Taraflar arasında görülen davada;
Davacı Hazine, davalıya ait .parsel sayılı taşınmazın kıyı kenar çizgisi dahilinde kaldığını ileri sürerek, bu kısmın tapusunun iptali ile kıyı kenar çizgisi içersinde kalan kısma davalının elatmasının önlenmesi ile muhtesatların yıkımı isteklerinde bulunmuştur.
Davalı, daha önce taraflar arasında görülen 1979/72 Esas sayılı davanın kesin hüküm teşkil ettiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davalıya ait taşınmazın kısmen kıyı kenar çizgisi kapsamında kaldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile davalının ..parselinin kıyı kenar çizgisi kapsamında kalan 105.95 m2’lik kısma elatmasının önlenmesine, bu yerdeki muhtesatların yıkımına, 105.95 m2’lik kısmın tapusunun iptali ile terkinine karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi aporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
-KARAR-
Davacı Hazine, davalıya ait ..parsel sayılı taşınmazın, kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek, taşınmaza ilişkin sicil kaydının terkini, elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerinde bulunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile 105.95 m2 lik bölüm için sicilin terkinine, elatmanın önlenmesine ve bu bölüm üzerinde yer alan muhdesatın yıkımına karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Hazine tarafından, davalının bayii aleyhine Edremit Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 1979/72 esas sayılı davada keza aynı iddia ile (çekişmeli taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kumsal alanda kaldığı iddiasıyla) elatmanın önlenmesi ve yıkım istenildiği; yargılama ve keşif sonucu o tarihte yürürlükte bulunan yasaya göre idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi uygulanmak suretiyle 1 m2 lik bölüme hasren kabul kararı verildiği; hükmün temyiz edilmeyerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır.Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar.Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edilmiştir.Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur.Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir.Bu itibarla, tarafları,mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan g eçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüylede kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadı Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237.maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulur.Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.
Somut olayda, önceki davada davalı, tespite esas alınan ve davalı tarafa ait tapu kaydına dayanılmış ve fakat eldeki davada bu kez davalının çap kaydına karşı elatmanın önlenmesi, sicil kaydının terkini, yıkım istenilmiş ise de, her iki davada da müddeabih diğer bir deyişle davanın konusu olan şey (eşya) aynıdır. "... ikinci davada verilecek karar, kesin hüküm teşkil eden ilk kararın hüküm altına aldığı sonuçları haleldar ediyorsa o takdirde kesin hüküm var demektir... kesin hüküm asla bağlı olan mütemmüm cüz"e de şamil olacaktır..." (4.H.D. 16.4.1979 tarih 10079/5148 Y.K.D. 1980/4)
Diğer yönden, davanın sebebinden kasdedilen anlamının, davacının dayandığı maddi vakıalar olduğu uygulama ve öğretide ittifakla benimsenen bir görüştür. Olayımızda her iki davada da çekişmeli yerin kıyı kenar içerisinde olduğu iddia edilmiştir.
Açıklanan ilkeler doğrultusunda, somut olaya bakıldığında, kesin hüküm oluşmadığı düşünülebilir ise de, mahkemece önceden verilen 31.12.1979 tarih 72/603 sayılı ilamla belirlenen ve çekişmeli taşınmazın yalnızca 1 m2 lik bölümünün kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığına ilişkin maddi ve hukuksal olgunun taraflar için kesin delil teşkil edeceği kabul edilmelidir.
Hal böyle olunca, anılan ilam nazara alınarak sicil kaydının terkini, elatmanın önlenmesi ve yıkım kararı verilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenden ötürü HUMK."nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.3.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
- KARŞIOY-
Davacı lehine, davalı adına tapuda kayıtlı 3211 sayılı parselin bir kısmının kıyı şeridi ve kumsal saha içinde kaldığını, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu bölümün davalı adına olan tapusunun iptali ile elatmanın önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davanın kabulü ile krokisinde A, B, C, D harfleri ile gösterilen bölümlerin 28.11.1997 tarih 5/3 Sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca belirlenen (toplam 105.95 m2 ) kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı gerekçesiyle kayıttan terkinine karar verilmiştir.
Daire çoğunluğu kesin hüküm bulunduğu değinerek bozma doğrultusunda karar oluşturmuştur. Dosyaya getirtilen kesin hüküm olduğu kabul edilen dava dosyası incelendiğinde; daha önce Hazine tarafından eldeki davalının bayiii aleyhine elatmanın önlenmesi davası açılmış, o davada davalının inşaa ettiği binanın bir bölümünün Hazineye ait kumsal alanda kaldığını ileri sürerek tecavüzün önlenmesini istemiştir.
Mahkemece, parselasyon krokisinde .. parsel olarak gösterilen bölümdeki 1m2 kısmının tecavüzlü olduğu saptanarak yıkımına ve vaki tecüvüzün önlenmesine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Esasen, asliye hukuk mahkemesinde görülen elatmanın önlenmesi davasında, eldeki davada dayanılan kadastral çap oluşmamış (çap kaydının sicile yansıması 26.2.1981 dir) tesbite esas alınan tapu kaydına göre uygulama yapılmıştır.
Eldeki davanın davalısı çap kaydını 18.7.1994 tarihinde satın alarak yeni malik durumuna geçmiştir. Getirtilen kayıt örneği incelendiğinde, arsa vasfında olduğu ve üzerinde muhdesat bulunmadığı da görülmektedir.
Her iki dava birlikte incelendiğinde, önceki dava Kumsala yapılan tecüvüzlü yapı ile ilgili elatmanın önlenmesi, eldeki dava ise kadastro ile oluşan .. sayılı parselin kıyı kenar çizgisi içinde kalan bir bölümünün iptal ve tescili ile bu bölüme yapılan elatmanın önlenmesidir. Eldeki dava bir anlamda kadstro tesbitine itiraz niteliğinde bir davadır. Hazine, nizalı (çekişmeli) taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürmek suretiyle dava açtığına göre olayda 3402 sayılı yasanın 12/3 maddesinde yazılı 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaz. Zira Yargıtay"ın yerleşik uygulamalarına göre kamu niteliğindeki taşınmazlarda 10 yıllık hak düşürücü süre uygulanmamaktadır.
Öte yandan, kesin hükümden sözedilebilmesi için HUMK."nun 237.maddesine göre davanın tarafları, konusu ve sebebinin aynı olması zorunludur.
Önceki davanın konusu elatma oludğu halde, eldeki dava tapu iptal ve tescil isteğine, bunun sonucu olarak elatmanın önlenmesine ilişkindir. Halefiyet yoluyla taraf birliği satın alan davalı kişi yönünden mevcut ise de; davanın konusu ve hukuki sebebi ayın değildir. Bu bakımdan kesin hükümden bahsedilemez. Ayrıca, önceki davada uzman bilirkişi aracılığı ile kıyı kenar çizgisi 26.11.1997 tarih 5/3 inançları birleştirme kararı irdelenmek suretiyle 3621 Sayılı Yasanın 5.maddesine göre belirlenmediği için güçlü delillerden de sözetme olanağı yoktur.
Öte yandan, yukarıda değinildiği gibi davalı taşınmazı arsa niteliği ile boş olarak satın almıştır. Satın almadan önceki yapıdan kaynaklanan elatmanın önlenmesi davasından istifade etmesi de mümkün değildir. Ayrıca, elatmanın önlenmesi davaları kural olarak kesin hüküm oluşturmazlar.
Bilindiği üzere, Medeni Kanunun 683.maddesi, bir şeye malik olan kimse hukuk düzeninin sınırları içinde o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir" hükmünü öngörmüştür.
Öğretide özet olarak (... Zilyet bulunmayan malikin; malik olmayan zilyet aleyhine açtığı davadır...) şeklide tanımlanan istihkak davasında kuşkusuz kesin hüküm oluşabilir. Dr.Suat Bertan; Ayni Haklar adlı eserinin 296.sahifesinde bu konuya değinerek (... muhkem kaziye vardır denilebilmesi için, istihkak davası sonunda verilen hüküm ile yalnızca bir malın davacıya teslimi gerektiğinin veya hukuki bir sebepten dolayı o malın davacıya teslim edilmesi gerekmediğinin o davanın tarafları arasında muhkem kaziye halini alması gerekir...) Görüşünü ifade etmektedir. Öte yandan, müdahale yenilendikçe veya sürüp gittikçe, mal sahibi mülkiyet hakkını korumak için müdahalenın önlenmesini isteyebilecektir. Hal böyle olunca, yukarıda açıklandığı şekilde, olayda kesin hüküm bulunmadığı gibi önceki dosyada saptanan olguların da güçlü delil olarak kabul edilemeyeceği, çekişmeli bölümün kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığının uzman bilirkişiler aracılığı ile keşfen saptandığı, kadastroya bağlı çap kaydının, ölçeksiz (nirengisi, poligonu, röperi olmayan) çap öncesi kayda göre yapılmış parselasyon haritası ile çakıştırılmasının mümkün olamayacağı kadastro öncesi eski tapu kayıtlarının delil durumuna düşüp işleme tabi kayıt niteliğini kaybettikleri ortada bir kesin hükmün varlığından sözedilemeyeceğine göre, elatmanın önlenmesi davasındaki ifrazla oluşan parselasyon kayıtlarına değer verilmeyeceği, sonuç itibariyle 3621 Sayılı Yasanın 5.maddesi gözetilerek kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı belirlenen temyize konu bölümlerin kayıttan iptal edilerek kıyıya terkedilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, bu nedenle yerel mahkeme hükmünün yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ile sayın çoğunluk görüşüne katılmıyorum.