yollarda arama noktaları oluşturduğu, ... Sulh Ceza Hakimliğinden önleme araması için araç, üst, eşya arama izni alındığı, ilk toplanma noktası olan Tren Garı’nda 127-129 emniyet memurunun görev yaptığı, Ön İnceleme Raporuna göre; son 10 yılın verilerine göre Güvenlik Şube Müdürlüğü’nün önceki yıllarla ilgili dijital ortamda tutulan emniyet tedbiri kayıtlarından açık hava toplantılarında toplanma yeri ile ilgili herhangi bir genel aramanın yapılmadığı, olayın meydana gelmesinin Gaziantep ilinden çıkış ile eylemin yapıldığı an itibarıyla 12 saat içinde, örgüt mensuplarının Ankara il merkezine girdikten sonra 50 dakika içinde, ikinci taksiden indikten sonra 5-6 dakika içinde gerçekleştiği, personel sayısının yeterli olduğu hususlarının değerlendirildiği görülmüştür. Ayrıca dosyalarda yer alan bilgi ve belgelerde emniyete mensup 9 personelin olaylarda yaralandığı görülmüştür. Tüm bu bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesi neticesinde olay öncesinde ve esnasında davalı idareler tarafından gerekli emniyet tedbirlerinin alındığı, önleyici ve güvenliğe yönelik bomba, alan aramalarının yapıldığı idarenin bu hususlara ilişkin hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Davacıların olay sonrasında sağlık hizmetlerinin geç ulaşması, emniyet mensuplarının gaz ve diğer şekillerdeki müdahaleleri, Türk Tabibler Birliği Raporu’nun ve Ankara Barosu Avukatlarının Olay Yeri Tespit Tutanaklarının değerlendirilmemesi yönündeki iddiaları hakkında ise; olay sonrasında Ankara Milletvekili Murat Emir tarafından verilen Yazılı Soru Önergesi’ne cevaben Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü tarafından Sağlık Bakanlığı Acil Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ne hitaben 7/2016 sayılı Yazılı Soru Önergesi konulu yazıda olay öncesinde Tren Garında 1 adet tam teçhizatlı acil yardım ambulansı, (Mithatpaşa) Sağlık Bakanlığı önünde 2 adet tam teçhizatlı acil yardım ambulansının hazır bekletildiği, olay sonrasında ilk aşamada 24 acil yardım ambulansının görevlendirildiği, toplamda biri çoklu ambulans (4 hasta taşıma kapasitesi bulunan) olmak üzere 57 tane 112 Acil Yardım Ambulansı ve 5 tane özel ambulansın görevlendirildiği, ilk 6 dakika içinde 12 ambulansın olay yerine ulaştığı, olay yerinin hastanelere yakın olması nedeniyle birçok defa olay yerinden hastanelere yaralı sevk edildiği, 65 dakika içinde olay yerinde hiç yaralının kalmadığının belirtildiği, Ankara Valiliği Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı 112 Acil Çağrı Merkezi Müdürlüğü’nün 29/04/2016 tarihli yazısında 10.05.53’te ilk çağrının yapıldığı, vaka formunun 10.06.26’da düzenlendiği (çağrının başlangıcından 33 saniye sonra), eş zamanlı olarak 112 Acil Çağrı Merkezi Sağlık, Emniyet ve İtfaiye Çağrı Yönlendirme masalarına aktarıldığı, söz konusu olaya ilişkin herhangi bir iletişim aksaklığının yaşanmadığının belirtildiği, olay sonrasında emniyet mensuplarınca biber gazı kullanıldığı iddiaları hakkında ise gaz kullanımının bu konuda sertifikalı güvenlik görevlileri tarafından gerekli görüldüğü için yapıldığı, Ön İnceleme Raporun’nda “Gaz kullanımı hakkında soruşturma izni verilmemesi” gerektiği yönünde raporlama yapıldığı, Türk Tabibler Birliği ve Ankara Barosu Avukatlarının rapor ve olay yeri tutanakları dosyalardan incelenmiş ancak Türk Tabibler Birliği’nin miting için başvuruda bulunan grup içerisinde, Ankara Barosu Avukatlarının da sivil toplum örgütleri içinde kortejde görevli oldukları dolayısıyla olayda zarar gören taraf yanında yer aldıklarından, belirttikleri hususlar iddia olarak değerlendirilmiş, objektif ve tarafsız görüş olarak dikkate alınamamıştır. Tüm bu hususların birlikte değerlendirilmesi neticesinde idarenin olay sonrasında emniyet tedbirleri ve sağlık hizmetleri yönünden hizmet kusurunun bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Dosyanın incelenmesinden; Ankara Tren Garında meydana gelen terör olayı neticesinde oluşan zararda idarenin / idarelerin kusuru veya kusursuz sorumluluğunu gerektirecek herhangi bir işlem ya da eylemi olmadığı görülmekte olup, 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi kapsamında, davalı idare/idarelerin olayın meydana gelmesinde hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluğu bulunmadığına karar verilmiştir.
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Tarafların temyiz istemlerinin reddine,
2. Temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçe ile ONANMASINA,
3. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 50. maddesi uyarınca, bu onama kararının taraflara tebliğini ve bir örneğinin de … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesine gönderilmesini teminen dosyanın, … İdare Mahkemesine gönderilmesine, 15/12/2020 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.
(X) KARŞI OY:
Davacı tarafından, 10/10/2015 tarihinde Ankara Garından meydana gelen patlamalar nedeniyle manevi tazminat istemli dava açılmıştır. Daire kararında; her ne kadar olayda idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinden birinin bulunmadığı, tazminata sosyal risk ilkesine dayalı olarak karar verildiği gerekçesine yer verilmişse de, temyize konu kararın dayanağı olan sosyal risk ilkesinin, kusursuz sorumluluk hallerinden biri olduğu dikkate alındığında, kusursuz sorumluluğa dayalı sosyal risk ilkesi kapsamında zararın karşılandığı hususunun kabulüyle Daire kararı gerekçesine belirtilen yönden katılmıyorum.
(XX) KARŞI OY :
10 Ekim 2015 günü Ankara Garında düzenlenen miting öncesinde terör saldırısı sonucu yaralanan davacı tarafından uğradığı iddia edilen zararın tazmini amacıyla manevi tazminat davası açılmış bulunmaktadır.
Meydana gelen olayda idarenin hizmet kusuru bağlamında sorumlu tutulmasını gerektirecek herhangi bir husus tespit edilemediğinden, temyize konu kararda manevi tazminat sosyal risk ilkesi kapsamında takdir edilerek hükme bağlanmıştır. Çoğunluk kararıyla da, olayda kusur ve kusursuz sorumluluk sebeplerinin bulunmadığı ve zararı meydana getiren olayın terör olayı niteliğinde olduğu yolunda gerekçe eklenerek karar onanmıştır.
Terör eylemlerine muhatap olan kişilerin uğradıkları olağanüstü ve ciddi zararların idare tarafından karşılanmasının sorumluluk hukuku çerçevesinde kabul edilmesi, mağdurların sadece toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle bu saldırılara maruz kalmış olmalarına dayandırılmaktadır. Ortaya çıkan zararın belirtilen nedenle idare tarafından karşılanması suretiyle tüm topluma pay edilmesi esası öncelikle yargı içtihatlarıyla geliştirilen ve daha sonra da yasa kapsamında düzenlenen "sosyal risk" ilkesi ile tazminat hukukumuzda yerini almıştır. Esasen bu ilke ile idarenin görünür ve belirgin herhangi bir eylemi olmadığı halde terör örgütlerinin saldırısından kaynaklanan zararların tazmini öngörülmektedir.
İdarenin eylem ve işlemleri ile verdikleri zararlardan sorumlu tutulması yolundaki genel kuralın istisnasını teşkil eden bu ilkenin, her türlü terör olayına aynı koşullarla yeknesak şekilde uygulanması, idarenin mali sorumluluğunu farklı şekillerde etkileyebilecek olaylarda aynı tazminat tutarlarına hükmedilmesi kuşkusuz hak ve adalet terazisinde bir dengesizliği beraberinde getirecektir. Yine sosyal risk ilkesinin uygulanmasında doğrudan her türlü terör olayında hizmet kusuruna bağlı sorumluluk kapsamında öngörülen miktarların esas alınarak kusur sorumluluğunun mevcut olduğu olaylarla ilgili tazminat davalarından hükmedilecek tazmin tutarları yönünden ayrıştırılmaması da aynı ölçüsüzlüğü getirecektir. Bu itibarla, genel hükümlere dayanılarak açılan tazminat davalarında idare aleyhine hükmedilecek tazminat tutarlarının uyuşmazlık konusu olayın koşul ve özelliklerinin değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Belirtilen bağlamda dava konusu olay irdelendiğinde, idarece önceden haberdar olunan ve aksi belirtilmediğine göre yasal prosedürler içinde verilen izin doğrultusunda düzenlenen mitingin hazırlık safhasında, katılımcıların toplanmaya başladığı sırada terör saldırısının meydana geldiği anlaşılmaktadır. İdarenin bu durumu önceden öngörmesinin herhangi bir istihbari bilginin olmaması nedeniyle mümkün bulunmadığından hizmet kusurundan söz edilemeyecek ise de; idarenin izni doğrultusunda, gözetim ve denetimi altında gerçekleştirilen bir toplantı söz konusudur. Bu mitinge iştirak edenlerin illegal biçimde toplandıkları iddia edilmediğine göre miting mahalli veya bu mahalle girişte kullanılan yerlerin korunması hususunda kamuya güven duymaları beklenir. Bu kamuya yönelen sosyal güvenin gereği gibi karşılanarak korunması sosyal hukuk devletinin vazgeçilmez görevleri arasındadır. Ayrıca somut ve yoğun bir güvenlik hizmeti gereksinimi olan, idari gözetim ve denetim altında olması umulan söz konusu yerde meydana gelen terör saldırısından kaynaklı zararla idare arasındaki illiyetin bu nitelikte olmayan olaylara göre daha belirgin olması, sosyal risk ilkesinin uygulanmasında farklı tazmin yöntemlerinin uygulanması gereğine işaret etmektedir. Sosyal risk ilkesi kapsamında tazmin esas ve koşulları yönünden farklı yaklaşımı zorunlu kılan bahis konusu nitelik farkının bir ilke başlığı altında tanımlanması ihtiyacı bulunmaktadır. Sosyal risk ilkesinin uygulanmasında 5233 sayılı Yasa'da öngörülen hesaplama yöntemine göre belirlenen maktu tutarların dışında gerçek zararın tazmininin gerektiği bu ilke "Kamusal sosyal güven/güvenlik" ilkesidir. Devletin varlık nedenini oluşturan hizmetlerin bir gereği olarak fiziki olarak yer aldığı, hizmetini örgütlediği ve yürüttüğü kamu binaları, kamunun izni üzerine düzenlenen idari gözetim ve denetimi altında bulunan toplantı ve miting alanları v.b. mahaller toplumun kamuya güveni nedeniyle kendini güvence altında hissettiği veya hissetmesi gereken, tabiiyet ilişkisine meşruiyetini veren yerler olup, idare yönünden de bu alanlar hassas konumları nedeniyle somut ve yoğun güvenlik hizmetinin sunulması gereken ve idarenin hami ve garantör olarak yer aldığı yerlerdir. Bu özellikteki yerlerde terör nedeniyle meydana gelen zararların karşılanmasında daha sıkı olan illiyet bağının tazminatın takdirinde göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Danıştay içtihatlarında sosyal risk ilkesi kusursuz sorumluluk kapsamı dışında değerlendirilmekte ise de bunun tazmine konu olayın idare ile olan illiyet bağına göre yapılan kategorik bir sınıflandırma olduğu, öğretide ise sosyal risk ilkesine esasen idarenin kusurunun olmadığı sorumluluk türleri arasında yer verildiği görülmekte olup, yukarıda tanımı yapılan "kamusal sosyal güven/güvenlik ilkesi" nin de idarenin terör olaylarına bağlı tazmin sorumluluğunda kusursuz sorumluluk kapsamında, maddi tazminat yönünden yasada öngörülen hesaplama yöntemlerine göre tazminat tutarlarının belirlendiği sosyal risk ilkesinden ayrışarak gerçek zarar tutarının karşılanmasını gerektiren, manevi tazminat yönünden de idare ile olan daha sıkı illiyet bağının dikkate alındığı bir ilke olarak uygulanması gereği bulunmaktadır.
Bu durumda, dava konusu olayda sosyal risk ilkesinden önce idarenin kusursuz sorumluluk hükümleri çerçevesinde sorumluluğuna başvurulması ve bu doğrultuda yukarıda açıklanan ve olaya uygulanması gereken sorumluluk ilkesinin niteliği göz önünde bulundurularak tazminat tutarının belirlenmesi gerektiğinden, sosyal risk ilkesinden önceki sorumluluk türleri yönünden bir değerlendirme içermeyen temyize konu kararın bozulması gerektiği görüşüyle idarenin kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı yönündeki ek gerekçe ile kararın onanması yönündeki çoğunluk kararına katılmıyorum.