Abaküs Yazılım
Ceza Genel Kurulu
Esas No: 2015/1172
Karar No: 2019/600

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2015/1172 Esas 2019/600 Karar Sayılı İlamı

Ceza Genel Kurulu         2015/1172 E.  ,  2019/600 K.

    "İçtihat Metni"


    Kararı Veren
    Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 23. Ceza Dairesi
    Mahkemesi :Ağır Ceza
    Sayısı : 344-453


    Sanıklar ... ve ... hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanıkların, TCK"nın 158/1-e-h, 52/2 ve 53/1. maddeleri uyarınca ayrı ayrı 3 yıl hapis ve 20.944 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve hak yoksunluklarına ilişkin Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.12.2011 tarihli ve 344-453 sayılı hükümlerin sanıklar müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 23. Ceza Dairesince 05.10.2015 tarih ve 2484-4699 sayı ile;
    "...Sanıklar ... ve ..."ün, S.S. Bağıvar Beldesi Karpuzlu Mah. Tarımsal Kalkınma Koop. yönetim kurulu başkanı oldukları ve müşterek imzayla kooperatifi temsil ve idareye yetkili oldukları, kooperatifin icra ettiği faaliyetler çerçevesinde sanıkların ortaklar sözleşmesi ile katılanların bilgi ve rızası olmaksızın imzalarını taklit etmek sureti ile katılanlar adına tarım il müdürlüğünden kredi çekerek haksız menfaat temin ettikleri anlaşıldığından nitelikli dolandırıcılık suçunun oluştuğuna yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.
    Sanıkların 14.02.2007 ve 29.08.2007 tarihli ortaklık sözleşmeleriyle katılanlar ... ve ..."a karşı dolandırıcılık suçlarını işledikleri bu itibarla bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik zamanlarda katılanlara karşı aynı suçu birden fazla işlemeleri nedeniyle her iki suçta da TCK"nın 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi karşı temyiz olmadığından,
    5237 sayılı TCK"nın 158. maddesinin 1. fıkrasının (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde belirtilen nitelikli hâllerde suçtan elde edilen haksız menfaati belli ise; TCK"nın 52. madde hükmü de gözetilmek sureti ile haksız menfaatin iki katından az olmayacak şekilde temel adli para cezası aynı Kanun"un 61. maddesi uyarınca gün olarak belirlenerek artırım ve indirimler gün üzerinden yapıldıktan sonra, ortaya çıkacak sonuç gün sayısı ile bir gün karşılığı 52/2. madde hükmü gereğince 20-100 TL arasında takdir edilecek miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının belirlenmesi gerekirken doğrudan elde edilen haksız menfaatin iki katı esas alınmak suretiyle eksik ceza tayini,
    Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun"un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK"nın 321. maddesi uyarınca bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun aynı Kanun"un 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, (1) numaralı hüküm fıkrasından adli para cezasına ilişkin "100 gün", "2.000 TL", "20.944 TL" ibarelerinin çıkartılması ve yerine sırası ile temel gün adli para cezasının "1047" gün ve sonuç adli para cezasının "TCK 52/2. maddesi ile günlüğü 20 TL den 20.940 TL adli para cezasına çevrilmesine" ifadeleri eklenmesi," suretiyle hükümlerin düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
    Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 26.10.2015 tarih ve 100689 sayı ile;
    "...Aleyhe temyiz bulunmayan somut olayda nitelikli dolandırıcılık suçundan tayin olunan 100 gün adli para cezasının 1047 güne çıkartılması suretiyle düzeltilerek onama yapılıp yapılamayacağı hususu itirazımızın özünü oluşturmaktadır.
    Konunun açıklığa kavuşması bakımından aleyhe bozma yasağı ve ceza miktarı yönünden kazanılmış hak kavramlarına kısaca değinmekte fayda bulunmaktadır.
    Aleyhe bozma yasağı; "Temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması" şeklinde tanımlanmaktadır.
    Latince "reformatio in pejus" olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, "lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı" olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
    Bu kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz" şeklinde yasal düzenlemeye kavuşturulmuştur. Ceza muhakeme hukukumuzda bu madde dışında yaptırım ve cezayı aleyhe değiştirme yasağını düzenleyen başka bir hüküm de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK"nın 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir "cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi" veya "aleyhe düzeltme yasağı"nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
    01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 307/4. maddesinde de; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz" düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
    Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Kanun koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
    Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
    Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağına bir aykırılığın söz konusu olup olmadığı, önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
    Öğretideki; "Kanun yolu davasının açılmasının bir sonucu da, sadece sanık lehinde açılan dava üzerine, yani sanık aleyhine kanun yoluna kimsenin gitmemiş olması hâlinde verilecek kararın eski kararla verilen "cezadan" daha ağır olamamasıdır" (Nurullah Kunter, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Bası, s. 1063, 1117; Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, s. 211; Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, Cilt: 2, s. 344; Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, s. 732), "Aleyhe değiştirmeme mecburiyeti sonuç ceza bakımındandır, suçun niteliği değişebilir. Aleyhe değiştirmeme mecburiyeti sadece sonuç ceza bakımından kabul edilince, hırsızlıktan mahkûm olan şahıs istinaf yoluna başvurduğunda, suçun ağır hırsızlık olduğu kabul edilebilecek, fakat ceza ağırlaştırılamayacaktır" (Feridun Yenisey, Ceza Muhakemesi Hukukunda İstinaf ve Tekrar Kabulü Sorunu, İstanbul 1979, s. 84, 85) şeklindeki görüşler de göz önüne alındığında, aleyhe bozma yasağının yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olduğu, eylemin nitelendirilmesi ve suçun adının belirlenmesinde geçerli olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.
    Ceza Genel Kurulunun 08.09.1992 tarihli ve 190-237, 29.09.1998 tarihli ve 196-277, 17.11.1998 tarihli ve 282-348, 09.07.2002 tarihli ve 158-289, 21.09.2004 tarihli ve 144-170, 07.10.2008 tarihli ve 198-211 ile 03.04.2012 tarihli ve 353-129 sayılı kararlarında da açıkça belirtildiği üzere, temyiz davasının yalnızca sanık veya varsa müdafii ya da sanığın yararına olarak Cumhuriyet savcısı ya da 1412 sayılı CMUK"nın 291. maddesinde belirtilen kişiler tarafından açılması veya hükmün kendiliğinden temyize tâbi olması hâlinde, Yargıtayca suç niteliğinde yanılgıya düşüldüğü saptandığında aleyhe temyiz bulunmasa bile, cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı kalmak koşuluyla hükmün bozulmasına karar verilecektir. Aksinin kabulü hukuk kuralları ile kanuni düzenlemelerin ülke genelinde farklı uygulanmasına yol açar ki, bu durum eşitlik, adalet ve hakkaniyet ilkelerine aykırılık oluşturacaktır. Zira aynı eylem nedeniyle farklı mahkemelerde yargılanan sanıklardan, suçunun hukuki niteliği doğru olarak belirlenen sanığın mahkûmiyeti ile zamanaşımı, süreli veya süresiz olarak bir kamu görevini üstlenmekten yoksun bırakılma, seçme ve seçilme hakkının kaybı gibi hak yoksunluklarının yanında, muhtemel bir genel veya özellikle de özel af karşısında değişik sonuçlarla karşılaşmasına rağmen, suç vasfı yanılgılı olarak belirlenen sanığın, açıklanan sonuçlarla karşılaşmaması söz konusu olabilir ki, bu durum eşitlik ilkesi ile hak ve adalet duygusuna da uygun değildir. O hâlde, lehe temyiz davası üzerine suç vasfının saptanmasında yanılgıya düşüldüğünün belirlenmesi halinde cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hak saklı tutularak hükmün bozulmasına karar verilmelidir.
    Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
    Sanıkların, nitelikli dolandırıcılık suçundan 3 yıl hapis ve 100 gün adli para cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği, adli para cezasının TCK"nın 52/2. maddesi uyarınca günlüğü 20 TL"den 2.000 TL adli para cezasına çevrildiği, TCK"nın 158/son maddesi uyarınca adli para cezasının elde edilen haksız menfaatin iki katından az olamayacağı için 20.944 TL adli para cezasına çıkartıldığı, hükmün yalnızca sanıklar müdafii tarafından temyiz edildiği, aleyhe temyiz bulunmadığı için aleyhe bozma yasağının devreye girdiği, bu nedenle Yüksek Yargıtay 23. Ceza Dairesinin 100 gün adli parasını 1047 güne çıkartarak düzeltilerek onama yapamayacağı ve yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği," görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
    5271 sayılı CMK"nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 23. Ceza Dairesince 16.11.2015 tarih ve 19762-6675 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
    TÜRK MİLLETİ ADINA
    CEZA GENEL KURULU KARARI
    Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; aleyhe temyiz bulunmayan davada;
    1- Yerel Mahkemece nitelikli dolandırıcılık suçundan hapis cezalarının yanında tayin olunan 100 gün adli para cezalarının, suçtan elde edilen menfaat nedeniyle hükmolunan adli para cezalarının miktarını gözeten Özel Dairece 1047 gün adli para cezasına yükseltilmesi suretiyle hükümlerin düzeltilerek onanmasının isabetli olup olmadığının ve buna bağlı olarak aynı hususun eleştiri konusu mu yoksa bozma nedeni mi yapılması gerektiğinin,
    2- Kazanılmış hak kapsamında bozma nedeni yapılması gerektiğinin kabulü hâlinde, sanıkların farklı tarihlerde işledikleri iddia edilen benzer nitelikteki eylemleri nedeniyle kazanılmış haklarının saklı tutulması suretiyle haklarında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının,
    Belirlenmesine ilişkindir.
    Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
    1- Yerel Mahkemece nitelikli dolandırıcılık suçundan hapis cezalarının yanında tayin olunan 100 gün adli para cezalarının, suçtan elde edilen menfaat nedeniyle hükmolunan adli para cezalarının miktarını gözeten Özel Dairece 1047 gün adli para cezasına yükseltilmesi suretiyle hükümlerin düzeltilerek onanmasının isabetli olup olmadığı ve buna bağlı olarak aynı hususun eleştiri konusu mu yoksa bozma nedeni mi yapılması gerektiği;
    İncelenen dosya kapsamından;
    Yerel Mahkemece sanıklar hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan hüküm kurulurken TCK"nın 158/1-e-h maddesi uyarınca ayrı ayrı 3 yıl hapis ve 100 gün adli para cezası verilip, aynı Kanun"un 52/2. maddesi gereğince adli para cezalarının bir gün karşılığı 20 TL olarak belirlenerek hesaplanan 2.000 TL adli para cezalarının TCK"nın 158/1-son maddesinde yer alan "...Adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz" hükmü gereğince 20.944 TL"ye çıkarıldığı ve sanıkların neticeten ayrı ayrı 20.944 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, hükümlerin yalnız sanıklar müdafisi tarafından temyiz edildiği, Özel Dairece sanıklar hakkında 100 gün olarak belirlenen temel adli para cezasının 1047 güne çıkarılması suretiyle sonuç adli para cezasının 20.940 TL olarak bulunması gerektiği gerekçesiyle hükümlerin düzeltilerek onanmasına karar verildiği,
    Anlaşılmaktadır.
    Uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesindeki adli para cezasının nasıl hesaplanacağı konusunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
    5237 sayılı TCK"nın "Dolandırıcılık" başlıklı 157. maddesinde; "Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir." şeklinde dolandırıcılık suçunun temel şekli düzenlenmiş olup, aynı Kanun"un 158. maddesinde ise suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri sayılmıştır.
    Suç ve karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun 158. maddesi;
    "1) Dolandırıcılık suçunun;
    a) Dinî inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle,
    b) Kişinin içinde bulunduğu tehlikeli durum veya zor şartlardan yararlanmak suretiyle,
    c) Kişinin algılama yeteneğinin zayıflığından yararlanmak suretiyle,
    d) Kamu kurum ve kuruluşlarının, kamu meslek kuruluşlarının, siyasî parti, vakıf veya dernek tüzel kişiliklerinin araç olarak kullanılması suretiyle,
    e) Kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak,
    f) Bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle,
    g) Basın ve yayın araçlarının sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
    h) Tacir veya şirket yöneticisi olan ya da şirket adına hareket eden kişilerin ticari faaliyetleri sırasında; kooperatif yöneticilerinin kooperatifin faaliyeti kapsamında,
    i) Serbest meslek sahibi kişiler tarafından, mesleklerinden dolayı kendilerine duyulan güvenin kötüye kullanılması suretiyle,
    j) Banka veya diğer kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla,
    k) Sigorta bedelini almak maksadıyla,
    İşlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
    2) Kamu görevlileriyle ilişkisinin olduğundan, onlar nezdinde hatırı sayıldığından bahisle ve belli bir işin gördürüleceği vaadiyle aldatarak, başkasından menfaat temin eden kişi, yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." şeklinde düzenlenmiş, 29.06.2005 tarihli ve 5377 sayılı Kanun"un 19. maddesiyle yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasının sonuna; "Ancak (e), (f) ve (j) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adlî para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz." cümlesi eklenmiş; 18.04.2013 tarihli ve 28622 sayılı Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6456 sayılı Kanun"un 40. maddesiyle "(e), (f) ve (j)" ibaresine ayrıca (k) bendi eklenerek ilgili düzenleme "(e), (f), (j) ve (k)" şeklinde değiştirilmiş; 02.12.2016 tarihli Resmî Gazete"de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun"un 14. maddesiyle maddenin birinci fıkrasına (l) bendi eklenmiş, bu fıkrada yer alan "iki yıldan yedi yıla kadar hapis" şeklindeki yaptırım "üç yıldan on yıla kadar hapis" olarak, "(e), (f), (j) ve (k)" ibaresi "(e), (f), (j), (k) ve (l)" olarak değiştirilmiş, maddenin birinci fıkrasının "üç yıldan az olamaz" şeklindeki son cümlesi ise "dört yıldan az olamaz" biçiminde değiştirilerek madde son hâlini almıştır.
    08.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun"un 19. maddesi ile 5237 sayılı TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasına son cümlenin eklenmesine ilişkin gerekçe; "Maddenin birinci fıkrasında sayılan nitelikli dolandırıcılık hallerinden (e), (f) ve (j) bentlerinde sayılan suçların işlenmesi halinde verilecek hapis cezasının alt sınırının üç yıldan az olamayacağı, yine bu hallerde verilecek adlî para cezasının miktarının suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamayacağı hükme bağlanmaktadır. Bu değişikliğe göre, suçtan elde edilen gelir miktarının belli olması halinde de adli para cezasına hükmedilecektir. Ancak, Kanunun 52 ve 61 inci maddeleri hükümlerine göre hükmedilecek adli para cezasının miktarı, suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamayacaktır. Yapılan değişiklikle madde metnine eklenen hükme göre, suç tanımında belirlenen günün üst sınırından hesaplanan adli para cezasının miktarının, suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olmaması gerekmektedir. Bu itibarla, suçun işlenmesi suretiyle elde edilen menfaatin fazla olması halinde, madde metnindeki adli para cezasının unsurunu oluşturan gün bakımından getirilen sınırlamanın bir önemi kalmayacaktır" biçiminde açıklanmıştır.
    Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 01.11.2018 tarihli ve 1205-496 sayılı kararında belirtildiği üzere, TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (e), (f) ve (j) bentlerinde sayılan hâllerde adli para cezasının tayininde öncelikle suçtan elde edilen haksız menfaat miktarının belli olup olmadığına bakılacaktır. Somut olayda, suçtan elde edilen haksız menfaat miktarı belli değil ise; nitelikli dolandırıcılık suçu bakımından TCK"nın 61. maddesi hükmü göz önünde bulundurularak 5 ilâ 5.000 tam gün arasında takdir edilen gün sayısı üzerinden artırma ve eksiltmeler yapıldıktan sonra ortaya çıkacak sonuç gün sayısının, aynı Kanun"un 52. maddesi uyarınca bir gün karşılığı 20 ilâ 100 TL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç adli para cezasının miktarı belirlenecektir. Suçtan elde edilen menfaatin miktarının inceleme konusu olayda olduğu gibi belli olması hâlinde ise; 5377 sayılı Kanun"un 19. maddesinin gerekçesi de göz önüne alınarak, elde edilen haksız menfaatin iki katından az olmaması gereken temel adli para cezasının; TCK"nın 61. maddesine uygun şekilde artırım ve indirimlerin yapılabilmesi amacıyla, aynı Kanun"un 52. maddesi gereğince sanığın ekonomik ve diğer şahsi hâlleri göz önünde bulundurularak 20 ilâ 100 TL arasında belirlenecek bir miktara bölünmesi suretiyle TCK"nın 61. maddesinin sekizinci fıkrası uyarınca gün para cezasının belirlenmesi ve varsa artırım ve indirim hükümleri uygulandıktan sonra belirlenen gün üzerinden ortaya çıkacak gün sayısı ile bir gün karşılığı aynı Kanun"un 52. maddesi uyarınca 20 ilâ 100 TL arasında takdir olunacak miktarın çarpılması neticesinde sonuç ceza belirlenecektir.
    Bu aşamada, "Adli para cezasının infazı" konusuna değinmekte fayda bulunmaktadır.
    5237 sayılı TCK"nın "Adli para cezası" başlıklı 52. maddesinin üçüncü fıkrasında "Kararda adli para cezasının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktar ayrı ayrı gösterilir." şeklinde düzenleme yapılmış,
    Madde gerekçesinde; "Adli para cezasına hükmederken hâkim önce, suç karşılığı olarak kanundaki sınırlar arasında gün birimi sayısını saptayacaktır. Toplam gün birimi sayısı belirlenirken hâkim cezanın bireyselleştirilmesindeki ölçüleri esas alarak bir sonuca varacaktır. Örneğin yüz gün birimi gibi. İkinci aşamada ise kişinin, ekonomik ve diğer şahsî hâlleri göz önünde tutularak bir gün biriminin parasal miktarı tayin edilecektir. Bu miktarı hâkim, kişinin malvarlığını, bir günde kazandığı veya kazanması gereken gelirini dikkate alarak takdir edecektir. Örneğin elli Türk Lirası gibi. Daha sonra toplam gün birimi sayısı ile bir gün biriminin parasal miktarı çarpılarak, adli para cezasının miktarı tespit edilecektir. Örnekte yüz (gün) ile elli (Türk Lirası) çarpıldığında adli para cezasının miktarı beş bin Türk Lirası olarak bulunmaktadır." açıklamalarına yer verilmiştir.
    5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun"un suç ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan "Adli para cezasının infazı" başlıklı 106. maddesinin uyuşmazlıkla ilgili 1, 2 ve 3. fıkraları;
    "(1) Adlî para cezası, Türk Ceza Kanununun 52 nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen usule göre tayin olunacak bir miktar paranın Devlet Hazinesine ödenmesinden ibarettir.
    (2) Adlî para cezasını içeren ilâm Cumhuriyet Başsavcılığına verilir. Cumhuriyet savcısı otuz gün içinde adlî para cezasının ödenmesi için hükümlüye 20 nci maddenin üçüncü fıkrası uyarınca bir ödeme emri tebliğ eder.
    (3) Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adlî para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca hapsedilir." şeklinde iken hükümden sonra 6545 sayılı Kanun"un 81. maddesi ile maddenin üçüncü fıkrası, "Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün, hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması hâlinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir." şeklinde değiştirilmiştir. Maddeyle getirilen düzenlemelere göre, TCK"nın 52. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen usul uyarınca tayin olunan adli para cezası hükmünü içeren ilâm kesinleştiğinde Cumhuriyet Başsavcılığına verilecek ve Cumhuriyet savcısı tarafından hükümlüye bir ay içerisinde adli para cezasının ödenmesi için ödeme emri tebliğ edilecektir. Hükümlüye tebliğ olunan ödeme emri üzerine adli para cezası belli bir süre içinde ödenmediği takdirde, Cumhuriyet savcısı tarafından verilecek karar ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca adli para cezası hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilecektir. Hükmedilen adli para cezasının, birim gün sayısı belirlenmeden doğrudan verilmesi ve bu cezanın ödenmemesi hâlinde ise, 5275 sayılı Kanun"un 106. maddesinde öngörülen adli para cezası yerine çektirilecek hapis cezasının süresi belli olmadığından infazda tereddüt ortaya çıkacaktır.
    Bu açıklamalardan sonra ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde "aleyhe değiştirmeme zorunluluğu" ya da "aleyhe düzeltme yasağı" kavramlarına değinilmesi de gerekmektedir.
    Cezayı aleyhe değiştirme yasağı öğreti ve uygulamada; "Temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında hükümde yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir anlatımla aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması" şeklinde tanımlanmaktadır.
    Cezayı aleyhe değiştirme yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.
    Latince "Reformatio in pejus" olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, "Lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı" olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
    Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu"nun 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin 4. fıkrasında; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz." şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür. Buna göre ceza hukukumuzda genel anlamda bir kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK"nın 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan "cezayı aleyhe değiştirememe" veya "aleyhte düzeltme yasağı"nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
    Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu"nun 307/4. maddesinde ise; "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz." düzenlemesine yer verilmiştir.
    Kanundaki açık düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere; yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, lehe bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
    Gerek bozma ilamında, gerekse yerel mahkemece bozmadan sonra kurulan hükümde yaptırım ve sonuçları aleyhe değiştirme yasağına aykırılığın söz konusu olup olmadığı önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
    Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 tarihli ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan "cezanın aleyhe değiştirilmemesi" ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
    Belirtildiği üzere aleyhe değiştirme yasağı münhasıran "cezalar" ile ilgili ve sınırlı olup, fiilin nitelendirilmesinde ve suç adının belirlenmesinde geçerli değildir. Cezalar 5237 sayılı TCK"nın 45. maddesinde; hapis ve adli para cezaları olarak sayıldığından, cezalar arasında sayılmayan güvenlik tedbirleri ile diğer müesseselerin bu yasak kapsamda değerlendirilemeyeceği Ceza Genel Kurulunca duraksamasız olarak kabul edilmiştir.
    1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 320. maddesinde; "Yargıtay, temyiz dilekçesi ile layihasında irad olunan hususlar ile temyiz talebi usule ait noksanlardan dolayı olmuş ise temyiz dilekçesinde bu cihete dair beyan edilecek vakıalar hakkında tetkikler yapabileceği gibi hükme tesiri olacak derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi bu hususu tetkik eder", 321. maddesinde; "Yargıtay, aleyhine itiraz olunan hükmü hangi cihetten kanuna muhalif görmüşse o cihetten bozar.
    Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti, bu hükme esas olarak tespit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı zamanda bozulur" hükümleri yer almaktadır.
    Temyiz yargılama makamı olan Yargıtay"ın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen hükümde hukuka aykırılık bulunmaması halinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması halinde ise CMUK"nın 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da bozulan hüküm yerine aynı Kanun"un 322. maddesine göre Yargıtay"ca davanın esasına hükmedilecektir. Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin son fıkrasında yer alan, "Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz" kuralı ile 05.03.1941 tarihli ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtay"ca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak, sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
    Temyiz nedenini oluşturacak hukuka aykırılıklar CMUK"nın 307 ve 308. maddelerinde gösterilmiştir. CMUK"nın 307. maddesinin 1. fıkrasında, "Temyiz ancak hükmün kanuna muhalif olması sebebine müstenit olur." denildikten sonra 2. fıkrasında, "Hukuki bir kaidenin tatbik edilmemesi yahut yanlış tatbik edilmesini" kanuna muhalefet olarak belirtilmiş, 308. maddesinde ise sekiz bent halinde gösterilen hususlarda kanuna "mutlaka muhalefet" edilmiş sayılacağı kabul edilmiştir.
    Bu maddelere göre, Yargıtay temyiz nedenleriyle bağlı olmaksızın, temyiz dilekçesinde ileri sürülsün veya sürülmesin son karara etkili olan tüm hukuka aykırılıkları kendiliğinden inceleyip hükmü bozabilecektir. Yargıtay"ca yapılacak denetimde, mevcut delillerin yerel mahkemece yanlış değerlendirildiği ve bu nedenle somut olaya ilişkin hukuki nitelemenin yanlış yapıldığı sonucuna varılırsa, karar esastan bozulmakla birlikte, uygulanması gereken hukuki kurallar da gösterilmelidir. Lehe temyiz davasında ise, suç niteliğinin belirlenmesinde yanılgıya düşüldüğü belirlenirse, cezanın tür ve miktarı yönünden önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacağı şartı ile kanuna aykırı olan hükmün bozulmasına karar verilmeli, suç niteliği dışındaki sair hallerde ise, yol göstermek ve uygulamada birliği sağlamak amacıyla eleştiri ile yetinilerek, aleyhe temyiz olmadığı vurgulanmak suretiyle hüküm onanmalıdır.
    Buna göre eleştiri, temyiz mahkemesince aleyhe temyiz bulunmaması veya sonuca etkili olmaması nedeniyle mutlak bozma sebebi teşkil etmeyen bir hukuka aykırılığa uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte işaret edilmesi olup, kural olarak "onama" kararlarında söz konusudur. Hükmün sanık lehine belirlenen hukuka aykırılıklar veya zorunluluklar nedeniyle bozulması durumunda sanığın aleyhine tespit edilen hukuka aykırılıklar da bozma sebebi yapılmalı ve hükmün lehe-aleyhe bozulmasına karar verilmelidir. Aksi takdirde sanığın; önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan, ikinci kez mahkûmiyetin sonuçlarını da kapsayacak şekilde yararlandırılmasını sağlayacak, sanığa daha önce bir kez tanınmış olan atıfet genişletilmek suretiyle, hakkaniyete aykırı sonuçların doğmasına, adalet ve eşitlik ilkelerinin zedelenmesine yol açılmış olacaktır.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
    Sanıklar hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan hüküm kurulurken Yerel Mahkemece TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (h) bentleri uyarınca temel cezanın ayrı ayrı 3 yıl hapis ve 100 gün adli para cezası olarak belirlendiği, aynı Kanun"un 52. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca adli para cezasının bir gün karşılığı 20 TL olmak üzere hesaplanan 2.000 TL adli para cezalarının anılan Kanun"un 158. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde yer alan "...Adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz" hükmü gereğince 20.944 TL"ye çıkarıldığı ve sanıkların neticeten ayrı ayrı 20.944 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği ve yalnız sanıklar müdafisi tarafından temyiz edilen hükümlerde 100 gün olarak belirlenen temel adli para cezalarının Özel Dairece 1047 güne çıkarılarak günlüğü 20 TL"den hesaplanıp sonuç adli para cezasının 20.940 TL olarak belirlenmesi suretiyle hükümlerin düzeltilerek onanmasına karar verildiği olayda;
    Yerel Mahkemece TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca hapis cezasının yanında verilmesi gereken adli para cezasının suçtan elde edilen menfaatin iki katı olan 20.945 TL"den az olamayacağı dikkate alınıp, aynı Kanun"un 52. maddesi hükmü gözetilerek suçtan elde edilen menfaat miktarının iki katından az olmayacak bir miktara denk gelecek şekilde temel adli para cezalarının gün olarak belirlenip artırma ve indirimlerin gün üzerinden yapılmasından sonra tespit edilen gün birim sayısının temel ceza belirlenirken düşünülen günlüğü 20 ilâ 100 TL arasındaki miktar ile çarpılması suretiyle sonuç adli para cezalarına hükmedilmesi ve bu şekilde temel adli para cezalarının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktarın hükümlerde ayrı ayrı gösterilmesi gerekirken, 100 gün olarak verilen gün adli para cezalarının bir gün karşılığı 20 TL belirlenerek 2.000 TL adli para cezalarına hükmedilmesinden sonra sözü edilen düzenlemelere aykırı olacak ve adli para cezalarının infazında tereddüt oluşturacak şekilde adli para cezaları miktarının doğrudan 20.944 TL"ye çıkarılmasının isabetsiz olduğunun kabulü gerekmektedir.
    Yerel Mahkemece hükmedilen adli para cezalarının ödenmemesi hâlinde 5275 sayılı CGTİHK"nın 106. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Cumhuriyet savcısı tarafından verilecek karar ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarınca adli para cezalarının hapis cezasına çevrilerek hükümlerin infazının yapılacağı göz önüne alındığında, Yerel Mahkemece 2.000 TL adli para cezaları dışında kalan 18.944 TL"nin bir gün karşılığına gelecek ve TCK"nın 52. maddesi uyarınca 20 ilâ 100 TL arasında takdir edilmesi gereken miktarın belirlenmemesinin hükümlerin infazı sırasında tereddüte yol açabileceği gibi 18.944 TL"nin günlüğünün Yerel Mahkemenin 100 gün adli para cezasının bir gün karşılığı olarak belirlediği 20 TL"den hesaplanması hâlinde ise Kanun"un öngörmediği bir şekilde infaz sırasında sanıklar aleyhine sonuç doğmasına sebebiyet verebileceği, söz konusu bu hukuka aykırılığın Özel Dairece eleştiri konusu yapılamayacağı, suç ve hüküm tarihi itibarıyla uygulanması gereken CMUK"nın 322. maddesinde sınırlı olarak sayılan Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek hâller arasında bulunmadığı ve bu hâller dışında düzeltilerek onama yoluna giderilmesinin de mümkün olmadığı anlaşıldığından, belirlenen hukuka aykırılığın bozma nedeni yapılması ve aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından sanıkların kazanılmış haklarının saklı tutulması gerektiği kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, bu uyuşmazlık bakımından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmiştir.
    2- Kazanılmış hak kapsamında bozma nedeni yapılması gerektiği sonucuna ulaşıldıktan sonra sanıkların farklı tarihlerde işledikleri iddia edilen benzer nitelikteki eylemleri nedeniyle kazanılmış haklarının saklı tutulması suretiyle haklarında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konusunun değerlendirileceği sırada bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince, bu uyuşmazlık konusunun yanı sıra sanıklara atılı eylemlerin her sanık için ayrı ayrı bir bütün hâlinde tek suç mu yoksa iki suç mu oluşturup oluşturmadığı hususunun da tartışılması gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine uyuşmazlık konusu bu doğrultuda değerlendirilmiştir.
    İncelenen dosya kapsamından;
    Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca; S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi yönetim kurulu başkanı olan ve yönetim kurulu kararıyla müşterek imza ile kooperatifi temsil ve idareye yetkili kılınan sanıklar ... ve ..."ün, kooperatifin kuruluş amacı olan üyelerin hayvancılık ve besicilik yapmalarını kolaylaştırmak kapsamında kooperatif üyesi olan katılanlar ... ve ..."un bilgi ve rızaları olmaksızın imzalarını taklit etmek suretiyle Tarım İl Müdürlüğünden katılan ... adına 10.472,53 TL, katılan ... adına 10.472,53 TL olmak üzere toplam 20.945,06 TL kredi çekerek haksız menfaat sağladıkları ve bu şekilde dolandırıcılık suçunu işledikleri iddiasıyla haklarında kamu davası açılmıştır.
    S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi yönetim kurulunun 05.05.2006 tarihli ve 8 sayılı kararında; yönetim kurulu başkanlığına sanık ..."in, ikinci başkanlığa ise sanık ..."nin seçildiği, resmî daireler, bankalar, müesseseler, gerçek ve tüzel kişiler nezdinde yapılacak her türlü işlemlerle ahzu kabz yetkisinin yönetim kurulu başkanı, ikinci başkan ve muhasip üyenin herhangi ikisinin çift imzası ile ilzama yetkili kılınmalarına oy birliğiyle karar verildiği,
    Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğünün 18.12.2009 tarihli ve 3988-11082 sayılı yazısında; kooperatif yönetiminin kooperatif anasözleşmesinde ortaklığa kabul bölümünde belirtilen şartlara haiz olanların ortaklığa kabulünde yetkili olduğu, kooperatif yönetimince ortaklığa alınanların projeden faydalandırılmaları için başvuruda bulunulduktan sonra uygun olanların belirlenmesi amacıyla il tarım müdürlüğünce tahkikat yaptırıldığı,
    Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğünün 02.02.2010 tarihli ve 180-1194 sayılı yazısında; kırsal alanda sosyal destek projelerinden olan "Ortakların Mülkiyetinde 200 Başlık (100 Aile x 2 Baş/Aile) Süt Sığırcılığı Projesi"ni uygulamak üzere S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifinin 2005 yılı yatırım programına alınarak desteklendiği,
    14.02.2007 tarihli ortaklar sözleşmesinde; "Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi" kapsamında borçlu ortak katılan ..."nin kendisine tahsis edilen 4.172,53 TL krediyi Ziraat Bankası Diyarbakır şubesinden aldığı, kullandırılması uygun görülen kredinin kooperatifi temsile yetkili kişilere ödenmesinin kabul edildiği,
    14.02.2007 tarihli ortaklar sözleşmesinde; "Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi" kapsamında borçlu ortak katılan ..."in kendisine tahsis edilen 4.172,53 TL krediyi Ziraat Bankası Diyarbakır şubesinden aldığı, kullandırılması uygun görülen kredinin kooperatifi temsile yetkili kişilere ödenmesinin kabul edildiği,
    29.08.2007 tarihli ortaklar sözleşmesinde; "Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi" kapsamında borçlu ortak katılan ..."nin kendisine tahsis edilen 6.300 TL krediyi Ziraat Bankası Diyarbakır şubesinden aldığı, kullandırılması uygun görülen kredinin kooperatifi temsile yetkili kişilere ödenmesinin kabul edildiği,
    29.08.2007 tarihli ortaklar sözleşmesinde; "Kırsal Alanda Sosyal Destek Projesi" kapsamında borçlu ortak katılan ..."in kendisine tahsis edilen 6.300 TL krediyi Ziraat Bankası Diyarbakır şubesinden aldığı, kullandırılması uygun görülen kredinin kooperatifi temsile yetkili kişilere ödenmesinin kabul edildiği,
    S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanlığına hitaben yazılıp katılanlar tarafından imzalanan 20.02.2007 tarihli dilekçelerde; yapılan toplu, bir arada ve bölmeli şekildeki ahırları ve doğabilecek herhangi bir sorumluluğun kabul ve taahhüt edildiği,
    Diyarbakır İl Tarım Müdürlüğünün 01.07.2009 tarihli ve 2112-5792 sayılı yazısında; S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ortaklarından katılan ..."nin 10.472,53 TL; katılan ..."in 10.472,53 TL kredi kullandığı, adı geçen iki ortağa ödenen toplam kredi miktarının 20.945,06 TL olduğu,
    Diyarbakır Emniyet Müdürlüğünün 16.12.2008 tarihli ve 5891-2013 sayılı ekspertiz raporunda; ortaklar sözleşmesinin 1, 2 ve 3. sayfalarında bulunan parmak izlerinin katılan ..."ye ait on parmak iziyle yapılan mukayesesinde herhangi bir benzerlik göstermediği, farklı parmak izleri olduğu, 4. sayfasında bulunan parmak izinin ise kimlik teşhis ve tespitine elverişsiz parmak izi olduğu,
    Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 21.04.2009 tarihli ve 0383 sayılı ekspertiz raporunda; ortaklar sözleşmesinin borçlu ortak bölümündeki katılan ... adına atılan imzanın mevcut mukayese imzalarına atfen katılan ..."in elinden çıkmadığı kanaatine varıldığı,
    Diyarbakır Bölgesi Hayvancılık Koperatifleri Birliğinin 04.11.2010 tarihli yazısında; S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifinin 2003, 2004, 2005, 2006 ve 2009 yıllarına ait yevmiye, kebir ve envanter defterlerinin mahkemeye gönderildiği, 2007 ve 2008 yıllarına ait defterleri tasdik etmediklerinden ve muhasebeye vermediklerinden dolayı mevcut olmadığı,
    Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinin 24.09.2007 tarihli ve F03635 sayılı dekontunda; katılan ..."e 6.300 TL tarımsal kredi ödemesi yapıldığı,
    Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinin 24.09.2007 tarihli ve F03628 sayılı dekontunda; katılan ..."ye 6.300 TL tarımsal kredi ödemesi yapıldığı,
    Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinin 28.09.2007 tarihli ve F00549 sayılı dekontunda; katılan ..."ye 4.172,53 TL tarımsal kredi ödemesi yapıldığı,
    Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinin 16.12.2010 tarihli ve 18217-16079 sayılı yazısında; katılanlar ... ve ...hakkında kredilerinin geri ödenmesi için herhangi bir yasal işlem yapılmadığı,
    Muhasebe uzmanı, Sayıştay emekli uzman denetçisi ve kooperatifler başmüfettişinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda; S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi yönetim kurulu başkanı sanık ... ile ikinci başkan sanık ..."nin kooperatif ortakları adına kendileri tarafından düzenlenen ve ortakların imzaları taklit edilerek atılan imzalarla tamamlanan ortaklar sözleşmesine istinaden katılan ... ile ilgili olarak toplam 10.472,53 TL, katılan ... ile ilgili olarak toplam 10.472,53 TL"yi kooperatifi temsile yetkili olarak Ziraat Bankasından çektikleri, çekilen paranın sanıkların uhdesinde kalıp kalmadığı veya kooperatif kayıtlarına intikal ettirilip ettirilmediği hususunun mevcut belgeler arasında kooperatifin 2007 yılına ait muhasebe kayıtları ile defterlerinin bulunmaması sebebiyle tespit olunamadığı,
    Bilgilerine yer verilmiştir.
    Katılan ...; sanık ..."in başkanı olduğu kooperatife hayvancılık yapmak için üye olduğunu, sadece kimlik fotokopisini verdiğini, başka da hiçbir işlem yapmadığını, sanık ..."in "Hayvanlar gelince sütünü satarız, masraflarını çıkartırız, gerisini alırsın" dediğini, hayvan alıp ahır yaptırmak için haberi olmadan 9.000 TL kredi kullanıp kendisini borçlandırdığını, kendisinin kredi çekmediğini, bunun için imza atmadığını, belgelerdeki imzaların da kendisine ait olmadığını, sanığa hiçbir yetki belgesi vermediğini, alınan hayvanların sanık ..."te olduğunu, hayvanların gelmesinin üzerinden bir yıl geçtiğini, sanığın ne kâr ve de zarar hakkında kendisine bilgi vermediğini, işlemleri her iki sanığın birlikte yaptığını, zararının giderilmediğini,
    Katılan ...; kooperatife üye olmak için kimlik suretini verdiğini, ancak ortaklar sözleşmesinde ismi adı altında bulunan imzanın kendisine ait olmadığını, sözleşmenin düzenlendiği 14.02.2007 tarihinde Romanya"da çalıştığını, imzasını taklit ederek adına kredi çeken şahıslardan şikayetçi olduğunu,
    Katılan ...; adına atılı bulunan imzanın kendisine ait olmadığını, bu işlemi kim veya kimler yapmış ise şikayetçi olduğunu, para ödemesi yapması konusunda herhangi bir bildirim gelmediğini,
    Tanık ...; kooperatif başkanı olan sanık ... tarafından getirilen ortaklar sözleşmesini köy muhtarı olarak imzalamak suretiyle onayladığını, adının altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, diğer imzaları kimin attığını bilmediğini, imza sırasında kooperatif ortağının yanlarında olmadığını, ortaklar sözleşmesi getirildiğinde diğer imzaların da atılmış halde olduğunu,
    Tanık ...; köyde aza olarak görevli olduğu tarihte ortaklar sözleşmesini kooperatif başkanı olan sanık ..."in getirdiğini, kendisinin de imzalayarak onayladığını, adının altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, diğer imzaları kimin attığını bilmediğini, imza attığı sırada kooperatif ortağının yanlarında olmadığını,
    Tanık ...; köyde aza olarak görevli olduğu tarihte ortaklar sözleşmesini kooperatif başkanı olan sanık ..."in getirdiğini, kendisinin de imzalayarak onayladığını, adının altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, diğer imzaları kimin attığını bilmediğini, imza attığı sırada kooperatif ortağının yanlarında olmadığını,
    Tanık ...; kooperatif ortaklar sözleşmesinin kendisinin de içinde yer aldığı 3 kişilik bir ekip tarafından yerinde imzalatıldığını, evrak sayısının çok olduğunu, çok sayıda kişinin imza atmaya geldiğini ve her üyenin 80 imza attığını, bu nedenle belgelerdeki imza ve parmak izi sahteciliği konularında bir bilgisinin bulunmadığını,
    İfade etmişlerdir.
    Sanık ...; S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi yönetim kurulu başkanı olduğunu, alınan yönetim kurulu kararı kapsamında banka veya vergi dairesinde üyeler adına işlem yapmaya yetkili olduğunu, suça konu kredinin çekilmesi ve borçlanma senedinin imzalanmasının da yetkisi dahilinde yapıldığını, üyeler adına çekilen kredi ile hayvan ve yem alıp besicilik yapıldığını, elde edilen kârın da üyelerle paylaşıldığını, katılan ... adına ahır yapımı için 3.000 TL, idare binası yapımı için 1.000 TL ve 2 inek bedeli 5.800 TL olmak üzere Ziraat Bankası Diyarbakır şubesinden kredi çektiklerini, bankanın sunmuş olduğu ödeme planı çerçevesinde yönetim kurulu olarak borcu ödemeyi taahhüt ettiklerini, yetkisiz bir işlem yapmadıklarını, kredi işlemleri aşamasında tarım il müdürlüğü görevlilerinin köye gelip araştırma yaptıklarını, imzaların bu çalışmalar sırasında atıldığını, bu imzaların kim veya kimler tarafından atıldığını bilmediğini,
    Sanık ...; S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi yönetim kurulu ikinci başkanı olduğunu, alınan yönetim kurulu kararı kapsamında banka veya vergi dairesinde üyeler adına işlem yapmaya yetkili olduğunu, suça konu kredinin çekilmesi ve borçlanma senedinin imzalanmasının da yetkisi dâhilinde yapıldığını, üyeler adına çekilen kredi ile hayvan ve yem alıp besicilik yapıldığını, elde edilen karın da üyelerle paylaşıldığını, yetkisiz hiçbir işlem yapmadığını, üyelerin imzalarının alındığı gün büyük bir kargaşa olduğunu, kimin nereye imza attığından haberinin olmadığını,
    Savunmuşlardır.
    5237 sayılı TCK"na hâkim olan ilke gerçek içtima olduğundan, bunun sonucu olarak, "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza" söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; "Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, "kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır" şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır." şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, TCK"nın "suçların içtimaı" bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
    TCK"nın 43. maddesinin ilk fıkrasında; "Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır." biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; "Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır." denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; "Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, ... ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz." düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.
    TCK"nın 43. maddesinin birinci fıkrası uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;
    a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi,
    b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
    c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
    Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurların üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.
    a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla kez işlenmesi;
    Aynı suç kavramı, TCK"nın 43. maddesinde; "Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır." denmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de "Aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu" kabul edilmektedir. Örneğin, dolandırıcılık ile nitelikli dolandırıcılık eylemleri aynı suç sayılır iken, dolandırıcılık ile güveni kötüye kullanma, hırsızlık ile dolandırıcılık, hırsızlık ile suç eşyasını satın alma aynı suç kavramı içerisinde değerlendirilemeyecektir. Aynı suç kavramına, suçun teşebbüs aşamasında kalmış hâli de dâhildir (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara, 2008, s. 316; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Ankara, 2014, s. 1241-1242; Koca-Üzülmez, s. 514; Türkan Yalçın Sancar, Yeni Türk Ceza Kanununda Zincirleme Suç, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253).
    TCK"nın 43. maddesinin birinci fıkrasında bulunan "değişik zamanlarda" ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu hâlde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK"nın 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır.
    b) İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması;
    Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, "haksızlığa uğramış kişi" olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu"nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir (...Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Ankara, 2015, s. 289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. bası, Ankara, 2015, s. 214-216; Koca-Üzülmez, s. 115; Yaşar-Gökcan-Artuç, s. 7958-7959).
    Mağdurun kim olduğunun belirlenmesinde öncelikle madde metnine bakılmalı, madde metninin yeterli olmadığı durumlarda hükmün konuluş amacı, suçun düzenlendiği yer gibi hususlar birlikte değerlendirilerek sonuca ulaşılmaya çalışılmalıdır.
    Dolandırıcılık suçunun mağduru, mal varlığına zarar verilen veya aldatılan kişilerdir. Suç tipinin düzenlendiği TCK"nın 157. maddesinde "bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak" ibaresine yer verildiğine göre aldatılan ile zarara uğrayanın aynı kişi olması zorunlu değildir. Ancak aldatılanın mal varlığı üzerinde tasarruf edebilme yetkisinin bulunması gerekir. Gerçek kişiler hem aldatılan hem de mal varlığına zarar verilen kişi olarak suçun mağduru olabilir. (Veli Özer Özbek, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, 2. Cilt, Seçkin Yayınları, Ankara, 2008, s. 1209; Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1, Beta Yayınları, Ankara 2017, s. 499).
    c) Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi;
    Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 tarihli ve 384-2, 03.12.2013 tarihli ve 1475-577, 30.05.2006 tarihli ve 173-145, 08.07.2003 tarihli ve 189-207, 13.10.1998 tarihli ve 205-304, 20.03.1995 tarihli ve 48-68 ile 02.03.1987 tarihli ve 341-84 sayılı kararlarında "aynı suç işleme kararı" kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlâl etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, her hareketinin birbirinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında sübjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.
    Öğretide ise aynı suç işleme kararının, kanunun aynı hükmünü birden fazla ihlâl etmek hususunda önceden kurulan bir plan ve genel bir niyet anlamında bulunduğu (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Cilt 1, 14. bası, İstanbul, 1999, s. 398 vd), çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif şartını oluşturmayacağı (Türkan Yalçın Sancar, Müteselsil Suç, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, s. 70 vd), failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığının aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmeyeceği (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 136-137; Koca-Üzülmez, s. 519), zincirleme suç hâlinde failin somut fiiline ve fiillerin bütününe yönelik olmak üzere iki iradesinden söz edilebileceği, zincirleme suç işlemeye yönelik iradenin, yani bir suç işleme kararının her bir suça ilişkin kasıttan önce geldiği (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 4. bası, İstanbul, 2015, s. 456), zincirleme suçun sübjektif şartının bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenen suçlar arasında manevi bir bağ bulunması olduğu (Özgenç, s. 564), suçların işleniş biçimindeki benzerlik, aynı türden fırsatları değerlendirme, suçla korunan hukuki değer, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelik ve başkalıkları ve suçlar arasındaki zaman aralığı gibi dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanılarak tespit edilecek olan bir suç işleme kararının kanunun aynı hükmünü ihlâl etmek hususundaki failin genel planı olduğu (Artuk-Gökçen-Yenidünya, s. 697-698) görüşleri ileri sürülmüştür.
    Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların her birinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.
    Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.
    Yapılan açıklamalara göre, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.
    Dolandırıcılık suçunda fail tarafından yapılan ve mağduru aldatıcı nitelikteki hileli davranışlar suçun unsurudur. Fail, yaptığı hileli davranışlarla mağduru aldatıp iradesini fesada uğratarak mağdurun gerçekte yapmak istemediği hareketleri yapmasını sağlayarak haksız yarar sağlamaktadır.
    Dolandırıcılık suçlarında zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçun temel şekli veya nitelikli hallerinin değişik zamanda en az iki kez işlenmesi gerekmektedir.
    Diğer bir ifadeyle kanunda suç olarak tanımlanmış eylem değişik zamanlarda en az iki kez gerçekleştirilmelidir. Suçun unsuru olan veya ilk hareketin devamı niteliğindeki hareketler nedeniyle zincirleme suç hükümleri uygulanamayacağı gibi, ilk suç tamamlandıktan sonra yapılan ve tek başına suçun tüm unsurlarını üzerinde taşımayan eylemler nedeniyle de zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır. Başka bir anlatımla, failin aynı mağdura karşı değişik zamanlarda birden fazla dolandırıcılık suçunu işlemesi ve bu eylemlerini aynı suç işleme kararı altında gerçekleştirmesi durumunda ancak zincirleme suç hükümleri uygulanabilir. Fail ile dolandırıcılık suçunun mağduru arasında devam eden ilişkide birden fazla haksız yarar sağlanması dolandırıcılık suçunun birden fazla işlendiği anlamına gelmemektedir. Failin aynı hileli davranışlarla ya da önceki davranışların devamı niteliğinde olan ancak tek başına dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyen fiillerle mağdurdan birden fazla haksız yarar elde etmesi durumunda fail tek bir dolandırıcılık suçundan cezalandırılacak ve zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.
    Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları değerlendirildiğinde;
    S.S. Karpuzlu Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi"nin katılan ... Köyişleri Bakanlığınca kırsal alanda sosyal destek projelerinden olan "Ortakların Mülkiyetinde 200 Başlık Süt Sığırcılığı Projesi" kapsamına alındığı, anılan kooperatifin yönetim kurulu başkanı olan sanık ... ile ikinci başkan olan sanık ..."nin, bu proje kapsamında kooperatif ortaklarından olan katılan ..."nin asıl borçlu, suçtan zarar gören ...ile katılanlar ...ve..."un müteselsil kefil sıfatıyla imzaları bulunan 14.02.2007 tarihli ortaklar sözleşmesi ile Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinden 28.09.2007 tarihinde 4.172,53 TL; katılan ..."in asıl borçlu, suçtan zarar gören ...ile katılanlar... ve ..."nin müteselsil kefil sıfatıyla imzaları bulunan 14.02.2007 tarihli ortaklar sözleşmesi ile 4.172,53 TL; katılan ..."nin asıl borçlu, katılanlar ...ve..."un ise müteselsil kefil sıfatıyla imzaları bulunan 29.08.2007 tarihli ortaklar sözleşmesi ile Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinden 24.09.2007 tarihinde 6.300 TL; katılan ..."in asıl borçlu, katılanlar... ve ..."nin ise müteselsil kefil sıfatıyla imzaları bulunan 29.08.2007 tarihli ortaklar sözleşmesi ile Ziraat Bankası Diyarbakır Şubesinden 24.09.2007 tarihinde 6.300 TL kredi çektikleri, katılanların, söz konusu ortaklar sözleşmelerinde bulunan imzaların kendilerine ait olmadığını ve adlarına kredi çekilmesi konusunda sanıklara yetki vermediklerini beyan ettikleri ve yapılan bilirkişi incelemelerinde de ortaklar sözleşmelerindeki imza ve parmak izlerinin katılanlar ... ve ..." in eli ürünü olmadığının tespit edildiği olayda;
    Sanıkların sahte olarak düzenledikleri dört adet ortaklar sözleşmesi ile kredi çekip menfaat elde etmek suretiyle kamu kurumu olan katılan ... Köyişleri Bakanlığının zararına nitelikli dolandırıcılık suçunu işledikleri, sanıkların hileli hareketlerinin kooperatif ortağı olan ve adlarına çekilen krediler nedeniyle borçlandırılan katılanlar ... ve ..."e yönelik olmaması nedeniyle tüm suçlardan doğrudan doğruya katılan ... Köyişleri Bakanlığı"nın mal varlığının zarar gördüğü ve sanıkların, 24.09.2007 ve 28.09.2007 tarihlerinde bir suç işleme kararının icrası kapsamında birden fazla nitelikli dolandırıcılık eylemi gerçekleştirdikleri hususları göz önünde bulundurulduğunda,
    Yerel Mahkemece nitelikli dolandırıcılık suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümlerinin, sanıklara atılı eylemlerin sadece katılan ... Köyişleri Bakanlığına yönelik olarak her sanık için ayrı ayrı bir bütün hâlinde tek suç oluşturduğunun ve sanıklara ayrı ayrı tek bir nitelikli dolandırıcılık suçundan verilecek cezalar üzerinden TCK"nın 43. maddesinin birinci fıkrası uyarınca artırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliklerinden de bozulması, ancak aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından sanıkların kazanılmış haklarının saklı tutulması gerektiği kabul edilmelidir.
    Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmelidir.
    Bu uyuşmazlık bakımından çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanıkların ayrı ayrı zincirleme şekilde iki nitelikli dolandırıcılık suçundan cezalandırılmaları gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
    SONUÇ:
    Açıklanan nedenlerle;
    1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının her iki uyuşmazlık bakımından değişik gerekçeyle KABULÜNE,
    2- Yargıtay (Kapatılan) 23. Ceza Dairesinin 05.10.2015 tarihli ve 2484-4699 sayılı düzelterek onama kararının KALDIRILMASINA,
    3- Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 13.12.2011 tarihli ve 344-453 sayılı nitelikli dolandırıcılık suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümlerinin;
    a) Sanıklar hakkında TCK"nın 158. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca hapis cezalarının yanında verilmesi gereken adli para cezalarının suçtan elde edilen menfaatin iki katı olan 20.945 TL"den az olamayacağı dikkate alınıp, aynı Kanun"un 52. maddesi hükmü gözetilerek suçtan elde edilen menfaat miktarının iki katından az olmayacak bir miktara denk gelecek şekilde TCK"nın 61. maddesinin sekizinci fıkrasının emredici hükmü gereğince, temel adli para cezalarının gün olarak belirlenip artırma ve indirimlerin gün üzerinden yapılmasından sonra tespit edilen gün birim sayısının temel ceza belirlenirken düşünülen günlüğü 20 ilâ 100 TL arasındaki miktar ile çarpılması suretiyle sonuç adli para cezalarına hükmedilmesi ve bu şekilde temel adli para cezalarının belirlenmesinde esas alınan tam gün sayısı ile bir gün karşılığı olarak takdir edilen miktarın hükümlerde ayrı ayrı gösterilmesi gerekirken, 100 gün olarak verilen gün adli para cezalarının bir gün karşılığı 20 TL belirlenerek 2.000 TL adli para cezalarına hükmedilmesinden sonra sözü edilen düzenlemelere aykırı olacak ve adli para cezalarının infazında tereddüt oluşturacak şekilde adli para cezaları miktarının doğrudan 20.944 TL"ye çıkarılması suretiyle karar verilmesi,
    b) Sanıkların aynı katılana yönelik farklı tarihlerde işledikleri dolandırıcılık eylemlerinin her sanık yönünden ayrı ayrı olmak üzere zincirleme tek bir suç oluşturduğu gözetilmeden sanıklar hakkında ayrı ayrı iki dolandırıcılık suçundan hükümler kurulması suretiyle fazla ceza verilmesi,
    İsabetsizliklerinden BOZULMASINA;
    c) Aleyhe yönelen temyiz bulunmadığından 1412 sayılı CMUK"nın 5320 sayılı Kanun"un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından sanıkların kazanılmış haklarının saklı tutulmasına,
    4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.10.2019 tarihinde yapılan müzakerede Yerel Mahkemece nitelikli dolandırıcılık suçundan hapis cezalarının yanında tayin olunan 100 gün adli para cezalarının, suçtan elde edilen menfaat nedeniyle hükmolunan adli para cezalarının miktarını gözeten Özel Dairece 1047 gün adli para cezasına yükseltilmesi suretiyle hükümlerin düzeltilerek onanmasının isabetli olup olmadığına ve buna bağlı olarak aynı hususun eleştiri konusu mu yoksa bozma nedeni mi yapılması gerektiğine ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle; sanıklara atılı eylemlerin her sanık için ayrı ayrı bir bütün hâlinde zincirleme tek suç mu yoksa bağımsız iki suç mu oluşturup oluşturmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla karar verildi.




    Sayın kullanıcılarımız, siteden kaldırılmasını istediğiniz karar için veya isim düzeltmeleri için bilgi@abakusyazilim.com.tr adresine mail göndererek bildirimde bulunabilirsiniz.

    Son Eklenen İçtihatlar   AYM Kararları   Danıştay Kararları   Uyuşmazlık M. Kararları   Ceza Genel Kurulu Kararları   1. Ceza Dairesi Kararları   2. Ceza Dairesi Kararları   3. Ceza Dairesi Kararları   4. Ceza Dairesi Kararları   5. Ceza Dairesi Kararları   6. Ceza Dairesi Kararları   7. Ceza Dairesi Kararları   8. Ceza Dairesi Kararları   9. Ceza Dairesi Kararları   10. Ceza Dairesi Kararları   11. Ceza Dairesi Kararları   12. Ceza Dairesi Kararları   13. Ceza Dairesi Kararları   14. Ceza Dairesi Kararları   15. Ceza Dairesi Kararları   16. Ceza Dairesi Kararları   17. Ceza Dairesi Kararları   18. Ceza Dairesi Kararları   19. Ceza Dairesi Kararları   20. Ceza Dairesi Kararları   21. Ceza Dairesi Kararları   22. Ceza Dairesi Kararları   23. Ceza Dairesi Kararları   Hukuk Genel Kurulu Kararları   1. Hukuk Dairesi Kararları   2. Hukuk Dairesi Kararları   3. Hukuk Dairesi Kararları   4. Hukuk Dairesi Kararları   5. Hukuk Dairesi Kararları   6. Hukuk Dairesi Kararları   7. Hukuk Dairesi Kararları   8. Hukuk Dairesi Kararları   9. Hukuk Dairesi Kararları   10. Hukuk Dairesi Kararları   11. Hukuk Dairesi Kararları   12. Hukuk Dairesi Kararları   13. Hukuk Dairesi Kararları   14. Hukuk Dairesi Kararları   15. Hukuk Dairesi Kararları   16. Hukuk Dairesi Kararları   17. Hukuk Dairesi Kararları   18. Hukuk Dairesi Kararları   19. Hukuk Dairesi Kararları   20. Hukuk Dairesi Kararları   21. Hukuk Dairesi Kararları   22. Hukuk Dairesi Kararları   23. Hukuk Dairesi Kararları   BAM Hukuk M. Kararları   Yerel Mah. Kararları  


    Avukat Web Sitesi